İlk gün üstü kapalı yazdım. İkinci gün yanlış algılamalara bir açıklama yapılması gerektiğini fark edince net bir açıklama yazımı yayımladım.
Ama anladım ki neden bu kadar, öncelikle kızgın ikinci sırada kırgın olduğumu daha da net anlatmam gerekiyormuş.
Bu bir yargısız infaz değildi. Asıl bana ve Fındığıma yapılan yorumlar yargısız infaz niteliğinde.
Madem kendimi savunmam gereken bir yerdeyim; yine de detaya girmeden konuyla ilgili üçüncü ve son yazımı yazıyorum.
Bir insanla tanışıyorsunuz. Değerlerini önemsiyorsunuz, kısa bir sürede bir kargo gönderecek kadar da samimi bulduğunuz birisi bu. Gönderdiğim kargonun bile üçüncü şahıs tarafından yanlış anlaşıldığı bir takım olaylar sonucunda kişiyle iletişimimi minimum düzeye indiriyorum. Sonra bir gün kişinin bloğundan kişinin ölüm haberini okuyup sarsılıyorum. Sarsılıyorum, çünkü annemi bir kaç ay önce kaybetmişim, ölüm her zamankinden daha yakın bana :( sarsılıyorum, çünkü kişi, üçüncü şahsa gidip gönderdiğim kargonun aramızdaki herhangi başka türlü bir yakınlıktan kaynaklanmadığını söylememi benden rica ettiği halde kendimi böyle bir duruma sokmak istemediğim için bu ricayı reddettiğim, kendisine bu konuda yardım etmediğim ve dolayısıyla kişiyi yalnız bıraktığım için pişmanlıklar, suçluluk duyguları hissettiğim bir Ufuk Çizgisi :( Evli biriyim ben, eşini çok seven bir kadın, özgür bir ruha sahip, özgür ruhu eşi tarafından desteklenen bir kadınım ben. Hiç kimse istedi diye bir başkasına gidip 'siz yanlış anladınız, bu kişiyle aramızda bir şey yok' diyemem, demem. Gayet resmi bir dille buna karşın samimice geliştirdiğim arkadaşlık iletişimimi kimseye sorgulatmam.. Kızıyorum Ufuk Çizgisi'ne çünkü kimse beni bu duruma düşüremez, düşürülmeme göz yumamaz. Benimle geliştirdiği arkadaşlığın sorgulanmasına izin veremez. Beni bir kanıt gibi üçüncü şahsın önüne sunamaz, yapmamı istediği şeyi bana teklif bile edemez :( Bunu bana ve kişiliğime yapılmış bir haksızlık olarak algıladığım halde yine de iletişimde kalıyorum Ufuk Çizgisi ile. Silmiyorum tamamıyle. Sonra Ufuk Çizgisi'nin yaşadığını hissediyorum. Böyle bir hisse kapılıyorum. Bunu o ana kadar hiç tanımadığım biriyle (canım Ali İkizkaya abimle) paylaşıyorum. Elimdeki kargo adresine ait telefon bilgilerine internetten ulaşıyorum. Aradığımda 'orada öyle biri olmadığı' bilgisini alıyorum. Konuştuğum kişi kendisi değilmiş? ama benim aradığım bilgisinin kendisine ulaştırıldığı bugün itibarıyla kendisi tarafından bana iletildi. Yani onu aradığımızdan haberi de var! Ali abiyle uzun ve sürekli konuşmalarımız sonucunda Ufuk Çizgisi'nin yaşadığını ama duygusal anlamda bir ölüm yaşadığı sonucunu çıkarıp bir gün ortaya çıkmasını ve bize ulaşmasını umuyoruz. Ali abiye 'çocuklarını bulalım, yardım edelim, bir şeyler yapalım' diyorum ağlayarak. Ali abi kalkıp Ufuk Çizgisi'nin adresine gidiyor. Adreste her ne kadar inkar etse de Ufuk Çizgisi'nin kendisi 'burada öyle biri yok' diyor. İnanıyoruz çünkü Ufuk Çizgisi'ne ait bir fotoğraf yok elimizde. Ve biz ulaşamadığımız bu arkadaşımızın bizde yarattığı duygulardan yola çıkarak sanallıktan bir adım öteye gidilmesi, samimi duyguları olan insanların birbirlerini tanımalarının ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha anlayıp yazarlarının birbirlerinin adres ve gerçek isimlerini bildikleri bir blog kuruyoruz Ufuk Çizgisi anısına.
Ve ne oluyor.
Biz bu işlerle uğraşırken, Ufuk Çizgisi düştü mü, yardıma mı ihtiyacı var, çocukları ne oldu diye düşünürken Ufuk Çizgisi üç hafta sonra blog dünyasına yeniden merhaba diyor. Habersizce, sessizce..
Ve ben geçen hafta, yani olayın üzerinden tam altı ay geçmişken tesadüfler sonucu Ufuk Çizgisi'nin bir blogda yazılar yazdığını öğreniyorum! Ve babamın da tanık olduğu bir şok yaşıyorum. Yaşadığından emin olmam ayrı ama burnumuzun dibinde bir blog sahibi olması beni ciddi anlamda sarsıyor! Nasıl yani diyorum? Sonra da biz onun için üzülür ve ona ulaşmak için çaba sarf ederken Ufuk Çizgisi'nin bu kadar yakınımızda, bu kadar rahat davranması beni öfkelendiriyor. Kim olmak ister benim yerimde?? Kim benden farklı davranırdı? E izin verin de bu kadar kızmaya hakkım olsun.
Amacım üzmek, rencide etmek olsaydı açık seçik isim geçirdiğim bir yazı yazardım ama öyle yapmadım. Üstü kapalı biçimde yazmayı rencide etmemek için seçtim. Neden yazmayacaktım? Neden susayım? Aradan altı ay geçiyor, biz bir haber çıkar mı diye beklediğimiz Ufuk Çizgisi'nin o kadar büyük sıkıntılardan sadece üç hafta içinde sıyrılarak yeni bir blogda yazıyor olmasına, arkasında kendisini merak eden, kendisi ve çocukları için üzülen insanlar bırakarak gitmiş olmasını umursamadan yeni bir kişilikmiş gibi yazmasına çok kızıyorum. Bunu haksızlık olarak addediyorum.. Eğer ilk günkü yazım Fındığımla anlaşmazlığa düştüğüm, Mavi Kuş hareketiyle ilgili bir sorun olduğu algılanacak biçimde olmasaydı ikinci yazıyı hiç yazmayacaktım. Okuyucu sayımız patlamış, izleyici sayısı artacakmış. Bunlar benim için önemli olsaydı elime geçen bir fırsatı bunun için kullanırdım. Detay vermiyorum ama böyle biri olmadığımı en azından oniki arkadaşım biliyor. Ben büyüdükçe küçüleceğine inanıyorum. Bütün arkadaşlarımın isimlerini, nerede yaşadıklarını, çocuklarının isimlerini ve kaçıncı sınıfta olduklarını biliyorum. Bu benim için izleyici rakamından çok daha özellikli ve mutlu edici bir şey.
Dürüstlük mü; profilinde 'kim olursa olsun doğruyu söylemek adına son köye yerleşmişim ne diyeyim.' yazan biri eğer böyle davranıyorsa çıkabilecek sonuçlara da göğüs gerecek. Yaptığın şeyin sonucuna katlanamayacaksan yapmayacaksın. Dürüstlüğün bir erdem olduğunu savunan birinin dürüst davranmamış olmasının bu kadar rahat kabullenilmesi kusura bakmayın ama benim kaldırabileceğim bir şey değil. Yazılarımın hiçbirinde dürüstlüğün erdeminden ısrarla söz ettiğimi hiç hatırlamıyorum çünkü dürüst olmak bir meziyet değildir. Dürüst olmak zaten olunması gereken bir durumdur! Bu nedenle dürüstlüğün tarafıma yapılan göndermesini hayretle karşılıyorum..
Kişiye gelen yorumlarda 'maillerle gizli kapaklı halletmemiz' konusu da irdeleniyordu. Ha göz görmesin, gönül katlansın, kol kırılsın yen içinde kalsın. Öyle mi?? Yok, bu benim harcım değil. Böyle bir olaya göz yumulsun? Ben yumamam gözümü doğrusu. Biz yaşadığını bildiğimiz halde ölüm haberine duygu ölümü diyerek saygı duyalım, bunu yapan kişiyi ayıplamayalım, yeterince ilgilenemedik diye kendimizi suçlu hissedelim ama kişinin yaptığı hoş görülsün? Bu da yazmaz kitabımda. Adsız bir arkadaş 'dürüstlükten en çok söz edenler, genellikle en az dürüst olanlardır. Bir kez daha kanıtlanmış oldu sanırım:)' demiş, ne güzel demiş. İyi ki profilinde 'kim olursa olsun doğruyu söylemek adına son köye yerleşmişim ne diyeyim' yazan ben değilim.
Özür konusuna gelince; bu bir itiraf değildi ki. İtiraf, yaptığın ama kimsenin bilmediği kötü bir şeyi durup dururken söylemektir. Eğer zamanında itiraf edilseydi en ateşli savunucusu olurdum onun. Olay anlaşıldıktan sonra dilenen özrün ne anlamı var? Bir kadın düşünün, kocası tarafından aldatılan bir kadın. Koca bir biçimde ortaya çıkmasından önce eğer bu ihaneti söylemişse onun adı itiraftır. Kadın kocasının kendisine ihanet ettiğini öğrendikten sonra koca tarafından dilenen özrün değeri nedir? Dilense ne; hatta dilenmese daha iyi olur.
Bu nedenle kişinin dilediği özrü hiç ama hiç önemsemiyorum, değerli bulmuyorum. O özür, kişi deşifre olmadan dilenseydi kişiyi bağrıma basardım, dilediği özrün altında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle ezilirdim. Birinin kendini ölmüş gibi göstermesi nasıl bir duygudur, nasıl bir kırılma noktasıdır. Ama aynı kişi bunu yaptıktan sadece üç hafta sonra ortaya başka bir kimlikle çıkıyorsa, bu kimileri için duygu sömürüsü olarak algılansa da hiç itiraz edilmesin; bu kendine değer verenleri, kendisi için üzülenleri aptal yerine koymaktır.
Kişiyle gün içinde süren postalarda ısrarla söylenen 'önce benimle konuşsaydınız, bana ulaşsaydınız' düşüncesine karşı diyorum ki; neden? Neden önce size ulaşacağım? Koskoca altı ay boyunca siz bana ulaştınız mı? Göründüğü gibi de değil üstelik, postalarda hesap sorma kokusu aldığım hafif sertliğe doğru giden bir dil kullanılması da cabası! Hata yapan ben değilimki ama.. Blog yazısına gelen kibar uslupla çok da ilgisi olmayan bir dil. Postalardaki dilin dışında kullandığı gayet mazlum dille yazdığı blog yazısı yorumları, yayımladığım halde yayımlamadım sanıp 'yorumumu yayınlamamışsınız..yakışan yayınlamaktı' demek ne demek? Siz bana neyin yakışıp neyin yakışmayacağını söyleyebilecek durumda mısınız? Siz yaptığınızı kendinize yakıştırabiliyor musunuz? Göründüğünüz gibi değilsiniz ne yazık ki.
Hata insanlar için; var mı itirazı olan? YOK! ama köşeye sıkışınca dilenen özür özür müdür? Hem ben özür dilensin istemedim ki, özür dilenmesi için bir talebim olmadı ki. Kaldı ki bu biçimde dilenen özrün geçersiz değersizliğinde ben neden özür dilenmesini isteyim ya da bekleyim?
Bilip susanlar da benim için kişiden çok farklı değil. Bir aldatılmaya göz yummak kişinin yaptığından çok da farklı bir his uyandırmıyor bende. Bilip susanlar bu tür davranışları normal görenlerdir. Bu normal görülecek bir davranış tarzı değil..
Affetmek konusuna gelince, affetmemek kim ben kim Allah aşkına?? Konu bu değil ki, konu, arkadaşlığı bu biçimde sınanmış birine duyulan kızgınlık ve kırgınlığın bu kadar çabuk geçmesinin mümkün olmayacağı ile ilgilidir. Öyle özür dilenince hemen kabul görmüyor. Kalbim kırıldı benim. Dahası var mı?
Not:Taşınıyor olmamız nedeniyle yarın internet bağlantımı kapattırıyoruz.
Yani ben kaçmıyorum, sadece bir kaç gün için nete giremeyebilirim..
Amaçsız fotoğraf.
Bugün çektim ve çok hoşuma gitti..
Daha önemli not: BÖ'ne katılan Özgüranne'ye lütfen destek!