30 Kasım 2010 Salı

VAY VAY VAY; ÇANTAYA BAK ÇANTAYA!

Vay arkadaş vay!
Neler oluyor neler?
Ben soramıyorum, el soruyor.
Bakın bakalım kim ne demiş?

Not: Internet sorununun bir kısmını çözme aşamasına getirmiş bulunmaktayım. Azmim kesinlikle takdire şayandır; biline :P
Havai fişekler atılsın, konfetiler serpilsin üstüme :D Bekle beni blog alemi, dönüyorum :D

Dönene kadar benim için..

23 Kasım 2010 Salı

SAVAŞIN EŞİĞİNDE

Mando bu sabah gitti. Önce Pamukkale ardından İzmir yapacak. Birbirimizi özleyeceğimizi söyleyerek ayrıldık Mando'yla. Yolu ve rotası açık olsun. Ayrılıklar beni yorar, üzer. Yoruldum ve üzgünüm. Hiç tanımadığım, kültür, örf ve adetini bilmediğim kendini yollara ve Türkiye aşkına vurmuş birinden ayrılmak hoşuma gitmedi. Mando'dan harika bir ev arkadaşı olur; ama söyleyim, makarna yapmayı bile bilmiyor :P Günde onbeş saat çalışan ve evini sadece otel gibi kullanan bir kadından söz ediyoruz. Çalışma ve yaşam koşullarının çok ağır olduğu bir ülkeymiş Kore. Kültürlerimiz birbirine yakın. O bir Atatürk hayranı, Kore Savaşına -ki ne anlamsız bir savaştır o! O anlamsız savaşa katılımımız NATO'ya giriş anahtarımızdı!- asker gönderdiğimiz için bize minnettar. Kesinlikle benzer espri anlayışına sahibiz, ev işlerine katılımcı, korumacı, sahiplenici; Dolunay'la anlaşmazlığa düştüğümüz bir konuda bana o kadar destek oldu ki :) Gitmeden bir gece önce bizde kaldığı için bize bir şeyler yapmak istediğini söyleyecek kadar nazik -gerçi benim pek hoşuma gitmedi bu çünkü kesinlikle tabii ki bir karşılık bekleyerek davet etmedik onu-olması, eve kocaman bir pastayla dönüp parasını harcadığına kızıp üzerine çullandığımızda mahcup olup özür dilemesi.. Çok tatlıydı :)
Giderken bana anlatacağı şeyler olduğunu ama bunu ancak posta yoluyla yapacağını söyledi Mando. Sonra akşam saatlerinde Kuzey Kore ile Güney Kore'yi savaşın eşiğine getiren bir gerginlik yaşandığını öğrendim. Sakın bu Mando düğmeye basan kişi olmasın :P Ya da sanayii casusu filan :P Tamam kabul ediyorum, savaş asla insani bir anlaşma biçimi değil. Hem de parçalanmış bir ülkenin birbiriyle savaşa girmesi hiç kabul edilir değil ama benim Kore'li bir arkadaş edinmemden sonra bu olayların gelişmesi yakın çevremde bir takım geyiklerin dönmesine neden oldu. Öyle ki, uğursuz olduğum söyleniyor :P Geyikler bir yana, umarım eskiden aynı ülkenin vatandaşları olan bu insanlar birbirlerine, kendilerine ve ekonomilerine daha fazla zarar vermekten vaz geçerler. Ha bu arada, eve hiç tanımadığım birini almam konusundaki şaşırmış olan arkadaşlarım; bu benim ilk vukuatım değil. Bu sokaktan insan toplayıp eve getirme olayları bana ailemden miras. Genetiğimde var yani. Benim için o kadar doğal ve olası ki bu, dolayısıyla sizin şaşırmış olmanız beni daha çok şaşırttı :) Ah şu internet sorununu bir çözsek hepsini anlatırım ama elim kolum bağlı ne yazık ki :( Hala Dolunay'ın telefonundan bağlanıyoruz :(
Rusça kursuna başladım ben :) İlk dersimiz bu akşamdı ve başaramayacağıma minimum ihtimal vererek gittiğim ilk dersimde kendimle gurur duydum. Rus öğretmenimiz sınıfımızı çok başarılı bulduğunu ve daha önceden Rusça bildiğimiz konusunda şüpheleri olduğunu söylemek zorunda kaldı :) Sedef bana hep 'sen dil öğrenmek için doğmuşsun' derdi. Ve sanırım bu doğru. İlk dersteki performansıma bakarak biraz iddialı olacak belki ama gayet iyiydim. Tahtaya bile kalktım :) Kiril alfabesiyle 'anne orada' yazdım tahtaya :) Yerime geçerken de 'annem nerede?' diye kendime sorarken ağlamamak için tuttum kendimi :( Bulmaca gibi alfabesini öğrenmekten çok zevk alacağımdan kesinlikle emin olduğum bu dili pek sevdim :)
Rus dilinde de Alman dilindeki gibi feminen, maskülen ve nötr artikeller var yani Alman dilindeki artikel aşinalığım işime yarayacak. Mantık aynı. Kurs biçki dikiş kursuyla aynı yerde ve 18.00de başlıyor. Bisikletle gidiyorum. Kore'lerin birbirine girdiğini de kursta olduğum sırada Sedef haber verdi. Yine şaka yapıyor sandım. Bizim birbirimize yaptığımız şakalar, absürdlükler bir gün başımızı derde sokacak diye korkuyorum :D
Hem misafirim var hem de yorgunum diye iki gündür biçki dikiş kursuna gitmiyorum.
Yorgunum çünkü Mando ve Dolunay'ı Saklıkent, Tlos ve Akyaka'ya götürdük. Ertesi gün Büyük Samanlık, Küçük Samanlık ve Kuleli koylarını gezdik. Dolunay kasımın 22sinde denize girdi. Grip aşısı olmama karşın cesaret edip ben girmedim ama su soğuk değildi; ayaklarımı soktum, oradan biliyorum.. O kadar çok fotoğraf var ki ama ekleyemiyorum :( Bir kaç güne çözülmezse bu internet sorunu ben bu işleri bırakırım cümle aleme ibret.
Yarın akşam Dolunay Ankara'ya dönüyor. Fethiye'yi o kadar sevdi ki Ankara'daki işlerini yavaş yavaş devredip devredene kadar da mayıs-eylül arası yarı zamanlı olarak Fethiye'de yaşamaya karar verdi. Hatta az kalsın bir tekne bile alıyordu :) Her yere bisikletle gitmek, aklına estiğinde kendini kordona atıvermek çok hoşuna gitti.. Bense şimdiden mayısı bekliyorum. İş Sedef'e kaldı. Bir de o gelse tamamdır.
Saçlarımı kestirdim. Son derecede çirkin oldu :) Üzülmüyorum çünkü benim için hiç önemli :)
Yorumlar için çok ama çok teşekkürler, hepsi aklımda.
Ama ben yine yanıtsız gidiyorum.
Ben yine seviyorum sizi diyorum..

21 Kasım 2010 Pazar

OLTAYA KORE BALIĞI TAKILDI :)

Hayatımda çok önemli değişikliklerin olmasının arefesinde belki can sıkıntısından, belki sabrımı sınama, belki de derdimi denize dökme çabasından deneme mahiyetinde balık tutma çalışmalarında bulunduk dün akşam. Nefis bir hava, nefis bir dinginlik, kendimi rüyada hissettiren bir gökyüzü pembesinde balık tutamamak umurumda bile olmadı. Değil balık tutmak, misinayı denize bile saplayamadım :( Dolunay denemelerimizin ilk beş dakiasında bir kaya balığı yakalamayı başardı ama bu iş bana göre değil deyip balığı denize geri salarken bir ağlamadığı kaldı :D Yufka yürekli kardeşim benim :) Balık tutmaktan vaz geçmem gerektiğini anlamam fazla zamanıma mal olmadı :) Gökyüzü fotoğrafları çekmek için nasıl olduysa evde unuttuğum makinemi almaya gidip döndüğümde çekik gözlü gençten bir kızı balıkçı abi ve Dolunay'la sohbette buldum. Tanışma faslından sonra balıkçının kıza karşı hafiften niyeti bozduğunu anlayınca kızı olası bir tehlikeden kurtarma operasyonuna kafadan imza attım :D Balıkçıya fark ettirmeden Dolunay'a kızı alıp eve gidelim diye sms attım :D Gece yarısı Selçuk'a gideceğini anlatan kız kordondan eve yürüyüşümüz sırasında evimizle ilgili sorular sormaya başladı ve sonunda bombayı patlattı; extra yatağınız var mı? Ve ekledi, Fethiye o kadar güzel ki, burası okadar büyülü bir yer ki eğer beni misafir ederseniz bir gece kalıp yarın da gezmek isterim Fethiye'yi. Akşam yemeği öncesi Mando'nun otobüs bileti bayram kalabalığı nedeniyle ertesi güne değil ama ancak pazartesi sabah 9.00a rezerve edildi. Ülkesinde bilgisayar mühendisi olarak çalışan Mando, haziran ayından eylüle kadar kaldığı Türkiye'yi çok sevdiği için ikinci yolculuğu için daha fazla bekleyememiş. Fethiye'ye de aşık olmuş. Ciddi ciddi Fethiye'ye yerleşmeyi düşünüyor şimdi :) Balık tutamadık ama oltaya takılan Kore'li bir kızla döndük evimize dün akşam :)
Ben yemek hazırlarken ısrarla yardım etmek istemesi, babamı yemeğe davet etmek için 'hadi gel, otur' demesi, babam gelmeden yemeğe başlamak istememesi, bizi rahatsız etmemek için yerde yatmayı teklif etmesi acayip sıcak hisler uyandırdı bende. Tabii ki onu yerde yatıracak değilim; sorunu büyük yatakta birlikte yatarak çözdük :)
Aslında bu, her iki taraf için de bir risk; ne o bizi, ne biz onu tanıyoruz. Nasıl insanlar olduğumuzu bilmiyor O, keza biz de..
Bugün erkenden uyanmış kapıdan çıkarken yakaladım Mando'yu. Bizi rahatsız etmemek için güvercin adımlarla hareket ediyordu. Biraz dolaşmak istediğini söyleyince onu uğurlayıp sonra uyumaya devam etmek için yatağıma döndüm. İki saat kadar sonra Mando'yu merak ederek uyandım. Birbirine benzeyen sokaklarda belki evi bulamamıştır diye sokaklara Mando peşine düşmek için sokak kapısını açtığımda bir gazete parçasını yaydığı merdiven basamağında otururken buldum onu. Gazetenin diğer sayfalarını ise okumaya çalışıyordu :)
Çok gezdiği için Mando'ya part time Korean ismini taktım :)
Sonra Saklıkent'e gittik, ardından Tlos ve Kayapark.
Bir Koreli'nin gelip aşık olmadan gidemediği Fethiye'den ben nasıl gideyim?
Ben burada hayat buldum.
Ben burada huzur buldum.
Ben burada acılarımı kabullenmeye yüz tuttum..
Ben bütün bir hayatımı burada geçirmek istiyorum.
Kuyruğundan kapana sıkışmış bir fare gibi hissetmiyorum artık kendimi.
Komşularımı, edindiğim arkadaşlarımı ve onlarla birlikte olmayı çok seviyorum.
Önümüzdeki günlerde zorlu, üzüntülü bir süreçten geçeceğim.
Hazır değilim..
Ama artık bu noktadayım.
Yorumlara ne yazık ki dönemiyorum.
Bilgisayar sağlamken internet bağlantısı nazlanıyor, internet bağlantısı varken bilgisayar sinir ediyor. Dolunay bana bayram hediyesi olarak benim yarım laptop diye nitelediğim notebooklardan almış ama internet bağlantısını tanımamazlıktan geliyor bu minik şey bu kez :( Telefondan bağlanıyoruz..
Hepinizi çok seviyorum ve çok da öpüyorum.
Her zamankinden daha çok üstelik :)

17 Kasım 2010 Çarşamba

BUNCAĞIZLARA KIYILIR MI?





Sen bana kurban olma.
Ben senin o mavi bakışlı gözlerine kurban olurum..

Her bayram bana kara yas.
Anneciğimi çok özledim.
Olanlar annesinin elini öptü.
Ben ve annesizler yine kalakaldık boyunları bükük :(
Kuzen abişlerim ve ablam için üzülürdüm.
Hayatları birbirlerini görmek için Ankara-İzmir-İstanbul üçgen özlemi içinde bayram kovalıyorlar diye.
Farkım mı kaldı onlardan :(
Kocaeli-Ankara-Fethiye üçgenini de biz oluşturduk ama neyse ki bayramın ilk günü Dolunay geldi Ankara'dan, boyun büküklüğüme, mahsun bayram sevincime ortak..
Hayat zamanı peşinden sürüklese de saçlarından acı hep aynı acı.
Yoksunluğunda hissettiğim bütün acıların binlercesine çarptım bugün.
Neyse ki kardeşim yanımda, babam bizimle, dostlarım hep yanımda..
Bayramınız kutlu olsun..





12 Kasım 2010 Cuma

BENİM SIRTIM YERE GELMEZ! TEŞEKKÜRLER BANUCA'M! KELEBEK ETKİSİ, oy ne çok şey :)

O kadar mutluyum ki, o kadar iyi hissettim ki.. Sanki o ilacın firmasını bağışladınız bana. Arayan, postayla bilgi veren, ilaç tedariki için yapabilecekleri bir şey olup olmadığını soran arkadaşlarıma, hiç tanımadığım insanlara sonsuz içtenlikte binlerce teşekkür!

Öğleye doğru Banuca'm aradı; hani Erdim'i görmeye gittiğim süre içinde aynı ilde bulunduğumuz halde iki adımlık yolu gidip yüzyüze görüşmeyi beceremediğim Banuca'm, hani bana Işıl'ımdan tin min tini mini hanım çantası gönderdiğinde teşekkür etmeyi eşekliğimden dolayı geciktirdiğim Banuca'm.
Henüz uyanmıştım, zira geceden bir sorununa canımı sıktığım arkadaşımdayken aklım, iki vcd filmin; ancak %25ine kendimi vererek izlemiş ve çok geç uyumuştum.

Ben bile ilaç peşine henüz düşememişken Banuca'm sağ olsun ta İzmit'lerden bana tam altı kutu Plaquenil bulmuş! Ön hazırlığı yapmış. Eczacı arkadaşını aramış, işi çözmüş biz telefonda konuşurken arayan eczacı arkadaşına bir yandan da benden aldığı bilgileri iletiyordu. Nasıl teşekkür edeceğimi asla bilemediğim canım Banuca'm seni çok seviyorum. Çok sağ ol! Bayramdan sonra ilaç raporumu gönderince altı kutu Plaquenilim olacak :) Bu da 75 günlük ilaç demektir. Bir dahaki Plaquenil'leri Banucam'la birlikte onun eczacısından almayı istiyorum :) Çok mutluyum, ilacın bulunmasıyla eşit oranda düşünülmek, yardıma koşmak. Çok ama çok teşekkürler. O kadar sevindim ki oturdum ağladım bir posta :)

Şu an bir internet cafenin kapıya en yakın masasından yazıyorum. Hafiften atıştıran yağmurun iyice belirginleştirdiği yasemin kokuları geliyor burnuma. Çok duyguluyum şu an. Mutluluktan, bu kadar iyi arkadaşlarım olmasından dolayı duyduğum sevinçten ağlamam geldi. Her an ağlayabilirim :D

Biz dün önce sağlık ocağına gitmeye karar verdik. Sonra babamın da fikirsel katkılarıyla dispansere gitmek üzere yola çıkmaya karar verdik. Evimizle aynı caddede tepe lambası ve sirenlerinin yandığı bir ambulansın önünden yola fırlayan genç bir kadının Hakan'a 'yardım edin, hastamı aşağıya indiremiyorlar' cümlesinin bitmesini beklemeden bisikletlerden attık kendimizi aşağıya. Hakan'dan önce dar ve yuvarlak dönen merdivenlerden iki katlı bir binanın ikinci katında aldım soluğu. Hakan'ın da peşim sıra olay yerine intikal etmesiyle iki sağlık görevlisi kadın ve kiloluca erkek bir doktorun aşağıya indirmek için çaba sarf ettiği hastanın yatırıldığı plastikten matin kulplarından tuttuk. O kadar üzüldüm ki :( Gencecik bir adamdı matte yatan :( Göz göze gelmemeye çalıştığım adamla bir an için bakışlarımız birbirine kitlendiğinde gözlerindeki umutsuz çaresizlik içimi delik deşik etti.. Sanırım ben bu tür bir iş yapamazdım :( Neyseki ağlayıp zırlamadan çabucak toparladım kendimi. Hastayı kazasız belasız ve çabucak indirdik aşağı. Annesinin refakatçi olarak yanında gittiği hasta ambulansa nakledilirken o ağırlıkla ambulans merdivenlerini çıktığımda skelodermalı kolumun ağrısını anca o zaman hissettim. Sağ kolumu ağır işlerde kullanmamaya özen gösteriyorum hala çünkü. Ambulans hareket ederken bizden yardım isteyen kadın ve çevrede bekleşenlerin teşekkür ve dualar eşliğinde bisikletlerimize binmiştik ki kadının hastanın evraklarının olduğu çantasını unuttuğunu söylediğini fark ettik. Kadının yanında sakinleştirilmeleri pek mümkün görünmeyen iki küçük çocuk ağlaşıp duruyor.. Kadın çocukları başkasına bırakıp gitmemeliydi. Böyle bir travma yaşamış iki küçük çocuk annelerinin gidişini hiç unutmazlardı. Hani öyle sahneler vardır; çocukluğumuzda çok etkilendiğimiz ve hayatımız boyunca aklımızın bir kenarındadır da yeri geldiğinde ortaya çıkan. Çantayı alıp bisikletin sepetine koydum; 'biz götürürüz'. Hastanenin bulunduğumuz yere uzaklığını sanırım 2-3 km. olarak tabir edebilirim. Nasıl basıyoruz ama. Kan ter içinde hastaneye ulaştık. Acil serviste hastayı bulduk. Annesi bizi görünce şaşırınca aklına başka bir felaket gelmesin diye evrak çantasını eline tutuşturuverdim. Konuştuk, geçmiş olsun dileklerimizi ilettik. Teşekkürün, duanın bini bir para. Bu kadar teşekkürü anlayamıyorum, kabul etmek de istemiyorum çünkü bu teşekkürlük bir durum değil. Bu herkesin yapabileceği ya da yapması gereken bir şey olduğundan teşekkürü reddedişim. Eğer bu, teşekkürü bu kadar hak ediyorsa vay halimize..
Saat 14.30du ve oysa şimdi bir gün önce o kadar yolu çiş poşeti bölgesi ağrısıyla kat edemeyeceğimi düşündüğüm için hastane seçenekleri içinde bile görmediğim hastanedeydik. Randevulu sistemle çalışan bir hastanede cerrahi bölümüne hemen randevu almamız mümkün olabilir miydi? Oldu :) Numarasını aldığımız ilk doktor heyet için kurula gireceğinden bizi diğer doktora yönlendirdi. Diğer doktorun odasının önünde gülmekten bizi kırıp geçiren o çok tatlı yaylalı kadının deyişiyle 'ilaç bohçaçıları'nın doktorun odasından çıkmasını tam 45 dk. bekledik. Biraz bozuldum ama arıza çıkaracak durumda değildim. Evrak çantasını getirdiğimiz için, o ağlaşıp duran çocuklar anneleriyle kalabildiler diye mutluydum. O mutlulukla, sorunu çözebilecek yüz hatlarına sahip değildim. Henüz dudak kenarlarım sinirden titremekten çok uzaktı. Hem avukat, eşi ve yayladan gelen kadınla o kadar eğleniyorduk ki kahkahalarımızın ilaç bohçacısıyla sohbetteki doktoru rahatsız edebileceğini bile düşünmedim değil. Kim bilir belki de ilaç bohçacısı ve doktor 'bırakalım sohbet etsinler. Ne güzel gülüyorlar' demiş de olabilirler :P
Muayenem güzel geçti. Doktordan duyduklarım beni tatmin etti. Sıkıntımın bir süre sonra geçeceği müjdesini aldıktan sonra bacaklarımızda ağrı, sırtımızda kurumaya yüz tutmuş terimizle eve dönüş yolunda verdiğimiz deniz kenarı molamızda konuştuk Hakan'la. Bu bir kelebek etkisi olabilir miydi? Biz hastaneye gitmek için bir dakika erken çıkmış olsaydık böyle bir olaya tanık olabilir miydik? Ya da bir arka sokaktan geçirseydik yolumuzu?
Bir gün önce kendim için gitmeyi göze alamadığım hastanede böyle bir olay sonrası gitmemiz?
Tersine çevirelim. O genç adam hasta olmasaydı keşke de biz oradan hiç geçmeseydik. Daha da tersine çevirelim. Bisiklet kazası yapmasaydım. Acayip işler bunlar..

Bugün de Banuca'm ilacımı buldu. Mutluyum..


Sevgili girls on blog, Gönülçelen'im, Nedret ablam, Banuca'm, 3prensesim, hepinizi çok seviyorum. Nedret ablam sağ ol araştırdığın için. 3prensesim cafeden çıkıp arıyorum hemen seni. Gönülçelenim her şey yolunda :) Tek bir sorun var, o da yavaş olamıyorum bir türlü :PpPp
Girls on blog anneciğine çok geçmiş olsun. Bilgi için de teşekkür ediyorum. 20 sene önce Chloroquine Phosphate isimli olan kinini kullanırken Sıtmayla Savaş Derneğinden alırdık bu ilacı. İzmir'de Sıtma Savaş Derneği'nden mi veriliyor bu ilaç? Seninle konuşabilir miyiz?? Telefon numaranı geç bile olsa gulen.tezer@hotmail. com'a yazabilirsen çok mutlu olurum.
Defdef'im, canımın yarıya bölünüğü; sağ olasın :)



Bu fotoğraflardan sonra düştüm bisikletin üstüne.
Böyle geniş geniş güzel güzel oturuyordum bir kaç gün önce :D


Deniz kenarında taş sektirir gibi kendimi sektiriyordum :D

Sonra şu halime bakar mısınız?
Karnımı nasıl da korumaya çalışmışım :D
Yüzüm yamuk yumuk :P
Koca Hakan 'gel artık' diye aradı. Gitmem lazım.
Seviyorum sizi..

11 Kasım 2010 Perşembe

TEŞEKKÜR, HASTANE NOTLARI ve PLAQUENIL ricası

:( Bilgisayar sorunumuz hala çözüme ulaşamadı :( Bu gidişle ben Nirvana'ya ulaşacağım :D
Bütün yorumlar için tek tek teşekkür etmek isterdim ama ne yazık ki ev sahibimin oğlunun bilgisayarından cümle içinde geçen bir teşekkür edebiliyorum şimdilik :(

Bugün, anlatmayı üzerime borç bildiğim ama bir önceki paragrafta üstü kapalı biçimde 'ziyaretin kısası makbuldür' anafikirli temadan dolayı anlatmamak için kendime didiştiğim ilginç bir olay sonrası gittiğim hastanede ve bisiklet kazası ile ilgili notlar:

*Ben bisikletten düşmemişim. Önce bisikleti düşürmüşüm sonra da bisikletin üzerine kendimi düşürmüşüm. İkisi ayrı şeylermiş. Çok bilmiş koca Hakan'cığım olayı canlı yayın şeklinde arkadan takip sırasında izlediğinden gördüklerini böyle beyan etti :D

*Mesaneyi -ki ben kendisine daha kibar bir tabir olduğunu düşündüğümden ÇİŞ POŞETİ diyorum- bisikletin gidonuna gömüp her böyle yaralanma sonrası nutkumun tutukluğu nedeniyle ağlama sesi çıkaramayınca kaza basit sanıldı ama ertesi gün çiş poşeti civarlarında ancak ayıların sevebileceği irilikteki armut büyüklüğünde koca bir morluk ve fınfık kadarcık bir ödemle uyanılınca durumun ciddiyeti fark edildi. Yoksa kaza sonrası ben eve bisikletle mi dönerdim :D Yoksa ben düştüğüm yerden 'bi' gören oldu mu Hakan, insanlar bana bakıyor mu, bakıp da gülen var mı?' diye mi sorardım :D Bazı arkadaşların -ki O kendini iyi biliyor :P kulakları çınlasın. Anladın sen onu :D hihihihihi

*Bir gün sonra doktora gidilir. Morluk için 'kocam dövdü' denilir. Cevap olarak 'ne iyi kocanız var hem dövüyor hem hastaneye getiriyor' yanıtı alınınca susulur. Verilen ağrı kesici ve pomad kullanılır.

*Ağrı akşamları çoğalır, morluk büyür, ödem enine genişler. Bugün yeniden doktora görünmeye karar verilir. Yakındaki dispansere gidilecekken o ilginç olay yaşanır ve devlet hastanesinde soluk alınır. (Gerçekten soluğu Devlet Hastanesinde aldık)

*Genel cerrah büyüyen ödemin nedenini yukarıda ama bizim fark edemediğimiz ödemlerin yer çekiminden dolayı aşağı kayarak birikmesi olarak açıklar. Kullandığım ilacın da doğru ilaç olarak onay alması içimizi rahatlatır. Patlayan bir kılcal damarın suçlusu olduğu ödem pomad kullanımıyla geçecekmiş. Çiş poşetinin patlamamış olması da benim şansımdanmış..

*Şimdi daha iyiyim ama kilo vermeme karşın insanların 'aman sakın burada doğurma!' bakışları altında 8.5 aylık hamile gibi dolaşıyorum her nedense :D İnecekmiş şişim :)

Bütün arkadaşlarıma yorumları için, arayıp sordukları için taaaa peçeteliklik yazımdan beri çok ama çok teşekkür ediyorum.

ÖNEMLİ NOT: PLAQUENIL İSİMLİ ETKEN MADDESİ KİNİN OLAN İLACI BULMAKTA ZORLANIYORUM. FİKRİ OLAN VAR MI? Kinin yapımında kullanılan maddenin üretiminde bir sıkıntı olduğu bilgisine ulaştım. Ve sadece onbeş günlük ilacım var. Yolunuz bir eczanenin önünden geçerken tatmin edici bir bilgi alabilen olursa çok sevinirim..

10 Kasım 2010 Çarşamba

HER 10 KASIMDA AĞLADIĞIMDAN DAHA ÇOK.. YAZININ SONUNDAKİ FOTOĞRAFA DİKKAT!!!



Ekim 2007, İzmir.

Alsancak’ın en meşhur dövmecisi Köprüaltı’na gençten biri girer, kolunu sıyırır, dirseğine doğru Mustafa Kemal’in imzası vardır, bir bankada çalıştığını, bu dövme yüzünden işten atılmakla tehdit edildiğini anlatır, tırsmıştır, ekmek parası filan diye ağlar, “silin” der.

*Hep söylerim, ekmek parası diye ağlayanın maaşını, tavuk gibi buğdayla ödeyeceksin!

*Adeta bomba düşer dövmeci dükkânına... “Bu gördüğün eller Atatürk’ü yazar, Atatürk’ü silmez” deyip, kapı dışarı ederler. Ve, internet sitelerinden alenen duyururlar: “Ey ahali, madem öyle işte böyle, bugünden itibaren burada, Atatürk’ün imzası bedava!”

*İlk kim, nerede yazdırdı bilmiyorum ama, Atatürk imzasının furya haline gelmesinin miladı, bu olaydır.

*Bir ödlek geri adım attı...
On binlerce cesur öne çıktı.

*Atatürk’e sövme modası...
Dövme modası yarattı.

*Köprüaltı örnek oldu, İzmir’de yapılan Atatürk dövmesi, 50 bini aştı. Yetişemiyorlar, her gün 30-40 kişi kazıyor vücuduna... Omuzuna, bileğine, iman tahtasına, kalbinin üstüne... Doktor var, avukat var, öğrenci, dekan, ev kadınları var. İstanbul’da patladı... Ankara, Antalya, Bursa, Trabzon, Muğla, Eskişehir dövmecileri artık neredeyse sadece bu imzayı kazıyor. 29 Ekim’lerde, 10 Kasım’larda Mustafa Kemal için ücretsiz çalışan 200’ün üstünde dövmeci var.

*Dini gerekçelerle dövme yaptırmayan, otomobiline yapıştırıyor. Taksilerin camlarında... Motosikletine, hatta, bebe arabasına yazdıranı görüyoruz. Atatürk imzalı küpe kulaklarda, rozet yakalarda.

*Ölümünün üzerinden taaa 72 sene geçtikten sonra, hiç tanışmadığı, hiç görmediği insanların bedenine imzasını atan bir başka lider var mı dünyada?

*Neymiş, işten atarlarmış...
Bizim işimiz Atatürk.

*Memleketimin güzel kadınları, giydirin çocuklarınızı güzel güzel, doğum günüdür bugün... Çünkü, her 10 Kasım, aslında 19 Mayıs’tır... Cumhuriyet dediğin, korkak babalar tarafından kaybedilir, yürekli evlatları tarafından geri alınır.

Mustafa Kemal, ilelebet payidardır.


YILMAZ ÖZDİL 10 KASIM 2010



















Fark..










AMPULÜN PATLADIĞININ MÜJDESİ..
PATLAYAN AMPULÜ BEYAZ ELEKTRİK BANDIYLA ONARAMAZSINIZ!
KIRMIZIYA BOYADIĞINIZ YERLERİN VOLTAJI YÜKSEK GELDİ
VE PATLADI AMPULÜNÜZ!



Böyle özel bir günde polemik değil amacım ama gördüğüm bu tür manzaralar karşısında sessiz kaldığım hiç olmadı.
Yer: Fethiye Cumhuriyet Anıtı
Tarih: 10 Kasım 2010
Konu: AKP'nin çelengi.
Görevlilerle aramızda geçen diyalog:
Gülen: Bu çelenkle siz mi ilgilisiniz?
Görevli: (ne söyleyeceğimi tahmin edemeyeceğinden sanırım gülümseyerek) Evet
Gülen: Ampulünüz patlamış! Patlak ampulle mi geldiniz buraya!
Bozulan adamlar..
Belirtmekte yarar görüyorum, polemik değil amacım. Ben polemiğe girmem üstelik. Ne söyleyeceksem söyler çeker giderim!,

Her 10 Kasımın 09.05inde sirenlerin eşlik ettiği o iki dakikalık sessiz hareketsizlikte gözlerimden yaşlarım akar yüzümü yıkamaya..
Daha buruk, kendimi bildim bileli ilk kez Ata'mın huzurunda değildik.
Bugün Ankara'yı ilk kez özledim..

Dünyada hiçbir lider ölümünün ardında böyle bir iz bırakmadı.
Kalbimizde, beynimizde, ruhumuzda..

Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu ülke, bu ulus sana minnettardır!


Not: Bilgisayarım bozuk. Bir de bir bisiklet kazası geçirdim. Yaralandım. İyileşmeye çalışıyorum, bunu yaparken de bisiklete binmeye devam ediyorum ÇÜNKÜ korkmuyorum, hiçbir şeyden korkmuyorum ben!
Susmuyorum..








5 Kasım 2010 Cuma

RÜKÜŞ ASSOLİST,1LİRALIK KIYAFETLER:)))

Kurstan kursa gidip aynı zamanda evini de çekip çevirebilen bütün kadın yoldaşlarıma saygılarımla.. Daha ne diyeyim ben?
Haftanın 2.5 günü of ki ne of (tek f ile; gereksiz İngilizce kullanımına kesinlikle karşıyım) durumdayım. İmdaAaAaAaaaAT!

İlk icraatım: Bir değil tam iki peçeteliği yarım güne sığdıran Gülen gururla sunar.
Yok arkadaşlar bu benim tarzım değil; böyle kokoş şeyler bana ait olan beğeni tarzı değil.
Zaten seçimim lacivert diye sınıf arkadaşlarım adımı 'aykırı'ya çıkardı :P Ha bir de özgür kız diyorlar bana, bunu söyleyen de kurstaki fasulye. Fasulye 18 yaşında :) Pantolonumun sağ paçası bisiklet zincirine takılmasın diye hep sıvalı olduğundan, sırtımdan rüzgar yememek için sırt çantamı bisiklet üstündeyken bile sırtımda taşıdığımdan özgür kızmışım ben :) Özgürlük görüntüde değil kafadadır diyaloğuna girmedim şimdilik ama zaten fasulye de özgürlüğü seçip kursu bıraktı :D

Hastalık, ardından da geçmiş olsun için gelen arkadaşlarımla ilgilenirken iki hafta kursu gereksiz coşkumla şenlendiremedim :P Dün kursa gittiğimde öğrendim ki o da sadece bir kaç gün haftanın sadece 2.5 günlük; kurs arkadaşlarım adresimi kayıt işlerinden alıp geçen hafta pazar günü eve gelmişler ama tabii ki ben yine yokken :) O kadar mutlu oldum ki.. Ben bu insanları tanıyalı daha on gün bile olmadı. Yastık kılıfı hezimetimden sonra kursu bırakma tehditlerimi ciddiye alıp kursu bıraktığımı düşünüp üzülmüşler, 'sınıfın neşesi kaçtı gitti' demişler ardım sıra :) Oysa ben yeni tanıştığım bu insanlara coşkunluğumun dörtte üçünü evde bırakıp gitmiştim :P

Biraz fazla ilgiliyim bugünlerde kendimle; farkındayım.. Haberleri izlemiyorum, izlememek istiyorum, gazetelere şöyle bir göz atıyorum. Ve fark ettim ki hayat böyle daha kolay geliyormuş insana. Gözünü kapa ve sadece solu :( Sağ bacağımdaki strese bağlı egzama bile geçmek üzere. Her kötü bir şey yaşadığımda ya da tanık olduğumda hiç uzatmadığım tırnaklarımın kanatıncaya kadar kaşıdığı o bölge eskisi kadar yakmıyor canımı. Böyle bakmak istemiyorum ama ben hayata. Ruhuma aykırı, kendime yaklaşırken aslında kendimden uzaklaştığımı hissediyorum.
Bu, hayatla dövüşmek değil silah kuşanıp ama dayatılanlar mücadele etmemizi doğal olarak önümüze koymuyor mu zaten? Farkındayım ama bir süre için durdurdum kendimi..

Bir skandala imza atıp bence rezil bir peçetelik diktim :D Sakın ola kimse güzel olmuş demesin; vallahi inanmam çünkü hakikaten kötü bir çalışma oldu; öyle ki ver peçeteliğin eline şöyle altın sarısından incili, Beyoğlu taşıyla süslenmiş en az kendisi kadar kokona bir mikrofon gazinoda şarkı söylesin. Peçeteliğin adı da RÜKÜŞ ASSOLİST bu yüzden :d

Malzemeler: Solistin isteği üzerine lacivert kapitone kumaş, kenarına pembe lastikli dantel ve bilumum süs.


Gündüz peçeteliğin bitmiş hali böyle iken..



Ben sivri zeka öğleden sonra bu hale getirdim :D
Sonradan, önceki hali 'daha idare eder' gibi geldiyse de artık iş işten geçmişti :(

Gelelim salı pazarından alınan bir liralık elbise ve hırkaya :) Bacaklarıma bisikletten bulaşan yağ lekelerini sonradan fark ettim ama kimin umurunda. Ha, evet ben bu kıyafetle -biraz da elbise altına giydiğim tightın verdiği özgüvenle- bisiklete biniyorum. Bu da kimsenin umurunda değil :) Ankara'da balkona şortla çıktık diye laf eden kişilere selam ederim efendim :D




Bugün göz kontrolü için özel bir hastaneye gittik. Gözüm göz olalı böyle eziyet görmedi kardeşim. Hava mı püskürtülmedi gözüme, bebekleri mi büyütülmedi, film çekeceğiz diye tutturdular, zor buldukları incecik bir damardan damarlarımı boyayan bir ilaç verip bir hemşire gözümü altından üstünden açıp gökkuşağının tüm renklerinin göz içime girmesini sağlarken diğeri de poz poz film çekti. Gözüme kuru göz testi yapmak için plastikler soktular. Cadılar bayramını kutluyorum sandım kendimi. Üst azı dişlerinin ağzından çıktığını düşünsenize bir vampirin, o dişlere benzer ince plastikten bir malzemenin gözünüze sokulduğunu getirin gözünüzün önüne şimdi de. Korsan bantıyla gözümü kapattılar sonra. Aslında çok neşeli geçti, iki dakikada sirke çevirdim orayı da :)
Çaresi yoksa katlanılır hale getirmek lazım ama değil mi :) Devlet hastanelerinde de görmek istediğimiz güzel ve tam muayene için Kartal Göz'e teşekkürler..
Sonuç mu; mükemmel :) Görme kaybının %10da 9dan, bilinmez bir tılsımla %10da 7ye düştüğü sağ gözümün görememe sorunundan başka hiçbir kusur yok şimdilik şükürler olsun.
Hatta öncelik ve özellikle sıtma tedavisinde kullanılan kininin yirmi senede gözüme hiçbir zarar vermemesi, göz arkalarının bu kadar iyi durumda olmasını doktor bir mucize olarak değerlendirdi. Ki sonuçları görmeden önce kinini bir süre bırakmam gerekebileceğini bile söylemişti. Kinini bırakmak istemiyorum çünkü zona geçirdiğimde bir süre için bıraktığım kinin nedeniyle ağustos sıcağında ateşlenip üşümüş yorganla yatmak için tutturmuştum.. Hmm iyi fikir, bir dahaki ağustosta Fethiye'de olursam kinin bırakılacak. Sıcakla klimasız mücadele edilir :D Dahiyane bir fikir :D Bu arada bir dahaki kontrole rimel sürülüp gidilmeyecek. Yahu bir sene içinde iki kere rimel süren ben ne akla hizmeten göz doktoruna rimel sürüp gittim ki? Yaşlarım gözüme yapılan eziyetlerden, sokulup çıkarılan malzemelerden aktıkça yüzüm kömürcü çırağına döndü :D Elimden düşmeyen fotoğraf makinem ne yazık ki yanımda değildi bugün :( Oysa fotoğraf hayatımıza 23ünden beri yeni bir makineyle devam ediyoruz. Fethiye için panorama da çekebilen bir makine gerekiyordu. Sonunda Ali abimin uzmanlığından yararlanarak onun önerisiyle işimizi görmenin çok daha üstünde işlevleri olan bir makinemiz varken ben bugün hastaneye makinesiz gittim :)


SLE TEDAVİSİNDE KİNİN İÇERİKLİ BİR İLAÇ KULLANDIĞINDAN İLACIN RETİNADA BİRİKMESİ SONUCU OLUŞABİLECEK KALICI GÖRME KAYIPLARI RİSKİNİ ENGELLEMEK/BELKİ DE İLAÇ KULLANIMINI BİR SÜRE BIRAKMAYI GEREKTİRECEK NEDENLERDEN KORUNMAK İÇİN SLE HASTALARI DÖRT AY ARAYLA GÖZ KONTROLÜ YAPTIRMALI.

VE KAPANIŞ..


4 Kasım 2010 Perşembe

10 KASIMDA ANITKABİR'E ÇAĞRI


NOT: SİBEL'İM YAZISINI BEN YAZIMI GİRDİKTEN SONRA YAYIMLADI.
BU NEDENLE GİRDİĞİM KAYDI SİLİP 10 KASIM ANITKABİR ZİYARETİ ÇAĞRIMIZI YAPMAK İSTEDİM.

10 KASIM 2010'DA ANITKABİR TANDOĞAN KAPISINDA SAAT 9DA ANKARA'LI OLAN OLMAYAN, O GÜN İÇİN ANKARA'DA BULUNAN BLOGGERLARI BEKLİYORUZ.
BEN ORADA OLAMAYACAĞIM İÇİN BOYNUM BÜKÜK AMA BLOGGER ARKADAŞLARIMIN BİRLİKTE OLMASINDAN MUTLULUK DUYACAĞIM..


3 Kasım 2010 Çarşamba

HAYDİ BLOGGERLAR 10 KASIMDA ANITKABİR'E



Ben geçen sene 10 Kasımda aklımın yettiği her 10 Kasımda olduğu gibi yine Anıtkabir'deydim.
Geçen sene, gelecek 10 Kasım için ortak belirlenecek bir saatte Anıtkabir ziyareti için bir blogger hareketi düşünmüştüm. Sonra Ankara'dan taşındım ama bu heyecan verici fikrimden vazgeçmedim. 10 Kasımda Ankara'da olacak biçimde bir yolculuk planlamıştım ki sağlık sorunlarım nedeniyle ne yazık ki planımı hayata geçiremeyeceğim ve bunun için çok üzgünüm. Biz sık sık yolumuzu düşürüp ziyaret ettiğimiz Anıtkabir'den artık çok uzaktayız :(

Pazar günü Ankara Blogger Toplantılarının başarılı faili Sibel'imle konuşurken hayalinin bile güzel olduğu suya düşen planımdan söz edip ondan yardım istedim..

ANKARA'DA OLAN HATTA OLMAYAN BLOGGERLAR 10 KASIMDA ANITKABİR'DE ATAMIN HUZURUNA BİRLİKTE ÇIKMAK İÇİN HAZIR MISINIZ?
İLETİŞİM İÇİN SİBEL'İN HOBİ DÜNYASI..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails