24 Ağustos 2010 Salı

SANIRIM BUNLAR BİRER KOMPLO! AMA YETMEZ Mİ ARTIK?

e.c.:evlilik cüzdanı
Dün, birikmiş bütün işlerimin yapılma günüydü. Ya Allah bismillah deyip kalkarım ben yatağımdan. Dün de sekmedi. Her gün kabusla uyanmaktansa bugün bu işleri bitirmeliydim. Önce artık elektrikli süpürgeden uçan süpürgeye terfi eden süpürgemin son durumunU öğrenmek üzere rutin telefon konuşmamı yaptım servisle. Süpürgenin hazır olduğunu ve gelip alabileceğimi öğrenince rahatladım..
Sonra bu sıcakta merkeze yürümek bana reva mı diye söylenirken bir yandan da kaplıcada gördüğüm mahkum olduğu tekerlekli iskemleden yüzen çocuklara hüzünlü gözlerle bakan kız çocuğundan ve yürüyebildiğim ama şikayet ettiğimden utanarak düştüm yollara. A o da ne, bir hafta kadar önce tanıştığım biri, bir Vespa motor üzerinde merkeze doğru yağ gibi akmıyor mu?Bir ıslık. Tecrübeli bir hareketle duran arkadaş sağına soluna bakınırken ben yanına gitmiştim bile. Selamlaştıktan ve merkeze kadar kendisine eşlik etmekten büyük zevk alacağımı söyledikten sonra bindim keyifli ama kısa bir yolculuğa başlayacak olduğum Vespa'nın arkasına. Bu olaydan sonra motorun arkasında gördüğüm kasksız insanların 'neden kask takmadıklarını' merak etmemeye karar verdim. Küçük yerlerde böyle hoş rastlantılar olabiliyormuş demek :) O arkadaşla nasıl tanıştığımı bilahare anlatırım; hatta belki de fotoğraflarla olur bu anlatım.. İki dakika sonra arkadaşa çok teşekkür ettikten sonra para çekeceğim bankanın önünde indim :) Yirmi kişilik bekleme süremin bol klimalı serin bir yerde geçecek olmasının sabırsızlık duygum yerine beni mutlu etiğini itiraf ediyorum. Evet, ben sabırsızım :( Bunun çoğu zaman çok kötü bir özellik olduğunu biliyorum ama ne yazık ki durası olabilen biri değilim :( Olduğum kadar artık..
Bir ara servisten arayan sabah konuştuğum kızla birbirlerinden bihaber başka bir görevliden süpürgemin beni beklediğini öğrenince bunun bayat bir haber olduğunu, bundan kendisinden önce haberdar olduğumu söyleyip kapattım telefonu..
Hiç tanımadığım halde kendilerini saygı ve sevgi ile andığım bir kaç kişinin muhtemelen sıkılıp bankayı terk etmiş olmalarından dolayı tahminimden daha önce yandı sıra numaramı gösteren ışıklı pano. Elimde çalındığından beri nüfus cüzdanım yerine gezdirdiğim e.c.nı memura uzatıp Ankara şubesinden para çekeceğimi söylediğimde memurun verdiği cevap e.c. ile bu işlemi yapamayacağım idi. Nüfus cüzdanımın çalındığını eğer para çekemezsem nüfus cüzdanımı çıkartamayacağım özrümün desteğiyle bir yandan da monitörden hesap hareketimi inceleyen memurla uzlaştık ve memur işlemimi e.c.ile yapmaya karar verdi. Yani adamın kafasına silah dayamadım, adama bu işlemi yapması için ısrar etmedim, sadece nedenmden dolayı işlemi bununla gerçekleştirmek zorunda olduğumu söyledim. Öyle ya, e.c. alabilmek için gerekli bütün şartları yerine getirmişim bir kere.. İçinde nüfus cüzdanı örneği var, hastane raporu var, sabıka kaydı var :) En fazla özrümün yeterli olmasının yanı sıra hesap hareketim bu işlemin gerçekleşmesi için inisiyatif kullandığı bir durumdu. İşlemim bittikten sonra bankoya bıraktığı e.c.nı çantama koyarken hala orada bir beklenti içinde olduğum izlenimi veren vücut dilim üzerine memurun 'paranızı verdim' demesi vücudumdan 8 volt elektrik geçtiği hissi yarattı. Bu his, bozuk, eski model bir telefon tarafından 8 volt elektrik akımına uğratıldılğımda hissettiğim hisle aynıydı. Anında kısılmış çatlak sesimle sadece 'hayır almadım' diyebildim. Karşısına güçlü bir rakip çıkarılmış masa tenisi oyuncusu gibi bir kaç set 'hayır almadım' 'hayır verdim' şeklindeki saçma diyaloğumuz memurun 'siz oturun kasayı sayacağım' sözleriyle son buldu ama ben aptalca bir hareketle kendimi kanıtlamak uğruna çantamı banko üzerine boşaltmıştım bile. Şimdi kendime kızıyorum, gereksiz ve kendimi rencide eden bir davranışmış :( Ben almadığımı değil, o verdiğini kanıtlamalıydı ki bu daha mantıklı olurdu. Çantamda bir 300 lira daha olmadığı ne malumdu ama olamazdı çünkü memura nüfus cüzdanımı çıkarabilmek için öncelikle para çekmek zorunda olduğumu söylemiştim. Madem kasayı saydığında -ki bu işlem en fazla üç dakika sürdü- bu işi çözeceksin neden ayaküstü dolandırıcı gibi hissetmeme neden oluyorsun? Bu aldım, verdim, ben seni yendim saçma diyaloğu sırasında herkes bize bakıyor, bankanın ücra köşesindeki insanlar neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Rezil bir durum. Direk suçlu ve kendini aklama pozisyonuna geçtiğim bir an; hazır profil de uygun; gözümde gözlük, başımda şapka, bir tek buruşuk pardesüm eksik :D Kasa sayma işlemi bittikten sonra bankoya param kondu. 'E ne oldu şimdi?' dedim. Sanki ben onu e.c. ile işlem yapması için zorlamışım da işlemim yapıldığı için kendisine minnet duymam gerekiyormuş gibi 'ben size iyilik yaptım' dedi mi? Dedi. İşte ben bunu sevmiyorum; bir iyilik yapmak -kaldı ki orada o kişinin kişisel iyilik yapmaya hakkı yok; orası bir banka!-sonradan kişinin yüzüne vurulması kadar basit bir şey olamaz. Sonradan yüzüne vuracağın iyiliği yapmayacaksın, birine iyilik yapıp sonradan yüzüne vuruyorsan sen gerçek bir iyi değilsindir zaten. Neyse, konu bu değil.
Bir özrü hak edip etmediğimi sorduğum memurdan özrümü de aldıktan sonra 'mübarek ramazan, oruçtur, hafta başı işleri yoğundur, pazartesi sendromu' gibi düşüncelerle müdüre konuyla ilgili rahatsızlığımı iletmeden ayrıldım bankadan.
Kendilerini binlerce kere kötü sözlerle andığım hırsızlara bir daha söylene söylene gittiğim önce muhtar, sonra kaymakamlık yolculuklarım on dakika içinde nüfus cüzdanımı elime almamla son buldu.. Hala hırsızın geride bıraktığı pisliklerle uğraşıyorum :(
Merkezdeki işim bitmişti ama dönemiyordum eve. Yaşadığım olay o kadar ağrıma gitmişti ki :( Tam bir saat; evine hırsız giren, manevi değerleri , emanetleri çalınan bir insanın haklı psikolojisinde sanki iki olayın birbiriyle çok bağlantısı varmış gibi 'Biz dürüst insanlarız, evime giren hırsızın hiç suçu yok, onlar ellerini kollarını sallayarak dolaşırken ben ayaküstü dolandırıcı muamelesine maruz kalıyorum' diye kendimi doldurarak banka civarlarında dolanırken bankaya en yakın olduğum bir anda kendimi güvenlik görevlisine müdürle konuşmak istediğimi söylerken buldum. Allah'tan müdür izinliymiş. Tam var bunda da bir hayır deyip geri dönüyordum ki müdürün yerine bakan bir memurun 'buyrun ben yardımcı olayım' sözlerindeki ses tonunun yumuşaklığı ve güler yüzünden dolayı genç memurun hırpalanmayacağına kanaat getirip oturdum koltuğa. Kendimi tanıttıktan sonra konuşmama anlatacaklarımın kesinlikle bir şikayet olmadığını, sadece olmaması gerekene tepkimi dile getirmek için orada bulunduğumu söyleyerek başladım. Olayı anlattıktan sonra çok üzüldüğümü, onur ve gururumun kırıldığını söyledim. Aslında ben sinirlenmekten çok gururumun kırılmasını yaşadım ön plan duygu olarak. Konuşmanın ana teması da buydu zaten, yani madem kasa sayımıyla bu işi çözebilecekti ısrarla ödemeyi yaptığını söylemeden en fazla ikincisinde beni oturmam için koltuklara yönlendirecek ve bana hissettirmeden kasasını sayacaktı memur. Olması gereken bence buydu.. Sadece biraz daha hassas olunabileceğini kendime olan saygımın zedelenmemesi için söylemeliydim. Söyledim de. Denizli horozlarının güreşe çıkmadan önce güç kontrolü yapmak için birbirinin çevresinde dolanıp tahrik etmesini andıran görüntüleri kameradan izlemesini de teklif etmeyi ihmal etmedim konuştuğum memura:) Vekil müdür birlikte izleyebileceğimizi söyledi ama mısır ve kola yoktu masada :P Zaten de görüntüler 'o an' için sorunlu göründüğünden açılmadı. Sonra sevgili memur olaya en az benim kadar duygusal yaklaşarak 'sizi acıtmışlar ama o arkadaşımız yeni, sizin gibi müşterilerimizin haklı tepkileriyle tecrübe kazanacak. Ben banka ve memurunuz adına sizden özür diliyorum' dedi :) Bunu da anlamış değilim, tecrübesiz bir memuru o koltuğa oturtmanın açıklaması ne acaba? Ama bu kez de iş ilanlarındaki 'tecrübeli' aranan elaman ilanlarına sitemimiz ne olacak? İlginç..
Olayı tatlıya bağladıkla açıklanamaz bir durumla -çünkü ben tartışmaya gitmemiştim, dolayısıyla haklı-haksız gibi bir durum yoktu ortada- içim rahatlamış ayrıldım bankadan.
Evim dönüş yolunda Hello cafeye gidip denize bakarken olanları düşündüm.. Umarım genç memur bu yalnızca sitem mahiyetindeki konuşmamdan zarar görmemiştir, kimsenin ekmeğiyle oynanmamalı ama gurur ve onuruyla da..
Sorun istemiyorum artık hayatımda, küçük ayrıntılara takılı kalmaktan güne odaklanamamaktan şikayetçiyim. Hayatımda gereksiz ve yük olarak gördüğüm her şeyden sıyrılıp kurtulup kuşlar gibi özgür ve hafif olmak istiyorum.

Ve bu sabah 9.38.
Çalan zil.
Kapıyı açan ben.
Karşımda duran strechledikleri elektrik süpürgemi yere koymaya kıyamayan servis elemanı :)))))
Uçan süpürge uçtu uçtu evine kondu :)

Yorum yorumları:
Acemim; benim gibi makineye mukayet olamadığın için aman elde dikivereyim diye başlar ve devam edersen elde tunik de dikersin, perde de :) Sadece tunikle hayat geçmez, yeni bir şeyler de dikmek lazım. Kursa gitmek lazım. İyi olur :) Ama fotoğraf kursuna da gitmek istiyorum İkisini bir arada götürürsem çok sevinirim :)
Bu havada Hakan bir, sen iki zaten :( Neyse ki toparladın. Pizza değil hafif bir şeyler yeriz. İştahım yok benim, senin de olmasın :D

Dikişdersi'm, canım benim, ben çabuk bitsin istemiyorum ki dikişlerim. Ben uğraşmak ve çok yorulmak istiyorum. Hiçbir şey düşünmeden yapabildiğim tek iş dikiş. Ben dikiş dikmeyi bilmiyorum, bu nedenle o burda dergilerinden, kalıplardan hiçbir şey anlamıyorum :( Mezura kullanmıyorum, sabun ve cetvel de :) Öylesine dikiyorum ben :) Kafam dikişten başka bir şeyle meşgul olmasın istiyorum, tek amacım bu :) Yani sen benim için uzak bir hayalsin, yaptıklarını görünce onları nasıl yapabildiğine inanamıyorum.. Çok başarılısın sen..
Süpürge yorumuna hala gülüyorum :))))) O artık uçan süpürge :) Servis elemanı 'alamam' demediği için oldu ya bütün bunlar; yoksa onların ne kadar sert iş disiplinleri olduğunu bildiğimden eğer alamayacağını söyleseydi, bırak ısrar etmeyi ikinciyi teklif bile etmezdim ama ben servis elemanının 'çok yer dolaşacağız' sözlerini 'az yer dolaşsaydık alırdık' olarak algıladığım için gönderdim. Vallahi benim hatam yok denecek kadar az ama dersimi o kadar gün süpürgesiz kalarak aldım :) Neyse çözümlendi..

Nalan ablam; keşke ben de senin sesini iyi duysaydım. Ne olur toparlan, bak en has kızın yanında değil :P Gözümü arkada bırakma benim, hepiniz iyi olun.
Yok ablam, elde dikerken iyi hissediyorum. Biliyorsun ruh çöküşlerimde elde dikişe sardırıyorum ben :) İyi geliyor. Bir tane daha diktim, tam uydurmasyon. Dikiş bilen ev sahibim hangi kalıbı kullandığımı sorduğunda çok şaşırdım. Yok kalıp malıp ya :) Ne kalıbı kardeşim :) Mezura bile kullanmıyorum ben :D Göz ayar ve kararı :)
Bugün pazara gidip yer elması izi süreceğim, gerçi Hakan'ın iğneleri bitti ama olsun iyice toparlansın. Sağ olasın ablam.

Nur'um, yaşam gurum, Nur annem; seni severken tanıdıktan sonra daha bir sevdiğimi söylememe gerek var mı? Sen beni, içimi, acımı, yaramı bilirsin, sen beni hoş görürsün. Ben seni seviyorum.. Başka da bir şey demem, bilmem ama kusurlarım için özür diliyorum. Affet beni..

Banu'm; sen gibi bir ustadan bu sözleri duymak ne büyük onur :) Sağ ol, cesaret veriyorsun. Hiç denemediğim, başaramayacağımı düşündüğümden aklımın ucundan geçmesine izin vermeyeceğim işlere kalkışabilirim sayende :)
Allah ayırmasın; seviyorum Hakan'ı, artık onun da beni sevdiğinden eminim :)))) Allah sevenlerin sevgisini korusun, Allah ayırmasın. Enerjisi yüksek, candan dileğin için bütün sevenler adına sana teşekkür ediyorum canım Banu'm..

Kurbaamın anneciği Şenay'ım; esprili yorumunu çok sevdim ve güldüm. Ben sizi seviyorum. Çok ama çok sağ ol :)

Kardeşim; iltifat için çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum ama tuniğimi beğenmeyenler de var. Alt kat komşum beğenmedi mesela, 'ben acemiyim, neresini beğenmedin, fikir ver bana' dedim. 'Orta yaş işi olmuş' dedi :)))))))))) İyi de ben yaş 35 yolun yarısını geçeli sekiz sene oldu :) 43 yaşındayım ben yahu.. Tekrar teşekkürler..

Görüşürüz :)

22 Ağustos 2010 Pazar

TUNİĞİM VE YORUM YORUMLARI

Dün akşam üzeri mide bulantısı sonrası yapılabilecek en iyi şeyi yapıp bir miktar çıkardım ama bu işlemi yapmak için kendimi yataktan kaldırmam gerekti. Azıcık toparlanabilip yatağa oturmayı başarabildiğimde durumum ağzımdan çıkan 'bana ne oldu?', 'bana bir şeyler oldu!' ve türevi cümlelerle ancak açıklanabilir. Sanırım yeni ilacın etkisiyle olaylardan, o andan kopup kendini yatağa çakma durumuydu yaşadığım. Tablom kötüye gitmeden önce yemek yapamayacağımı anlayıp tam iftar vakti olduğu için dışarıya sipariş veremeyeceğimi düşündüğümden siparişimi ev sahibime verdim :) 'Açız biz abla' 'Tamam Gülen :)'
Yemeğimiz lokantadan ısmarlandığında geldiği gibi, koca bir tepsi içinde geldi.
Sabaha kadar uyumuşum, deliksiz..Sabahtan da 12ye kadar :) Uyandım, kalkamadım. Sıkılınca kalktım. Günüm kötü geçecek sandım, geçmedi. Yani gün geçti de kötü değildi. Hiçbir iş yapmak istemiyordum ama yaptım. Çelişkilerle dolu bir gündü aslında :) Yapmak istemediğim şeyleri yaptım, diğer şıkka dokunmadım ama :) Hakan beklediğimden erken, elinde yemek paketiyle geldi, erken gelmesi iyi oldu. Birlikte zaman geçirmeyi seviyoruz biz. Dün akşam beni öyle görünce yemek yapamayacağımı düşünmüş canım benim. Bugün balık çiftliklerinden birinde su ürünleri mühendisi olarak bir iş imkanı oluşunca ayın sadece dört günü görüşebileceğimiz diğer günler çiftlikte kalacağı ama beni yalnız bırakmak istemediği için görüşmeye gitmek bile istemedi. Hakan'ı çok seviyorum.. Evi derli toplu görünce şaşırdı.'İyisin sen bugün' dedi. 'Evet iyiyim, elektrik süpürgemiz servisten gelseydi evi de süpürecektim' dedim. Gelemedi, onarıldığı haberini alalı yedi gün oldu ama süpürge servisten gelemedi! Artık onlarla hesabımı pazartesi günü göreceğim, birikmiş işlere bir yenisi daha eklendi. Yedi gün oldu bir süpürgeyi getirmeyi beceremediler. Her konuştuğum kişi servis elemanına sorduktan sonra bana döneceğini söylüyor. Dönmeyin bana, nedir bu dönmek olayı hem; sanki ayrıldığı sevgilisine dönüyor. Önceden ben sizi ararım derdik, şimdi ben size dönerim. Dönme bana! Ben senin eski sevgilin miyim? Altı üstü süpürgemi vereceksiniz; dönecekseniz de anca süpürgeyle dönerseniz kabul ederim ben bu dönüşü. Sanki 1800 kişinin çalıştığı bir yer. Bir koordine olup benim süpürgeyi çıkaramadılar meydana. Bu güne kadar Ebru'su, Seda'sı, Olcay'ı -ki benim olayı kovalayan Olcay bugün işten ayrılmış. Benim süpürgeyi bulmadan nereye Olcay?!- Aslında bende hata. Klima için ölçüm yapmaya gelen teknik servis elemanının eline tutuşturuverdiydim süpürgeyi. Eleman 'ama çok yer dolaşacağız' dediyse de 'abisi onu da gezdiriver, ne olur sanki' dediydim. Bunlar süpürgeyi unutsa bir yerde Olcay arayıp 'süpürgeniz hazır' demezdi. En son bugün süpürgem bulunana kadar bana süpürge vereceksiniz dedim. Servis yarın açık, yarın da bunaltayım ben bunları da olmadı pazartesi ellerim belimde göstereyim kendimi :D

Dikiş dikiyorum, makine var ama elimde dikiyorum. Uğraştırıyor ama ben de uğraşmak istiyorum zaten. İğneyi kumaşa her batırışımda beni acıtan acılara giriyor iğnenin sivri ucu sanki. İple beni acıtan acıları bir araya istifleyip bir daha canımı acıtmamaları için onları birbirlerine bağlıyorum. Sonra onlara en büyük ceza; onları giyiyorum. Göz hapsime alıyorum, üstümde tutuyorum, artık zararsızlar.
Bugün bir tuniğe daha başladım. Tasarladığım gibi olursa -ki umuyorum, şimdiye kadar bir aksilik çıkmadı- güzel olacak. Cesaret edip başka şeyler dikmek istiyorum, mesela bir şort ama bunun için biraz beklemem gerekecek:) Fethiye'de giyim tarzım da mecburen değişti. Bu sıcağa anca yok denecek kadar az giysiyle tahammül edebiliyor insan. Kolsuz giymeyi sevmezdim. Senelerce şort giymedim ama artık hem kolsuz hem de şort giyiyorum. Askılı şeyler malum durumdan ötürü ne yazık ki tercih nedenim değil :( Ankara'dayken dolabımda ne çok İspanyol paça pantolon varmış :) O kadar sıcak ki buralar şimdi o İspanyol paçalı pantolonları bozup bozup tunikler yapıyorum, aslında hiçbir şey giymemek istiyorum ama ne yazık ki bu mümkün değil. Çok fazla sıcak. Hem sıcaktan, hem ilk kez çok üzüldüğüm her dönemde yaptığım gibi abur cubura vermediğim için kendimi sağlklı ilerleyen kilo kaybım oldu.
Her şeyin yoluna girmesi ne kadar zamanımı alır bilmiyorum ama ilaç kaynaklı sanal olarak düzgün görünen ama aslında hiç de öyle olmayan durumu kabullenmek istemiyorum. Başımda dolanıp duran bu aksilikler zincirinin halkasının bir yerinden kopması gerekiyor..


Artık geçici de olsa şimdilik lcd monitör kullanıyorum.
Lcd monitör kullanmayı işte bu yüzden sevmiyorum, her şey çok kaba gibi görünüyor :(
Fotoğraftan önce içtiğim suyun yarısını üstüme dökmüştüm :)

Dağlar kızı'm; sana ne diyeceğimi bilemedim.. Kaldı ki ne diyeceğimi bilemediğim hallerim nadirdir. Susmak istemediğim zamanlar dışında söyleyecek hep bir sözüm olmuştur ama. Oysa şimdi hem susmamak istiyorum hem ne diyeceğimi bilemediğim için susmamın en doğru olacağını düşündüğümden susmak istiyorum. Ben bu hisleri oluşturmak için ne yaptığımı bilmiyorum inan. Beni anladığın, kendinden saydığın, bu kadar yakın, yalın ve içten olduğun için sana teşekkür edebiliyorum ancak :( Ama yanında olsaydım sarılmak, sarılınca da mutlaka omzunu ıslatmak isterdim göz ucumda birikenlerle..
Ben sadece seviyorum, ben sadece sevmeyi biliyorum. Ben çok sevebiliyorum.. Benim yaralansam da zaman zaman, şuursuzca sevebilen kalbimden başka hiçbir şeyim yok. Bunun dışında amatörüm ben. Bunu hissetmiş olman o kadar mutlu etti ki beni, hele bugünlerde buna nasıl ihtiyacım olduğunu bilsen..

Mutfağım birinin salata diğerinin yemek yapacağı konforda değil ama biz onu da beceririz :) Hadi gelin :) Ben iyi yüzme öğretirim. Ela'cığım ilk standart kulaçlarını Fethiye'de atsın :) Kim bilir belki de biz bir gün elimizde hangisine bakacağını şaşıran Ela'cığım için elimizde tam 20 tane uçan balon çalıveririz kapınızı. Hayat öyle sürprizlerle dolu ki, umarım bizim sürprizlerimiz hep iyi olsun.

Hamile hamile sana arkadaşlık ettiysem ve okuduktan sonra da aklına düşüverdiysem ve tan yeri kızıllığında yeni umutlara açılan kızcığımız bir şekilde benden bir şeyler aldıysa vay senin haline :) Seni ağlattığım için üzüldüm :( Hem hamile hem ağlıyor :( Sana bunu yapmak istemezdim. Geçecek, sıkıntılarımın hayatımı alt üst etmesine göz yumarsam anneciğim çok üzülür diye buna izin vermeyeceğim. Kayıplarımın acısını da bir arkadaşımın 'anneciğinin sana bıraktığı pırlantalar' yorumu sözleriyle telafi etmeye çalışacağım. Beni düşündüğün için çok ama çok teşekkür ediyorum.
Senin kadar yazamam demişsin ya; asıl ben senin kadar yazamadım. Anlatamadım hissettiklerimi ama anlarsın sen beni.. Sevip sizi saçlarınızdan öpüyorum

Acemihobici'm; iltifat kabul günü gibi oldu ama itiraf edeyim iyi de geldi :) Çok sağ ol acemicim. Mutlu olmak iyi bir şeydir ve şu sıkıntımı atlatınca daha iyi hissedeceğimi biliyorum. Mutlu olmayı hak ettiğimi düşünmen beni çok mutlu etti :) Son cümleyi okudum saçma buldum ama silmedim :D Mutsuz, çaresiz hissettiğimde seni düşününce mi? Katılmıyorum, senin de katılmamanı istiyorum! Şiddetle diyorum ki bekle! Erkenden gel, pizza yeriz ama bu kez Dominos'tan :D Elektirk süpürgem hala gelmemiş olursa Hello cafede buluşuruz :P

Çınar'ım; özledim seni.Kahvaltılarımızı, arayıp 'çay koyuyorum, hadi gel' davetinden 5 dakika sonra bir koşu sende oluşumu. Minik, sevimli, yeşil çiçekli kahvaltı tabaklarını, patates kızartmalarını, ben acı yemiyorum diye masadaki acı yiyecekler için 'ay Gülen sen yiyemeyeceksin' diye üzülürken dudak büzüşünü, biz masa başındayken henüz yaramazlık yapmış çocuk bakışlı Merih abimin gelişini, Alper'in arkadaşına saldırışımızı :)))) Az kalsın elimizde kalacaktı çocuk :))) Çok özledim..

embir'm; inanmayacaksın biliyorum ama tanığım da var; acemihobici'mle seni konuştuk geçenlerde. Dedim ki 'ne oldu kıza, kayboldu gitti, arayıp soramadık, ayıp ettik' dedim. Acemihobici'm de 'taşınıyordu en son' dedi. Gerçekten ayıp ettik, özür dilerim. İşte benim taşınma, iklime alışamama ama çevreye hemen alışma, deniz kenarı görgüsüzü olarak zamanın çoğunu deniz kenarı cafelerinde geçirme, sıcaktan bilgisayar başına oturamama -hatta düzenli yazan ben uzun aralıklarla yazı giremedim- uzar gider. Affet beni :(
Yokluğunda benim açımdan çok şey oldu. Tam bir travma yaşadım :( Hala çok üzgün, korkak ve tedirginim ama hayatımın böyle sürmesi kendimden geçtim de birlikte yaşadığım insanlar için çok üzücü :( Babam ve Hakan'a kötü şeyler yaşatmak istemiyorum. Neyse beni bırak, umarım senin yokluğun senin için olumlu gelişmeler sebebiyledir.

O diziler hakkında söylediklerini dizileri izlemesem de onaylamamak mümkün değil ama sanırım burası için biraz farklı düşünmek gerekiyor. Konuştuğum her polis vatandaşla sıkıntılarını paylaşmak konusunda hiçbir sakınca görmeyecek kadar rahatsız. Onlar bizden dertli. Hırsızlar yakalandıklarında dava hakkımdan vaz geçmeyeceğime, uzlaşmayacağıma dair bir belge koydular önüme. Dedim ki imzalamayan var mı? İnanmayacaksın belki ama evet varmış. Hırsızla uzlaşan insanlar varmış. Sen evine, kişisel özgürlüğüne tecavüz eden, malını çalan ve belki de canına kast edecek olan hırsızla uzlaş! Polis diyor ki biz yakalıyoruz, yasa bırakıyor, yasa bırakmasa vatandaş ben davacı değilim diyor :( E polis ne yapsın? Bizim vakamızla ilgilenen hiçbir poliste umursamazlık, boş vermişlik görmedim. Hatta hallerine üzüldüm bile. İfadelerimizin alındığı gün suç üstü yapılmış bir kadın hırsız polisleri çıldırttı, ama öyle böyle değil! Bir de küstah oluyorlar ki sorma! Zaten öfkeliyim, dedim ki 'ben bu kadını dövmek istiyorum'. Polis 'bizim buna hakkımız yok, siz buyurun ama biz olay mahalline siz işinizi bitirdikten sonra gelelim' dedi! Gerçi tabii ki espri ve her polisin de benim karşılaştığım gibi insanlar olduğunu da garanti etmiyorum.. Başıma gelen bu olaydan sonra artık böyle düşünüyorum ama insanlardaki genel kanı 'isterse polisin hırsızları bir saat içinde bulacağı' ne yazık ki.
Doktor örneğin çok çarpıcı, umarım her şey yoluna girer. Dediğim gibi anneciğimin alyansıyla mavi taşlı yüzüğü bulunsun gerisi önemsiz. Bekliyorum, umut doluyum.
Depresyon konusuna gelince, 'Sen güçlü kadınsın atlatırsın diyeceğim ama böyle diye diye omuzlarına daha çok mu yük veriyoruz bilemedim' ince düşüncen için çok sağ ol. Çok haklısın o kadar çok telkin edildi ki ve ben kendime o kadar söz geçirmeye mecbur bırakıldım ki güçlü olmaktan başka şansım yoktu benim. Bir zaman sonra da yaşam biçimin bu oldu. Üç sene sonra hayatımın yarısını hastalıkla mücadeleyle geçirmiş olacağım. Güçlü olmak zorunda kalmasaydım şimdi hayatta olmazdım belki de..
Embir'im iyi hissettiren güzel dileklerin için çok teşekkür ediyorum. Benimle pişti olmanı dileyip öpüyorum :)

İyi pazarlar hepinize..


20 Ağustos 2010 Cuma

NASILIZ?

İkimiz de hastayız. Ben ruhumdan, Hakan sinüslerinden.
İkimiz de anladık; Hakan sanki 39-40 diye küçümsediği 38.7 ateşi kullandığı ilaçlara karşın 39'a çıkınca bu işi acil servisten verilen ilaçlarla çözemeyeceğini, bense en son pazarda boş pazar arabasıyla bir kadının ayağının üstünden geçince kadına sarılıp özür dilerim diye hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladıktan yarım saat sonra da 1liralık biber için 10lirayı bozamayacağını söyleyen pazarcı arkadaşın bu sözlerine duygulanarak kaldığım yerden ağlamaya devam ettiğimin farkına vardığımda kendi içimde halledemeyeceğimi anlayınca Hakan aynı hastanenin KBB, bense biraz da Hakan'ın zorlaması sonucu psikiatr bölümüne yollandık. Hakan'ın normal bulunmayan yüksek ateşinin suçlusu geçirdiği feci bir sinüzütmüş. Hakan doktorun çabuk etkili olması bakımından önerdiği iğneleri oluyor şimdi.İyi olacak hastanın ayağına doktor gelirmiş, emekli hemşire olan ev sahibemiz Hakan'ın iğne işini üstlendi sağ olsun.
Günlerce direndim, psikiatre gitmemek için günlerce direndim. Arkadaşlarımın yanında ağlıyor olmak benim için hiç can sıkıcı değil ama bir psikiatr odasına girdiğimde doktor masasında gördüğüm kağıt mendil kutusu hissettiğim acizlik duygusunun altında utandırıp eziyor beni. Kendimi yok hissediyorum ve ben bu duygudan hiç hoşlanmıyorum! Ama bu kez hazırlıklı gittim; günlerdir sıkça girdiğim ağlama krizlerinden deneyimle artık bedenimden bir parça mendilimle girdim odaya. Koltuğa oturur oturmaz da doktorun bana mendil uzatmasını engellemek için çantamdan çıkardığım mendilleri sehpaya koyarak ağlamaya başladım. Ağlamaktan arta kalan zamanlarda da anlattım. Yaşadıklarımdan arta kalanları anlattım.
Arkaya ne kaldıysa onları anlattım. İyi bir şey kalmadı, onları anlatım.
Anneciğimden hiçbir şey kalmadığını anlattım, annemi bir kez daha kaybettiğimi mi hissettiğimi sordu; evet dedim. Annem bir kez daha öldü :( Annemi ben öldürdüm :(
Doktor kendimi suçlamamı doğru bulmadı, ikimiz aynı anda benim son günlerdeki hit parçamın nakaratını söyledik: 'hırsızın hiç mi suçu yok?'

Hayata karşı isteksizliğim var mı?
Hayır yok çünkü buna hakkım yok çünkü yıllardır birken artık ikiye çıkan hastalıkların ilk yıllarında sanki yaşamaya mecburmuşum gibi uygulanan çevre baskısından gaza geldim, hayata istekliyim ben :( bu baskılar beni hayata karşı istekli olmaya mecbur etti. Ben hayata bu kadar istekli biri olmayacaktım belki de, kim bilir? Bu anlamda hayatıma müdahale edilmiş gibi hissediyorum aslında.
Hayattan zevk alıyor muyum;
Almak zorundayım yoksa ölmek zorundayım; buna hakkım yok.
Lupustan, skelodermadan; bu iki manyakla mücadele etmekten yılmamış biri olduğum için doktor tarafından tebrik edildim; gözüm görmedi, koltuklarım kabarmadı.. Hayatta kalabilmiş olmamı ilk kez umursamadım.
Manevi hiçliğimin yanı sıra hayat zamanımın geri kalanını sanki hep aynı şeyleri yaşayacakmışım hissine kapılmamı düşümeme neden olan fiziki korkularımı anlattım. Başıma daha kötü bir şey gelmediğine tabii ki şükrediyorum ama başıma daha kötü bir iş gelmediği için büyük piyangodan teselli ikramiyesi çıktı sanki bana; değerlerimin çalınmasına şükretmemi dileyen bütün söylemlerin hepsini karalayarak anlattım! Yaşadığım polis söylemleri korku'larımı. Hırsızdan çok polisten korktum aslında ben! O kadar korktum ki bütün korkularım o kadar birbirine karıştı ki.. Bir akşam Gülay'la konuşurken aniden 'Hakan'a bir şey oldu' diye ağlamaya başladım. Ortada hiçbir şey yokken Hakan'a bir şey oldu sanrısına kapıldığım için hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Ellerim titriyor, bacaklarım uyuştu, orta parmağım eski model bir duvar saatinin sarkaçlı saniyesi gibi ama saliselik bir ritmle bir sağa bir sola hareket ediyor ve ben sadece izliyorum.. Kan şekerimin düşmediğini anladığım halde 'acaba?' diye yarım kavanoz reçel içtim ama geçmedi, Hakan gelene kadar o halim aynı gibi devam etmediyse de tamamıyle geçmedi.. Hala kapı, pencere kapalı, hala ben uykusuz :( Evde kalsam dışarı çıkmak istemiyorum, dışarı çıksam eve girmek..
Sonuç: travma sonrası depresyon..
Şimdi bir ilaç kullanıyorum. Beni korkak ama değerleri çalınmasına öfkeden kudurmuş bir salaktan korkusuz bir manyağa çevirme ihtimali yüksek bir ilaç. Bir ay sonra tekrar görüşeceğiz doktorla.

Sonra eve geldik. Oturdum doktorla konuşurken netleştiğim her şeyi Emniyet Genel Müdürlüğüne yazdım.

O postadan inciler:

1-Oturduğum sokakta kime evime hırsız girdiğini söylediysem karşılık olarak aldığım yanıt ‘buralarda hırsızlığın çok olduğu’ idi. Aynı gün sekiz eve daha hırsız girdiğini duyunca da nasıl bir yere geldiğimi düşünmeye başladım.

2-Polisin ‘daha kötü bir olaya (verdiği bir örnekle tecavüzden söz ediyor) maruz kalmadığınıza şükredin’ sözleri kanımı dondurdu!

3-Başka bir polise korkularımı anlattığımda ‘merak etmeyin, girdikleri eve bir daha girmezler’ öngörüsü hırsızların ellerinde girdikleri evi işaretledikleri bir krokileri mi var diye düşünmeme ve arkasından balkonuma ‘BU EVE HIRSIZ GİRMİŞTİR’ pankartı açma planları yapmama neden oldu.

4-Bir başka polis memuru arkadaşımızın ‘Fethiye’nin nüfusu yazın 300.000e çıkar, oysa biz 100 memur görev yapıyoruz’ diyerek nasıl da güvensiz bir yerde yaşadığımın farkına varmama neden oldu.

5-İfade verdiğimiz gün bir polis memurunun ‘hırsız mevsimi, bu sezon 500 hırsızlık vakası oldu’ demesi geceleri bütün balkon ışıklarını yakarak elimde bıçakla yarı uyur yarı uyanık geçirmeme neden oldu.

6-Kargo şirketlerinden birinde çalışan bir vatandaşın motorsikleti çalınıyor. Vatandaş karakola gidiyor. Polislerin tutanak tutmamak için gerekçeleri, ‘benzini bitince atarlar bir tarafa, biz de bulur getiririz’ oluyor. Aracı çalan kişi araçla kaza yapıp ‘hastaneye gideceğini’ söyleyerek olay yerinden kaçıyor. Aracın sahibine aracını ehliyetsiz bir kişiye verdiği için 600TL’lik para cezası geliyor. Araç sahibi polisleri dava ediyor, tanık olarak da bütün mahalleyi gösteriyor. Şu an artık Fethiye ilçesinde görevli olmayan Emniyet eski müdürü araç sahibin akrabalarına ‘davasını geri alsın’ diye ricada bulunuyor.

7-Halkın ‘polis isterse bir saatte bulur’ söylemi beni şaşkına çeviriyor.

Yirmi senedir malülen emekli olmama neden olan SLE son 16 aydır da skeloderma hastalıklarıyla mücadele ederken bu yaşadıklarımdan dolayı elinde bıçakla geceyi yarı uyur yarı uyanık geçiren ben, bugün eşim tarafından zorla götürüldüğüm Esnaf Hastanesi Psikiatr kliniğinden depresyon tanısı almış bulunmaktayım.

Hırsızlığın bu kadar basitmiş gibi algılandığı bir ilçeye MOBESE kameralarının takılmasını ve yaşadığım, tanık olduğum olaylar nedeniyle Fethiye’ye müfettiş gönderilmesini saygılarımla talep ediyorum.

.......

Muğla Emniyet, Kaymakamlık ve Belediye'ye yazdığım postalara yanıt yok hala.

Yalan beyandan verilen 243 liralık para cezası verdiğimiz okkalı itiraz dilekçemiz sonrasında kaldırıldı.

İnanamıyorum, bu yaşadıklarıma inanamıyorum!

Nüfus cüzdanımı hala çıkartamadım. Bugün süzgün yüzümle çektirdiğim vesikalık fotoğrafta uyuşturucuyla yakalanan Brezilya'lı kadınların polis çekimi vesikalıklarına benzemişim. O işi de bütün birikmiş işlerim gibi pazartesiye bıraktım.

Böyle anlarımda oyalanıyorum, dikkatimi başka yere toplayabiliyorum diye dikiş dikmek istiyorum. Dün, bildiğim tek modelden tunik diktim yine ama o kadar çabuk bitti ve o kadar çabuk giydim ki anlamı kalmadı :( Hakan var iyi ki hayatımda.. Ne kadar iyi bir adam. Seviyorum onu..

Gülay mı; hiçbir şey yapamadık. Hakan hastayken beni de acıdan ağlatacak kadar iki gün süren rezil bir sağlık sorunumdan dolayı hiçbir şey yapamadık. Ve gitti.

Bugün çok sevdiğim biriyle onun bir işini çözmek için bir kuruma gittik. Orkideler o kadar güzel ve o kadar gerçek değiller gibiydi ki, duvarın yeşiliyle o kadar uyumluydu ki kimsecikler görmeden çiçeği alasım geldi ama benim evimin duvarları yeşil değil sarı diye vaz geçtim :D

LCD monitörleri işte bu yüzden sevmiyorum, bu orkidelerin gerçekleri gayet zayıftı..

Hormonlu orkideler..

En sonki yazı yorumlarına, verdiğiniz desteğe, arayan, soran bütün arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler.. Seviyorum ben insanları..

15 Ağustos 2010 Pazar

MUTLU OLMAK İÇİN BİR NEDEN DAHA..

'Üzgünsün sen şimdi, geliyorum ben' dedi ve geldi.
Akıllara zarar hikayelerimin kahraman ortağı Gülay geldi bu sabah rezervasyonlu tatilini yarıda kesip Ören'den; hani opera sanatçısı olan? Çok mutlu oldum, daha ne diyeyim..

14 Ağustos 2010 Cumartesi

SABAHIN DÖRDÜNDE! ve yorum yorumları

Küçük yerleşim birimleri güvenli olur, insanlar birbirini tanır. Küçük yerlerde suç oranları düşüktür, küçük yerlerde yaşamak, bunun için DE keyiflidir düşünürdüm hep. Her yeri aynı kefeye koymanın haksızlık olacağını bildiğimden en azından Fethiye için fikrim eskisi gibi düşündüğüm yönde değil artık ne yazık ki. Ama zaten Fethiye de o kadar küçük bir yer değilmiş. Bundan bilmem kaç gün öncesine kadar akşamları Arnavut kaldırımıyla döşeli ön sokağa bakan salon balkonundan neredeyse zifiri renkteki karanlığı izlerken ne kadar güvenli bir yerde yaşadığımı düşünürdüm; insanların sokak lambalarının yanmıyor olmasını umursamadıkları kadar güvenli bir yerde yaşıyordum ben.
Ama artık eskisi kadar rahat değilim :(
Sedef'lerin döndüğünden beri evimin üç balkonun üçünün de sokak aydınlatması görevine bu akşam Hakan'ın 'yeter artık!' itirazlarıyla son verildi.Dün ev sahibimle yaptığım 'taktik' görüşmelerinden sonra binanın 'Kerem' olan adını 'Kabus' olarak değiştirdim.
Yine dün, evimin sadece 10 metre karşısında zaman zaman kayıp ya da buluntu çocukların da bildirisinin yapıldığı belediye megafon direğinin ışıklandırılması için kimsenin neden bir şey yapmamış olmasına, hırsızlığın bu kadar sıradan bir olaymış gibi karşılayan sokak halkına teessüflerimle bağlı bulunduğumuz elektrik dağıtım şirketini aradım çünkü artık biliyorum ki bir haftadır çeşitli birimlere yazdığım ve sadece birinden yanıt aldığım e-postalar hiçbir işe yaramıyor! Sorunumu anlattığım ve e-postayı dikkate almayacaklarını düşündüğümü söylediğim her bir görevli bir diğerine aynı sorunu bir daha bir daha anlattırdıysa da, sonunda bir tanesi şikayetimi ve dileğimi telefonda kayda aldı ve cuma günü için bir grubun keşif için sokağa geleceğini söyledi. Cuma gününü döndüğümden beri bir türlü denk getirip görüşemediğimiz acemihobici'mle sohbet ederek geçirirken bir yandan gözümüz de sokaktaydı; ya gelirlerse ve biz göremezsek? Gündüz gözüyle nereyi ışıklandırmaları gerektiğini bilebilirler miydi? Ya 'ışıklandırma yeterlidir' deyip giderlerse; telefonda konuştuğum şirket çalışanlarından birine söylediğim üzere ben de bu hükmü veren kişilerin evlerini tespit edip taş atmak suretiyle sokak lambalarını kırmaz mıydım? Gelmediler! Araya cumartesi, pazar da girince, orada söyleyeceklerimi şimdiden düşünmeye başlayarak pazartesi günü soluğu şirkette almaya karar verdim.
Akşam üzeri Hakan'la kendisinden günlerdir haber alamadığımız için izini sürmeye Göcek'e gitmeyi planladığımız ama sonunda dün kurduğumuz telefon bağlantısından sonra rahat nefes aldığımız Ali abimle buluşup Hello cafede çay içmeye gittik. (Son çayımı o sırada arayıp konuştuğumuz Çınar'ım ve onun henüz yaramazlık yapmış çocuk bakışlı eşi Merih abim için içtim)
Biz üçümüz çok iyi ve kaliteli zaman geçiriyoruz. Ali abim bugünlerde biraz kırgın ama geçecek; yani biz onun bu kırgınlığının sürmesine izin vermek istemiyoruz.. Çaylardan sonra bize geldik. Hafif bir şeyler yedikten sonra elektrik-elektronikçi Ali abime megafon direğini gösterip 'bak buraya ışık takacaklar' diyorum. 'Evet' diyor. İlk keşfi gözleriyle yaparak 'Bir kelepçeyle takarlar lambayı' diye tamamlıyor cümlesini..
Sonra bütün gitme ısrarlarımıza karşın sabah erkenden işi olduğunu söyleyen Ali abim gideceğim diye tutturdu. Yaptığım maymunluklar işe yaramayınca da mecburen Ali abime karanlık sokağa bakan balkondan el sallamakla yetindik :(
Uyku vakti geldiğinde ben yine balkon lambalarını açık bırakmaya yeltenince Hakan'la aramızda ciddi bir arıza çıktı.. Ben korkuyorum dedikçe Hakan'dan bu ne kadar sürecek, bu kadar tırsak olduğunu bilseydim.. cevaplarını alıp kırıldım :( O beni korkaklıkla suçladıkça ama Katrancı Koyu'nda, hem de tsunami etkisi yaratarak iki kez kaydıraktan indim denize diyorum, sekiz paraşüt atlayışım var, nerem korkak benim diyorum :)
Korkuyorum, çok korkuyorum. Polislerin, evlerine hırsız girmiş insanların sözlerini düşündükçe dudak kenarlarımın uyuştuğunu hissediyorum, dudaklarımın kuruduğunu fark edip dudaklarımı yalamak istediğimde dudak kenarlarımın hissizliği sinirimi daha da bozuyor. Yattım, gözlerim açık, kulağım belki hiç çıkmayan tıkırtıları duyuyor :( Sol ayak parmaklarımın da hissizleşmesi çok can sıkıcı.
Sonra bir araç sesi duydum. Aklım, sabahın dördünde geldiği yerde çıkarmaya devam eden ağır vasıta gürültüsünü 'hırsız servisi' olarak algılıyor :( Kendimi toplayıp ayağa kalktığımda bu saçma düşüncenin akıl sağlığım bakımından beni daha da ürküttüğünü fark ediyorum.. Hakan uyuyor. Merakıma yenilip neler olduğunu anlamak için balkona çıkmayı başarıdan sayıyorum. Evet bir ağır vasıta. Belediyenin megafon direğinin altında, içinde birinin olduğu vincini yukarı kaldıran bir ağır vasıta!
Benim gündüz gelmedikleri için pazartesi günü bu işi halletmenin son ve en etkili yolu olarak neler yapabileceğimin planlarını şimdiden kurduğum iş sabahın dördünde yapılıyor :) İşçilerden biri kısık bir sesle bana sesleniyor; 'Gülen Sezer siz misiniz?' Sürekli olarak Sezer algılanan soyadımın yanlış telaffuzu bu kez hiç ahenksiz gelmiyor kulağıma; 'Evet Sezer de benim, Tezer de benim :)' diyorum kısık bir sesle. İşçi soruyor 'Anlamadım?' 'Yok bir şey' diyorum. Bu arada Hakan da uyanıp neler olup bittiğini anlamak üzere balkona geliyor usulcacık beni korkudan sıçratarak :(
İşçiyle konuşmamız sürüyor; isteğimin yerine getirildiğine dair bir imza atmam gerekiyor. Aşağı iniyoruz. Takılan aydınlatmanın yeterli olup olmadığını görmeden ben bu kağıda imza atmam diyorum. 'Ama başka direk yok burada' diyor işçi. 'Olmasın, dikersiniz' diyorum. Biz işçiyle didişirken vinçteki işçi lambaya enerjiyi veriyor! Aman Allah'ım her yer ışıl ışıl! Sanki Paris'teyiz :) Daha fazla nazlanmadan SORUNUMU BU KADAR ÇABUK ÇÖZDÜĞÜNÜZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM notunu eklediğim belgeyi imzalamaya ikna oluyorum. Ben kibar biriyim :)
Gönlümüz, aklımız rahat evimize çıkıyoruz ama zifiriye yakın karanlığı aydınlık ve mutluluğa çeviren sokak lambamızı izlemekten beni uyku tutmuyor..

Benzer bir yazı




Teşekkürler AYDEM ve bizi ışıtan enerji emekçileri..


Hafif soframız..
Soldan sağa :P
süzme yoğurt, kısır, peynir,
neden o kadar iri doğrandığı bilinmeyen biberiyeli domates, Ali abimin yaptığı patlıcan salatası..

Fındığım; neden gitsin ama? 39 değil 40 değil! Bir daha böyle bir şey olması ihtimalinde kapıya ambulans çağırmayı planlıyorum. Hala toparlanamadı. Benim söylediğim ilk gün gitseydi doktora bu kadar çekmeyecekti. Yaşlı dedeler gibi köh köh öksürüyor şimdi :( Geçmiş olsun dileğin için sağol canım. Klavyen olurum ben senin yavrucuğum :P Sana sevdanın yollarııııı, bize kurşunlar :P Ne iğrenç biriyim be :P

Banu'm; ben daha beni iki kez elektrik çarptığını, aynı parmağımı aynı biçimde acıttığım ve parmağımda iki gün atelle gezdiğimi yazmadım daha :D Doğru söylüyorsun Allah beterinden saklasın. Son bir ayda olanlar bana 'aman daha kötü ne olabilir ki' dememeyi öğretti :) Olanların nedenini anlattım sana, hep o tahta kadının yüzünden :P Sağolasın canım benim.

Bir türlü görüşemediğimiz Maviannem; çok sağol, sağlıktan daha ne önemli ki? Sağlığımız yerinde olsun, gerisi o kadar da önemli değil. Vücut, kol, bacak kırıklığı nedir ki, kalpler kırılmasın yeter. Hastalıklarla itinayla baş edilir kartvizirtimiz var hem bizim :D Çok sağol maviannem..

Nefise'm; çok sağol. Bakıyorum bakmasına da arada da söylenmeden edemiyorum: Benim dediğim gün gitseydin böyle olmayacaktı, vıdı da vıdı! Üzülüyorum çünkü. Hem hemşirenin eli de ağırmışmış :P Kızcağız kıpırdama dedikçe Hakan titretti kendini, şimdi bir de kaba eti şiş :( Çok sağol Nefise'm..

Gönüldenele'm; o çorbadan sonra ilk kez bu akşam bir şeyler yiyebildi :( Ben ona ara ara 'kilo almalısın ki ben yanında daha da şişman görünmeyeyim' diye takılırdım, :P Hastalandığında iştahı böyle kesildiği için aslında yasaklamıştım ona hastalanmayı ama dinleyen kim:D Çok hainim ben ama ya :( Ekran klavyesi deyince hep Ankara'daki komşumun oğlunun klavye tuşlarını yiyen köpekleri gelir aklıma :)))) Yeni klavyene naylon geçir malum sende Dalton'lar çok :P Sağolasın gönüldenele'm..

12 Ağustos 2010 Perşembe

39 DEĞİL, 40 DEĞİL 38.7YMİŞ!

40'a kadar yolu vardı aslında, şöyle ateşten sıtmaya tutulmuş gibi zangır zangır titreyeydi hele bi' 'Güleeeeen üşüyorum ört üstümü' diye inildeyeydi hele.
'Hakan hastaneye gidelim'
'Yok ben iyiyim Gülen'
'Yahu neren iyi, şu haline bak!'
Buzdolabı poşetine koyup kafasında tuttuğu bir buzluk dolusu kare buz beş dakika sonra eriyince 'hastaneye gitsek mi?' Hala 'gidelim' değil. Yok gitmesek!
Gittik hastaneye. Tansiyon 10/7, ateş 38.7. Ben üzülünce 'Ne üzülüyorsun, 39 değil 40 değil' dedi!
Faranjitten kollarda kırmızı küçük benek şeklinde döküntüler.
Bir iğne yapıldı, bu Hakan'ın hiç hoşuna gitmedi. Hemşirenin eli ağırmış; 90 60 90 kızın elinin ağırlığından ne olacak Allah aşkına :P
Hemen başlansa iyi olur türünden ilaçlar yazıldı.
Nöbetçi eczaneden ilaç almak gerek. Göndermiyor beni eczaneye. 'Sus!' dedim. Ha şimdi geldim, ha buralardadır diye yürü babam yürü akşamın bir saatinde. Aldım ilaçları. Döndüm eve.
Tavuk suyuna şehriye çorbasına nane ve limon ekleyip içtik..
Umarım sabaha biraz toparlanmış olur..

Bugün bana içinden çok şirin BİR şeylerin de çıktığı bir kargo geldi :) Teşekkürün bini bir para hobiperim.. Yarın..


11 Ağustos 2010 Çarşamba

AY DUR KAÇMA!!


ORUÇ TUTABİLENLER İÇİN BAŞLIK:
AY DUR KAÇMA RAMAZAN TUTACAKLAR SENİ :)

Gerektiği zamanlarda SLE'den söz ettiğim diğer bloğum aracılğıyla bana ulaşan bir sle hastası ile uzun bir telefon konuşması yaptım bu akşam. Şubat ayında geçirdiği atak nedeniyle idame dozu streoid kullandığından oruç tutmaması için ondan da söz aldım. İlaç kullandığımız için bizim Ramazan kaçacak yani :( Siz bizsiz devam edin, bayramda buluşuruz.

SAKINCALI OLDUĞU HALDE ISRARLA ORUÇ TUTMAK İSTEYENLER İÇİN BAŞLIK:
KAÇ RAMAZAN TUTACAKLAR SENİ..

Kedicibaşı'm; çok ama çok teşekkür ediyorum. Duygularını o kadar hissettim ki, yazdıklarından objenin aslında hissetmek, yaşatmak için sadece görsel bir araç olduğunu kabullenmeyi denemem gerektiğini anlıyorum. İnan bunu başarabilmeyi çok istiyorum. Onların olmaması kişi olarak edindiklerimi, kazandıklarımı asla değiştirmeyecek ama hiçbir şeye değişmeyeceğim hatıralarımdı onlar benim :( Çok üzgünüm :( sen'li samimiyetsizlikten daha iyidir 'sen'li samimiyet. Siz demiş olsaydın bu kadar etkilenmeyebilirdim. Çok teşekkürler..

Nalan ablam; örtmenim de olmamış dedi ya tamam artık :) Nesi olmamış, bal gibi olmuş işte :) Nalan abla dur hele tokat mokat deme bana. Cuma günü yediklerimin 'bana ha?' duygusundan arınamamışken bir de sen gelme üstüme üstüme :P Karnını ısırırım senin :D
İyi olacağını hissediyorsun çünkü ben de hissediyorum. Bugün fındık beni rüyasında gördüğünü anlattı. Garip biçimde hırsızların profili hakkında düşündüklerimle çok paraleldi gördükleri.. Blog camiası yeni bir ermiş kazandı :) ----> fındık :)
Ertuğrul gibi bir ismi 'Ertuş' yapmışsınız ya, ne diyeyim ben size? Hem o Ertuğrul olacak şahsiyet kızıp vurduğu insana arkadaş mı diyor!? İmdat Nalan abla çocuk kavram kargaşası yaşıyor :P

Hobiperim, canım.. Çok ama çok, öyle çok teşekkür ediyorum ki.. Heyecanla bekliyorum :) Daha dün, asıl 27 numaralı binadan birine 2 numaralı daireye kargo gelirse çakma 27 numaralı binaya yönlendirmelerini söyledimdi :) Biz sahteyiz ya, biz klonuz ya, biz 'yalan beyan'ız ya :D
Ben yakında deliririm :D Sabah oluverse keşke şimdi :)

Fethiye'deki ilk ramazan gecem. Bakalım hareketli olacak mı, olursa bir ay boyunca geceleri rahat uyuyabilirim. Günüm, ışığım, gün dengem şaştı. Bugün çok yorgun hissettim kendimi. Uyku düzenimi de çalan hırsız! sen bunların günahından nasıl kurtulacaksın acaba, çok merak ediyorum! İnşaallah insomniaya yakalanır yakalandığın yerde de kalırsın öyle şibit gibi!!!
AMİN!
HAYIRLI RAMAZANLAR, SOFRANIZDAN BEREKET, YEMEĞİNİZDEN TAT TUZ, KALBİNİZDEN İYİLİK EKSİK OLMASIN..

10 Ağustos 2010 Salı

BUGÜNLERDE EN SIKI FIKI ARKADAŞLARIM..

Bugünlerde en en sıkı iletişimde bulunduğum, en iyi arkadaşlarım polisler. Bugün Adana asayişten ve Günlükbaşı polis karakolundan iki polis arkadaşımı bunalttım. Evet onlarla arkadaş oldum ben. Hatta Günlükbaşı karakolundaki polis abimin ‘bir gün çay’ davetini 'ama çayın yanında kekiniz yok sizin' diye reddecek kadar cıvıttım. İyisi mi keki de ben yapayım..

Artık bundan daha kötü ne olabilir ki demiyorum; Ankara dönüşü Afyon Özdilek avm’de Sedef’i orta parmağının son eklem boğumundan iğnesini içeride bıraktığını ancak ertesi gün fark edeceğimiz acemice bir arı soktu. Terliklerimi çıkarıp nasıl ‘buz, buz lazım’ diye koşturdumsa artık, restorandan orta boy buzdolabı poşetinin neredeyse tamamına yakın buzla döndüm Sedef’in yanına. Sedef ve kalabalık beni bakışlarıyla ayıpladılar. Elimde buz poşeti koşarken de ‘yaşasın arı beni değil onu soktu, beni değil onu seçti, bitti kabusum’ diye de sevinmekten hiç utanmadım :D

Ertesi gün biz parmak izi ve ifade vermek üzere karakol karakol dolaşırken Sedef de nedenini sonradan anlayacağımız arı sokması şiş ve morluğunun nedenini öğrenmek üzere hastaneye gitti. Arının iğnesini olay mahallinde bıraktığını ve Sedef’in yapılan kan testlerinden sonra arı sokmasına karşı alerjisi olduğunu işlerimizi bitirip eve dönüp karşılaştığımızda öğrendik. Dr. House takipçisi olduğu kesin doktor arkadaş Sedef’e ‘lupus işinize yaramış, ciddi reaksiyon olabilirdi’ demiş. Viva lupus!

Cuma günü rutine bağladığım ‘polis abimleri arama’ turumda evde bulunan ‘temiz’ parmak izlerinin bize ait çıktığı bilgisi üzerine Hakan’ın evde olmamasından istifade böğüre böğüre ağlarken yavaş yavaş sinir krizi eşiğine geldiğimi anladım. Kendime kesinlikle hakim olmak istemedim. Ben ağlarken Hakan’ın getirdiği kesinlikle bizim hatamız olmayan bir durumdan kaynaklı 243 liralık para cezası haberinden sonra da iyice çığrımdan çıktım ama tam çıktım; öyle böyle değil! Oysa Hakan gelecek ve bana ‘şşş’ derken başımı rakım farkından dolayı göğsüne koyup saçlarımı okşarken bir yandan da burnumu silecekti. Onun hem de ‘yalan beyanda bulunmaktan’ adımıza kesilmiş para cezası haberi sınırlarında dolaştığım sinir kirizinin içine ittiriverdi beni. Olacak iş mi; yan binanın da bizim binanın da kapısında aynı numara yazıyor (muş) Bir ay önce biri gidip yan binanın 2 numaralı dairesini satın alıyor ve hooop bizim kayıtlar bilgiç memur tarafından bir güzel siliniyor! Ha bu işlem neden; çünkü nüfus cüzdanım da kayıp! Hayatımı çalan, kaydımızın silinmesine de bir şekilde neden olan hırsız, bilmem kaçıncı kere Allah belanı versin senin! Sayende bizler arkanda bıraktığın enkaz ve pisliği kaldırmakla yükümlü biçareleriz, birer pişmiş tavuğuz!

Sinir krizine girdiğim an sokağa çıkıp ağlayarak koşmam gerekiyor benim ama Hakan o anlarımda kapının önüne dikilip beni dışarı salmıyor! Sonradan bunu neden yaptığına bir açıklama da getiremiyor. Sürekli olarak önce gayet yumuşak bir ses tonuyla ‘sakin ol’ sözleri bir süre sonra emre dönüşünce ben daha da coşuyorum. Yahu biri bana ‘sakin ol’ dediğinde sakin olmam gerektiğini anlayabilsem ya da bunu yapabilsem zaten yaparım değil mi?. Bir kere daha böyle olmuştu. Çıkmak istiyorum, adam geçti kapının önüne, bırakmıyor beni! Bırak diyorum, yok bırakmıyor. Yine rakım farkından dolayı karnını ısırıverdim ama yine çıkamadım evden; o ayrı. Bu kez girdiğim sinir krizinden çıkabilmem için eli ağır Hakan bey tarafından yüzüme nakşedilen üç okkalı tokattan sonra çıkabildim ancak evden :( Koşa koşa ağlaya ağlaya, kimin bana baktığını umursamayacak derecede delirmiş her zaman çay içtiğimiz sahildeki kafeye gidip ‘affet beni anne, emanetlerine sahip çıkamadım’ diye ağlamaya devam ede ede bir saat içinde üç tane bira içtim. Nasıl becerebildiğimi hatırlamadığım bir yolculukla eve döndüm, birkaç saat önce yediğim fasulyeyi her yere kustum L Hakan beni duşa soktu. Uyandığımda 22.00 civarıydı, dinlenmiştim, ağlamaya devam ettim..

Fırsattan istifade :P kocamdan sopa yememe neden olan hırsız Allah yine belanı versin!

Bela okuma diyorlar, çıksın karşıma bak ben ona neler edeceğim; belanın lafı mı olur?

Çok üzgünüm, o kadar üzgünüm ki.. Geldiğimizin ertesi günü çat kapı yapan sağ olasıca canım Ali abim bana kızacak ama kendimi perişan etmeye devam ediyorum. Diğer kayıplarımın hiç ama hiç önemi yok ama o üç parçanın bulunması için ne gerekiyorsa yapmak bir parça olsun içinde yüzdüğüm, suyu siyah vicdan azabı denizinde kulaç atabilmem için bana güç veriyor..

Kuyumcular Odalarına postalar yazdım. Postayla ulaşamadığım odaları telefonla aradım. Adana odası duyurumu üyelerine bildirmek için benden 50TL istedi!

Muğla Emniyet’ine evime hırsız girdikten sonra ancak öğrendiğim Fethiye’nin sezonda yaşadığı ama artık halkın sanki çok sıradanmış gibi kanıksadığı hırsızlık olaylarını anlatan uzunca bir posta yazdım. Belediyeye sokağın yeterince aydınlatılmadığını, konuyla ilgili talebimi bildiren bir posta yazdım. Perşembeye kadar yanıt gelmediği takdirde yazdıklarımı daha da detaylandırarak Emniyet Genel Müdürlüğüne ve Başbakanlık Bilgilendirme Birimi’ne yazacağım. Emniyet Genel Müdürlüğünü düşünmüştüm ama Başbakanlık Bilgilendirme’den beni bugünkü telefon konuşmamızda haberdar eden Adana asayişten polis memuru L… Beye teşekkürler..

Kocaeli’de izgaz kapaklarından birine takılıp düştüğümde belediyeye yazdığım şikayet postasına bir saat sonra yanıt vermişlerdi. Vatandaş ve insan olarak aynı duyarlılığı bekliyorum..

Muğla Emniyet Müdürlüğü’ne yazdığım postadan bir miktar:

Ben buraların yabancısıyım. Sonradan öğrendiğim üzere yazın hırsızlığın had safhada olduğu Fethiye'de daha geldiğimin üçüncü ayında böyle acı bir deneyim yaşamak bu güzel ilçeyle ilgili düşüncelerimi çok değiştirdi. Bir de aynı gün içinde civardaki 8 eve daha hırsız girmiş olduğu söylentilerini duyunca hiç huzurum kalmadı. Farklı bir iklimden gelmiş biri olarak sıcakların beni hayli rahatsız ettiği bu günlerde kapılar camlar kapalı ve üstelik kilitli yatıyorum evimde. Baş ucumda kesici bir alet bulunduruyorum. Cuma günü (7 ağustos) polisten parmak izlerinin bize ait çıktığını öğrendiğimde girdiğim sinir krizinden çıkabilmem için eşimden üç de okkalı tokat yemiş bulunmaktayım..

Diyorlar ki; 'e sen de altınlarını evde bırakmasaydın' İyi de ben de bir tesise gittim. Orada çalınmayacağı ne malum? Hem ben kapımı kilitleyip gönül rahatlığıyla evimden çıkıp gidemeyecek miyim? Bize çok yardımcı olan polis arkadaşlarımızdan birini sözleri ise tedirginliğimi iyice artırdı: Canınıza gelmediğine şükredin, neden biri diğerinin alternatifi olsun? Canıma da malıma da gelmesin; ikisinden birine mutlaka bir şey olmak zorunda mı? Bir polis arkadaşımızın 'korkmayın, girdikleri eve bir daha girmezler' sözleri üzerine balkonuma 'BU EVE HIRSIZ GİRMİŞTİR' pankartı mı asayım? Ben ne yapayım?

Değerli eşyalarımı evde bırakıp gittiğim için bana sitem edenlere 'hırsızın hiç mi suçu yok?' diyorum. Bu üzüntümün arasında bir de kendimi savunmak zorunda bırakılıyorum. Hırsızı suçlu göstermek için kendimi savunmak zorunda kalıyorum. Evimin bulunduğu yerde neredeyse tüm evlere hırsız girmiş, insanlarla derdimi paylaştığımda o kadar rahat biçimde 'bizim eve de girdi' demeyeni neredeyse yok.. Köşe başındaki apartmanımızın belediye anons direğinin olduğu yer çok karanlık. Belediyeye posta yazarak ışıklandırılması konusunda ricada bulundum ama şimdilik balkon ışığını açık bırakıp kendi emniyetimi kendim sağlamaya çalışıyorum.

Yaz aylarında hırsız çetelerinin buraya gelip hırsızlık yapıp sonra ilçeyi terk ettikleri konusunda söylemler duyuyorum. Ne kadar korktuğumu söylememe gerek yok sanırım ve bu vakaların halk tarafından nasıl bu kadar kanıksanmış olduğunu, bu kadar hırsızlığın olduğu bir yerde neden MOBESE kameralarının olmadığını anlamakta zorluk çekiyorum.

Bir başka sivil memur arkadaşımızın sezon içinde 500 hırsızlık vakasının olduğunu söyleyince de 'nasıl bir yere geldiğimi' düşünmeye başladım. Babamın tepkisinden çekinmesem şu an şu saatte eşyalarımı toplayıp arkama bile bakmadan gitmek isterim buradan..

-------

Uyumuyorum ben, ev ışıldak gibi. Salon ve mutfak balkon ışıkları yanıyor, küreyi ısıtıyorum feci derecede. Az önce Hakan hapşırdı ve ben yerimden sıçradım, bir miktar daha ağladım arkasından. Hayatımın zindana çevrilmesine az kaldı. Gerilim filmlerindeki gibi elimde mavi saplı küçük bir bıçakla dolaşıyorum kendi evimde; ara ara kendi çevremde bir tur atıp devam ediyorum yoluma. Umarım kabusum bitmiştir yoksa o bıçağın üzerine düşer yaralasam yaralasam anca kendimi yaralarım ben :/ Bir de aklıma, ilk geldiğimizde kapımızı açık bırakıp uyuduğumuz günler gelince Alaska’ya yanlışlıkla düşmüş sıcak iklim insanı gibi tir tir titriyorum ama korkudan! Ha bu arada yaralama olayı ille de yatak odasında olacak çünkü benim evimin yatak odasının dışındaki alanları halka açık! Hırsız kadar hakkım yok şu memlekette.E ben kendi emniyetimi kendim sağlayacaksam evimde yakaladığım hırsızın başına gelebilecek akibeti neden ben belirlemiyorum? Yok mu hırsızın hiç suçu?

Sedef’lerle birlikte 3 ağustosta döndük Fethiye’ye. Kocaeli’de onları bekleyen işleri olduğu için Cuma günü babamı da alıp Kocaeli’ne döndüler :( Şimdiden özledim.. Kısa Fethiye tatilleri sırasında Tlos ve Saklıkent’e gittik. Saklıkent’te kanyona giremediğim için çok üzüldüm ama girmem mümkün değildi çünkü suya girmemle birlikte neredeyse ağlatacak derecede yirmi senedir kendimi soğuktan sakınmama neden olan Reynaud Fenomoni ağrılarını hissettim :( Berbattı :(


Yakapark.

Su o kadar soğuk ki 15 dakika kalana içecek 30 dakika kalana yiyecek+içecek ısmarlıyorlar..

Adana'lı bir genç 2 saat 15. dakika kalmış bu suda!

On yedilik bir kız da 1 saat 15 dakika!

Şimdi nasıllar acaba :P


Tokatladığına bakmayın sever beni Hakan benim Onu sevdiğim gibi :)


Bu yavrucak, mini havuz süsü verilmiş barda bir o yana bir bu yana yüzüp duruyordu.


Benim elim de dahil, önünden geçtiği her el onu dokunarak rahatsız ettik :(
Bize yapılsa ne hissederiz acaba; yürürken biri tarafınfan böyle mıncıklansak :(
Özür dileriz balık..

Yemeğimizi balkonda yiyoruz Hakan’la, hırsıza ‘bozamadın bizi, bak ne kadar mutluyuz’ imajı veriyoruz.

Ben bu işin peşini bırakmayacağım. En azından çevremdeki insanlar artık ‘burada hırsızlık çok olur’ demek yerine ‘ne hakla bizi bizim evimize girebilir?’ diyecekler. Evine hırsız giren alt kat komşum ‘Gülen abla bir tek seni gördüm hırsızın peşine düşen’ dedi bugün bana. Bu da bir şeydir..

Kötü gün dostum varmış; hepinize çok ama çok teşekkür ediyorum. Kısa zamanda bir ipucuna ulaşmayı umuyorum, hayal ediyorum, bunu çok istiyorum..

Yorumlar için çok teşekkür ediyorum, hepinizi sevip öpüyorum..

Nöbet tutmaya gidiyorum ben şimdi..

Not: Para cezasına her iki binanın kapı numarasının aynı olduğunu gösteren fotoğrafları da eklediğim okkalı bir dilekçeyle itiraz ettik. Artık kabak kimin başına patlarsa :) Öğrenmiş miyim bencil olmayı Nalan ablam? :P

2 Ağustos 2010 Pazartesi

SIKILDIM SİZDEN..

Neval hanım ;
Madem empati yapma konusunda bu kadar beceriklisiniz kendinizi şehit ana ya da babası yerine koyun, düşünün bakalım bir şehit anası olsanız yine de ‘evet Recep bey haklı, askerlik yan gelip yatma yeri değildir’ diyebilecek misiniz? Kendinizi sadece Recep beyin yerine koyunca empati yapmış olmuyorsunuz neval hanım. Madem hem empatik hem objektifsiniz -ki ben konu ile ilgili objektif olmadığımı ısrarla söylüyorum- objektifliğinizi gösterin ve şehit ailelerini de en az Recep beyi düşündüğünüz kadar düşünün.

Ben kelime oyunu yapmayı çok severim ama anlatmak istediklerimi daha çarpıcı olsun diye oynarım kelimelerle, ironi yapmayı denerim sık sık. Kelimelerle kaçak güreşmem ben. Sizin kullandığınız GÖZÜKEBİLİYOR sözcüğünü de kelimelerle kaçak güreşmeye örnek örnek verebilirim ama.

Kusura bakmayın, benim akıl süzgecim söylemlerdeki hiçe sayılmışlığı, insanların acısı, açlığı ve haksızlıklara karşı duruşuyla umursamaz olan tarzı kabul etmiyor. Benim aklı sağlığım bu kadar rahatlığı kabul etmiyor, ben bu kadar rahat biri değilim.

İşçisi, emeklisi, askeri, köylüsü, şehit ana-babası, çiftçisiyle kavgalı bir Recep bey var karşımızda. O empati yapmıyor ama?

Sizi suçladığımı da nereden çıkardınız hem? Ben sadece neden açık yazmıyorsunuz diye sordum. Düşüncelerinizi neden ' siz anlamışsınız zaten’ gibi cümlelerle ifade ettiğinizi sorguladım. Açık açık başbakan diyebildiniz mi ? Diyemediniz; benim anlamamı beklediniz. Hem açık açık yazamayın hem de ‘başbakan diyemeyecek biri mi zannediyorsunuz karşınızdakini ??’ diye sorun. E hani yazabildiniz mi?

Ben kendimi yakın hissettiğim birinin düşüncelerini o kişinin ismini belirtmeden yazsam bu tarz beni mutlu etmezdi.

Madem hukukta aksi iddia edilene kadar herkes suçsuz; Ergenekon ve takip eden davalarda insanların suçları belli mi peki? Hani aksi iddia edilene kadar insanlar suçsuzdu? Neden neyle itham edildiklerini bilmeyen o insanlar hala içeride?

Beni de nefretiyle yaşamaktan mutluluk duyan biri gibi lanse etme çalışmalarınız inanın beni hiç üzmedi, hiç bozulmadım çünkü Recep beye olan büyük nefretim hayatımın bütün alanında etkili değil; hatta bilakis, sevmeyi seven biriyim ben. Çok ilginç; empatiden, objektiflikten söz eden biri bu sözleri söyleyebilsin; ‘nefretiyle yaşamayı seven Gülen hanım’ sözleriniz ne kadar önyargılı Da olduğunuzu gösteriyor.

Yandaş medya da olmuşuz; evet yandaşm; düşüncelerini bilmediğiniz halde savunduğunuz Recep beyin yandaşı olduğunuz kadar ben de bildiklerini söyleyen insanların yanındayım/yandaşım..

Ha bu arada, eksik ifade ettiğimi fark ettim Recep beyden nefret etmiyorum çünkü Recep beyden çoooook nefret ediyorum! Bu nefret ben ve benim gibi düşünenlerin haklı gururdur.

Evime giren hırsızdan da, askerimi şehit eden de nefret ediyorum. Görüyorsunuz ya, nefret ne kadar insani bir duygu..

Ben asla ‘yanlış anlamışsın/ız’ demem, anlamamışsın/ız hiç demem. Hep kendimde ararım; kırmamak için ‘benim anlattığım gibi anlamamışsınız, ben anlatamamışım derim; en olmadı doğru anlamamışsın/ızla son noktayı koyarım. Ama siz beni hiç anlamamışsınız..

Not: Verdiğiniz yanıt üzerine koyduğum son noktanın aslında noktalı virgül olduğunu fark ettim.

Not 2: Eğer benim amacım polemik yaratmak olsaydı bana olan destek yorumlarını yayımlardım ama bakın yapmıyorum bunu.

Bundan sonraki yorumlarınızı da keyfi olarak yayımlamayacağım; hatta okumadan silme hakkımı kullanacağım; bilginize çünkü size ayırdığım zaman şu an evimde tatillerinin ikinci devresini geçiren aile bireylerime haksızlık oluyor..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails