10 Kasım 2008 Pazartesi



Bir ulusu yoktan var edebilmek için çıktığı yolda kendisine inanıp yalnız bırakmayan silah arkadaşlarını ve Atatürk'ü 'ya Atatürk olmasaydı' sorusunu sık sık sorduğumuz son günlerde daha büyük bir özlemle anıyorum..

29 Ekim 2008 Çarşamba

28 Ekim 2008 Salı

Bloğumu kapat!MASANA

Günlerdir bir bloğumu kapatma çılgınlığı yaşanırken olan biteni izlemek yerine farklı bir pencere açmak ihtiyacı hissettim..Susmak ve susturulmaya çalışmak, susmaya azmettirilmek hayatının kendine ait olmayan kısımlarında bile haksızlıklara hep sesini çıkarmış benim gibi insanlar için isyana teşvik edici bir durum..Hele hele susmaya inat ettiğim, konuşma ve yazmamın bana terapi olacağını bildiğim bu günlerde 'her şeye alıştıkları gibi buna da alışırlar' düşüncesini destekler nitelikteki bu zorakilikten, bu itaat emrinden, bu kaybolmuşluk hissinden hiç hoşlanmadım..
Tabiiki susmayalım, itiraz edelim, 'AB'ye gireceğiz, demokrasi demektesiniz ama çağın dışında kalmış bir yaptırımla komik duruma düşmektesiniz..Hem yasakladınız da ne oldu aha yine buradayız' diyelim.'Çok itirazım var!' diyelim.Evet susmayalım zira hepimiz konuşmak, iletmek, ifade etmek ve paylaşmak için buralardayız.
Amaaaa şunu da anlamadımki bizler sadece burada konuşabilen, ifade edebilen kişilere dönüşmüşüz de haberimiz mi yokmuş?Yeni arkadaşlarımızı blog dünyasının içinden mi seçmeye başlamışız?Sabah kahvelerimizi karşı komşunun balkonu yerine bilgisayarlarımızın başında mı içiyoruz?Bazı nedenlerden dolayı çok dışarı çıkmayan biri olarak çıktığımda da insanlara laf atıp tanışma, konuşma olasılıkları yaratmaya çalıştığımda bunun için mi 'aa deli mi ne?' bakış ve tavırlarına maruz kalıyorum.Yaşam alanlarımızı bilgisayarla iletişim kurabilmek ve ifade edebilmek konusunda sınırlandırıldığının farkında olabilmek için bundan daha iyi bir tüyo verebilirler miydi bize?Blogların kapatılmasının bizlere düşündürmesi gereken asıl konunun bu olması gerektiğini düşünmeye başladığımı kesinlikle söylemeliyim..Elektronik bir araçla aslında oynanan oyunun ismi ne?Kendine ve gerçeklikte ulaşma olasılıklarının pek de yüksek olmadığı sanal bir alemin küçük bir parçası olmak mı?Onbir senedir pc kullanıcısı , blog dünyasının şu dört aylık yeni bir neferi olarak güzel, tatminkar, onore edici arkadaşlıklara ilk adımı attığımı asla gözardı etmeden soruyorum bu soruyu..Nereye gidiyoruz??
Bilun sayesinde sağlık sıkıntısını bildiğimiz Anıl için bloğumu kapatma! tadında oralara buralara dilekçe, posta kampanyaları neden düzenlemedik?Düzenlendi de benim mi haberim olmadı?İlik testi için 25 kişi çok dedik; blog dünyasında bir dolu insanken yaşamsal sıvı olan kan için neden bir araya gelemedik?Neden Sağlık Bakanlığına 'Kardeşim n'apıyosunuz siz; bu 25 kişi çok!Bunun önlemini al, gereğini yap, hadi bakiim' diyemedik?İnternet büyülü bir dünya, blog ve bloglar arası iletişime sözüm yok.Şu kısacık blog hayatım sırasında, şu can üzüntüm, burun direği sızım sırasında ben bile ne kadar ihtiyaç duydum bloğa, anlıyorum ama lütfen elimizi arka bahçedeki taşların altına da sokalım.Yasal bir kararla yasal olmayan birşeyi yaptıranların ayıbı, yasaklanmanın zihnimde yarattığı utanmışlık duygusuna inat hayatın her alanındaki sorunlara, haksızlıklara karşı duyarlı olmaya davet ediyorum sizi.Buyrun şöyle alalım..

Not:Yaşları bana yakın olanlar mutlaka hatırlayacaklardır; internet vs yokken asitli bir içeceğe yapılan zam İzmir halkı tarafından bir günlük boykot suretiyle veto edilince zam kararı geri çekilmişti.Öylesine yazayım dedimdi..

27 Ekim 2008 Pazartesi

Yeni bir hayat

Kaldığım yerden devam edebilir miyim?
Bu burun sızısı geçer mi; ne zaman?
Hayatımın alt üst olduğu düştüğüm bu yerden kalkabilir miyim?
Beni ayağa kaldıran şey ne olabilir; bu güçte bir şey var mıdır?

Yavaştan ve enerjisizce topluyorum eşyalarımı.Her dokunduğum parçaya Onun da eli değmişti.Bu duyguyla başedebilmek için sarf ediyorum bütün enerjimi, o yüzden bu kadar yavaş ilerliyor zaman..Zaman geçsin diye bekliyorum, sadece zaman geçsin.İstediğim tek şey zamanın ben bu kadar durağan ve yavaşken hızla ilerleyip geçip gitmesi.Zaman ve içindeki her şeyin geçip gitmesine izleyici olarak kalmak istiyorum kaygısızca; sanki bana ait değilmiş ya da aitmiş de ani bir kararla, o sahiplenmişlik duygusundan hiç rahatsız olmadan hemen o an vazgeçivermişim gibi..
Acı çekiyorum, isyansızlığı tarifsiz bir acı çekiyorum..Rüyamı aydınlattığından beri 'huzur' dolu bir bekleyiş içinde olsam da o acıyı çok çekiyorum..Huzur dolu bekleyişim midir acıya teslimiyet duygumun nedeni..

İki gün sonra gidiyorum bu evden..Evim bile demek gelmiyor içimden.Çok sevdiğim yaşadığım bu yer artık benim için sadece 'bu ev'..Acımı da götürür müyüm, yoksa hiç olmamış gibi üstünü asla açmamak üzere örtüp Onsuz çekirdek ailemin sorumluluklarını yerine getirmek için başım dik mi dururum?

Mutsuzum.
Özlüyorum ve göremiyorum..

yaramazlık yapmışız.

21 Ekim 2008 Salı

Sevgili Yaşamın Kıyısında ve Geveze Kalem'e yanıt..

Sevgili yaşamın kıyısında,
Evet maalesef anneciğimi, kolumu, kanadımı, arkadaşımı kaybettim.Onu bir daha göremeyeceğimi bilmek bana çok acı veriyor..Bu duygunun ne demek olduğu hakkında hiçbir fikre sahip değildim; çünkü bu, bu yaşıma karşın ölümü sorguladığım ilk aile kaybım..Ölümün ne demek ve nasıl bir şey olduğu konusundaki sorularımı ilk kez sordum ben.Çok azının 'kendimce' cevabı var.Onlardan şimdilik sözetmek istemiyorum..
Kendimle ilgili olarak:
Mutsuz muyum? Evet çok mutsuzum.Vicdanım rahat mı? Evet kesinlikle rahat.Yeterli mi? Asla değil..Nasıl olsunki :(
İçinde bulunduğum ve daha fazlasının elimden gelmediği duygular:
İtirazsız, isyansız, kabul etmişlik çünkü aksinin anlamı yok..
Yaşamın kıyısında; Siz beni anlarsınız, ilgili yazınızı çok merak ettiğim halde şu an hiç hazır olmadığım için halen okumuş değilim ama en kısa zamanda okuyacağım.Msn adresinizi ekledim.Size anlatmak istediğim şeyler var.Sevildiğimi ve acımı paylaştığınızı yürekten hissettiren mesajlarınız için çok teşekkür ederim.
'gerçek dostlarım' oldunuz..

12 Ekim 2008 Pazar

...

Sizleri daha fazla meraklandırmak istemedim.
Artık yazmak istemiyorum.
Hepinize teşekkürler.
Hoşça kalın.

25 Eylül 2008 Perşembe

Annem yoğun bakımdan bu gün çıkıyor :)

Üzerimden silindir gibi bir şey geçti sandım ama neyseki bitti..
Annem dün başarılı bir ameliyat geçirdi.Şu an 24 saatlik süreci tamamlamak üzere yoğun bakımda tutuluyor.Bunun için ısrarlı davranınca genel durumunun gayet iyi olduğu haberlerini sonunda almayı başarabildik.Annem Şener Eruygur Paşayla aynı yoğun bakım ünitesinde tutulduğu için o kattaki herkes diken üstünde.Şimdilik annemin iyi olduğunu haber vermek istedim.Ayrıntılarda görüşmek üzere Sihirli el'im, yaşam gurum, geveze kalemim, Bilun'cuğum, craft woman pıtırcığı bana ümit ve moral veren mesajlarınızdan dolayı hepinize ayrı ayrı çok teşekkür ediyorum .Biliyorum çok yavan ama sadece teşekkür edebiliyorum.Bu gece hastanede kalacağım.Laptoplu arkadaşım EDi (hasta yakınları ona EDi, bana BüDü ismini taktılar) hala oralardaysa duygularım tazeyken bir yazı daha yazmak istiyorum.Sizi sıpsımsıcak sarılıp öpüp hastane yollarına düşüyorum :)
Sihirli El'im, o öyle değil.Çıkmam gerekmeseydi anlatırdım, akşama artık..

23 Eylül 2008 Salı

hastane odasında..

Kocaeli'de..Tren yolculuklarını severim ama bu seferki yolculuğun fazladan tam bir saat sürmesi tren yoluna ait nostaljik ve romantik olmak üzere ikiye ayrılan fikirlerimi darma duman etti.Hastanedeyim.Yorgun ve yine yalnızım.Annem odasında.Yarınki ameliyat için gereken bir takım tıbbi işlemler yapıyor hemşireler anneme.Odada kalmamı istemedikleri için hasta yakınlarının oturmaktan çok, çoğunlukla uyumak için kullandıkları büyük ve rahat koltukların olduğu bekleme salonundayım.Bir hasta yakını biraz uyumak için daha sessiz sakin bir bekleme odasına giderken laptopunu bana bıraktı.Epey zamandır buralarda oldukları yanlarındaki termos ve cam bardaklardan belli olan bir aile bana çay verdi.Herkesin birbirinin dilinden anladığı, bütün dilek ve duaların aynı kapıya çıktığı bir yerdeyim.Bankada sıra beklemek gibi değil.Herkes kendi için dilediğini hiç tanımadığı kişiler için de diliyor.Burası işte böyle bir yer.İlgilenecek bir şeyimin olması annemle ilgili sorunları düşünmeme engel oluyor.
Gelebileceğimi söylediler..Şimdilik bu kadar..

22 Eylül 2008 Pazartesi

Annem ameliyat olacak :(

Nereden ve nasıl başlayacağım konusunda hiçbir fikrim yok aslında..Bu gibi durumlarda olabilecek azami derecede sıkılıyor canım..
Geçen kış annem muayene olmak için hastanede sırasını beklerken bayıldı.İyiki Dolunay yanındaydı.Apar topar acil servise götürülüp çeşitli tahliller yapıldıktan sonra acil servis doktoru anneme aşırı kansızlık tanısı koyarak bir üniversite hastanesinin hematoloji bölümüne yönlendirdi.Hematoloji bölümünde yapılan kan tahlilleri sonucunda anneme iki ünite kan verilmesi uygun görüldü.Annem o iki ünite kanı aldıktan iki ay sonra tekrar kontrole çağrıldı.Kontrolde durumunun iyi olduğu ama belli bir yaştan sonra hastalardan istenmesinde yarar görülen kolonoskopi yapılması istendi.Annem bütün itirazlarına karşın babamın ısrarlı ve oldukça sert tavrına daha fazla karşı koyamadı ve haziran ayında anneme biraz zahmetli bir tahlil olan kolonoskopi yapıldı.Bütün aile sonucun çıkacağı günü heyecan ve sabırsızlıkla bekledik.Sonucu babam aldı.Annemin içinde neler olup bittiğini öğrendiğimizde hepimiz büyük bir şok yaşadık.Maalesef annemin ince bağırsağında büyümeye devam eden 8x2cm boyutlarında neyseki iyi huylu bir kitle vardı:( Büyümeye devam eden diyorum çünkü ilk kolonoskopiyle ikincisi arasındaki süre içinde yaklaşık 2cm büyümüştü.Ameliyata karar verildi.Kitlenin kötü huylu olmadığı ama alınmazsa üç seneye kalmadan kötü huylu kitleye dönüşeceği söylendi:(Üç aydır düşünmemek için elimden gelen, gelmeyen her türlü şeyi yapmış olmama karşın sonunda ameliyat günü geldi çattı..Annem çarşamba günü Kocaeli Üniversite Hastanesinde ameliyata giriyor.
Biliyorum bunu DA atlatacak.Annem çok güçlü, hayata çok bağlı, zeki bir kadındır. Dört sene önce de guatr sıkıntısı ile yatırıldığı hastanede önce insan sonra doktor, ki ikisi bir arada harika bir durum; sevimli, kanatsız melek, mucizevi doktorumuz Prof.Ömer Faruk Ünal'ın dikkati sayesinde asıl sorunun atardamarındaki 18mm.lik kist olduğu anlaşılmıştı ve 40 yaşında profesör olmuş Ömer Faruk Ünal ve ekibinin maharetli elleri tarafından gerçekleştirilen dokuz saatlik çok zorlu bir ameliyat geçirmişti.Ameliyat sonrasında ses tellerinin çalışmayacağı söylendiği halde annem sorunsuz olmasa da konuşabiliyor :) O ameliyatlarda göz kapağı felci riski çok yüksekken nasıl yaptı bilmem ama annem göz kapağı felcini bile atlattı.O ameliyatı bize hatırlatan tek şey, ameliyat sırası ve sonrasında boğazı çok şişeceği ve nefes alamayacağı için nefes almasını oradan sağlamak amacıyla mecburen delinen boğazı :( O dokuz saati nasıl bekledim, bekleyebildim hala bilmiyorum.O günü nasıl geçirdim hiç hatırlamıyorum..
9 kasımdı ve bir kandil günüydü..Ve ben her zamankinden daha da yalnızdım :(
Kafam ve duygularım karışık.Sağlık sisteminin ancak 'bu kadar' olduğu güzel ülkemde neden kanserde bu kadar geç kalındığını ve kanserden kaybedilen insanların sayısının neden bu kadar çok olduğunu anlamış bulunuyorum bir kez daha.O gün o idealist doktor kansızlık sorununu çözmüş olmakla yetinip olasılık dahilinde olabilecek riskleri gözönünde bulundurmasaydı ve kolonoskopi istememiş olsaydı üç sene sonra vermemiz gereken mücadeleyi düşünmek bile istemiyorum.
Annemi çok seviyorum.Annemle aramızda her telden çaldığımız güçlü bir bağ var.İki sene kımıldayamadan sırtüstü yattığımda, yani hastalığımın ilk atağında -neyseki son ciddi ataktı- annem bana çok iyi baktı.O güne kadar neredeyse doğru dürüst nezle olmamış kızının iki sene boyunca yatağa mahkum olmasının getirdiği gerginliklere, zaman zaman taşkınlıklarına karşın kızını sevmekten, ona bakmaktan hiç vaz geçmedi..
Yarın ameliyat günü annemin yanında olmak için Kocaeli'ne gidiyorum.Her şey yolunda gidecek, bunu biliyorum.Moralimi yüksek tutmaya çalışıyorum.Her konuda ama özellikle bu konuda en güvendiğim insan yılmaz savaşçı sevgili babam beni rahatlatmak için ne gerekirse yapacaktır biliyorum..Ailemi çok seviyorum.
Kısıtlı sayıdaki blog dostlarım lütfen dua edin; annem, ben ve ailem için.
Sizi seviyor ve gidiyorum..

21 Eylül 2008 Pazar

Nalan abla ziyareti

Cuma akşamı bir süredir üyesi olduğum 10marifet sitesinin etkin üyelerinden, bloğunu da uzun zamandır takip ettiğim çevre dostu sevgili Nalan ablamın evindeydik.Sıcak bir karşılamanın ardından nasıl geçtiğini anlayamayacak kadar iyi zaman geçirdim.Nalan ablanın aynı dilden konuşan güzel bir ailesi var.Çok sıcak iki kızı, o kızlarından birinin gittiğimizde yeni uyanmış faltaşı gözleriyle annesine 'anne gel' diyen çok yakışıklı bir de Ertuğrul adındaki oğluşu var.Uzun zamandır tanıyormuşuz hissinden dolayı gayet rahat davranabilmek beni mutlu etti.Yeni tanışıyormuşuz değil de uzun zamandır görüşmüyormuşuz sıcaklığındaydı görüşmemiz.Evlerinde misafir olan genç hanım bile ne kadar sıcaktı :)
Nalan abla kadar eşi de çok yetenekli.Birlikte yaptıkları çeşitli işleri zaten sitesinden izliyordum ama 'yerinde' görmek çok daha ilginç oldu benim için.Salon duvarları Nalan ablanın kaıtı sanatıyla yaptığı resimlerle süslenmiş.El yapımı olduğuna Nalan ablanın evinde olduğumu bilmesem kesinlikle inanmayacağım en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş bebekler ve oyuncaklar, 'nasıl bu kadar sabırlı olunabilir' konusunda kendimi bir kez daha sorgulamama neden oldu.Daha bitmedi, Nalan ablanın eşi tek bir tel parçasından bisiklet maketleri yapmış ama bir bisiklette olması gereken ne varsa hepsinin olduğu, ebatları baş parmağıma ya gelir ya gelmez boyutlarında nefis parçalar..Çok etkileyiciydi.
Siyah dedikleri eski dikiş makinalarının ayağının üzerine masa görevi görmesi üzere kestirilip cam konulmuş.Çok ama çok beğendim.Birlikte üreten gıpta edilesi insanlar..Nalan abla acemiyim ya; blogla ilgili bilgilerini aktardı bana.İyi de oldu.Gelir gelmez listemi yeniledim.
Nalan abla ve eşi cumartesi günü bayrama kadar kalmak üzere Akyazı'ya gittiler.
Nalan abla herşey için çok teşekkür ederim..İyi tatiller :)

19 Eylül 2008 Cuma

Blog dünyasında geldiğim son nokta..


Yok artık, bu kadarı da olmaz oysa iletişim sadece bir gerekliliktir.
Nalan ablacığım, birazdan size gelmek üzere Hakan'la buluşacağım.Şu görmüş olduğunuz keki her ihtimale karşı önlem olması açısından önce ben tadayım, yarım saat bekleyelim.Hala yaşıyorsam sorun yok demektir..
Görüşmek üzere :)

Bir kargo masalı..

İzmir'den kargo yoluyla eve teslim bir paketimiz gelecekti.Gün boyu beklediğim halde gelen giden olmayınca aklımdan çıktı.Geceden hatırlayınca ertesi sabah uyanır uyanmaz ilk işim kargo şirketini aramak oldu.

Gülen:Günaydın
Görevli:Günaydın
Gülen:Ben Gülen Tezer Üstün.İzmir'den bir kargo bekliyordum ama halen elime ulaşmış değil.Bir açıklamanız vardır umarım?
Görevli:İsmi bir daha alayım.
Gülen:Gülen Tezer Üstün.Ben de sizin isminizi alayım.
Görevli:Ben Koray.
Koray:Bekletebilir miyim sizi?
Gülen:Hayır.
Koray:Hemen baktırıyorum.
G:Mümkün olabildiğince çabuk.
K:Kargonuz burada.
G:Şaşırdım şimdi; neden hala orada?
K:Eviniz nerede?
G:Neden, çaya mı geleceksiniz?
K:Adres alayım.
G:Kargonun üzerinde yazmıyor mu?
K:Yazıyor.
G:O halde?

Adrese bakıyor ve başka birine '..... semtine eve teslimimiz var mı?' diye soruyor.Aldığı cevap hayır.

K:Hımm.Sizin oturduğunuz yere kargo servisimiz yok.
G:Kabul etmiyorum.Ayırımcılık bu.
K:Ama hanımefendi...
G:Bak Koray kargom geliyor ve siz eve teslim olduğu halde getirmediğiniz gibi telefonla bile haber vermiyorsunuz.Benim aradığımda da oturduğum bölgeye eve teslim olup olmadığını benim sorgulamam sonucu öğreniyorsun.Şimdi ver bakalım birlikte öğrendiğimiz buraya adrese teslim olmadığını söyleyen kişiyi telefona.
Veriyor.
G:Kimsiniz?
Kişi:Ben Murat.
G:Aynı şeyi size de anlatacak değilim, kargomu eve istiyorum.Telefonu kapattıktan sonra Koray'dan konuyla ilgili gereken detayı alabilirsiniz.
M:Hanımefendi bu mümkün değil.
Aslında bu cevap işime geliyor.Telefondaki hışım diyaloğu kesmedi çünkü..Olay mahalli senaryosu lazım bana..
G:Öyle mi!Hemen geliyorum oraya!
Telefonu kapatıyorum.Öfke soluyan burun deliklerim hızlı hızlı açılıp kapanıyor.
Daha önceden orada olduğunu bildiğim kargo şirketinde alıyorum soluğu.Ne göreyim; şirket taşınmış ve taşındıklarına dair ne bir iz ne bir ses.Sordum, soruşturdum, buldum.

G:Kargomu alabilmem için bu kadar eziyet yeter sanırım.Şimdi alabilir miyim?
K:Gülen hanım sakin olun.
G:İsmin Koray mı?
K:Evet.
G:Sen hiç karışma Koray!
Diğer iki kişiye dönerek; nedir bu?Sizin buradaki bulunuş amacınız nedir?Kargo geleceğini bilmesem, peşine düşmesem benim bundan haberim bile olmayacaktı belki.
DOĞRU DEĞİL, SADECE İRKİLTMEK İÇİN:İçinde ne olduğunu biliyor musunuz? Dün akşam 17.30a kadar yetişmesi gereken önemli bir belge ve hayati bir ilaç.Nasıl telafi edeceksiniz, nasıl bir açıklama mağduriyetimi giderebilir?

Arka masada oturan şef:Özür dileriz, haklısınız ama kargoyu alan şubenin hatasından kaynaklanıyor.Biz teslim eden şubeyiz.
G:Aranızdaki anlaşmazlığı çözmeniz için ombdusman mı gerekiyor?
Ş:Pardon?
G:Önemli değil..Sizin aranızdaki anlaşmazlıktan dolayı kargo peşinde ben mi koşturacağım?
K:Sizin oturduğunuz yerde kimse yok, dolayısıyla oraya eve teslimimiz yok.
G:Biz eşşek miyiz Koray ve sen sus!Sen daha oturduğum yere eve teslim olup olmadığını bile benim sayemde öğrendin.
K:İşe yeni girdiğimden olabilir mi acaba?
G:Akşama kadar burada durup o yeni girdiğin işten acilen kaçmana neden olabilirim Koray.Sen sus!
Bu arada paketime kavuşturuluyorum sonunda.Ayağımda topuklu pabuçlar var ve şubeyi ararken artık onlar üzerinde durabilmem işkence haline geliyor.Paketi açıyorum.Şef, Murat ve Koray'ın şaşkın bakışları arasında son darbeyi vurarak paketten çıkan yol yorgunu zavallı converse ayakkabıları geçiriveriyorum ayağıma.

G:Bu paketin içinde hayati önem taşıyan bir belge, ertesi güne kaldığında hiçbir işe yaramayacak olan bir ilaç olabilirdi..
Ş:Çok haklısınız Gülen hanım.
G:Haklı olmak istemiyorum ben.
Üçü birden:Ayakkabılar çok şıkmış.
G:Teşekkürler..

Bir daha bir daha özür dilediler..Özür dilendiğinde kabul etmek nezakettendir.Kabul edip çıktım.Hiç değilse sevgili gün yorgunu ayacıklarım spor ayakkabılar içinde rahat döndüm evime.
Hakan'ın eniştesi pilot.Eniştemizin armağanı zavallı converseler ta Çin'lerden uçakla önce İstanbul'a arkasından kargoyla İzmir'e oradan yine kargoyla Ankara'ya kadar gel, Ankara içi beş km.lik yolu geleme.

Bu kadarla kalsa iyi.Kuzenim bir gün sonra yine aynı şirketle kargo yollamasın mı??Bir sürü aksaklık ve telefon trafiğinden sonra kargonun hangi şubeye yönlendirildiğini yine kendi çabalarımla öğrenip bir gün önceki olaydan ders çıkarmayarak beni yine mağdur eden kargo şirketinin İstanbul konuşlu müşteri hizmetleri servisini aradım ve gerekli gördüğüm şikayet konuşmamı yaptım.

Kısa diyalog:
....
Gülen:Hmm demek eve getiriyorlar?
Murat:Evet ama adresi bulamamışlar.Olmazsa ortak bir yerde buluşsanız?
G:Hazır buluşmuşken oturup bir yerde çay da içelim mi?
M:Yok, arkadaşlar oruçlu.
G:Allah kabul etsin.
....
Kimse yanlış anlamasın, bu diyaloglar kişisel kaprislerimden kaynaklanmadı.Daha önce içinden 'önemli belge' çıkan bir kargo maceram daha olmuştu ama sorunsuz, tam zamanında..İşte o zamandan beri kargo hizmetini çok sık kullanan biri olarak kargoculuğun bir anlamda amme hizmeti olduğunu düşünmekteyim.

18 Eylül 2008 Perşembe

Ne kadar kötü olabilirki?? İçi götürmeyenler okumasın..







Yanığın üzerinden neredeyse üç ay geçti.'Ne kadar kötü olabilirki?' soru ve düşüncelerine bir yanıt vermem gerektiği konusunda tereddütlerim olsa da iyileşme süresince çektiğim acemi fotoğrafları yayınlamaya karar verdim.Biliyorum bunu yapmam çok iğrenç; bir başkası yapsa ben ne düşünürdüm; hiçbir fikrim yok ama abarttığımın düşünülmesi beni çok üzdü.Bu süre içinde sorunsuz kullanabildiğim bir uvzumu kullanamamak benim için yeterince sinir bozucuydu zaten; bir de 'daha iyileşmedi mi, ne yanıkmış ama ha' gibi yaklaşımlar canımın acısının yanına hiç yakışmadı..
Fotoğraf çekimi ve ekleme konusunda hala hiç iyi değilim.İlk fotoğraf şu anki hali, sonrakiler de ilk zamanlara ait olan fotoğraflar.
Bunu yaptığım için üzgünüm.
Yarın Hakan'la Nalan ablacığıma akşam çayına gidiyoruz.Nalan ablanın vereceği ilaçtan çok umutluyum.Hiçbir parmağım sağ el işaret parmağımın yerini tutmadı; tutamaz..Hala bükülmese, şiş ve ağrılı olsa da ona çok ihtiyacım var..

İstek üzerine..







6mm 18 dikiş nakış deseni
Masura sarma
4 adımda ilik açma
Geri dikiş
Ayak ile kıvırma
Sürfile, kırk yama, kasnak nakışı, esnek kumaş dikimi, nervür yapabilme
Baskı ayakları
İplik kesici
Düğme kesici..
diye devam ediyor.İkiz kardeşim aynısından, dikiş dikmeyi giyim kurslarından öğrenen ablam da bir model altını yirmi senedir kullanıyor.Kullanan kişiler olarak diyorumki; seviyoruz biz makinalarımızı.Sen de araştır istersen..

17 Eylül 2008 Çarşamba

Öğrenci oldum

Hakan çok istediğim için evlilik yıldönümüne denk getirip bana bir dikiş makinası aldı.Dikiş makinası alarak kişisel armağandan da kurtarmış oldu paçasını böylelikle.Oysa favori armağan talebim en siyahından kadife bir kutuda 'aria üç taş fırlanta' sanatına ait nadide bir parça idi :P Ama ne oldu; dikiş makinasına fit olduk:)Çoğunluk öyle olmaz mı; anneler gününde düdüklü tencere verilir evin annesine.Kadın hep mutfaktadır, hep yemek yapmalıdır ya..
Dikiş makinamı çok sevdim.Kullanımı kolay, pratik bir model.Tut sapından her yere götür, bir nevi kanka yani :) ama cici makinam bir işe yaramalı, dikmeli örneğin :P Ve ben kafamda geçen seneden beri durup duran bu projeyi hayata geçirmek üzere dün ilk adımı atıp koştur koştur bir kursa yazılmaya gittim.Artık uğraşacağım yeni bir hobim var.Heyecanlıyım.
Öğretmenimizle de tanıştım.Disiplinli bir kişilik, sert biri, sanki Hitler'in üçüncü kuşak torunu.Severim böyle öğretmenleri.'Bayramdan sonra başlıyoruz.O parmağı bir an önce iyileştir; çok çalışacaksın' dedi bana.
Parmak tamamdır öğretmenim, hadi dikelim artık..

16 Eylül 2008 Salı

Uyku sıvışınca :/

Sabahın derin serinliğinden
Önce bir tutam kızıl çalsam
Biraz da lacivertinden eklesem
Güneş ışırken kaçan ay
Akşama yine gel
Olur mu?

15 Eylül 2008 Pazartesi

Gelin adayları buraya :)











Dün akşam yemeğini bitirmiş tatlılara henüz geçmişken kapı çaldı.Akşamları çalan kapılara Hakan bakar ama dün akşam İzmir yoksunu Hakan'ı elimizden geldiğince rahat ettirmek arzusundaydım :P Haklı da, İzmir üzgünü kendisi.Bir kaç gün bir dediği iki edilmeyecek.Kolay değil, adam memleket; hem de denizi olan bir memleket gördü geldi.
Çalan kapıya döneyim ben.Yalnız olmadığımın güveniyle zıplayıp 'kim o?' deliğinden bakmadan kapıyı açmamla bir köpeğin üzerime atlaması arasında en fazla üç saniye geçti geçmedi.Bir köpek, neredeyse kalbi ağzında atıyor ve ön patileri göğüs kafesime bastırılı duruyor öylece.Önce korktum, çok korktum ama baktım sakin, munis bir şey ve tasması var; anladımki kalıcı değil, zaman kaybetmeden sevmeye başladım.Ona nerdeden çıkageldiğini sordum ama haliyle hızlı hızlı solumasının dışında bir cevap alamadım.Tanıdığım bir köpek, tanıdığım birinin köpeği değil.Piyangodan çıkan en büyük ikramiyeye sevinçle bakarken, Dolunay ve arkadaşı Rocky'nin alt kat merdivenlerinden gizlenmeye çalışarak beni izlediklerini fark ettim.Bir koşu çıkıp Lucky'le tanıştırdılar beni.Bu her halleri bir acayip garip üçlüyü içeri davet ettim ama köpeğin kibar sahibi Lucky'i içeri almak istemeyeceğimi düşünerek Lucky'nin balkonda durabileceğini söyledi.Olur mu öyle şey?Benim Lucky'le oyun oynamam gerekiyor, Onu sevmeliyim, kucaklarsam rahat edebilirim ancak.Lucky beyler içeri dalar dalmaz rutin bir işi yapıyor edasıyla bütün evi ivedilikle gezdi ve önüne bir de terlik katmış oturma odasında yere konuşlandı.Çok özel ve güzel bir American Cooker.Kızıl, uzun ve bakımlı tüyleri, onu çok sevimli gösteren yer süpüren kulakları var.Rocky her ne kadar bu sevimli şeyin kendisine itaat etmekte çok başarılı olduğunu söylese de Rocky'nin emirlerinin Lucky tarafından pek önemsendiği söylenemez.Rocky Lucky'e oturmasını söylediğinde Lucky yattı, yat dediğinde koştu:) En güzel eğlenceyi Hakan yarattı.Bir terliği Lucky'nin yakalayabileceğinden daha yukarıda tutup hoplayıp zıplamasını sağladı.Bu mutluluk tablosundan sonra 'eve kedi alalım mı?' sorumu hedef büyüterek 'bu eve bir köpek şart' şekline çevirdim.

Şimdi; 18 aylık sevimli, yakışıklı mı yakışıklı, söz dinlemez bu delikanlıya American Cooker gelin adayları arıyoruz.
İlgi ve bilginize..

Fırında makarna



Fırında makarnayı çok severim.Değil fırında makarna yapmak ocakta makarna yapmayı bile beceremem ben.Makarnalarım ya az pişmiş ya fazla pişmiş olur.Çoğu için makarna kolay yemektir.Benim içinse her keresinde hüsranla sonuçlanan acı bir deneyim.
Cumartesi günü Hakan'ın ayağının tozuyla, dakika bir; gol bir havalarında 'makarna mı yapacaksın eyvah?' sözüne aldırmadan giriştim mutfağa.Önce hani yine beceremezsem diye tarifi iki kişilik yapmak istedim.Sonra bir aksaklığa meydan vermemek için tam tarifi uygulamaya karar verdim.Bir paket makarnadan geriye 4/1 kaldı.4/1lik makarnayı da sürprizlerle dolu bir ziyaret failleri Dolunay, arkadaşı ve Lucky yedi.Lucky kim mi? Merak yok, nasılsa bir sonraki yazımda tanışacaksınız.

14 Eylül 2008 Pazar

İyiyiz :)

Hakan'a daha fazla zaman ayırmak için kısa bir yazı:
Onunla birlikte olmaya başladığımdan beri hiç bu kadar iyi hissetmemiştim kendimi.Aramızda bizden kaynaklanmadığı halde sorun olarak gördüğüm şeylerin yerli yerine oturması, şu iki gün içinde ne kadar adil bir bakış açısına sahip olduğunu daha net anladığımdan beri kendimi daha iyi ve mutlu hissediyorum.Mektubumu okuduğunda yardım konusundaki talebim karşısında elinden gelen, gelmeyen ne gerekirse yapacağını okudum yüzündeki ifadeden.
İki gündür canım kabak yemeği istiyor.Yemeği neredeyse hazırlamışken geldi ve baharatlarını ekledi.Hakan'la baharat konusunda yeni keşifler, güzel tadlar elde ettim.Hangi baharatla hangi yemek daha leziz olur öğretiyor bana.Ailemle yıllarca ciğeri soğan,domates, biberle sotelerken ciğerin sadece soğan ve kimyonla ne kadar eşsiz bir tada sahip olabileceğini Hakan'dan öğrendim..Ciğeri artık soğan ve kimyonla yapıyorum..Öğretiyor :)

13 Eylül 2008 Cumartesi

Hakan yolda..

Ne zaman il dışı bir gelenim olsa o gece sevinçten uyuyamam.Biliyorum bu gece de aynı şey olacak, sabaha kadar uyuyamayacağım.Hakan geldiğinde muhtemelen sabaha karşı dalmış olacağım için Onu kapıda karşılayan ben olmayacağım.Bu akşam kendi evime dönecektim ama Dolunay'la organize olamadık.Beni ve bavullarımı evimize o götürecekti.Kendim dönemem.Dönsem de geceyi tek başıma olduğumu bildiğim bir evde asla yalnız geçiremem.Baba ocağını, buradaki hareketi seviyorum ama evimi çok özledim..

Hakan'a mektup,
Düşündüm.
Çok azı 'biz' kaynaklı çok fazla sorun yaşadık seninle.Hepsinden güçlenerek, sorun aşma aşamasında birbirimize daha da kenetlenerek, birbirimiz hakında daha çok şey öğrenmiş olarak çıktık..Bu son krizi de atlattıysak; tamamdır, yolumuza devam edebiliriz her neresinde kaldıysak..
Sabah olsa da gelsen artık..Özledim seni..
İkimizle ilgili olmayan hiçbir konuda seni üzmek istemiyorum.Yardım et bana lütfen.
Ben bir dost..

11 Eylül 2008 Perşembe

Görme tembelliği


Sinir bozucu bir dün gece geçirdim.Erken kalkma ya da kalkamama fobim, üç ay önce bu randevuyu aldığım günden beri bu sabah nasıl kalkacağım korkusu yaşattı bana.Sabaha karşı dalmışım.Hala cam açık yatıyorum.Hava biz fark etmeden belirgin biçimde serinlemiş.Sabaha karşı o dalma anında içeri dolan serin hava beni biraz uyandırsa da üşüme hissim sıcaktan uyumadığım gecelere inat o kadar iyi geldiki mutlulukla battaniyeye sarılıp 'ne güzel üşüyorum' dedim kendime.Üşümenin en güzel haliydi.O sırada bir kabus görmeye başladım.Simsiyah, bol bir kostüm ve kapkara bir makyajla Bülent Ersoy elindeki mikrofonu kafama vurmaya çalışarak 'Kürdili hicazkar o' sesleri eşliğinde peşimden koşuyordu.Sonra ne olduysa ayağı takılıp tekerlekli bir şezlonga yüzü koyun uzanmasıyla şezlongun arkasından uçak motorlarının kalkış sırasında çıkardığı koca alev toplarının aynısından çıkarıp üzerinde Bülent Ersoy'un oldukça kızgın halinin gökyüzünde kaybolması bir oldu.Hala 'Kürdili hicazkar ooo' diye bağırıyordu.Bu hazin sonla sanırım ondan kurtuldum..
Lens merkezi doktoru yaptığı muayene sonucunda lensin gözüme hiç bir yararı olmadığını çünkü zaten sadece sol gözümle gördüğümü söyledi.Lens kullanmayacağım artık çünkü sağ göz merkezim doğuştan genetik olarak hiç oluşmamış.Bir yararı olmayacaksa neden takayımki?Yıllar önce ilk lensimi taktığımda çıkaramamış soluğu hastanede almıştım da internlerden biri gülerek 'pardon siz salak mıksınız?' diye sormuştu; aynı iş için ikinci kez gidince hastaneye:( Ben o işi hiç sevmedim.Sol gözümle görmeye, okumaya, yazmaya, dikmeye, örmeye, izlemeye devam edeceğim :)
Annem yine çok üzüldü.Bunu her muayene sonrası duymak onu hala üzüyor.Teselli ettim, o ağladığında mutsuz olduğumu söyledim, sustu.
Sol gözüme iyi bakmalıyım..

10 Eylül 2008 Çarşamba

Uyuyamadım :(

Sabah 8.00de lens kontrol randevum var.Uyuyamadım :(
O saatlerde muhtemelen gözlerim uykudan kapanacakken açmaya uğraşsın '8.00de burada ol' diyen o doktor..

9 Eylül 2008 Salı

Daha dün annesinin kollarındayken..











Çabucak gelivermek isteği bir kez tıbbi müdahaleyle engellendikten yaklaşık bir ay sonra, biz onu 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında beklerken 4 Ekim 06.10da girdi hayatımıza.Doğumun yaklaştığı haberini aldığımda Eskişehir'deydim.İki saat sonra Ankara ve sonunda Körfez'e doğru yola çıkmayı başarabildik gürültücü aileyle.Yol bitmek bilmedi, sahiden o kadar uzun muydu o yol; daha önce hiç fark etmemiştim.Fark etmemiştim çünkü yetişmem gereken bir yer ya da durum yoktu o ana kadar.

Hastanede elma yarısını doğum sancıları içinde kıvranırken görünce dehşete düşmüştüm.Şimdi ne zaman bir hamile görsem o sahne belirir zihnimde ve içim cız eder.

Doktorumuz doğumun sabah saatlerinde beklendiğini, orada bulunmamızın gereksiz yorgunluk olacağını eve gidebileceğimizi söyledi.Annemin uzun yoldan geldiğim ve doğum ertesinde bana ihtiyaç olacağı için eve gidip dinlenmem konusundaki telkin ve ısrarına daha fazla karşı koyamadığımdan içime sinmeye sinmeye çok sevdiğim eniştemi hastanede bir başına bırakıp eve döndük.Ertesi sabah 6.15de uyur uyanık sabırsız uykumuzdan bir telefonla kaldırıldık.Sonunda Miraç kandilinde çıkıp gelivermişti Miraç Erdim.

Hastaneye uçarak geldik.Gerçekten de uçarak gittik çünkü Erdimin dayısı Dolunay dereceleri olan bir araba yarışçısıdır.

Eniştem, görevliye benim her durumda çok işimize yarayan ikiz kontenjanından teyze olduğumu söyleyerek bebeği görmemi sağladı.Erdim görevlinin kucağındaydı ve benim nefesim kesilmişti..Aman Allahım bu minicik şey bizim miydi?Pembe pembeydi yanakları ve uyuyordu.Dokunmadan, gözlerim dolu dolu sevgi sözcükleri sıralamaya başladım peş peşe.Eniştem 'alsana kucağına' dediğinde 'ciddi misin sen' demiştim şaşkınlıkla.Oysa sakarlıklarımdan dolayı miniğimin kucağımda olmasına izin verilmeyeceğini düşünürdüm hep.Dikkatlice aldım onu.Ellerimdeydi artık, bayramda en çok istediği armağanı beklemediği anda almış küçük bir çocuğun heyecan ve mutluluğuna ortak bütün bedenim.İşte o an oldu ne olduysa.Derin, kopmaz, incinmez, asla yeri doldurulmaz, karşılıksız bir sevgi ve şefkale bağlandım miniğime.Öyle bir zamanda çıkageldiki soğukken hayata yeniden ılındı içim.

Erdim büyüdü ve bugün okula başladı.Sürekli planların yapılıp yapılan planların bozulduğu ve yerlerine yenilerinin konduğu bir süreçten geçerken okula başladığı bu ilk gün heyecanını Erdimle paylaşamadım.Gözlerim dolu fotoğraflarına bakmakla yetindim ancak.Sağlıklı ve mutlu olsun da ben hep onunlayım zaten..

Teyzen seni çok seviyor miniğim..

Not:Aslında ismi Erdi ama ben Erdim diyorum.Bu nedenle de ayırma virgülü kullanmadan yazıyorum ismini.

7 Eylül 2008 Pazar

Zoraki ayrılık :(

Hakan iş yerinde ayağı kayıp düştü..Belinde şişlik ve morluk oluştu.Daha da kötüsü, düşme kaynaklı değil ama öncesine ait bel kayması saptandı..Çok ama çok üzüldüm :( Ne yazıkki kişisel çabalarımla onarabileceğim, giderebileceğim bir durum değil:(
On gün rapor verdiler.Hakan da bu on günlük raporu neredeyse bir senedir görmediği ailesinin yanına; İzmir'e gitmek için kullandı.Bense onunla gitmemek için kendimce haklı nedenlerimi öne sürerek baba ocağında kalmayı tercih ettim.Onunla gitmek istemediğim, tek başına gidip ailesini görmesi konusunda ısrar ettiğim için neredeyse tartışmaya doğru yol alan kendi doğrularımızı kabul ettirme çabaları dahilinde yapılacak en iyi şeyin onun yalnız yolculuğu olduğundan şu an bile hiç şüphem yok.
Bu, bu sene Hakan'ın üçüncü kazası.İlk ikisi ayak baş parmaklarının birinin çatlaması diğerinin kırılmasıyla sonuçlanmıştı :( Çatlakta ağır olmadığı ve orada da dinlenebilir düşüncesiyle raporu evde geçirmek programında ani bir kararla değişiklik yapıp iki dakika içinde hazırlanarak kardeşimin yaşadığı kente gitmek için çıktığımız uzun ama hiç sıkılmadığımız bir tren yolculuğu yapmıştık.Kıştı ve ben onbeş gün süren ağır bir gripal enfeksiyonu henüz tuş etmiştim..
Bu sıcakta içim üşüyor..
Ne zaman dönerki??

6 Eylül 2008 Cumartesi

Bir fikir üretmem gerek

Keşke benim de silikon tabancam olsa :(
'Şeytan doldurur' diye Hakan evde silikon tabancası istemiyor :(

5 Eylül 2008 Cuma

Yarım yamalak bir iftar sofrası











Hareketli ailemi, nasıl bir casaretse sanki çok becerikliymişim gibi iftara davet ettim.Beceriksizliğimin yanına, kullanım dışı sinyalinin üzerinden iki ay geçmiş olmasına karşın hala atıl biçimde olduğu yerde sadece durabilen, bükülemeyen, iş göremez raporlu parmak ta eklenince 'yapılacaklar listesi' ve 'kolay menü' her zamankinden daha fazla zaman aldı.Üstüne üstlük yemek öncesi iştah açıcı olarak sunulan ev yapımı bazlama üzeri tereyağ ve bal konusunda takılıp kalınca da..İlle yapacağım ya, hemen internetten buldum bir bazlama tarifi.Hamuru sağ el işaret parmağım havada yoğurup mayalanması için beklemeye aldım.O azıcık undan yapılma hamur şişti, şişti, öyle bir şiştiki sardığım örtü bile hamura bulandı :( Hamuru tarife sadık kalarak yoğurduğum halde tavaya oldukça ince koyduğum için çok başarısız bir bazlama çalışması oldu :/ Öyleki, terörle mücadelede rahatlıkla kullanılabilinir bir sertlikte diye tarif edebilirim yumuşaklık derecesini.Birinin ayağına düşse yumuşak doku zedelenmesi yapar adamı kesin.O derecede yani!
Fırınlar pide yapmıyor ya (!) ramazanda pide olmazsa ayıp olur diye bir de pide yapayım dedim.Tarife göre tam bir kg undan bir pide hamuru yoğurmuşumki, iftar çadırlarında beş masayı doyurur!Pideyi de daha önce hiç yapmadığım için biraz, hayır hayır! biraz değil çok kalın biçimde yayıp attım fırına.Hakan'la gece 3.30 sularında çömelmiş, fırın camından kalp atışını andıran ritmik iniş kalkışlarla hala şişmeye devam eden pidelerden gözümüzü ayırmadan yorum yapıyoruz:
Hakan: Gülen biz daha önce pide yapmış mıydık hiç?
Gülen: Yapmamıştık Hakan.
Hakan: Şimdi niye yaptık?
Gülen: Bilmiyorum Hakan.
Hakan: Bir daha yapar mıyız?
Gülen: Sence Hakan??

İkimiz aynı anda kıkırdayarak 'asla' deyip şişmeye devam eden obez pideleri kendi kaderlerine terk edip filmimize geri dönüyoruz.
Revani felaketine hiç değinmiyorum.Onun adı artık başka bir şey; yani en azından benim sözlüğümde :/
Ertesi gün yemeğe gelen aileme mercimek çorbası, karnıyarık, pilav, cacık, zeytinyağlı fasülye, şişman görünümlü pide-ekmek- çörek karışımı o şey, bazlama niyetine 'sert'leme ve tatlı olarak ta ayrılıkçı irmiği diğer malzemelerden bağımsız durmak istediği için parça pinçik dağılan, çatala alındığında tane tane dökülen revani ikram ettim.Sağ el işaret parmağım nedeniyle sunumum da çok iyi değildi üstelik..
Ve hamur yoğurmak, onlara şekil vermek, sabaha karşı yatmanın ızdırabı, dağıttığım mutfağın yanında Hawai'de tatil gibiydi.
Sonuç itibarıyla, hamur çalışmaları açısından başarısız bir akşam yemeğiydi.Neyseki unlu mamüllerin dışındaki besinler ailemin sofradan aç kalkmasına engel oldu.
Her ne olursa olsun ailemle birlikteydim ve mutluydum.Onlar da öyle :) Karnımız doymuştu; ekmek bulamayan bir çok insan varken :(
Not: Ama olayı çözdüm ben.İnce yaymam gereken hamuru kalın, kalın olması gerekeni de ince yaptığım için oldu bütün bunlar..Bir dahaki denememde kullanılmak üzere kulak arkasına attım bu bilgiyi.

31 Ağustos 2008 Pazar

Sıkıntıdan abajur yapımı :)













Bugün sıkıldım, bir daha sıkıldım, çok sıkıldım.Mutlaka bir şeyler yapmam gerekliydi.Kitap okumak istedim.Her nedense dikkatimi toplamayı beceremedim.Nedenini bilmediğim bir karışıklıktan dolayı dağınık olan kafamı daha fazla yorarsam gerileceğimi anlayınca evde uzun zamandır kumaşı paralanmış olan abajura neler yapabileceğimi düşündüm.Kumaşı hala kullanamadığım sağ el işaret parmağıma zarar vermemek için çaba sarf ederek çıkarmayı başarabildim.İskelete baktım baktım bu kez de iskeleti oluşturan metal çubuklara bakmaktan sıkılıp eyleme geçtim.Ve bunu yaptım :0)

Pazar

Bu sabah, daha doğrusu öğle üzeri uzun zamandır ilk kez yalnız uyandım.Ablam bir süredir bende kalıyor.O erken başlıyor güne.Ben hala uyurken beni rahatsız etmemek için minik adımlarla hareket ediyor evde.
Erken yatmayı ve uyanmayı altı yaşımdan beri, pazar günlerini onbir yaşımdan beri sevmiyorum.Eğer erkenden orada bulunmam gereken bir işim varsa sabah erken kalkacağımı bilmek gecemi karabasana dönüştürür.Onbir yaşımdan beri yatağımı kapatmayı da sevmiyorum.Evde yalnız olacaksam gün içinde yatağım hep açık kalır.Akşam üzeri kapatırım bir kaç saat sonra yine açılacak olan yatak örtüsünü.
Pazar günleri benim yatılı okula dönüş günümdü.
Pazar günleri dışarı çıkmayı sevmiyorum..
Sanki bir el beni çekip okula götürüverecek gibi..
Pazar günlerini sevmiyorum..
Bugün evde yalnızım..

28 Ağustos 2008 Perşembe

Hani tutulacaktı!

25ini 26sına bağlayan gece tam 00.30da yanındaki kadının elinde fotoğraf makinası olan bir erkek başları gökyüzünde bir şeyler aranırken görüldüyse onlar Hakan ve Gülen'di.Bir zamanlama hatası yapıp 26sını 27sine bağlayan geceyi bir gece önceye alıp ancak bilmem kaç asır sonra gözlemlenecek ay tutulumunu izlemek üzere kafalar yukarıda, gökyüzünde tutulmuş olan ayı bulmaya çalıştılar ama başaramadılar.Dakikalarca bakındılar; tutulmayı bırakın ayı bile göremediler.Ertesi gün Gülen aslında tutulmanın o gün gerçekleşeceğini öğrendi ve geceyi beklemeye başladı.Gece oldu.Hakan'la Gülen ay tutulmasını göreceklerinden çok emin dışarı çıktılar..O da ne, ay yok!Evet ay yok!Biz ne dün gece ne bu gece tutulmayı geçtim ayı göremedik bile.Hakan'ın 'o başka bir yerde tutulmuştur' yorumunu ise takdirle karşıladım..

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Öfkeye dönüşen büyük aşk

Balkondan çocuk bahçesinde 'kendi kendine oyun oynama becerisi' kazandırılma eğitimi verilen Umut'un anne ve teyzesini sitenin merdivenlerinden Umut'u izlerken görüyorum.Evde sıkılmışım.Yanlarına sohbet etmeye gidiyorum.Bir gözümüz geçen kurban bayramında her nasıl yaptıysa devirmek suretiyle 82 ekran televizyonun altında kalıp bütün bir bayramı tüm ailesiyle birlikte acil serviste geçiren Umut'un üzerinde.Bir süre sonra Umut tek başına olmaktan sıkılıp yanımıza geliyor ve birbirlerine kuzucuk diye hitap ettiği teyzesine
'Dududut del sana Aytar'ı dösteriim' diyor.
'Aytar kim' diyorum merakla.
Teyze kuzucuk 'Aytar değil Ayten'
diyor göz kırparak ve Umut'un uzattığı minik eli tutup peşi sıra gidiyor.Anneyle ben arkadan takip ediyoruz.Biz üç kadın hemen arkadaki bloğun önündeki süs havuzunun duvarına oturup Umut'un
'Aytar atağı in'
diye bağırmasının ardından ona inmesi için kendince bir süre verip inmediğini gördükten sonra aynı cümleyi tekrarlamasını izliyoruz.Ayten inmiyor.Umut sabırsız ama hala umutlu.Sırada yalvarış cümleleri var bu kez.
'Aytar nolur in'
Ayten inmek bir yana balkona bile çıkmıyor.Umut artık sinirli, sevgisi şiddete dönmüş, tehdit içerikli mesajlar vermeye başlıyor;
'Aytar detirme beni oraya!İn dedim!İntene!!'
Bu tatlı delikanlının Ayten sevgisinin umutlu bir bekleyişten sonra aşama aşama önce sabırsızlığa ardından sinir buhranına ve daha da ileriye giderek nasıl da öfkeye dönüştüğünü görüyoruz.Umut'u zaptetmek artık imkansız, Don Kişot sanki; Ayten'i kendisine vermeyen 10 katlı binayla kavga etmeye başlıyor.Kavgasına beceriksiz el kol hareketleri de eşlik ediyor, ara sıra dengesini kaybedip yapışıyor yere ama alel acele kalkıp kaldığı yerden devam ediyor haklı dövüşüne.Artık eve dönmemiz gerektiğini bir türlü anlamak istemiyor.Yapışıyoruz ellerine.İlk reddedelişin acı ve öfkesiyle hala arkasına dönüp söylene söylene çaresiz eve götürülmesine ses çıkarmıyor.
Umut 3.5 yaşında
Umut aşık.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

Kaç kişi daha? -Mekanik bir yazı-

Bir facia daha!
'Gel' diye, hem de davetiyeyle çağırılan bir facia daha!
Zorunlu olan sekiz yıllık eğitimi alıp almadıklarını bilmediğim 18 küçük kız dinlerini öğrenmek için devam ettikleri yatılı kuran kursunda yaşamlarına veda ettiler.
Ulaşımı zor, küçük bir yer.Hemen yakında devletin açtığı bir kuran kursu varken o çocuklar neden o ruhsatsız, izinsiz kurstaydı?
Tamam anladık artık orasını, alınamayan izinler ve ruhsatlara karşın küçük kızların sonradan eklemelerle oluşturulan binaya taşınması Türkiye'de görülebilecek sıradan olaylardan..
Peki çocuklarını böyle bir felaketle yitirmiş ailelerden kaçı sorumlulardan şikayetçi oldu?
HİÇ BİRİ!
Aileler 'Allah'ın takdiri' deyip yaşamlarına kaldıkları yerden devam etmeyi seçtiler.
Şimdi, şikayet olmadığı halde tutuklanan ihmalkar kurs sahiplerinin akibetleri ne olacak, ne ceza alacaklar, vicdanen ne hissediyorlar?
Yazık değil mi?
Küçücük çocukların, her ne amaçla olursa olsun hangi akla hizmeten ve ne hakla ölüm riskine karşın orada bulunmalarının sorumlusu olmak hangi savunmayla açıklanabilir?
Başbakanımız olay yerine intikal etmek üzere yola çıkacakken nedendir bilinmez son anda vaz geçip önceden yola çıkmış korumalarını geri çağırdı.
Çocuktur, candır, heyecandır, umuttur ama 'ancak bu kadar' değer verilmesini kabul etmiyorum!
Kızıyorum!
Tepkiliyim!
Ve sadece üzüldüğümle kalıyorum :(

Not:Kuran kurslarına olan ilgi geçen yıla oranla Diyarbakır'da %125, Mardin'de %150, Siirt'te %127, Elazığ'da ise %11 arttı.
(Alıntı 25 Eylül 2006 Sabah Gazetesi)

3 Ağustos 2008 Pazar

Baba ocağındaki konukluğum bir gün daha uzadı.Bir son dakika aksaklığından dolayı bu geceyi de eski kendi yatağımda uyuyarak geçireceğim.Durumdan şikayetçi olmasam da artık evime dönmek istiyorum çünkü artık benim DE bir ailem, sevdiğim, anladığım, anlaşıldığım bir eşim var..
Ailemi, onlarla zaman geçirmeyi seviyorum.Mümkün olsa hep birlikte büyük bir aile olarak yaşamayı çok isterdim, hoş hala da istiyorum; annemin yaptığımız her şeyden mutlaka haberdar olması gerektiği konusundaki bütün sanrılarına, hayattaki misyonunun bu olduğundan kesin emin olmasına karşın bunu gerçekten isterdim.Sessiz bir aile değiliz biz, sürekli baş döndüren bir hareket, her şeyin her an olabilme riski taşıyan bir ev bizimkisi..Erdi'm, çok bilmişim, sevgili miniğim üç yaşındayken babasına sarılıp 'baba fırından çıkmış sıcacık ekmek gibisin' demişti..Aile olmak fırından çıkmış sıcacık bir ekmek gibi..

TNT kalıplarının yok ettiği hayatlar!
Yaşam haklarının bu kadar vahşice ellerinden alınan insanların tek hatalarının o dakikada orada bulunmaktan başka bir şekilde açıklanamayacğını biliyorum..Kimi gezintiye çıkmıştı, kimi sadece her günkü yol güzergahını izliyordu, kimi yol haritası dışında rastlantı sonucu oradaydı.Kimi torunlarının elinden tutmuş bir babaanne, kimileri babaannesinin elinden tutmuş torunlardı.Daha nefes almamış anne karnındaki bebek, bebek kalbinin attığı güvenli, sıcacık, sıvı.Doğamayacak, büyüyemeyecek, düşüp kalkıp; bir gün düşmeden kalkıp yürüyemeyecek..Onlar sevdikleriyle birlikte olamayacaklar..Ne büyük bir acı bu :( Bir gün evden çıkıyor ama dönmüyorsun..

TNT kalıplarının dağıttığı hayatlar!
Aile olmak..Aileden birilerinin bir gün çıkıp bir daha dönmemesi..Bir daha onu asla göremeyeceğini bilmek, bunu zamanla öğrenmek, hiç geçmeyen 'yokoluş' acısına sadece alışmak..Onun için yaptığın iyi şeyler için hiç değilse iyi hissetmeyi denemek, yapamadıkların ya da yapmadıkların içinse içini acıtan o vicdani iç sese katlanmaya çalışmak..Gün içinde, gece dibinde aklının, kalbinin bir kenarını bu acıya ayırmak ve kimsenin dokunmasına izin vermemek..Acıyı sağlam tutabilmek için onu sürekli beslemek..Yarım kalan planlarının üzerine kurgular yapmak..Odasını, eşyalarını sanki O bir gün dönecekmiş gibi bıraktığı gibi bekletmek..Ya da her gördüğünde hissetiğin dayanılmaz acıyı hafifletmek için dağıtmak..Bir düzenin değişmesi..Olmadı varsayıp O varmış gibi yaşamak..Üstünü örtüp O hiç olmamış gibi yaşamak..

TNT elleri!
Neden?
Nasıl açıklanabilir?
Nasıl bir vahşettir bu?
İlk patlamadan sonra 'eyvah biz ne yaptık!Yardıma giden insanlar da ikinci patlamada ölecekler!' diye hiç mi geçmedi akıllarından, kalplerinde en ufak bir acı da mı duymadılar?
Vardıkları sonuç nedir?
18 insanın ölmesi sözde davalarına ne kazandırdı?

Şehitler düşüyor baba ocaklarına yar kucaklarına..
Gittikleri gibi davul zurnayla döneceklerdi.
Ülkemin gencecik fidanları
yaşamak için, öğrenmek için, aile olmak için, baba olmak için
gittikleri gibi davul zurnayla döneceklerdi..
Dönmediler..

AMA BİZİM HİÇ BİR ŞEHİT CENAZESİNE GİTMEYEN,
'ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR'
DİYEBİLEN BİR BAŞBAKANIMIZ,
ANITKABİR'E GİTMEK İSTEMEDİĞİ İÇİN TÜRKİYE ZİYARETİNİ
'İŞ GÖRÜŞMESİ' STATÜSÜNE SOKTURUP BU NEDENLE BU
'İŞ GÖRÜŞMESİNİN' İSTANBUL'DA OLMASINI SAĞLAYAN İRAN CUMHURBAŞKANININ AYAĞINA İSTANBUL'A GİDEN BİR CUMHURBAŞKANIMIZ VAR..

1 Ağustos 2008 Cuma

Karamelli tatlı ve parmak ilişkisi






Bir ay oldu sanırım, anne ve babam hem ziyaret hem de annemin geçireceği küçük operasyonun gerektirdiği tetkikleri yaptırmak için elmanın yarısının yaşadığı kente gittiler.Özlemiştik; döndüklerinde yemekleri de hazır olsun istedik ve ablam, Hakan, ben dönecekleri gün baba ocağına geldik.Bekar hayatı yaşayan Dolunay evi oldukça derli toplu tutmaya çalışsa da eh işte :) Keyiflice ortalık toparlandı.Yemekler yapıldı, sıra sanki olmazsa olmazmış gibi tatlıya geldi.Hay gelmez olaydı!Ailenin sevdiği tek ortak tatlı olan karamelli, buğday nişastalı sütlü tatlıda karar kılındı. Hakan oldukça geniş mutfaktaki kanepede pazar gazetelerine göz gezdirirken ablam balkonda babamın gözü gibi baktığı ve domates olduğunu iddia ettiği ama hala tek bir domates tanesi bile almayı başaramadığı için zaman zaman söylendiği bir takım yeşil otları sularken, ben sağ el işaret parmağımı teflon tencerede erimeye devam eden şeker eriyiğinin içine daldırıverdim!Feci bir yanık!!Ağlayamadım bile.Kalp krizi geçirdiğimi sandıran bir acı.Ne zaman kalbimin ortasına çöreklenmiş o ilk acı kendini sürekli bir hale bıraktı, işte o an ağlamaya başladım.Ama ne acı!Ama ne ağlama!Baba ocağı dördüncü katta, ağıtlarıma yedinci kattaki komşular indi.
Sol baş parmak kesiğindeki ders aklımızda, hemen en yakın orası olduğu için özel bir sağlık merkezine gittik.Sağlık memuru ağrı kesici özelliği çok yüksek olduğunu akşam saatlerinde ağrının azalmasından anladığım özel bir karışımı sürerek parmağımı paketledi.Eve döndük.Az zaman sonra anne ve babam geldi.Suratım beş karış, gözlerim şiş, sağ elim öyle daha az ağrıyor diye kalp hizasından yukarıda açtım kapıyı.Daha sarılıp öpüşmeden, babam 'o el yine neden havada?' diye sorunca içinde 'yine' geçen bir cümle duymak nedense komik geldi ve gülmeye başladım.Parmağım bir tam gün sağlık memurunun paketlediği gibi kaldı.İkinci gün başka bir sağlık kurumuna gittim.Benim şansımdan mıdır nedir, yine yanlış ilk müdahale sonucu mantara dönüşerek enfekte olmuş bir parmakla kaldım mı başbaşa.Ağrı kesici ve antibiyotik kullanmam gerekti yine..Sanki bir filmi anlamamışım da başa sarmış ikinci kez izliyormuşum gibi.En son önceki gün gittiğim başka bir hastanenin yanık merkezindeki doktor artık pansumana ya da herhangi başka bir müdahaleye gerek kalmadığını, suya sokabileceğimi söyleyerek parmağımı soyulmasını sağlayacak bir sıvıyla yıkadı ve son kez pansuman yaptı.Ertesi gün paketi açacak ve yıkayacaktım, deri soyulacaktı ama olmadı :( Yanık yaraya dönüştü ve mor rengiyle kaldı.Deri çok sert, hissiz.Dolayısıyla da parmağımı hala kullanamıyorum.Önümüzde iki gün var, soyuldu soyuldu.Yoksa sıcakta sokaklar bana eziyet, ben yine hastane yollarında..Bütün bunlar olurken yardımsız kendi öz bakımımı bile yapamadığım için baba ocağında kalmamın doğru olacağını düşündü Hakan ve iki akşamda bir elinde çiçek, cebinde çikolata görmeye geldi beni; nişanlılık günleri gibi.Tatlı mı? Yiyebilseydik bari :)
SONRAKİ YAZININ BAŞLIĞI:
Bu süreç içinde ülkem insanını derinden üzen, öfkelendiren bir terör saldırısı daha gerçekleştirdi kan kokan eller..Daha ilk soluğunu almamış, anne karnındaki bebeğin yaşam hakkını aldılar elinden :(
...sürecek...

28 Haziran 2008 Cumartesi

Müjgan bugün de dönmedi

Mutfak balkonum ailem geldiğinde rahatlıkla yemek yiyebileceğimiz kadar geniş ve ferah.Balkonda başkalarının barbekü ama benim ısrarla balkon mangalı dediğim bir de duvar ocağı var.Hakan'ın da benim de etle başımız hoş olmadığından büyük aile toplandığında ya da çilek tadındaki kuzenim geldiğinde yakarız duvar ocağımızı.Mangal yemeğini, en çok yemeğin sonunda kor ateşte yaptığım isli kahve için severim.Bu sene çeşitli telaşlardan dolayı mangal sezonunu henüz açamadık ama akşam yemeklerini balkonda yemekten çok zevk alıyoruz.
16 haziranda balkon kapısını açmamla bir çift güvercin kanadının hızlı ve telaşla kanat çırparak uzaklaşması ve karşı binanın çatısına konması bir oldu.İçimden ben bunu bir yerden hatırlıyorum diye geçirerek hemen ocağın içine baktım.Aman allahım! Bir yumurta :) Hemen annemi aradım.Balkonları birer güvercin doğumhanesini andırdığı için konu üzerine artık uzman annem en az iki yumurta olması gerektiğini söyledi.Yemek tarifi veriyor sanki.Ertesi gün bir yumurta daha görünce özür kıvamında konuştum annemle bu kez.Bu arada annemin dahiyane önerilerini dinleyerek güvercine oldukça yakın ve açık davrandım.Onunla balkonda birlikte yaşayacağımızı, ona ve bebeklere bir kıyak geçip onlar uçana kadar zaten kısıtlı olan mangal keyfimden feragat edeceğimi ama bunun karşılığında da benden korkmaması gerektiği hakkında bir konuşma yaptım..(annemim fikriydi) O da arada gurk gibi bence çok anlamsız sesler çıkararak kendini ifade etmeye çalıştı.İnce, uzun bir boynu, narin bir bedeni vardı.Sanırım bu onun ilk annelik deneyimiydi.Öylesine toy ve tedirgindi ki ve ertesi gün yumurtalardan biri maalesef kırılınca bana hep hüznü çağrıştıran 'Müjgan' ismini verdim ona.Sabahları yanına gidiyor ve onunla alçak ve yumuşak bir ses tonuyla havadan sudan konuşuyordum..Anlaşmaya uyuyorduk.Bir kaç gün içinde alıştık birbirimize.Sorunsuz bir iletişim kurmayı başarmıştık..Dün akşam Müjgan bizden rahatsız değil, biz bu durumdan son derece memnun, arada Müjgan'a laf atarak ve karşılığını gurk gurk şeklinde alarak yemeğimizi yedik.Herşey olağan seyrederken ablam, benden korkmayan Müjgan'a ben kadar yaklaşmak isteyince olan oldu.Müjgan korkup yanlış yöne; mutfağa doğru uçtu ve bir dolap tepesine tünedi.Bir kaç kez dışarı çıkmayı denediyse de her bir dalışı cama çarparak hüzünlü biçimde son buldu.Sakinleşmesini beklemekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok gibiydi..Hakan gelene kadar orada bekleyebilirdi ve nasılsa Hakan Müjgan'ı yavrularına kavuştururdu ama yanılmışız :( Keşke Müjgan Hakan gelmeden henüz yumurta olan yavruların yanına dönmeyi başarabilseydi.Hakan geldi, eline bir fırça aldı ve Müjgan'ı dışarı çıkarmaya çalışırken bir dövmediği kaldı hayvancağızı.Müjgan çok korktu ve can havliyle yanımdan uçup gitti.Bu saat oldu, Müjgan'dan hala haber yok.Sanırım gelmeyecek.Gelse de bu yumurtadan bir yavru çıkmayacağından eminim.Oysa ne çok istiyordum kırıldığında çok çirkin olan o şeylerin önce tüylenmelerine sonra palazlanmalarına tanıklık etmeyi.Evlerinin burası olduğunu bilmelerini çok istiyordum.Güvercin adımlarını çok severim.Telaşlı ve hızlı hızlıdır.Sevimli gösterir bu adımlar onları.O sevimli adımları balkonumda görmeyi çok istiyordum.Üzüldüm :(
Müjgan Hakan adına senden özür diliyorum :( Hakan da çok üzgün ama bu sonucu değiştirmiyor.Ne kadar üzgünsem o kadar da kızgınım.Hakan'a küstüm.Konuşmuyorum.
Müjgan: Kirpik, kirpikler

Parmağıma ne mi oldu?

15 gün önce hafif bayat tost ekmeğini ikiye bölmek için ekmek ve bıçakla cebelleşirken bıçak sol el baş parmağımın hemen tırnak ucuna hırt sesi çıkararak giriverdi.O bıçağı hiç sevmemiştim zaten.Canım yanmadı.İlk müdahaleyi yaptım ama kanamayı durdurmayı başaramayınca elektrikli süpürgemin kordonunu yaktığımda çağırdığım komşumu aradım.Canlarım benim, çekirdek aile olarak geldiler.Tamponla iki derinin birbirinden ayrılmış bölgesine bastırarak kanamayı azalttık.Hakan gelene kadar sol elimi kalp hizasından yukarıda tutarak bekledim (zaman kaybettim). Hakan tıp fakültesi terk ya, acemice yapılan tamponu beğenmeyip açtığında her ikimiz de yaranın o kadar da önemli olmadığına karar verip klasik her eve lazım oksijen-batticon-sargı bezi üçlemesiyle tekrar kapattık.Ertesi akşam aynı işlemi yineledik ama aradan iki gün geçmesine karşın parmağımda hafiften bir hissizlik, yangı ve şişme hissedince dr.da aldım soluğu.İlk muayeneden sonra opere odasına yönlendirildim.Sık sık açılıp kapanan opere odasının kapısından iş kazası geçirmiş bir işçinin bilekten dirseğe kadar dikişinin bir kısmını gördükçe bu kadarcık bir şey için dr.a gitmiş olmaktan sıkılıp içeri girmek konusunda tereddüt yaşadım ama sevgili babam içeri girmem için ikna etti beni.Sıra bana geldiğinde dr.a utana sıkıla parmağımı gösterdim.Dr paketi açıp parmağımı görünce 'hmm iki dikişi varmış bunun.Neden gelmediniz?' dedi.Anladım ki durum feci.Tabiidirki üzerinden zaman geçtiği için dikiş atılamadı.Dr. yeni bir paket yapıp pansuman konusunda gereken önerilerde bulundu ve sonraki beş sene olabilecek kazalara önlem açısından tetanoz aşısı yaptırmam gerektiğini söyledi.Antibiyotik başlayacak mıyım soruma ise yanıtı hayır oldu.Aşıdan sonra eve geldim.Aradan iki gün geçti.Parmağımdaki şişliğe bir de renk değişikliği eklenince bu kez yakındaki bir dispansere gittim.Dr.bilmem kaçıncı kez yapılan pansumanı açtı ve kibarca (!) başıma iş açmak isteyip istemediğimi sordu.Ev kazalarının baş aktristi ben hiç böyle bir durumla karşılaşmamış olmanın şaşkınlığıyla donakaldım.Yara enfekte olmuş.Renk değişikliği de...Neyse oraya girmeyelim..Ciddi bir sıkıntı yaşıyormuşum meğerse..Çantamda antibiyotik ve yaraya sürmek üzere bir pomadla eve döndüm.Bir kaç gün daha antibiyotik kullanıp gerekmese bile kontrole gitmeyi düşünüyorum.Parmağımdan bağımsız olmayı seçen parça düştü.Saklayacaktım ama Hakan iğrenç bir kişi olduğumu söyleyince attım.Parmak ucum çirkin görünüyor.Umurumda mı?Hiç değil.Dokuz parmak ucum daha var :o) Durumdan yine bir çok ders çıkardım ama bunlar benim derslerim.
itiraf: Dr. çok sevimliydi ama görüntü karşısında kızdı haliyle.Annem yanımda olmasa kesin döverdi o beni :P

27 Haziran 2008 Cuma

Bu akşam



Erdi'm çok iyi.Erdi'min babası, aynı zamanda nikah şahidim olan çok sevgili eniştem aradı.Sesinden Erdi'min gayet iyi olduğu sonucundan bir kez daha emin olarak iyice rahatladım.Doğum günümü kutladı.Ne şanslı adam; eşiyle ikiz olunca baldızının doğum gününü kutlamayı unutmak gibi bir alternatifi yok.
Tabiiki pastam bu sevimli ve hayattan kopmadığı her halinden belli ninenin üzerinde oturduğu muhtemelen elmalı turta değildi.Kim kıyabilirki bu kadar sempatik bir nineye?Çikolata için ölüp bitmem; olsa da olur, olmasa da nadiren aklıma gelir.Çikolatayla bağım anca bu kadar işte.Pastam en sevdiğim türden meyveliydi.
Akşam üzeri anne babam ve kardeşim geldi.Sonra da güzel ablam.Kardeşim Hakan'ın son an hediye operasyonunu yönetmek üzere evden ayrıldı.Yaklaşık iki saat sonra geldiklerinde sabırsızım ya, çok merak edeceğimi bildikleri halde hediye paketlerini tam gözümün önüne koyup yemek bitene kadar bana işkence ettiler ve bu durumdan azami zevk aldılar.Yemekler yendi, pastam kesildi ve sonunda hediye paketlerime kavuşabildim.Kardeşimin paketi olağan dışı büyüklükteydi.Onun muzipliğini birçok çoğu acı deneyimden sonra artık tescillediğimden paket içinde paket sistemiyle yapılmış ama içinden ufacık bir şey çıkması garanti bir hediye paketi diye düşündüm.Eğlence olsun diye önce büyük paketi açmaya karar verdim.Paket kağıdını parmağım hala eski becersisini kazanmadığından sakin hareketlerle paketten sıyırdım.O da ne, ilk paket hediyenin bizzat ta kendisi.Bir ev sinema sistemi:) Teşekkürler Dolunay..Hala kuramamış olsak da mutluyum.Sıra Hakan'ın hediyesine geldi.Küçük bir paket.Açıldı ve içinden digital bir fotoğraf makinesi çıktı :) Uzun zamandır ihtiyacım olan bir şey olduğu ve iş çıkışı bana bu hediyeyi almak için gün yorgunluğunun üzerine bir daha yorulduğu için üzüntülerimi belirterek Hakan'a teşekkür ettim.Mutfak elektroniği tamam ama diğer teknolojiyle ilişkim kavga dövüştür.Buna karşın her şey göze alnıp hemen kullanma kılavuzu okunup denemeler yapılacak.En son okuduğum kullanma kılavuzunda yapıldığı gibi kitapçık 34. sayfasında burundan solunarak bir tarafa fırlatılmayacak.Annemle babamsa halis zeytinyağı getirdiler :) Özellikle annemin hediye seçme konusundaki yaratıcılığının üzerine insan tanımam.Hediye şu yana, bir doğum günümde daha eksiklerle de olsa ailemle birlikte olma mutluluğunu yaşadığım için şükrettim..Erdi'min sağlığı için de şükürler olsun..

26 Haziran 2008 Perşembe

İyi haber :)





Bugün güzel bir haberle uyandım.En son dün akşam telefonlaştığım elma yarısı, çok bilmiş Erdi'min daha iyi olduğunu söylemiş ama ben yine ikna olmamıştım.Sabah aradığında Erdi'mle de konuşmayı başarabildim.Erdi'm her telefon bağlantısından sonra çok özlediği ama göremediği ve kendi deyimiyle çok 'guygulandığı' için ağlıyor.Bu nedenle telefonla konuşmayı sevmiyor.İstiyor ki anne ve baba tarafından bütün bir aile kabile şeklinde yaşayalım.Bugün sesini duymayı çok istediğimi bildiği için benimle konuşmayı kabul etti.Bana iyi olduğunu, ona iyi baktıklarını söyledi.Onun için bir hediyem olup olmadığını sorunca da derinden gelen bir oh sesi çıktı içimden.Anlaşılan çok bilmişim durumdan memnun.
O halde doğum günü pastamı kesebilirim ama bu kez parmağımı doğramadan :)

ilk yazı; doğum günü yazısı

Bugün benim doğum günüm.İkiz kardeşim ve ben '67 yılının bugününde fırlatılmışız dünyaya..Kardeşim nerdeyse tuvalette doğmak üzereyken annemin son bir çabayla kendini yatağa atmasıyla fırlaması bir olmuş.Dr.un 'aa bir tane daha var' şaşkınlığına annemin gayet sakin 'biliyorum' cevabından 20 dk. sonra da ben yol almışım ağırdan yörüngeye.41 sene önce annem kendi çapında ultrason; karnının büyüklüğünden dolayı ikiz olacağımızı bilmiş.Doğumdan sonra annemin vücudundan tam 10 kg eksilmiş, oysa kardeşim 3 kg ben 2.900 gr doğmuşuz ve bunca yıldır geriye kalan 4100 gr nerede, hala bir bilene rastlanılamadı.Doğumu beklerken büyükbabam babamı biraz dinlenmesi için eve gönderdikten hemen sonra sabırsız ikizim ve rahvan ben sabahın kör gözünde çıkageldiğimizden büyükbabam doğumumuzu babama 'aradığı işçi kızlar geldi' diye haber göndererek müjdelemiş.. İş yerleri için işçi kız ararlarmış meğerse.Hastanede sular akmadığı için doğum kiriyle kalmışız bir kaç gün.Babam bizi ellerini yere paralel açıp avuçlarına başımızı, kollarının içine de bedenimizi yerleştirerek alıp çıkarmış hastaneden.Annem 'ya düşselerdi de bir yerlerine bir şey olsaydı' diye babama, buna izin verdiği için de kendine söylenip durur ara sıra..Anne tarafından hiç akrabam yok.Annem bizi mahalleliyle birlikte büyütmüş.Anne ve babama onların çocukları olmam nedeniyle minnettarım.Eline doğdum denilebilecek kadar -ki dr olsaydı kesin onun eline doğmak isterdim - yakın olduğumuz üzgünüm ki iki sene önce kaybettiğim bir ciciannem vardı anne tarafından akraba niyetine ve İlkokul önlüğümüzü, doğum günü giysilerimizi diken Emine teyzem..Artık o mahalleden taşındığımız için az gördüğüm canım ciciannem onu her ziyaret ettiğimde nasıl doğduğumuzu, ne kadar yaramaz olduğumuzu anlatırdı hep.Çok komik ama insanlar bizi izlemeye gelirmiş.Kameraya gerek yok, çocukluğumuza ait anılarımızı dinleyebileceğimiz o kadar çok kişi var ki hayatımda.Evlerine gittiğimde resim albümlerinin arasında bize ait ama bizde olmayan siyah beyaz fotoğrafları usulcacık çalıp kendime koca bir toplama albüm yapmışlığım bile var..Bu doğum günümde elmanın öteki yarısından yine ayrıyım.Hayatlarımız farklı illerde şekil aldı.Yine telefon konuşmasıyla kutlayacağız birbirimizin doğum gününü.Ondan geçtim.Ben bu yazıyı hazırlarken o çok sevdiğim yeğenimin nefes darlığı sorunundan dolayı daha iyi bakılacağı öngörüsüyle hastaneye yatırıldığını öğrendim.İçim buruk :( Keyfim kaçtı.Hastaneye yatırılış nedenini sadece 'steril ortamda daha çabuk toparlanır' diye açıkladılar.Yoksa ben hemen şu an sevgili miniğim, çok bilmişim Erdi'min yanında alırdım soluğu; aslında yine de giderdim ama parmağım hala iyileşmedi :( Parmağıma ne mi oldu ??

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails