29 Ekim 2012 Pazartesi
HAD MESELESİ!
İzmir ve ben Cumhuriyet Bayramımızı böyle kutladık.
Ne biber gazı ne tazyikli su ne de barikat.
Kimin haddineyse Cumhuriyet Bayramımızı kutlamayı yasaklamak bu görüntüler ona kapak olsun..
22 Ekim 2012 Pazartesi
YAŞASIN İKİNCİ EL PAZARLARI :)
İkinci el pazarlarıyla Fethiye'de tanıştım. Daha önce hiç ikinci el pazarına gitmemiştim, daha doğrusu daha önce ikinci el pazarı da görmemiştim; yani görüp de gitmiyor değildim. Alış veriş yapmaya bayılan biri olmadım hiç. Mağaza mağaza dolaşıp vitrin bakmayı da sevmedim. İhtiyacım olan bir şeyler olduğunda hedefe yönelik direk nokta atışı için çıkarım ben. Yanımda alış veriş yapılmasından sıkıldığım için hiçbir arkadaşımın alışveriş arkadaşı da olamadım ama bu ikinci el pazarlarına bayılıyorum. Alış veriş yapmayacak olsam bile ikinci el pazarlarını kaçırmamaya çalışıyorum. Konu üzerine uzmanlaştığımı bile söyleyebilirim. Tezgahları karıştırıyorum, eşeleniyorum. Hoşuma giden bir şeyler bulduğumda eğer ihtiyacım da varsa alıyorum. İkinci el pazarlarının bir kültür olduğunu düşünüyorum. İnsanlar hala kullanılabilir haldeki mis gibi yumuşatıcı ve detarjan kokan eşyalarını özenle hazırladıkları tezgahlarında satışa sunuyorlar. Aile bütçesine katkı, üretkenlik ya da ihtiyaç sahibi olanların kısıtlı bütçe ile ihtiyaçlarını giderme gibi misyonunu düşününce alanın da satanın da hoşnut kaldığı bir şölene dönüşüyor alış veriş.
Dün yani ocaktan nisana kadar her ayın üçüncü pazar günü olduğu üzere Çalış'taki İngiliz pazarı günüydü; gerçi İngilizler'in tezgahları yok denecek kadar az idiyse de adı İngiliz ikinci el pazarı. Bu geleneği Fethiye'de İngilizler başlatmış; garaj satışları gibi..
Saat on gibi oradaydık ama bazı tezgah sahipleri geç kaldığımızı daha erken gelirsek daha çok şey bulabileceğimizi, sabah beşte ellerinde fenerlerle gelen alıcıların tezgahları silip süpürdüklerini söylediler :)
Ben dün hiç giyilmemiş bir elbise buldum. Güzeldi artık Fethiye'de elbise de giymeye başladığımdan aldım. Elbise üç lira ama şunu da eleştirmedim değil. Kadınlar alıp dolaplarına atıyorlar kıyafetlerini ve orada unutuyorlar. Sonra bir nedenle kıyafetlerinden çeşitli şekillerle kurtulmaya çalışıyor; amaç yine alıp hiç giymeden dolaplarının bir kenarında unutulmaya yüz tutmuş kıyafetlere yer açmak. Ha belki de hiç böyle olmamıştır ama böyle ise durum üzülürüm. Etiketi üzerinde kıyafetler, kutusundan çıkmamış ayakkabılar. Ha benim işime geliyor ama bu alış veriş büyüsünün anlamı ne; işte onu hiç bilmiyorum.
Alın kadınlar alın; ben sizi ikinci el pazarında kıstırırım nasılsa :P
Not: blog alemine kesin dönüş yaptım, Almanya'dan oğlum gelecek, çık dedim :P Ama Hakan'ın maskeye alışma süreci, maske kullanırken bile onun solunumunu kontrol etme içgüdüm sürüyor. Tedirgin uyuyunca yorgun kalkıyorum yataktan :( İş, güç, Hakan'ımın daha sonra anlatacağım sağlık sorunlarının yarattığı travma nedeniyle kendimi hayatın içine ittirmeye çalıştığım günler yaşıyorum. Dolayısıyla da artık yazılarım evden çıkarken Hakan döndüğünde bulsun diye bıraktığım notlar kadar kısa :P Evet ben Hakan'a böyle notlar bırakıyorum; benimki not değil nOOOOOOt :)
Sitemizin saksı arabası :)
21 Ekim 2012 Pazar
YOKTU, biz de YAPTIK (PAS2)
Antalya'dayken bir gün; o da sadece tek bir gün Maraş kaplanım Hakan'ım ve fındığımla Konyaaltı plajına gittik. Bu tam bir şeytan bacağının kırıldığı andı çünkü hastane ev arası turlarımız sırasında sadece tek bir gün deniz sefası yapabilmiştik. Hakan'la ben çok yoruluyorduk, ertesi gün hastanede işimizin olmadığı günlerde yatıp dinlenebileceğimiz için o kadar seviniyorduk ki o kadar olur yani. Çalışanın dokuz günlük kurban bayramı tatili gibi bir sevinçti bu; abartmıyorum. Güzel, değdiğinde omuzlarımızı acıtmayan sıcaklıktaki güneş altında nefis bir gün geçirdik. Öğlen tatilini fırsat bilip Nalan ablamın kardeşi Canan'da gelebilmişti hatta yanımıza. Kısıtlı zamanlarda kısıtlı olanaklarla felekten çalınan bir gün. Deniz mavi, temiz, dibi görünüyor. Durun bi' ben 500-550 kulaç atıp geleyim deyip denizden çıkmadığım bir gün. Sonra uykum gelir. Havadar (!) şemsiyemizin altına üçlük simit gibi dizilip Hakan, ben ve fındığım olarak kestirdiğimiz o güzel gün şimdi bir rüya gibi..
Plaj çok güzeldi, Fethiye'deki gibi zorlukla yürüdüğüm yuvarlak taşlar yerine yassı , minik taşlıklı bir plajdı denize giden yol. Fethiye'de hiç böyle yassı taş görmemiştim ya da dikkatimi çekmemişti. Hakan'ın bütün itirazlarına karşın nasılsa ben bunlardan bir şey yaparım diye diye sırf hoşuma gittiği için topladığım yassı güzel taşlar.. En olmadı bahçeme dekor yapardım; biri bir işe başlayınca itiraz edenler bile bir süre sonra o işe dahil oluyor bir şekilde. Bugün izlediğim kısa bir film buna güzel bir örnek. Olay metroda geçiyor. Bir kaç arkadaş sanki içlerinden biri komik bir şey söylemiş gibi gülme eylemini başlatıyor. Sonra bu insanların neye güldüğü hakkında hiçbir fikre sahip olmayan metro yolcularının hepsi eyleme dahil oluyor. Çok sempatikti. Her neyse biz 'Gülen bunları Fethiye'ye götürmeyi düşünmüyorsun değil mi?' diye sorduğu halde taş toplamaya devam eden Hakan'ın da topladığı bir poşet dolusu yassı taşla önce fındıklara sonrasında da Fethiye'ye döndük. Soru şu: bu taşlar ne olacak? Bizim paspasımız yok, biz onlardan paspas yapalım. Tamam yapalım. Nasıl yapalım? Paspas boyutlarında halı kaydırmaza yapıştıralım. Tamam, neyle? Mecburen mutfak tezgahı tamiratından artan soğuk silikonla. Mecburen çünkü 'şeytan doldurur, senin elinde kesin silaha dönüşür' diye Hakan evde sıcak silikon tabancası bulunmasına izin vermiyor-du. Taşları önce motifli yapıştırmaya karar verdik ama daha doğal olmasını istediğimiz için vaz geçip gelişi güzel yapıştırmaya karar verdik. Taşımızın bitmesinden önce silikonumuz bitti. Hakan silikon almaya gidip 'eller yukarı, bir tabacam dört de şarjörüm var' dediği sıcak silikon tabancasıyla geri döndü ama o tabancaya ben dokunmayacaktım :) Peki ne oldu? Millet sıcak silikonla parmağını, elini yakar, Hakan tabancasıyla alnımı; evet alnımı yaktı :D Arkasından taşımız bitti :( Ertesi gün canım yan komşum Gülser abla ve misafirleriyle denize gitme planı oluşturdum. Hiç olasılık vermiyordum ama belki hiç değilse benzer yassılıkta taş bulabilirdik ve işimiz yarım kalmamış olurdu hem de ben yüzerdim. Biraz dikkatlice bakıp biraz da eşelenince Konya6'ndakiler kadar güzel olmasa da yassı taşlara ulaşabildik sonunda. Ben denize girdim. Sadece güneşlenmeye gelen komşum ve misafirleri paspasım için taş topladılar. Ben de utanmadan 'bu olmaz, bunu kim koydu poşete' diye takıldım onlara. Misafir abla totoşuma taş attı, çok eğlendik :) Ertesi gün mutlu son :) Paspasımız bitti. Şimdi 'bize ne zaman yapılacak bu paspastan' diye soran komşularıma verdiğim yanıt: denize gidiyoruz, ben denize giriyorum, siz taş topluyorsunuz, ertesi gün paspasınızı kapınıza kadar getiriyoruz :)
Bakmayın güldüğüme aslında çok tedirgindim. Gece denize girelim diye tutturan fındığıma ayıp olmasın diye kabul ettiğim gece denize girme macerası öncesi.
Neden daha önce denemedim ki gece denize girmek şahane bir şey :)
Tekrar teşekkürler fındığım..
20 Ekim 2012 Cumartesi
SİZİ BİZİ Mİ VAR ALLAH AŞKINA?
Açtığımda uykulu gözlerimi nerede olduğumu anlamaya çalışıyorum bazen. Uyanıklıkla hala uyumaya devam ettiğimi düşündüğüm, ertesi gün dün gece böyle bir şey olmuş muydu diye sorguladığım anlar. Acaba burası neresi? Uzun süre benimsediğin bir yerde kalınca hep oradaymışsın hissine kapılırsın ya işte o sebep.
Bir gece karın kazıntısıyla araladım gözlerimi. Böyle zamanlarda kendimi kötü hissettiren bu hale yenik düşüp hemen mideme bir şeyler göndermek istiyorum. Ekmeğin köşesinden bölüp ağzına hırslı ve hızlıca tıkıştırdığın o ekmek kırıntısının daha çiğnerken seni çok mutlu hissettirdiği oldu mu hiç? Açlık değil, doyma isteği hiç değil; acayip bir durum.
İşte öyle bir gece mutfağa inerim. Ciciboğazların durduğu sepete yönelirim. Merdivenlerden inerken de 'acaba ne yesem' diye düşünürüm; kraker mi, bisküvi mi yoksa kek parçası mı? Kendime engel olmak mı? Hayır bu his anında kendime engel olmak dahi istemem çünkü o an yaşadığım kesinlikle bir göz dönmesi. İfadelerim, gizli şeker, kan şekeri düşüklüğü gibi karakteristik özellikleri çağrıştırsa da yapılan testler sonucu bu halimin tamamen midemin şımarıklığından kaynaklandığı sonucuna varmış bulunmaktayım.
Kırmızı sepete uzanır elim, hala ne atıştıracağıma karar verememişim. Çok ilginç, sepetin içinde mercimek var, pirinç var, fasulye var hatta arpa bile var ama hayalini kurduğum ciciboğazların hiçbirinden eser yok. Nasıl yani; almıştım, aldığımızdan eminim. Onların orada olduğunu biliyorum ama yoklar. Şaşırıyorum, düşünüyorum ve sonunda buluyorum. Burası bizim evimiz, onların değil. Ben orada değil buradayım.
E kolay değil, tam bir ay. Kim kimin evinde bir ay kalır Allah aşkına? O kadar çabuk geçti ki bir ay olduğunu tarih hesabı yapınca anlayabildim. Onunla zaman kavramı olmaz zaten..
Evini evim gibi hissettirdiğin için, güzel anılar biriktirmeme neden olduğun için, en zor anlarımda, orada geçirdiğim travmalarda yanımda olduğun için, hislerimi içinde hissettiğin için, beni gece denize soktuğun; bu zevkle tanışmama neden olduğun için, çaylarımı beğenmeyip çay demlemeyi öğrettiğin için, içinde bulunduğumuz bütün sıkıntılara karşın yine de gülebilmenin bir örneği olduğun için, o simitçiyi bize öğrettiğin için, evde bir kedin olduğun için, Ufuk gibi bir eş seçtiğin için, bizi arkadaşlarınla tanıştırdığın için ve daha bir çok 'İÇİN' için teşekkürler..
Fındığmla hazırladığımız mutlu tabağımız
13 Ekim 2012 Cumartesi
NEFES AL, NE OLUR NEFES AL!
Uykum var ama uyuyamam çünkü ola ki yine nefes almayı unutursa hayatı tehlikeye girmesin diye onu uyandırmam gerekecek. Tv karşısında uyuyakalmak bizim için artık lüks. O kadar iştahlı uyuyor ki uyandırmaya kıyamaz insan, uyandırsam itiraz etmeden yatağa gider biliyorum ama bunu yapmak istemiyorum. Boy bakımından güçlükle sığdığı kanepedeki görüntüsü Erdim'in bebekken kucağımda nasıl yattığını göstermek için kendini zorla sığdırmaya çalıştığı kollarımdaki haline benziyor.
Nasıl hissediyordum bilmiyorum -ki bunun için de şükrediyorum Allah'a- 'Hakan Hakaaan nefes al, nefes almıyorsun' diye bağırırdım panikle. O ise bunun benim sanrım olduğundan emin sakin bir biçimde yeniden nefes almaya başlar ve uykusundan dürtürülerek uyandırılmış insan duyarlılığındaki kızgın ses tonuyla 'alıyorum ya Gülen' derdi; sanki nefesi hiç kesilmemiş gibi. Horlaması için dua ederdim ama O hiç horlamazdı çünkü bilirdim ki horlasa nefes almayı başarıyor demekti, horlama sesi bana ninni gibi gelecek ve ben de rahat uyuyabilecektim ama O hiç horlamazdı, oysa uyku apnesi belirtisinin baş aktörü horlamakmış; ki ben bunu o zamanlar henüz biliyor değildim.
Antalya Eğitim Araştırma Hastanesi Kas Hastalıkları Merkezi'ndeki muayeneler sonucunda göğüs hastalıkları uzmanını bu durumdan haberdar etmemle Hakan'ın uyku laboratuvarına postalanması bir oldu. Hakan'ın o gece 118 kez solunumu durmuş! Sonuç elimize gelemedi bir türlü, aslında Hakan sonucu ele geçirmiş ama tepkimi ne kadar geç verirsem o kadar iyi olacağını düşündüğünden bana göstermemiş. Bense hala telefonda rica minnet sadece 0 ile 5 arasının normal olduğu koşulda Hakan'ın biriminin 15 olduğunu öğrenebilmiştim. Adamın uykuda solunumu tam 118 kez duruyor ama ona kalsa o nefes alıyor da ben almadığını sanıyorum ama ne oldu; Hakan ikna oldu mu? Hayır. Bu yazılı belge bile onu ikna etmeyi başaramadı. O hala uykuda solunumunun durduğunu kabul etmezken ikinci kez laboratuvara çağırılarak BPAP isimli bir cihazla uyuması sağlandı. Test, cihazla uyumuş olmasına karşın solunumunun 7 kez durduğunu gösterdi. Şimdi o cihaz evimizde. Odaya huzur veren mavi bir ışık huzmesi yayan bir cihaz bu, nemlendirici haznesi de var. Onu taktığında jet pilotlarına benziyor. Bununla ilgili şakalar yapıyorum, maskenin altından yüzünün güldüğünü görüyorum. Hüzünlü bir görüntü ama buna bile şükür. Gecede 118 kez nefesi duran bir bombayla yatıyormuşum meğerse ben. Peki Hakan uyku apnesi olduğuna ne zaman ikna oldu peki? Denize gittiğimizde dipten en az 20 metre dalarak gittiğinde. Neymiş efendim, soluğunu tutmayı bilmiyor olsaymış bu kadar metre kat edemezmiş. Bravo benim Maraş kaplanı kocama :) Yav arkadaş madem öyle o labarotuvarlara ne gerek var, doktorlar hastalarına uyku apnesi testini dip dalışıyla yapsınlar :)
Cihazı kullanmaya başladığından beri duyanı gülme krizine sokacak yastık sohbetlerimizin de sonu geldi :( Ne kadar eğleniyorduk oysa biz. Bir gece bana 'Gülen bir mucize gerçekleştirdin' dedi. Şaşırdım çünkü ben zaten bir mucizeyim :P 'Yine ne yaptım?' dedim. 10 saniye hareketsiz durabildin dedi :) Altı saniyelik aralarla ya dönüyormuşum, ya elimi ayağımı oynatıyormuşum. O da içinden sayarmış saniyeleri meğerse. Bir gece de yeter ama ya deyip ellerimi başörtüsüyle bağladı. Ayaklarımı tuttu ve 'hadi şimdi de kımılda da görelim bakalım' dedi :)
UYURKEN YAKINLARINIZIN NEFES ALIP VERDİKLERNDEN EMİN OLUN.
UYKU APNESİ SİNSİ BİR HASTALIKTIR..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)