29 Nisan 2010 Perşembe

DAHA DA NET AÇIKLAMA!

İlk gün üstü kapalı yazdım. İkinci gün yanlış algılamalara bir açıklama yapılması gerektiğini fark edince net bir açıklama yazımı yayımladım.
Ama anladım ki neden bu kadar, öncelikle kızgın ikinci sırada kırgın olduğumu daha da net anlatmam gerekiyormuş.
Bu bir yargısız infaz değildi. Asıl bana ve Fındığıma yapılan yorumlar yargısız infaz niteliğinde.
Madem kendimi savunmam gereken bir yerdeyim; yine de detaya girmeden konuyla ilgili üçüncü ve son yazımı yazıyorum.

Bir insanla tanışıyorsunuz. Değerlerini önemsiyorsunuz, kısa bir sürede bir kargo gönderecek kadar da samimi bulduğunuz birisi bu. Gönderdiğim kargonun bile üçüncü şahıs tarafından yanlış anlaşıldığı bir takım olaylar sonucunda kişiyle iletişimimi minimum düzeye indiriyorum. Sonra bir gün kişinin bloğundan kişinin ölüm haberini okuyup sarsılıyorum. Sarsılıyorum, çünkü annemi bir kaç ay önce kaybetmişim, ölüm her zamankinden daha yakın bana :( sarsılıyorum, çünkü kişi, üçüncü şahsa gidip gönderdiğim kargonun aramızdaki herhangi başka türlü bir yakınlıktan kaynaklanmadığını söylememi benden rica ettiği halde kendimi böyle bir duruma sokmak istemediğim için bu ricayı reddettiğim, kendisine bu konuda yardım etmediğim ve dolayısıyla kişiyi yalnız bıraktığım için pişmanlıklar, suçluluk duyguları hissettiğim bir Ufuk Çizgisi :( Evli biriyim ben, eşini çok seven bir kadın, özgür bir ruha sahip, özgür ruhu eşi tarafından desteklenen bir kadınım ben. Hiç kimse istedi diye bir başkasına gidip 'siz yanlış anladınız, bu kişiyle aramızda bir şey yok' diyemem, demem. Gayet resmi bir dille buna karşın samimice geliştirdiğim arkadaşlık iletişimimi kimseye sorgulatmam.. Kızıyorum Ufuk Çizgisi'ne çünkü kimse beni bu duruma düşüremez, düşürülmeme göz yumamaz. Benimle geliştirdiği arkadaşlığın sorgulanmasına izin veremez. Beni bir kanıt gibi üçüncü şahsın önüne sunamaz, yapmamı istediği şeyi bana teklif bile edemez :( Bunu bana ve kişiliğime yapılmış bir haksızlık olarak algıladığım halde yine de iletişimde kalıyorum Ufuk Çizgisi ile. Silmiyorum tamamıyle. Sonra Ufuk Çizgisi'nin yaşadığını hissediyorum. Böyle bir hisse kapılıyorum. Bunu o ana kadar hiç tanımadığım biriyle (canım Ali İkizkaya abimle) paylaşıyorum. Elimdeki kargo adresine ait telefon bilgilerine internetten ulaşıyorum. Aradığımda 'orada öyle biri olmadığı' bilgisini alıyorum. Konuştuğum kişi kendisi değilmiş? ama benim aradığım bilgisinin kendisine ulaştırıldığı bugün itibarıyla kendisi tarafından bana iletildi. Yani onu aradığımızdan haberi de var! Ali abiyle uzun ve sürekli konuşmalarımız sonucunda Ufuk Çizgisi'nin yaşadığını ama duygusal anlamda bir ölüm yaşadığı sonucunu çıkarıp bir gün ortaya çıkmasını ve bize ulaşmasını umuyoruz. Ali abiye 'çocuklarını bulalım, yardım edelim, bir şeyler yapalım' diyorum ağlayarak. Ali abi kalkıp Ufuk Çizgisi'nin adresine gidiyor. Adreste her ne kadar inkar etse de Ufuk Çizgisi'nin kendisi 'burada öyle biri yok' diyor. İnanıyoruz çünkü Ufuk Çizgisi'ne ait bir fotoğraf yok elimizde. Ve biz ulaşamadığımız bu arkadaşımızın bizde yarattığı duygulardan yola çıkarak sanallıktan bir adım öteye gidilmesi, samimi duyguları olan insanların birbirlerini tanımalarının ne kadar gerekli olduğunu bir kez daha anlayıp yazarlarının birbirlerinin adres ve gerçek isimlerini bildikleri bir blog kuruyoruz Ufuk Çizgisi anısına.

Ve ne oluyor.
Biz bu işlerle uğraşırken, Ufuk Çizgisi düştü mü, yardıma mı ihtiyacı var, çocukları ne oldu diye düşünürken Ufuk Çizgisi üç hafta sonra blog dünyasına yeniden merhaba diyor. Habersizce, sessizce..
Ve ben geçen hafta, yani olayın üzerinden tam altı ay geçmişken tesadüfler sonucu Ufuk Çizgisi'nin bir blogda yazılar yazdığını öğreniyorum! Ve babamın da tanık olduğu bir şok yaşıyorum. Yaşadığından emin olmam ayrı ama burnumuzun dibinde bir blog sahibi olması beni ciddi anlamda sarsıyor! Nasıl yani diyorum? Sonra da biz onun için üzülür ve ona ulaşmak için çaba sarf ederken Ufuk Çizgisi'nin bu kadar yakınımızda, bu kadar rahat davranması beni öfkelendiriyor. Kim olmak ister benim yerimde?? Kim benden farklı davranırdı? E izin verin de bu kadar kızmaya hakkım olsun.

Amacım üzmek, rencide etmek olsaydı açık seçik isim geçirdiğim bir yazı yazardım ama öyle yapmadım. Üstü kapalı biçimde yazmayı rencide etmemek için seçtim. Neden yazmayacaktım? Neden susayım? Aradan altı ay geçiyor, biz bir haber çıkar mı diye beklediğimiz Ufuk Çizgisi'nin o kadar büyük sıkıntılardan sadece üç hafta içinde sıyrılarak yeni bir blogda yazıyor olmasına, arkasında kendisini merak eden, kendisi ve çocukları için üzülen insanlar bırakarak gitmiş olmasını umursamadan yeni bir kişilikmiş gibi yazmasına çok kızıyorum. Bunu haksızlık olarak addediyorum.. Eğer ilk günkü yazım Fındığımla anlaşmazlığa düştüğüm, Mavi Kuş hareketiyle ilgili bir sorun olduğu algılanacak biçimde olmasaydı ikinci yazıyı hiç yazmayacaktım. Okuyucu sayımız patlamış, izleyici sayısı artacakmış. Bunlar benim için önemli olsaydı elime geçen bir fırsatı bunun için kullanırdım. Detay vermiyorum ama böyle biri olmadığımı en azından oniki arkadaşım biliyor. Ben büyüdükçe küçüleceğine inanıyorum. Bütün arkadaşlarımın isimlerini, nerede yaşadıklarını, çocuklarının isimlerini ve kaçıncı sınıfta olduklarını biliyorum. Bu benim için izleyici rakamından çok daha özellikli ve mutlu edici bir şey.

Dürüstlük mü; profilinde 'kim olursa olsun doğruyu söylemek adına son köye yerleşmişim ne diyeyim.' yazan biri eğer böyle davranıyorsa çıkabilecek sonuçlara da göğüs gerecek. Yaptığın şeyin sonucuna katlanamayacaksan yapmayacaksın. Dürüstlüğün bir erdem olduğunu savunan birinin dürüst davranmamış olmasının bu kadar rahat kabullenilmesi kusura bakmayın ama benim kaldırabileceğim bir şey değil. Yazılarımın hiçbirinde dürüstlüğün erdeminden ısrarla söz ettiğimi hiç hatırlamıyorum çünkü dürüst olmak bir meziyet değildir. Dürüst olmak zaten olunması gereken bir durumdur! Bu nedenle dürüstlüğün tarafıma yapılan göndermesini hayretle karşılıyorum..
Kişiye gelen yorumlarda 'maillerle gizli kapaklı halletmemiz' konusu da irdeleniyordu. Ha göz görmesin, gönül katlansın, kol kırılsın yen içinde kalsın. Öyle mi?? Yok, bu benim harcım değil. Böyle bir olaya göz yumulsun? Ben yumamam gözümü doğrusu. Biz yaşadığını bildiğimiz halde ölüm haberine duygu ölümü diyerek saygı duyalım, bunu yapan kişiyi ayıplamayalım, yeterince ilgilenemedik diye kendimizi suçlu hissedelim ama kişinin yaptığı hoş görülsün? Bu da yazmaz kitabımda. Adsız bir arkadaş 'dürüstlükten en çok söz edenler, genellikle en az dürüst olanlardır. Bir kez daha kanıtlanmış oldu sanırım:)' demiş, ne güzel demiş. İyi ki profilinde 'kim olursa olsun doğruyu söylemek adına son köye yerleşmişim ne diyeyim' yazan ben değilim.

Özür konusuna gelince; bu bir itiraf değildi ki. İtiraf, yaptığın ama kimsenin bilmediği kötü bir şeyi durup dururken söylemektir. Eğer zamanında itiraf edilseydi en ateşli savunucusu olurdum onun. Olay anlaşıldıktan sonra dilenen özrün ne anlamı var? Bir kadın düşünün, kocası tarafından aldatılan bir kadın. Koca bir biçimde ortaya çıkmasından önce eğer bu ihaneti söylemişse onun adı itiraftır. Kadın kocasının kendisine ihanet ettiğini öğrendikten sonra koca tarafından dilenen özrün değeri nedir? Dilense ne; hatta dilenmese daha iyi olur.

Bu nedenle kişinin dilediği özrü hiç ama hiç önemsemiyorum, değerli bulmuyorum. O özür, kişi deşifre olmadan dilenseydi kişiyi bağrıma basardım, dilediği özrün altında yaşadığı sıkıntılar nedeniyle ezilirdim. Birinin kendini ölmüş gibi göstermesi nasıl bir duygudur, nasıl bir kırılma noktasıdır. Ama aynı kişi bunu yaptıktan sadece üç hafta sonra ortaya başka bir kimlikle çıkıyorsa, bu kimileri için duygu sömürüsü olarak algılansa da hiç itiraz edilmesin; bu kendine değer verenleri, kendisi için üzülenleri aptal yerine koymaktır.

Kişiyle gün içinde süren postalarda ısrarla söylenen 'önce benimle konuşsaydınız, bana ulaşsaydınız' düşüncesine karşı diyorum ki; neden? Neden önce size ulaşacağım? Koskoca altı ay boyunca siz bana ulaştınız mı? Göründüğü gibi de değil üstelik, postalarda hesap sorma kokusu aldığım hafif sertliğe doğru giden bir dil kullanılması da cabası! Hata yapan ben değilimki ama.. Blog yazısına gelen kibar uslupla çok da ilgisi olmayan bir dil. Postalardaki dilin dışında kullandığı gayet mazlum dille yazdığı blog yazısı yorumları, yayımladığım halde yayımlamadım sanıp 'yorumumu yayınlamamışsınız..yakışan yayınlamaktı' demek ne demek? Siz bana neyin yakışıp neyin yakışmayacağını söyleyebilecek durumda mısınız? Siz yaptığınızı kendinize yakıştırabiliyor musunuz? Göründüğünüz gibi değilsiniz ne yazık ki.

Hata insanlar için; var mı itirazı olan? YOK! ama köşeye sıkışınca dilenen özür özür müdür? Hem ben özür dilensin istemedim ki, özür dilenmesi için bir talebim olmadı ki. Kaldı ki bu biçimde dilenen özrün geçersiz değersizliğinde ben neden özür dilenmesini isteyim ya da bekleyim?

Bilip susanlar da benim için kişiden çok farklı değil. Bir aldatılmaya göz yummak kişinin yaptığından çok da farklı bir his uyandırmıyor bende. Bilip susanlar bu tür davranışları normal görenlerdir. Bu normal görülecek bir davranış tarzı değil..
Affetmek konusuna gelince, affetmemek kim ben kim Allah aşkına?? Konu bu değil ki, konu, arkadaşlığı bu biçimde sınanmış birine duyulan kızgınlık ve kırgınlığın bu kadar çabuk geçmesinin mümkün olmayacağı ile ilgilidir. Öyle özür dilenince hemen kabul görmüyor. Kalbim kırıldı benim. Dahası var mı?

Not:Taşınıyor olmamız nedeniyle yarın internet bağlantımı kapattırıyoruz.
Yani ben kaçmıyorum, sadece bir kaç gün için nete giremeyebilirim..


Amaçsız fotoğraf.
Bugün çektim ve çok hoşuma gitti..


Daha önemli not: BÖ'ne katılan Özgüranne'ye lütfen destek!

28 Nisan 2010 Çarşamba

NET BİR AÇIKLAMA!

Detaya girmek istemiyorum. Öfkem ve kızgınlığım ayrı konu. Amacım yanlış, hatalı, sorumsuzca davranmış birini insanların gözünün içine sokmak, rencide etmek değil. Bu sözleri söylemeye herkesten çok hakkı olduğunu düşünen bir grubun içindeyim ve bu grupla birlikte olmak beni mutlu ediyor. Zarardan karımız da bu grubun her bir parçasının birbirine olan bağlılığı ve sevgisi olsun artık.

Uzatmayacağım; net haliyle konu şu; öldüğüne asla inanmadığımız, kendi ölümünü kendi bloğundan duyuran UFUK ÇİZGİSİ yaşıyor ve burnumuzun dibinde bir yerde yazılarına devam ediyor. Uğradığımız haksızlığın, vicdani ve duygu olarak sömürülmemizin bir bedeli olmalıydı; işte bu yazı o nedenle yazılıyor.

Anlamaya çalıştık, 'duygu ölümü gerçekleşti; tıpkı beyin ölümü gibi. Yeni kan ve organla geri dönecek' dedik. Bekledik, sohbetlerimizde isminin geçmediği çok az zaman oldu. Ama yeni öğrendiğim üzere tam altı aydır sanki hiçbir şey olmamış gibi hem de ölümünün daha üçüncü haftasında blog camiasına yeni bir blogla katılmasına fena bozuldum!

UFUK ÇİZGİSİ'ne gönderdiğim bir kargodan dolayı elimde adresi mevcuttu, ölüm haberinden sonra o adrese ait telefon numarasını internetten bulmam ne kadar zaman aldı ki?? Aradığımda 'burada öyle biri yok' yanıtı aldım :( Yılmıyoruz, Ali abim UFUK ÇİZGİSİ'Nİ bulmak için şehrin bir ucundan diğer ucuna 70 km. yol yaparak gittiğinde UFUK ÇİZGİSİ'NİN bizzat kendisinden 'tanımıyorum' yanıtını alıyor.. Bu kadar kendine yabancı olan biri size ne kadar yakın olabilir ki?

Öğrendiğimden sonraki yani şu iki gün içinde 'o değilmiş' tavırları, bir önceki yazım için ama kesinlikle kaba olmayan bir tavırla 'keşke önce bana sorsaydınız' sitem dolu postaları..
Ne yani; 'ben sizi deşifre ettim, izniniz olursa böyle bir yazı yazacağım' diye onay mı alacaktım?

Şimdi yine gitti, özür dileyerek gitti ama deşifre olduktan sonra dilenen özrün benim için ÖNEMSİZLİĞİ :(
Merak edenler olacak, soracaklar, okuyanlara, izleyenlere verilecek bir cevap yok mu? Olmalı ama? Özür diledim ve ben yine gidiyorum demek? Kalacak ve yüzleşeceksin; önce kendinle..
Sonra sana değer verenlerle..

Köşe başındaydık biz..
Bir tık yeterdi, bizim onu anladığımızı söylememize fırsat vermesi için sadece bir tık..
Biz zaten yaşıyor olduğunu biliyorduk, bilmediğimiz tek şey onun hiçbir şey yokmuş, olmamış, arkasında onun için üzülen insanlar bırakarak gitmiş olduğunu bilmiyormuş gibi davranarak yaşamaya devam ediyor olduğuydu.

ANISINA FACEBLOG ADINDA BİR OLUŞUM GELİŞTİRDİĞİMİZ UFUK ÇİZGİSİ BİZ SENİ SEVMİŞTİK, YENİ SEN'İ DEĞİL!
Sanal diyoruz ?
DEĞİL İŞTE!

BU AÇIKLAMA BİR ÖNCEKİ YAZIMIN ÜSTÜ KAPALI OLMASI, YANLIŞ YA DA EKSİK ANLAŞILMASI HATTA ARTIK İÇİNDE BULUNMAKTAN MUTLULUK DUYDUĞUM MAVİ KUŞ HAREKETİ İLE İLİNTİLİ OLARAK ALGILANMASI NEDENİYLE FACEBLOG YAZAR GRUBUNUN ORTAK KARARI OLARAK HAZIRLANMIŞTIR.
YİNE DE ÜSTÜ KAPALIYSA; EN NET HALİYLE: UFUK ÇİZGİSİ KENDİNİ ÖLMÜŞ GİBİ DUYURDUKTAN ÜÇ HAFTA SONRA YENİ BİR BLOGLA BLOG CAMİASINA AKMIŞTIR.

FINDIĞIMLA BİRLİKTE DE ZİYARET ETTİĞİMİZ MAVİ KUŞ'LA İLGİLİ HER ŞEY ÇOK GÜZEL GİDİYOR. KATKISI OLAN BÜTÜN ARKADAŞLARIMA TEŞEKKÜRÜ BİR BORÇ BİLİYORUM.

ŞOK ŞOK ŞOK! VE EKLEME!

Duygularının sömürülmesinden kim hoşlanır? Ben hoşlanmam. Sömürülmeye çok elverişlidir benim duygularım. Çabuk yıkılır, çabuk üzülürüm, toparlamak için kendimi bile yanaştırmam kendime.
Bir rastlantı sonucu -ki aslında çok da ilginç olduğu söylenemeyecek türde tanışıklığımızın üzerinden çok geçmemişti ki acı bir haber duyuruldu.
Kim tarafından?
Kimliği meçhul..
İnanamadım, inanmak istemedik sonra da 'inanmadık' zaten. Buna karşın salak abim (YANİ ALİ İKİZKAYA ABİM) ve salak ben, ölmek için bedenin toprağa girmesinin gerekmediği, duygular öldükten sonra zaten ölündüğü konusunda fikirler geliştirip saygı duyduk bu duyurunun içeriğine. Ölen duyguların karşısında durduk, ölen duyguları hayata döndürmek amacımızdı; dolayısıyla elimizde olan metaryellerle telefon bağlantısı kurup 'orada öyle birinin tanınmadığı' bilgisine ulaşmamız bizi tatmin etmedi. Yüzyüze de görüşüldü ama öldüğü duyurulan kişinin bizzat kendisinin 'tanımıyorum' şeklindeki inkar yolunu seçmiş olması -çünkü yüzünü daha önce hiç görmemiştik- bir süre sonra yeniden dirilecek olan kişinin 'kayıp' kalmak istediği sonucuna ulaşıp tuttuğumuz ipin ucunu bıraktık çünkü bir başkasını anlamaya çalışmak özveri işidir. Özverili davranıp 'ölüme gömülen duyguları' kontrol altına almaktan vaz geçtik. 'O öyle istiyor' dedik. Öyle değilmiş ama..

Şimdiyse duygularım 'ifşa etmek' duygusundan arındı ama kendimi aptal gibi hissediyorum, kendimi kötü hissediyorum. Duygularımın üzülmesinden, kırılmasından hiç hoşlanmıyorum. E bu kadarına da hakkım olduğunu sanıyorum. Aslında sanmıyorum, buna hakkım olduğunu biliyorum.

BİLİYORUM VE BİLDİĞİMİ SÖYLEMEK İSTİYORUM.
BİLİRKEN SÖYLEMEMEK İSTİYOR DEĞİLİM.
BEN ARTIK BİLİYORUM VE SEN BENİM BİLDİĞİMİ BİLMİYORSUN!

O artık başka biri. Kendisine hiçbir biçimde inanmadığım biri.
O benim gözümde önemsiz biri, hem de çok önemsiz.
Saygı duymadığım.
Ve en önemlisi güvenilmez biri..
Ölmüş duyguların aradan bir ay geçmeden bu kadar toparlanabilmesini aklım almıyor.

Kafasını kuma gömdüğünde saklandığını sanan devekuşları misali, beyni toprağa gömülü..
Bu 'O değilmiş' gibi yapmak hissi sağlıksız ve çok saygısızca.
Oyuna yatmadan kendine saygı duymalı önce insan, sen kendini inkar ediyorsan saygı duymanın ne demek olduğunu bilmiyor olmalısın.
Aynada yüzüne bakarken, kaçırmamalı gözlerini aynadaki gözlerden.
Kendinden kaçarken bile adam gibi kaçmalı insan.

Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış.
Sen onuncu köydesin ama ne kadar doğrusun?
Bu kadar basit oyunlarla kendini kandırmaktan öte gitmeyen bir davranış biçimiyle edindiğin OKA!
Bekir Coşkun'a ayıp oluyor ama.

----------------------------------------------------------------
İşlerini kolaylaştırmak için çevresine küçük adamlar, yardımcılar, getir-götürcüler toplamak zorundadır, çünkü bu büyük işi tek başına yürütemez. Üstelik, çevresine küçük büyük adamlar toplamazsa, sen onu anlamaz, bir kenara iter, adam yerine koymazsın. Bir sürü küçük büyük adamla çevrilmiş olarak, senin adına güçler ve yetkiler ele geçirir, ya da bir damla hakikat, ya da yeni, daha iyi bir inanç bulur sana.

Sayfalar dolusu söylevler yazar, özgürlük yasaları, vb. şeyler yazar, kendisini ayakta tutacak olan senin yardımın ve ciddiliğindir. İçinde bulunduğun toplumsal bataklıktan çıkarır seni. Birçok küçük büyük adamı bir arada tutabilmek, senin güvenini yitirmemek için gerçekten büyük olan bir adam, derin bir aydın yalnızlığı içinde, senden ve gürültü patırtıdan uzak ama aynı zamanda senin yaşamınla yakın bir ilişki içinde, elde edebildiği büyüklüğünden her gün bir parça vermek, özveride bulunmak zorundadır.

Sana 'öncü'lük edebilmek için, senin onu erişilmez bir tanrıya dönüştürmene göz yummak zorundadır. Olduğu gibi, sade bir insan olarak kalsa, diyelim, elinde evlenme cüzdanı olmadığı halde bir kadını sevebilen bir adam olsa, ona güvenmezsin çünkü, onu olağandışı bir insan olarak görmek istersin.

kes sesini sevgili küçük adam. yaşamın çok sefil, çok perişan, sesini çıkaracak halin yok. seni kurtarmak istiyor değilim, ama sırtında beyaz bir gecelik, suratında maske, acımasız kanlı elinde bir iple beni asmaya bile gelsen, sana söyleyeceklerimi, bu konuşmamı tamamlayacağım. (............) beni asamazsın sen küçük adam. çünkü ben, senin yaşamını, dünyayı içinde duymanı, senin insanlığını, sevgini ve yaşama sevincini temsil ediyorum. yok, hayır, beni öldüremezsin, küçük adam. bir zamanlar sana gereğinden çok inanıyordum ya hani, o vakit senden korkuyordum da. şimdi seni aştım ama; binlerce yılın bakış açısından görebiliyorum seni, binlerce yıl geçmişten ve binlerce yıl gelecekten bakıyorum sana. kendinden-korkma duygundan kurtulmanı istiyorum. daha mutlu ve daha insana yaraşır bir yaşam sürmeni istiyorum..."

WILHELM REICH DİNLE KÜÇÜK ADAM

Not: Sayesinde Ali abimi, Ali abim gibi özel birini tanıdığım için yine de teşekkürler!


YAZI İÇERİĞİNİN MAVİ KUŞ HAREKETİYLE KESİNLİKLE İLGİSİ YOKTUR!
FINDIĞIMLA ARAMIZDAKİ BİR SORUNDAN DA KAYNAKLANMIYOR! çükü fındığımla aramızda bir sorun yok. Birbirini çok seven iki kişiyiz biz fındığımla..
BU KONUNUN MUHATABI GEREKEN MESAJI ALMIŞTIR.

26 Nisan 2010 Pazartesi

KAÇ GÜN OLDU? FETHİYE PLANLARI :)

Göz kapaklarım birbirine kavuşmadı, yol boyunca uyku durumuna geçmeye her çalıştığımda karşıdan acımasız uzunlarını yakmış gelen bir aracın göz kamaştırıcı far ışığında uyku vaz geçişlerimi yaşadım her bir uykuya dalış denemelerimde. Bitmedi yol, gidiş yolunda izlerken yarım bıraktığım filmi kaldığı yerden devam ettirme planımı düştüğü suda uzaktan izlerken ek seferin gazabına uğramış en sevmediğim 3-4 numaralı koltuğun cam kenarına sığdırmaya çalıştım hayallerimi Sığmadı.. Üşümüşüm, içimizi ısıtmak için mola yerinde çay içmeye karar verişimizden sonra ellerimi yıkamak için indiğim tuvaletten babamın Pavorotti'yi andıran sesinden 'böyle çay olur mu, bu şekerin rezaletini kim açıklayacak bana?' adlı opera parçasını duyar duymaz olay mahalline topukladığım an uyuyamadığım uykunun sersemliğinden çoktan çıkmıştm :) Merak edenler için söyleyim; olay tatlıya bağlanmadı, bağalanamazdı da çünkü ben hayatımda ilk kez küflü şeker gördüm! Babamın yanına gittiğimde babam opera parçasının son nakaratını ifşa ediyordu. Kimsenin çıt çıkarmadığı olay mahallini baba kız kolkola terk ederken hiçbir şey olmamış edamızı koruyarak otobüsteki yerimizi aldık.
Ve Ankara!
Terminalden eve gelişimiz tam 40 dakika sürdü. 40 dakikada Fethiye'de neler yapılır diye düşündüm.
40 dakikada Fethiye'de yapılacak şeyler:
Asortik kahvaltıya gidelim mi içerikli bir sms atar. Smse sms yanıtı olarak kffjkzuıuy (inanmazlık nidaları) valla mı? yazılır. Sonra kekik kokum aranır. Asortik ve kekik kokum kızıyla birlikte beni almaya gelirler. Yaklaşık beş dakika sonra aramıza ayrılmaz parçası bisikletiyle Acemihobici katılır. Artık deniz kenarında sazdan imal bir tentenin altına kurulmuş masadaki enfes kahvaltılıklara uzanır çatal bıçaklarımız. Bu olayların gelişim ve oluşum süreci 30 dakika :) Büyük şehirlerde sadece ulaşımın 30 ila 40 dakika olduğunu deneyimlerimden yola çıkarak çıkardığım sonuç; Fethiye'de hayat kolay ve akışkan..
İlginç olaylar zincirlemesidir benim Fethiye maceram.
Bu kararın nasıl alındığının hiç farkında değilim. Anneciğimi arkamda bırakıp nereye gidiyordum :( Annemi burada bırakıp gitmeyi o kadar düşünmedim ki o kadar aklımın köşesinde değildi ki Fethiye'ye yerleşmek, annemi bu kadar özlerken onunla aynı ilde olmamak fikrinin aklımı karıştırmasına izin bile vermedim. Her anlamda kafamın fazlaca sardığı eğlenceli ablam Nalan ablam, Mahmut abim, derin, içsel, sakin okyanusum Çınar'ım ve Çınar'ımın henüz yaramazlık yapmış çocuk bakışlı sevgili eşi Merih abim, sadece bir kez görebildiğim Sibel'im, taşınacağımı öğrendiğinde üç gün ağlayan, telefonda teselli etmeye çalıştığım komşum, paralelim Gülay'ım..
O kadar farkında değilim ki, sadece Carlos oradaydı, babam onu görmeye gitmişti ve ben sadece bir arkadaşıma telefonda 'biz Fethiye'ye yerleşiyoruz' demiştim şakacıktan :) (Carlos benden sadece onbir yaş büyük, kardeş gibi büyüdüğümüz amcamdır. Neden Carlos; O bir gitar ustasıdır ve iyi bir Santana yorumcusu olduğundan Ankara camiasında Carlos olarak bilinir.) Fethiye'ye yerleşme hayali hiç kurmadım. Fethiye'ye yerleşmek için emekliliğimi bekleme gibi bir dürtüm dolayısıyla hiç olmadı. Doğaçlama gelişti aslında her şey. Fethiye daha önce görüp hakkında fikir donanımıyla gideceğim bir yer değildi. Bu nedenle beklentisiz gittiğim bu güzel yere iki aylık bir kedi yavrusunun meraklı ama yine de tedirgin tetikliğinde yaklaştım. Her şey 'o kadar ki' başlayan cümlelerle anlatılabilir şekliyle gelişti ki hala şaşkınım.
İçim rahat mı, annem buradayken ben nasıl..? Defdef ve yakın arkadaşlarımla yaptığımız konuşmalardan geldiğim nokta; anneciğimle ilgili vicdanımın rahat olmadığı hiçbir şey yok. Babamı çok seviyorum. Onun, onun gibi biri için çok radikal sayılabilecek verilmiş bu kararına saygı duyuyorum. Psikolog bir arkadaşım kayıplardan sonra 'kaçıp gitme' isteğinin normal davranışlardan sayıldığını da duyunca.. Bu gidişi engelleyecek gücüm var ama yarın bir gün 'keşke' demek istemiyorum. Eğer sıralı olacaksa hayatı terk edişlerimiz babam çok istemişti, keşke yapsaydım diye düşüneceğim bir şey bırakmak istemiyorum arkamda
Hayat nasıl geçer Fethiye'de?

Uzun ve dolambaçlı yolların sonunda Fethiye. Sabahın en erken saatinin güneş yakmayan serinliğinde küçük şehir/ilçelere özgü bakımlı, temiz otogarında o kadar zahmet etme dediğim halde Asortik tarafından sımsıcak bir karşılanma.. Asortik o kadar sıcak ki, o kadar 'eski' ki, sanki birbirimizi yeni tanıyor değiliz. Sanki onun yaşadığı ile yıllar sonra yapmış olduğum bir ziyaret gibi karşılaşmamız. Zamansız ve sorumluluklar sahibi, bir koltuğunda bir kaç karpuz taşıyabilme yeteneğinde Asortiğimin bizi karşılama jestinden son derece mahcup ama gururlu ve mutluyuz. İlk karşılaşmalar benim için çok önemlidir, özeldir. O ilk karşılaşmada olan olur. Olmazsa mümkünsüz değil ama çok zordur. Unutamayacağım bir ilk karşılaşma :) Asortiğimle takip eden günlerde bir trafik ışığında karşılaştığımızda birbirimize el sallamışlığımız da olunca 'küçük yerin nimetlerinin' farkına vardım :) İlk karşılama Asortik'le aynı gün içinde son karşılaşmamız olmayacakmış :) Hani hep Mavi Kuş kargomu ben kendim götüreceğim diyordum ya, Fethiye'deki ilk günümün ilerleyen saatlerinde kaldığım yere yürüme mesafesindeki Mavi Kuş'a elimde yük var diye -ki taşıyamayacağım ağırlıkta değildi- Asortik tarafından götürüldüm. Bu kadar ince, zarif, sahiplenici, yardımsever bir arkadaş kazandığım için kendimi çok şanslı, özel ve mutlu hissediyorum.

Her şey o kadar ilginç gelişti ki SLE güneş yasağı nedeniyle yirmi yıldır tatile gitmiyorum ben. Bu nedenle de tatilin benim için deniz anlamını taşıyor olması çok eskilerde kaldı. Değil deniz kenarı bir yere yerleşmek, ben deniz kenarına tatile bile gitmiyordum tam yirmi yıldır. Kısa tatilleri offroad grubumuzla dağda bayırda, ormanda geçirirdim.
O kadar tuhaf gelişmeler ki bunlar; Mavi Kuş örgü hareketini başlatırken bizim Fethiye ile ilişkimiz babamın Carlos'a gitmiş olması kadarıyla sınırlıydı. Kargomu kendim götüreceğim sözlerim de zaten Carlos'u görmeye gidecektimle bağlantılıydı.Ama şimdi Fethiye'deki evimiz Mavi Kuş'a 100 mt. uzaklıkta :) Artık ben de bir Mavi Kuş'um :)


Mavi Kuş'tan görüntüler..


Gönderiler için sonsuz teşekkürler.
Tıklayınca fotoğraf büyüyor..

Defdef'ler Fethiye Öğretmenevi'ne tatile giderler her yaz. Tatil dönüşleri anılarını dinlerken Öğretmenevi havuzunun fotoğraflarını görüp iç geçirirdim, şu işe bak :) evimizin balkonundan öğretmenevinin havuzu görünüyor :)

Hiç susasım yok. Anlatacağım çok şey varken biz eşyalarımızı toplamaya başladık.
Neler mi anlatacağım; Fındığımla başımızdan geçenler :) Ama ne sivri zeka maceralar, artık birbirimize 'zeka' diyoruz :)
Asortiğimin her boş anında -ki boş anı çok az- telefonlaşıp hemen bir plana kaçışımız :)
Kekik koku'mun bloğundaki pastalara bakarken Hakan'ın 'kendisi yapmamıştır' dediği pastalarından bir tanesi;


erken doğum günüm pastamı tattığımız o güzel gün ve mümkünsüz ev detayları,


artık oyun ve dans arkadaşı olduğumuz tatlı kızımız Derin'in dondurma yerkenki muzip halleri :)

Ve kendileriyle en son teşrif olduğum acemihobici ve inanılmaz evindeki sevecenlikleri, bağırlarına basışlarıyla şok geçirten 'gerçek mi bu insanlar?' diye sorgulatan o güzel ailesi.. Acemihobici'mle bisikletle ev arama maceramız, babamın acemihobici'min bisikletinde 1 km kadar yol yapması :) Değil acemihobici'min kendisi, ailesiyle de yıllardır tanışıyomuş duygusuyla karşılanmamız. Şimdiden not: acemihobicim %50 bir yalancıdır. Kendisi hobicidir ama kesinlikle acemi değildir :D İzleyin, kendiniz karar verin :)

Acemihobicimin bahçesinden taze limon ve çiçekler..

Küçükken biz doymazmışız. Babam bisikletle bize Cebeci Dörtyol'dan süt almaya gidermiş :)
Ve gönül adamı, sevgi fakiri can abim, abim derken ağzımdan bir abiiiiim sözünün daha çıktığı, sarılırken kemik kıran, bana yaş azlığımıza karşın 'kızım' derken gerçekten kızı gibi hissettiğim Ali abimi görmeye Fındığım ve babamla Göcek' e gidişimiz :)
Dolunay'ın ani ve şok bir kararla Fethiye'ye gelişinde Ali abime ikinci ziyaretimiz.
Beni çok mutlu eden bu çok değerli arkadaşlarıma sıcaklıkları, ilgileri için sonsuz teşekkürler.
Hepsini çok ama çok seviyorum.
Bu arkadaşlarımın sıcak davranışları karşısında Dolunay'ın 'nasıl yani?, siz daha önceden tanışmıyor muydunuz?' şaşkınlığındaki sözleri.
Biz bloggerlar olarak Fethiye ve civarındaki kolonimizi oluşturduk :)
Her şey tahmin ettiğimden çok daha güzel ilerliyor.
Şirin ama bulamadığımız için -çünkü yok- 3+1 değil ama 2+1 evimizde sıcak bir yaz bizi bekliyor.
Ben de sizi bekliyorum. Evim küçük ama sizi misafir edecek bir yer bulurum mutlaka :)

SÜRECEK..


BLOGLARIN VE 'İYİ' BLOGGERLARIN GÜCÜNÜ BİR KEZ DAHA GÖRMÜŞ OLMAKTAN MUTLULUK DUYUYORUM. FETHİYE'DE TESADÜFEN ÖĞRENDİĞİM VE BENİ ÖNCE ÇOK SARSAN SONRA DA BİR MUHBİR GİBİ 'İFŞA ETMEK' DUYGUSUNA SALAN BİR OLAYI KESİNLİKLE ANLATMAK İSTİYORUM AMA BU ÇOK ÇİRKİN BULDUĞUM OLAYIN YAŞADIĞIM YORGUN HUZURA GÖLGE DÜŞÜRMESİNİ İSTEMİYORUM.
KONUYU 'ŞOK ŞOK' BAŞLIĞIYLA DUYURMAM BEKLEYEBİLİR AMA 'ŞİMDİLİK'
KİMSENİN BENİ VE BEN GİBİ BİR ÇOK İNSANI ÜZMEYE, ALDATMAYA VE SONRASINDA HİÇBİR ŞEY YOKMUŞ GİBİ ORTALARDA ARZ-I ENDAM ETMEYE HİÇ HAKKI YOK!
YAKIŞMAZ MI; YAKIŞMASIN. HİÇ KİMSENİN YANINA KAR KALSIN İSTEMİYORUM.
İYİ, GERÇEKTEN İYİ BLOGGERLARLA KARŞILAŞMANIZ DİLEĞİMLE GİDİYORUM BEN ŞİMDİ KOLİ YAPMAYA..


BÜTÜN YORUMLAR İÇİN ÇOK AMA ÇOK TEŞEKKÜRLER. HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM. HEPİNİZE ÇOK DEĞER VERİYORUM. BÜTÜN YORUMLARIN HEPSİNİ EN KISA ZAMANDA YORUMLAYACAĞIM AMA BİR TANESİNE KAYITSIZ KALAMADIM.. (YEŞİM: Öyle bir gidiyorum yazmışsın ki içim buruldu.) YEŞİM'İM BURULMASIN İÇİN BEN BURALARDAYIM :) ÇOK TEŞEKKÜRLER :)

23 Nisan 2010 Cuma

En taze Fethiye'li :)


Ölüdeniz..


Çalış Plajı


Fethiye'de yalnız kayık


Göcek

Yorgun, zaman kısıtlı ve -sanırım bunun adı migren- feci bir baş ağrısıyla mücadele etmekle geçti ömrümün son üç saati. Şu saatlerde iyiyim ve bundan sonra artık Fethiye'den bildireceğimi bildiriyorum :)
Hepinizi seviyor ve 'şimdilik' gidiyorum..

14 Nisan 2010 Çarşamba

FETHİYE'DEYİZ, YETMEDİ BİR DE TEKNEDEYİZ :)


Az katılımlı blogger toplantısı;
su kanalına düşmemeye dikkat ettik :)
çünkü biliyoruz ki kurtarılmamız altı saat sürecek :(


Fethiye'deyiz, üstüne bir de teknedeyiz :)

12 Nisan 2010 Pazartesi


:)


Fethiye'den hepinize sevgiler :)

Vallahi nisbet değil Ece'm :)
İyi dilekleriyle beni mutlu eden bütün arkadaşlarım hepinizi bekliyorum 'şimdiden!!

11 Nisan 2010 Pazar

GİDİYORUM BEN :)

Öyle kısa ve çabuk yazıp kaçmam lazım ki inanılır gibi değil. İki ayağımı tek bir pabuca sığdırdım ama o koşturma içinde bunu da ihmal etmiyorum ya, takdir ediyorum kendimi :D

Dün bir TIR'daydık :) Evet evet bir TIR'da :) Doğuş Çay'ın bir market açılışı için o marketin tam karşısına kurduğu, sanki deniz kenarında çay içiyormuş hissine kapılmak için o parlak kırmızısıyla bizi mıknatıs gibi kendine çeken o güzelim TIR'ın içindeydik. TIR'ın içinde bir çay ocağı kurulmuş :) Yeşil bar tabureleri ve laminat kaplı zeminiyle çok sempatik görünen bu TIR'daki misafirliğimiz bir çay içiminden epeyce uzun sürdü :) Ben TIR'ları çok severim. Amerika'da kornası tavanında asılı olan o TIR'lardan birinin şoförü olmayı çok isterdim. Filmlerde jant ve metalik boyalı olan kısımlarında güneşin yalp yalp yandığı o TIR'lardan birinde..
Sallama çay, mümkünse tercih ettiğim bir içecek değil. Sallama çay içtiğimde demleme çaya ihanet etmiş gibi hissediyorum kendimi ama çok mecbur kaldığım da -ki aslında bir çaysever olarak pek de mecbur kaldığım da söylenemez- sallama çay içiyorum. Doğuş Çay TIR'ında biraz uzun kalınca çeşitli sallama çaylarını denemeden edemedim. Bergamotlu, elmalı, ada çayı, siyah çay (evet hepsinden içtim :D) denerken kendimi eksper gibi hissettim. Her bir yudumu ağzımın içinde şöyle bir çevirip eksper havama hava katmayı da ihmal etmiş olabilir miyim hiç :D Denediğim bütün çayları çok beğendim. Hatta tadlarını anlayamadığımı söylediğimde :P bana bir elma ve bir ada çayı daha ikram ettiler. Pes yani :P Doğuş Çay'ın başka ürünleri de var. Ben markamı buldum, bundan sonra Doğuş benim markam..
En cüzel çay Doğuş çaaaay :)
Çaya doyuran mürettebata sabrından dolayı da üst düzey teşekkürler..








Bir de çanta mimi vardı bana fındığım tarafından paslanan :)
Tam da zamanı.. Giderken tam da zamanı. Evet gidiyorum ben. Artık başka bir yerden bildireceğim; Reha Muhtar Yunanistan'dan bildirirdi bir aralar. Gülerdim :) Şimdi ben de 'başka bir yerden bildireceğim; başka bir yerden bildirmek üzere gitmiyorum, sadece büyük ümitlerle gidiyorum :) Yani bloğumun tayini çıkmadı :))))

Çanta mimini görünce eyvah demiştim :) çünkü itiraf ediyorum. Çantam hiç düzenli değildir. Karmakarışık ve neden orada olduğunu anlayamadığım bir çok malzemeyle doludur; ama her zaman :) E ben ne yaptım? Bu benim için milat olsun, hazır yola çıkıyorken artık çantamın düzeni böyle olsun :)



Aşure yaptım. Amcam istemiş :) Dolunay 'senin en iyi yaptığın şey aşuredir ama o da senede bi bilemedin iki kez yapılıyor' der :) Güzel oldu :)



Gidiyorum. Hepinizi seviyorum ama gidiyorum..
Yarın sabah başka bir iklim ve yerde açacağım gözlerimi..
Beklersiniz beni değil mi :)


10 Nisan 2010 Cumartesi

TURTA YAPTIM :) İDDİA EDİYORUM BÖYLE BİR TARİF YOK!


Vişneli turtam

Turta yaptım. Vişneli, üzeri jöleli nefis bir turta. Benim neyim eksik bir dut masalı'mdan, kekik koku'mdan neyi :P Onlar yapıyorsa ben de yaparım :) Hatta ben neden durayım? Görüntüsünün güzelliğine denk düşen bir tadı olsun diye dua ettim yaparken. Yiyen 'bir dilim daha alabilir miyim?' desin, ardından bir dilim daha yemek için can atan diğerleri 'kaldıysa ben de rica edebilir miyim?' desin birbirleri ardına :) Güzel oldu turtam. Güzel oldu ya, hemen sahiplendim. Sonuçtan memnun kalmasaydım sahiplenici davranmazdım; hani sınavdan 100 alınca öğrenci kendi almıştır da düşük not aldığında öğretmendir notu veren.. Güzel olunca turtaM ama yenilesi bir kıvamda olmasaydı direk ismiyle hitap tarzı; turta :)

Kimse benden bir tarif beklemez ama ben yine de anlatayım.
Şimdi efenim malzemeler şöyle oluyor:
Keki için:
5 gr. un
10 toz şeker tanesi toz şeker
topluiğne başı büyüklükte kabartma tozu
1/1500 yumurta
2 damla sıvıyağ

Üstü için:
Mikro vişne taneleri.
Hazır jöle

Kek malzemelerini kürdanla karıştırın gazoz kapağına dökün önceden ısınmış 180 derece fırında bir dakika pişirin. Kek hazır.
Vişnelerin çekirdeklerini çıkarın. Jöleyle karıştırıp kekin üzerine yerleştirin. Sonra bir dakika daha fırına atın.
Turtamız hazır.

Sakın yapmayın :) Böyle bir şey yok. Bunu da uydurdum :) Sonra da bir şey söylediğimde insanlar bana 'ciddi misin sen?' dediklerinde bozuluyorum :P

Kahvaltıdan sonra babamı asansöre kadar uğurladım. Kapı aralığında onu sevdiğimi söyleyip öptükten sonra asansöre binmesini bekledim. Babam 'bekleme gir içeri' dediğinde 'gittiğinden emin olayım' dedim :) Gülüştük, asansörün aşağı doğru kayan ışığını görünce içeri girdim. Bu bizim hemen her sabahki seromanimizdir aslında.
Bir iki dakika sonra babamın 'Gülen posta kutusuna senin için bir şey bıraktım, hemen gel al' dediği aramasını 'kesin bir şey unuttu' diye düşünerek yanıtladım. Şaşırdım. Babamın her zamanki talimat notlarından birini cebinde unuttuğunu, yukarı çıkmaktansa posta kutusuna bıraktığını düşünerek hemen aşağı indim. Babamın talimatları meşhurdur :) Kendisinin unutma riskine önlem olsun diye değildir onun talimatları. O unutmaz, o atlamaz, o esgeçmez. Onun talimatlarının derdi bizimledir :)
Aşağı indiğimde babamın yerinde yeller esiyordu, onu görmeyi de beklemiyordum doğrusu. 'Gülen posta kutusuna senin için bir şey bıraktım, hemen gel al' talimatını sözlü olarak bırakıp çoktan gitmişti :) Posta kutusunda uzaktan fark edilmemesi imkansız, üzerinde büyükçe harflerin olduğu beyaz ve pullu bir zarf vardı. Daha da şaşırdım. Yoksa babam talimatlarını artık PTT hizmetinden yararlanarak mı veriyordu bize? Yok canım daha neler artık :)İyi de bu neydi şimdi? Ben 'yine' bir paket, posta ya da kargo beklemiyordumki. Posta kutusuna yaklaşıp zarfı almaktansa başımı yan çevirip zarfın üzerini okumaya çalıştıktan sonra kendi kendime dedim ki 'alsana zarfı' :)


P.K.'ndaki hali :)

İçindekini merak etmemin, şaşkınlığımın, mahcubiyetimin hepsinin birbiriyle karıştığı duygular. Hep birlikte asansöre binip yukarı çıktık. Dolunay beni elimde bir zarf, üzerimde pijama kılıklı bir ev kıyafetiyle görünce şaşırdı. 'Abla o ne?' derken ben zarfı açmaya çalışıyordum zaten; 'göreceğiz şimdi'.


Önce üzerinde Çek dilinde muhtemelen 'bu bir kibrittir' yazılı bir kibrit kutusu çıktı :)


Kibrit kutusunu açınca da ki-nedense insanoğlu kapalı kutuları açmaya çok meraklı :) Mesela 'a ne kadar güzel; bana kibrit kutusu göndermiş' deyip de kibrit kutusunu açmayanını görmedim :) O kutu ille açılacak yani :)


Kutuyu açınca zımbayla paket haline getirilmiş mavi süslü beyaz, güzel paketi de açmam gerektiğini anladım. Küçük bir dokunuşla zımbayı çıkarayım derken paketcik yırtıldı ama :(
Hiçbir şeyi doğru düzgün beceremem ben zaten :(


Sonra da yukarıda güya tarifini verdiğim bu iştah açıcı turtayla buluştu
baş ve işaret parmağım :)



Ve matbu sandığım o güzel, zarif el yazısıyla nikel allerjimi unutmadığına çok duygulandığım
beni çok mutlu eden notu çıktı.
Ellerini severim ben senin Özlem!


Evirdim çevirdim baktım, sevdim, çok sevdim, ay canım diye diye sevdim hem de bu şuncacık şeyi :) O boyutuna, gerçekliğine inanamadığım turtalardan biri elimde; pardon parmaklarımın arasında. Şaşkınım, mutluyum, inanmazlığım sürüyor :) Kafamda öyle bir yaratmışım, öyle bir inanmışım ki ben onları ciddi ciddi gerçek sanıyormuşum meğer :) Gerçekten gerçek sanıyormuşum.. Sanki keki gerçek kek, kekin tırtıklı bir kek kalıbında pişmiş havası gerçek,vişneleri gerçek, jölesi de..Öyle bir turta ki :) İnsanın böyle bir hamlede ağzına atıp yiyesi geliyor. Bir lokmacık bir şey.Vişnesinin sapının çıktığı yerleri bile belirtilmiş. İnanamadım :) Yani gerçek olmadığına inanamadım..


Gümüş ve fuşya rengi iki plaka.

Hmm bu ne acaba? Daha önce hiç görmediğim bir şey. Hafif ve ne olduğunu bilmediğim bu iki mekanik plaka ne işe yarıyor acaba derken Dolunay onları bir güzel açtı :) İçindeki çikolataları görünce aman aman çikolata seven biri olmadığımdan çikolata kültürümün gelişmemiş olmasından hiç üzüntü ve utanç duymadım :) Çikolataları aile birey sayısı dörde böldük ama sonra ay ne güzelmiş ay çok nefismiş derken baba ve Hakan'ın haklarını da hiç adil olmayan utanmaz bir tavırla iç ediverdik :D Çok terbiyesizce bir davranıştı bizimki ama ne yapalım pek güzeldi. Pişman mıyım; -boğazımdan zor geçti- pek emin değilim ama sanmıyorum :)

Dolunay: Abla anlamıyorum ben bu işi. Sana neden hediye gönderiyor bu insanlar ve bu kız Çekoslavakya'dan?
Gülen: Bilmiyorum ama sanırım benim sevdiğim kadar Onlar da beni seviyor.
Dolunay: Neyini?
Gülen: (gayet olgunlukla) Bilmiyorum :)

Bu güzel turtadan magnet yapıp yaptığı yetmezmiş gibi ta oralardan gönderme zahmetine girerek
siluetimin sigara dumanlarının mavi neon ışıklarının altında mavi hareler yarattığı salaş bir Fransız barında çıplak ayakla Fransızca jazz söyleyen Tunus'lu bir çingene sanırdım kendimi hayalimi gerçekleştirdiği
Tunus'lu Aisha'dan sonra beni bir kez daha mutluluktan uçurduğu kadar utandıran, sanatına, alçak gönüllü tavır ve duruşuna saygı duyduğum, çok istediğim halde takvimlerimizin uymaması nedeniyle tekrarında iki elim kanda olsa gidesim var atölye çalışmasına katılamadığım için üzüldüğüm kişi Özlem Akın'ın ta kendisidir.
Sevgili Özlem, tatlı Özlem allerjik bir bünyeye sahip olduğumu bile unutmamışsın. O kadar duygulandım, yeni çalışmalarının koşturmasındayken bu güzel armağan için çok teşekkür ediyorum yine ezik ezik. El becerim yok, sabrım yok. Ben yine sadece teşekkür etmekle yetiniyorum ya, yazıklar olsun bana :( Seni ailece seviyoruz Özlem.

GELİNLİĞİM YAZI YORUM YORUMLARI:

Aysema öğretmenim; Canım şaka şaka kısmına kadar ciddi sandım sözlerinizi :) Dedim ki kime niyet kime kısmet. İlk beş cümleyi okuyana kadar ben sizin nikah tazeleme senaryonuzu yazdım kurguladım bir de üzerine çektim iyi mi :) Ne olacak benim bu hallerim :)
Öğretmenim anlatımıma olan iltifatlarınız beni çok mutlu ediyor. Gerçi ben hala virgülsüz ve ki ekleriyle sorunluyken sizden bu sözleri duymak beni onore ediyor :) Evlilik kişilik özelliklerinin diğeri tarafından da desteklenip onaylandığında güzel. Sizin de mutluluğunuzun sürmesini diliyorum bütün kalbimle :) Öğretmenim sizin o kimsenin işine yaramayacağını düşündüğünüz gelinlik ve nişan elbisesi o kadar değerli ki hem üzerine sinmiş anı ve mutluluk bakımından hem de 'eski' kumaş ve muhtemelen elle dikilmiş olduğundan verilen emek bakımından. Görmeyi çok isterdim onları. Bulamaz mısınız acaba?
Doğum gününüzü buradan da kutluyorum canım öğretmenim :)

Şenay'ım, Doğa'm; Ben üzmek istemiyorum hiçbir arkadaşımı, ne olur gözlerin mutluluk duygusundan dolsun. İstediğin her şey bir güneş gibi doğsun kalbine. Sevgin hep karşılık bulsun. Gölge yazın sıcağında iyidir, yoksa ihsan etmesin istemeyiz başka bir şey :) Kurbaanı ve seni çok sevip öpüyorum :)

3prenses'im; işte aldığım en güzel iltifatlardan biri daha :) Makyajı hiç yakıştıramıyorum kendime, bu nedenle iltifat ya :) Güzel, doğal yapılmış makyaj seviyorum -ama başkasında. Gelin makyajı olmazsa gelinlik düşmezmiş diye kandırıp yaptılar o makyajı bana. Gerçekçi olalım güzelim, yakışmadı işte :) Senin de mutluluğun sürsün ilk günkü gibi :)

Sibel'im; ilk ama son olmadığını bildiğim o görüşmemizde söylediğim gibi yaptım. Ben hiç istemediğim halde gelinlik giydim, istediği halde gelinlik giyme imkanı olmayan bir gelin adayına gitmesini çok istiyorum gelinliğin. Allah bu isteğimi yerine getirsin.. Daha anlatacaktım da fren yaptım :) Hakan'ın evlenme teklifine verdiğim cevaptan hiç söz etmedim mesela :P Öpüyorum mavi gözle seni :) Eşine selam..

Yetenekli'm; asıl senin küçücük yaşından büyük kalbinle yaptıkların ve çaban daha güzel. Ben destek olamadım diye üzüldüm ama inan benim kibrit kutusunda eylemsizliğim eyleme geçmiş halimden daha iyi :P Yazdıklarıma olan güzel sözlerin için sonsuz teşekkürler.. Umarım sen de çok mutlu olursun..

Nurhan'ım; gülsem mi, kendimi tutup gülmesem mi bilemedim. Eldivensiz gelin olur da pastasız düğün olur mu? Olur, neden olmasın. Önemli olan yok olanlardan mutsuzluk duymak yerine olanları mutlulukla var saymak. O da bir anı :) Benim beyaz ayakkabılarını giymeyi unuttuğu için siyah ayakkabıyla evlenen arkadaşım var biliyor musun :) Otuzdokuz yaşında, o boy ve kiloda ne kadar olabildiysem o kadar oldu işte :) Sanırım ben otuzdokuz yaşıma gelinlik yakıştıramadığım için gelinlik giymek istemedim ama bu duygumdan da emin değilim. Sen de çok ama çok mutlu ol :)

Delfina'm; her şey güzeldi, eldivensizliğim hariç :) Az önce Bilun'umla konuştuk. Bir kaç zaman sonra Aysema öğretmenimin söylediği gibi nikah tazeleme isteğine kapıldığımda Bilun'uma bana eldiven yapar mısın dedim. Tamam dedi ama bu kez de gelinlik yok :))) Kotun üstüne beyaz bir penye, elimde eldiven ve Bilun'umun tüllü saç aksesuvarlarından biri :) Bu akşam geliştirdiğim yeni hayalim bu :) Gelinliğe gerçekten çok emek verildi. Terzinin ığıl ığıl sözü de dilimize yapıştı. Bir şey giydiğimde eğer ben ığıl ığıl olmuş mu dememişsem Hakan ığıl ığıl olmuş ya da olmamış der :)))))))) Iğıl ığıl ya, ne demek bu ığıl ığıl :)

FADİŞ, gülen mutfağım :) Çok sağol, iltifat alınca hem utanıyorum hem de mutlu oluyorum. İkisi bir arada yani :) İzmir'e ve sana bizden selam. Gerçi kırgınım İzmir'e ama çok özledim kendisini :P Bir ara çaktırmadan uğramayı düşünüyorum on gün sonra kadar :)

Hoya; çok ama çok teşekkür ediyorum. Bu iltifatlar karşısında iyice eriyorum :) Aslında gelinlik, tören olmasa da olur ama isteyen de var istemeyen de. Kim ne istiyorsa o olsun. Umarım gelinliği giyen kızımız en az ben kadar eğlenceli ve mutlu bir evlilik hayatı yaşar. Blog adresiniz yok ne yazık ki :(

Oytun'umun tatlı annesi :) tek hüznüm benim.. Biliyorum ki o mutlu olduğumu görüyor ve benim için seviniyor. Gördüğüm rüyalardan biliyorum. Eminim, otuzdokuz yaşıma kadar dizinin dibinden ayrılmayan kızının mutlu olduğunu mutlulukla izliyor. Ve bu gelinliği o istediği için giymiştim. Bu yapıyor olduğum şeyi yapmamı O da isterdi diye gelinliğin bir an önce yerine ulaşmasını çok istiyorum. Kim giyerse çok mutlu olacak, enerjiye inanıyorum çünkü.. Ben de öpüyorum çok.

devince'm; yok ben düğün de istemedim :D Nikahtan gidiverdim :) Çok karmaşık ve zor işler bunlar. İlle bir organizatör gerekiyor, daha önce bu hazırlıklarda bulunmuş, sözü dinlenen biri. Aslında ben nikahtan hiçbir şey anlamadım. Sadece çok güldüğümüz çok gayri ciddi bir nikah töreni olduğunu hatırlıyorum. Memurenin gülmekten konuşmaya fırsat bulamadığı bir tören :) Gelinliğin yerini bulmasını çok istiyorum :)

Fındığım; Hakan'a yorumları okurken seninkini okumak istemedim :( O kadar üzüldüm ki :( Hakan ısrar edince okudum ve başladım ağlamaya :( Şu anda bile ağlıyorum, sol göz kapağımın üstü seğirmeye başladı :( Bir kamyonla kandırabileceğin kadar küçük bir çocuktan söz ediyorsun sen; ben bile nikahtan sonra bir hafta İzmir'de kalmak üzere annemleri Ankara'ya uğurlarken hala 'beni bırakmayın, ne olur gitmeyin, anne ben sensiz yapamam' diye ağlıyordum :( Babam da 'hadi seni de götürelim, gel bizimle' dediğinde de gitmeye yanaşmamıştım. Hem karnım tok dursun hem de çörek bütün. Senin anlattığınla benimki arasında sadece yaş farkı var; duygu aynı; sanki terk edilmişlik :( Ben de istiyorum gelinliğin yeni sahibine bir an önce ulaşmasını..

Defdef'im; aslında bir ara kamera görüntülerini mi yüklesek ne yapsak :) O gizli görüşmeleri yani ikinci kez nişanlandığın eş adayınla gizli gizli görüşmek :) Hay Allah'ım ya :) Kuzenin evindeki ikinci nişan törenimiz daha bir hoştu, çok sade :) Ay ben bunu unuttum. Nazan yenge takmıştı o zaman yüzükleri. Aynı adamla ikinci kez nişan yapan ben :))))))) Aklımı kaçırmış olmalıyım. İzmir'deki üç kişilik sade :P nişan törenimizde, Ankara sıcak diye gondolda çikolata getiremedi diye gondola çikolata yaptırmıştı Hakan, bir de evlilik teklifi anlamına gelen beyaz güller :)

Nefise'm; evet delirmiş olmalıyım :) Hakan'ı çok üzdüm :( Ama şimdi her şey çok iyi gidiyor. O kadar üzdüğüm ve güvenilmez davrandığım halde beni anlamaya ve sevmeye devam etti. Umarım sonsuza kadar böyle gider. İyi ki giymişim gelinliği ama keşke bir de eldiven giyseydim :)

Mavianne'm; çok sağol, bütün dileklerin için teşekkür ediyorum ve aynılarını senin için diliyorum :) Anılarım Allah'tan komik dolayısıyla gülerek anlatıyorum. Aslında bu kadar ayrılıp barışma olaylarından sonra hala birlikteysek biz başarmışız, birbirimizin kalbine girmişiz demektir. Gerçi bütün arıza benden çıktı :) O yaştaki çocuklar için aileden birinin evlenmesi gerçek bir travma :) Komik buluyoruz ama içlerine girmek lazım onların.. Fotoğrafları taratmadım, fotoğraf fotoğrafı çektim anca bu kadar oldu. Ben de seni çok öpüyorum :)

Burcu'm; benimle çıkılmaz zaten :P irtifa kaybederek sürekli inilir benimle :) En büyük dileğim gelinliğin mutluluğumu bulaştıracak bir gelin adayına ulaşması. Ve ben seni daha önce tanımış olsaydım fotoğraflarımı senin çekmeni çok isterdim :)


7 Nisan 2010 Çarşamba

GELİNLİĞİM.



Ben mutluyum. Hiç mi sorun yok; olmaz mı hiç; en başta onları çözme enerjisini kendimde bulduğum için mutluyum. Düştüğüm yerde ayağa kalkabilmek için kendimde bulduğum güç için şükürler olsun.
Yatılı okulda geçen bütün çocukluk ve gençliğimin ilk yıllarında öğrendiğim, hayatını 'kendi kendine idame ettirebilme' içgüdüsü, aldığımız eğitim nedeniyle haksızlıklara karşı dikbaşlı duruş, iletişim konusunda rahat ve hatta zaman zaman futursuz :P davranış biçimleri 'kendi başının çaresine bakma' yetisini de beraberinde getirdi.
Genç yaşta yakalandığım amansız değil belki ama 'zamansız' hastalık ilk yıllarında çok fazla hareketli olan hayatımı eskisi gibi sürdürememe neden olsa da onunla bile barıştım. Mutlu olabilmek için sıfır sorunsuz bir hayat vaad edilmedi bize. Yaşadığım her türlü olumsuzluğa karşın kendim ve birlikte yaşadığım insanlar iyi olsun diye mutlu ve güçlü olabilmek için mutluluk kapısına omuz atmayı bilebiliyorum. Ağlarken birden kahkahalarla gülmeye başladığımı görenler beni ilk kez o halde gördükleri şaşkınlıklarını çoktan attılar üzerlerinden :)

Evlenmeyi hiç düşünmedim. O kadar düşünmedim ki hiç çeyizim yoktu :) Bu nedenle otuz dokuz yaşımda Hakan'ı internetten indirene kadar da evlenmeme hayalimi hiç bozmadım :) Evlilik, hayallerim dahiline adım dahi atmadı, kendimi gelinlik içinde hiç hayal etmedim. Genç bir kızken bir gelinlik modeline bakıp iç geçirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Ortaokul ve lisede okul takımları sporcusu olduğumuzdan Sedef ve benim üzerimde sadece lise son sınıfta okul forması görüldü :) Beden eğitimi öğretmenimiz 'Siz eşofmanla evlenirsiniz' diye takılırdı bize. Daha bir sürü şey, ince çorap giyme becerim hiç gelişmemiştir mesela :) Giymem gerektiğinde ancak ikinci giyişimde o da kesinlikle bir tarafından kaçırmış olarak tamamlarım turumu. 'Oturmayı kalkmayı bilen' deyimi nasıl bir deyimdir bilemem ama yanlışlıkla etek giymişsem bu deyimin kültürümüze yerleşmesine neden en birinci mankeni kesinlikle benimdir :D

Çok kararsız giriştim evlilik mevzularına. Hatta Hakan'la evlilik bazlı konuşmalar geçtiğinde Defdef'in eşi 'Gülen önce annesinden boşansın' demiş :) O derece yani :) Karşıma Hakan gibi biri çıkmamış olsaydı ya da aynı şehirde yaşamış olsaydık evlilik hayat planım dahilinde kesinlikle değildi. Kararsızdım ama Hakan'ı o kadar çok seviyordum ki ama yine de kararsızlığımın en ağır bastığı iki ayrı zaman diliminde nişan yüzüğümü filmlerdeki gibi sahnelerle iade etmekte hiç sakınca görmedim. Artık öyle hale geldi ki ben bu alyansı Ankara-İzmir karayoluna koysam ve işaret parmağımla ufak bir fiske vursam bu yüzük İzmir'deki adrese kendi kendine ulaşır. O kadar abarttım yani.
Ailemi daha fazla üzmeye hakkım olmadığını düşündüğümden ikinci yüzük gönderme faslından bir süre sonra görüşmeye devam ettiğimiz Hakan'la yine evlenme konuları gündeme gelince bu fikri yatılı okul arkadaşlarım dışında kimseyle paylaşamadım. O kadar belirsizdi ne yapacağım. Hakan'la ömrümün sonuna kadar birlikte olmak isterken benim için evlilik, pıl ve pırtımı toplayıp olay mahallinden kaçmamı gerektiren bir yangın yeri gibiydi. Okeye dörtlü yatılı okul kız grubunun da olumlu katkılarıyla evliliğe artık kesin biçimde evet dediğimde kıpkırmızı yüzüm yerde aileyi bir araya toplayıp düşüncelerimi söyledim ama ailemin bir önceki kararıma uyum sağlamasına fırsatları bile olmadan o kadar sık karar değiştiriyordum ve bundan o kadar utanıyordum ki herkesin çevremde dönüp durduğu bir evcilik oyunu oynuyordum sanki :( Yani babamdan da 'son kararın mı?' sözünü tam da duruma uygun yerinde duyarak tarihe de geçtim :(

Evlenmeye karar vermiştim ama kesinlikle İzmir'de yaşamak istemiyordum. O sorun da Hakan'ın Ankara'ya transferiyle çözümlendi. Son an karar değişimine mahal vermeden hazırlıklar başladı. Fazla derine inmeden nikahtan gidivermek istedim, hatta mümkünse gelinlik giymesem, makyaj yapılmasa. Böyle sade bir kostümle gidip atıverseydim imzayı. Kesinlikle gelinlik giymek istemediğimi bunun için ne gerekirse yapacağımı söylemem ailem tarafından evlilik öncesi kaprisi gibi algılansaydı da ciddi olduğumu anlamaları uzun sürmedi. 'Gelinlik giymemi isteyenlerle' 'gelinlik giymemi istemeyen' iki grup olarak -ki ikinci grubun tek üyesi bendim- birbirimize uyguladığımız psikolojik baskı aleyhime sonuçlandı. Gelinlik giyilecekti ama onu da sadece beyaz eldiven takmayı istediğim için kabul etmek zorunda kaldım. Bir akraba vasıtasıyla gelinlik diken bir modaevi bulundu. Gittik ama o kadar isteksizdim ki terzinin önüme koyduğu bir kaç model dergisine bakmam sadece üç dakikamı aldı. Karasızlığımdan ziyade gelinlik giymeme konusundaki isteksizliğimi anlayan terzi neyseki aldı sazı eline. Vücut ölçülerime uyabilecek bir model üzerinde yoğunlaşarak rahatlamamı sağlayan terzi artık monoloğu benim de katılımımla diyalog haline getirmeyi başarmıştı.


Nikah 20 Mayısta İzmir'de olacağı için modelin kısa kollu olmasını istediğimi söyleyince terzi kadın kelimenin tam anlamıyla çıldırdı. Bir eliyle pazumu tutarken diğer eliyle de önümdeki dergiyi çekerek hem de Hakan'ın yanında 'bu kollarla kolsuz gelinlik mi giyeceksin? Sen sus karışma' dedi! Normalde benim oradan öyle bir çıkışım olmalıydı ki ama işini bilen terzinin karşısında dut yemiş bülbüle dönüverdim. 'Sana öyle bir gelinlik dikeceğim ki ığıl ığıl akacak gelinlik üzerinden' dedi. Ben de hiçbir fikrimin olmadığı bir konu üzerinde fikir üretip vıdı vıdı etmenin gereksizliğini kabullenip sus pus kendimi terzinin ellerine bıraktım. O kadar teslim oldum ki terziye, kırık beyaz dedi. Hayır demeyi bırak, tamam bile diyemedim. Ölçüler alındı, gelinliğin içine giyilecek iç kostümler alındı, 1.85'lik Hakan'la boy farkını minimuma :P indirecek yüksek topuklu yine kırık beyaz simli bir ayakkabı alındı. İş bitti sandım. Bunun bir de provası varmış. Prova için randevu verildiğinde anladım 'gelinlik provası için randevu aldım' cümlesinin ne anlama geldiğini :) Hah işte, provaya gittiğimde gelinlik giymenin değil belki ama gelinlik provasının ne kadar keyifli bir iş olduğunu fark ettim :) Çok eğlenceliydi, bütün çalışanlar çevrende koşturuyor, biri iğne tutarken diğeri başka bir şey yapıyordu. Böyle geniş bir tarlatanı geçirdiler belimden aşağı, ayağımda üzerinde durmakta zorlandığım topuklu ayakkabılarla bir sağa bir sola dönerek dalga geçerken 18. yüzyıl kadınlarının kostümlerinin içinde en az benim kadar eğlendiklerini hayal ettim :) Bir yandan da o ayakkabılarla evde yürüme antrenmanları yapıyorum :) Kaldı ki ne cesaret, arkadaşlarım dolgu topuk bir ayakkabı almamı önerdiklerinde yürüme zorluğunu kast ettiklerini sanmıştım. Oysa onlar hikayenin normal gidişatı üzerine kurdukları senaryonun bir parçası olarak 'nikah masasından kaçmak' istersem dolgu topuklarla daha rahat koşabileceğime gönderme yaparlarmış meğerse..

Bir yandan da Erdim'e Hakan'ı ve evliliği kabul ettirme mücadelem sürüyor. Her vazgeçişimde Erdim sevincinden havalara uçuyor. Çocuk elinde yapma çiçekle dizlerine çöküp sonra da ayaklarıma kapanıp 'evlen benimle' diyor da başka bir şey demiyor. 'Oğlum' diyorum, 'ben senin teyzenim, teyzelerle evlenilmez'. Her evlilik teklifinin reddinde ayağa kalkıp az önce evlenme teklifi yaparken jest olarak kullandığı çiçeği kafama gözüme vurmaya başlıyor 'Evleneceksin benimle' Evleneceksin dediiiim' diye şiddet uyguluyor bana..
Sonunda politik davranarak Hakan'ın çocuk kalbinden anlayan ruhundan geçen bütün duyguları alarak onunla iyi arkadaş oldu (güya) Hiç istemediğim halde düzenlenen kına töreni öncesinde Erdim'in tarihi konuşmasından alıntıdır: 'Sağ ve sol kulağını göstererek 'benimle evlenseydin sana iki küpe (çift kavramı henüz gelişmemişti), bir bilezik bir de kaç taş istiyorsan o kadar tektaş yüzük alacaktım. Çok şey kaçırdın teyze'


Erdim'in yeğenim olduğunu bilmeyenler beni oğluyla evlenen bir kadın sanırlardı.
Erdim nikahın her anında yanımdaydı :)


Minik damatlığıyla elleri arkasında yan gözlerle bizi süzmekten geri kalmayan
mahalle muhtarı kılıklı tatlım Erdim :)


Nikah memuresi gelirken indi kucağımdan :)

İkinci provaya Nazi subayı kılıklı terzinin bunları biraz yok edip gel dediği bel kısmımdan yaklaşık dört parmak eksilterek gitmiştim. Gelinlik beden kısmından dört parmak kadar içeri alındığında terzi gibi ben de görüntüden memnun kaldım. Şık olmuştum ama çok utanıyordum. Gelinlik gerçekten çok güzeldi, iyi ya da kötü herhangi bir beklentim olmamasına, sadece özellikle anneciğimi kırmamak için giymeyi kabul etmeme karşın çok beğenmiştim. Terzi, uzun kollu gelinliğe eldiven olmaz diyerek ikinci bir sinir krizi yaşadığı için eldiven kısmını ona göstermeden halledecektim ve o eldiveni mutlaka giyecektim ama hala içimde uktedir ki o kargaşa içinde eldiven almayı unuttuk :( Ve bu detayı da evlendikten bir sene sonra bir akşam yemeğinde 'Aaaaa! Hakan ben eldiven giymeyi unuttum!' dediğim sözlerimi süzgün bakışlarla süsleyerek hatırladım :( Hala güleriz :)

Makyaj konusuna hiç girmiyorum. Keşke hiç makyaj yapılmasaydı, daha da utandım :( Yakışmadı da üstelik.
Nikahtan bir gün önce İzmir'e çamur yağdı! Ciddiyim yemin ediyorum! Ertesi günse günlük güneşlik bir bahardan yaza geçmiş bir gündü. Kazasız belasız gerçekleşen nikah töreninden sonra Hakan 'imza atana kadar sana güvenmiyordum' dediğinde zeytinyağ gibi üste çıkarak 'güvenmediğin biriyle neden evlenmek istedinki' cevabımla utancımı yüzsüzlük boyutuna taşımayı başarı haneme kaydettim :D
Biz deplasmandaydık ya, nikah kıyılırken Hakan'ın teyzelerinden, biri sonradan öğrendiğim üzere Hakan'ın kulağına 'ayağına bas' demek için podyuma geldi! Ama sanki ne söylendiğini biliyormuşum gibi erken davranıp tam da o anda Hakan'ın ayağına garanti olsun diye hem de tekme kıvamında basmıştım bile :)



Hakan'ın akraba ve komşu kontenjanından taraftarları 'Hakan ayağına bas!' diye hep birlikte koro şeklinde bağırırlarken ben işimi görmüş bir de deplesmanda olmanın dezavantajıyla elimle de desteklediğim 'geçti, geçti' sözlerini öyle bir söylemişim ki :D
O zamandan beri 'cadı gelin' diye anıldığımdan adım gibi eminim :)
Fotoğraf da belgesidir :D

Güzel ve eğlenceli bir nikah töreniydi, komikti. Kadın nikah memurunun 'hiç böyle bir nikah kıymadım' sözlerine Defdef'in 'atraksiyonun bu kadarla kalması -son an vazgeçişime gönderme yapıyor- hepimiz için memnunluk verici bir gelişme' şeklinde karşılık verme nedenini anlayabildiğini hiç sanmıyorum :)


Biz nikah şekeri yaptırmadık. Nikah şekeri yerine Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağış karşılığında bir ipe sarılmış ve üzerinde isimlerimizin de yazılı olduğu bu küçük kalem ve silgiyi hediye ettik konuklarımıza..
Nikah şekerini TEGV'na yaptıracakların dikkatine:
NİKAH ŞEKERLERİ İÇİN BİR AY ÖNCEDEN SİPARİŞ VERMENİZ GEREKİYOR.


Diğer nikah şekeri niyetine seçenekler.



Davetiye 1


Davetiye 2

Doğru yönlendirilmediğimizden davetiye içinTEGV'yla görüşme konusunda ne yazık ki geç kalmıştık :( TEGV davetiye de basıyor.

Ben hiç istemediğim, hiçbir hayalimin olmamasına karşın şık ve özenle dikilmiş bir gelinlik giydim. Şimdi de diyorum ki eğer inat edip sırf ben öyle istiyorum diye gelinlik giymeseydim hem de kuyruklu gelinlik giymemi isteyen canım melek anneciğimi kırmış olacaktım. Onu çok üzecektim. İyi ki giymişim. İyi ki burnumun dikine gitmemişim. İçimde hep bir sızı olacaktı; annem gelinlik giyme konusunda ısrarlı olduğu halde ben onu ezip geçtim diye acı çekecektim. İyi ki giymişim. Kendimi değil de anneciğimi düşünerek giymeyi kabul ettiğim gelinliğin benim için bir de böyle manevi bir anlamı var..
Hani öyle bir inanış vardır ya, çok mutluyuz biz. Birbirimizi hayatlarımıza dahil ettiğimiz için çok mutluyuz. Ha, zaman zaman sorunlar çıkmıyor mu, çıkmaz mı; ama her defasında daha güçlü bağlarla daha büyük bir sevgiyle sarılıyoruz birbirimize. Ufak tefek sorunların bizi birbirimizsiz bırakmasına izin verebilir miyiz hiç? İyiyiz biz. Allah ayırana kadar da birlikteyiz. Seviyorum Hakan'ı :) Sanırım O da beni :)
Şimdi gelelim asıl konuya. Nikah ve düğün sezonu açılırken ben bu gelinliği beğenen, giymek isteyen, ya da ihtiyacı olan ölçülerimizin uyduğu bir gelin adayına her bir boncuğuna, çiçeğine mutluluk dileklerimi de ekleyerek armağan etmek istiyorum. Bunu yaparken de benim için çok önemli bir ricam olacak, buna koşul da diyebiliriz aslında. Gelinliğe talip olan müstakbel gelinimizin, nikah şekeri yerine Türk Eğitim Gönüllüleri Vakfı'na bağışta bulunarak bu ya da diğer nikah şekeri niteliğindeki seçenekleri değerlendirmelerini çok istiyorum benim hala canımı sıkan o aksaklıktan dolayı TEGV'na yaptıramadığım davetiyesini de.

Gelinlik:



Yaka


Kol ucu


İşlemesi


Arka beden fotoğrafını düzgün çekemedim :(


Nedendir bilmiyorum ama nikah boyunca imza atarken dahil, elimden hiç bırakmadığım canlı beyaz gül goncaları; artık kurudular..

Tarlatan, küçük kese, duvak ve kabul görürse iç kostümü de dahil.

Gelinlik ölçüleri:
Etek ön boyu: 110 cm.
Arka boyu: 155 cm.
Bel; biraz değil epeyce kalın :D 80 cm :)
Üst beden beli: 80 cm.

İsteyen olursa, buraya yazmanız gerekmiyor. gulen.tezer@hotmail.com'dayım..

Not: Mavi Kuş kanatlanmış uçuyor :) Gönlü Mavi Kuş'tan geçen bütün arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum.. Ayrıntılar en kısa zamanda..
Nottan önemsiz: Yüz yogası da çok iyi gidiyor. Ayrıntılar daha sonra..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails