30 Haziran 2009 Salı

KAPAKSIZ DA GÜZELSİN :)

E.Ş. ile buluştuk.Onlar üç kişi orada, ben onların karşısında, çektiğimiz kas yangı ve acıları için sevinç nidaları eşliğinde ilk lastikli seansımı gerçekleştirdim bu sabah ama Epru bana 'aa lastiğin hayırlı olsun' filan deyivermedi bi'.Çok kırıldım kendisine.Sevimsiz bir durum; 'çok güzel, evet acıyor, mutluyuz, hihihihi' şeklindeki diyaloglar itici olsa da daha şimdiden kuşlar kadar hafif ve özgür hissediyorum kendimi..Uçmayı denemek iyi bir fikir olabilir mi acaba; hazır 8. kattayken :P Bir sporcu eskisi olarak bilirimki düsturumuz 'acıyan kas çalışan kastır!'Bunun için mazoşist boyutlu bir duygu seli yaşamanın anlamsızlığı için kendisine mecbur olmak canımı sıkmakla birlikte bir yandan acı çekerkenki dolduruşa gelmiş abartılı mutluluğum :P bir yandan da lastiksiz pilates yaptığım günlerdeki emeğime hayıflanarak duygu bölünmesi yaşadım :D Buna hakkın yok sayın Epru!
Lastiğin saldırı amaçlı kullanımı dışında da bir işlevi olduğunu bizzat test etme şansı bulduğum için ayrıca mutluyum :P Bu pilates işini rutin hale getirebilirsem -ki getirmem şart; aksi halde Hakan o lastiklerle beni sadece göz bebeklerim gelen geçeni takip edecek şekilde kabartma Türkiye haritası gibi duvara monte eder, vallahi de kurtaranım olmaz, beklerim orada yıllarca öyle- kasım ayındaki kontrolüme gittiğimde doktorum Meral Çalgüneri gözlerine kesinlikle inanamaz..İşte o an mutluluk çığlıklarım çektiğim kas acısı çığlıklarına çelme takarak hasımlarını yere düşürür.İnsan hayalleriyle yaşar, bırakın beni hayallerimle başbaşa.

Önceki gün babam sabah yürüyüşünü yaparken güneş ışınlarının çöp yığınları arasındaki bir nesnenin üzerinde yarattığı parlaklığa karşı koyamaz ve o nesneyi 'gören birileri ne der' diye düşünmeden alıp eve getirir.Hikayeyi dinler dinlemez ne kadar zamandır kimler tarafından kullanıldığı hakkında düşüncelere dalmakta hemen harekete geçtiğim bu nesnenin akibetinin neden bir çöplükte son bulduğunu anlamadığım için en az kendisi kadar kırgın baktım hayata.

O çaydanlık; emeğinin karasından belli, modelinin çok eskilere uzandığından belli, kimbilir kaç kuşak gördü, kimbilir kaç kuşağa çay yaptı.Kimbilir kimin gelinlik çaydanlığıydı, sabahlara gelinle birlikte uyandı ve başladı mesaisine.Gelinle birlikte büyüdü, olgunlaştı, çocuğu oldu ve belki de torunlarını da gördü.Kimbilir ne dedikodulara tanıklık etti ibibiğinden içeri yankılanan seslerde.Ne sevinçler, ne kederler gördü.Kimbilir kaç kız istenirken pişirilen köpüklü adet kahvesinden önce dünürlere tavşan kanı çay sundu.O çaydanlık, bir gelinin yaşamının değiştiği nikahından beri bulunduğu o evin değişmez emektarıydı..Kahvaltılar onsuz olmazdı.Kızları gelin etti, oğlanları gelinlere verdi; bir tek o kaldı yuvadan uçalardan geriye.Gittiklerinde o; o evdeydi.Hiç şikayet etmeden, hayıflanmadan 'yine mi kaynatacağım' demeden, yorulup sıkılmadan ibiğinden buhar çıkarmaya devam etti.Acaba kim ve neden; kaçıncı kuşak anıları düşünmeden, umursamadan bırakıverdi bu sevimli çaydanlığı oraya??Artık gereksiz olabilir, bunların kordonlusu çıktı, sallaması çıktı.Amaca hizmet etmeyecek kadar metal yorgunu da olsa, yıllarca demirbaşı olduğu o evin bir köşesinde anı kataloğu içinde yer almak hakkı değil miydi?
Gözlerime inanamayarak aldım o çaydanlığı, bir süre hayranlıkla izledikten ve böyle bir anının asıl evi olmasa bile yerinin çöplük olmadığını, kendisinin diğer bakırlarımın arasında yerini alacağını, alışma sürecinin kolay olması ve diğerleri tarafından dışlanmadan kabul görmesi için elimden geleni yapacağımı ama önce biraz temizlenmesi gerektiğini fısıldadım ibiğine.Sessizce teslim etti kendini ellerime.


Çeltik ve pirinç kırıntıları muhteviyatli doğal bir tozla, kullanılmış anı izlerini fazlaca yok etmeden sabırla ve canını acıtmamak için nazikçe biraz çeki düzen verdim çaydanlığıma.Kapağını çöpte mi, yoksa kendisini çöpe atan o zalim ellerin yaşadıkları evde mi zaiyat verdiğini bilmediğimiz çaydanlığımız bakırlarımızın arasında kendine yer edinmiş olmaktan son derecede hoşnut, mutlu mutlu poz veriyor şimdi :)


Çok yakın bir zamanda farklı alanlardaki antika köşemi oluşturma projemin heyecanını yaşıyorum şimdi.

Anılarımıza değer katan objelere sahip çıkmanın bu kadar zor olmadığını düşünmeye devam ediyorum ben..
Atmayın; böyle özel parçaları atmayın.En olmadı bana verin.

İyi uykular.
Hadi gidin yatın, geç oldu.
Nefes al ve veEeEeEeR!!

29 Haziran 2009 Pazartesi

PSİKOLOJİK ATRAKSİYON TAMLAMASI

Nalan ablayı o kadar incelmiş görünce, denize düşen yılanlardan önce sarıldım kendisine çünkü EPru Şallı'ya ancak pilates yaparken tahammül edebiliyorum.Sabahları pilates saatine uyanıp debelenmeye başlıyorum yerlerde.Yıllarca spor yaptığımdan Allahtan biliyorum nefes alıp vermeyi, oksijen borçlanmasına girmeden karşılıklı pilatesleşiyoruz E.Ş. ile.Canım pilates yapmak istemediği günlerde Hakan'ın 'bugün yaptın mı?' sorusuna, yapmadıysam bile 'tabii yaptım' der demez hemen yüzümü; eğer yüzümü kaçıramayacak pozisyondaysam bakışlarımı alıp başka yerlere götürdüğümden bu yanıtım artık Onu kandırmıyor..Yalan söylediğimde daha beter battığımdan yalan söylememeyi tercih ediyorum çoğunlukla.Bu nedenle de pilates isteksizliğime yalan söylemektense 'lastiğim yokki' bahanesini bulmuştum ne güzel..
Telefon çaldı dün sabah.İsmini yazmakta hiç sakınca görmediğim gibi en ufak bir vicdan azabı da çekmediğim Sürat Kargo görevlisiydi karşımdaki.Adresin mahalle bazında eksik olması nedeniyle kargomun başka bir şubeye gitmesi gerektiği halde bu aksaklıktan dolayı kendilerinde olduğunu ve ancak pazartesi getirebileceklerini söyleyip duruyordu.İyi de ben kargo beklemiyordumki.
Konuşma uzayınca kargonun sahibi olduğuma kanaat getirdim, kanaat duygularım kanatlanınca da kargonun pazartesiye kadar orada kalacağına feci içerledim.Az önce kargo beklemediği konusunda görevliyi ikna etmeye çalışan o kişi ben değildim.Artık kargonun hemen getirilmesi mücadelesi içine düşmüş dövüşken biriydi görevlinin konuştuğu..Severim böyle şeyleri; haksızlıkları değil tabii ama uğradığım haksızlık karşısında sessizden duramam, dursam kendimden utanırım, o utançla da yaşayamam.İçinden çıngıraklı yılan bile çıksa, o kargo hemen bugün burada olmalıydı.Kendileriyle yaklaşık bir sene önce de üst üste iki sorun yaşadığım ve sorunu çözmek için çektiğim rezilliği hatırlayınca her zamankinden daha baskın ve haklı emrivakiliğimle olması gerekeni söyledim; o kargonun asıl olması gereken yer burasıydı!O kargo bugün gelecekti!Görevli İstanbul konuşlu merkezlerini aramamı söylemesin mi??Hata onların, kendi aralarında tüketiciye hissettirmeden çözmeleri gereken sorunun çözüm üretici olarak üzerime yıkılmasından son derece rahatsız olduğumu ilettiğim halde kişinin 'siz söylerseniz daha etkili olur' şeklindeki verdiği akıl, sinirsel depresyon şizofrenimi dörtle çarptı.Geçen seneki olaydan hatırladığım tek isim geldi aklıma birden.
'Koray'ı bağlayın bana!'
'Koray ayrıldı hanımefendi'
'İyi yapmış, orada bir cacık olmayacağını anlamış, aferin ona!'
'Anlamadım?'
'Öyle olduğunu umuyorum'
'Beyefendi siz kaç senedir orada çalışmaktasınız?'
'Bir yıldır'
'Siz bir yıldır orada çalışıyorsunuz ve İstanbul merkezini ben arıyorum, neden?Sizin bu kadar inisiyatifiniz yoksa ilk kez telefon konuşması yaptıkları beni mi dikkate alacaklar?'
İstanbul'u arıyorum.
'Ben banka, telekom vs bütün yazışmalarımı adres kutucuklarına mahalle yazmadan sorunsuz sürdürebiliyorum da adres krokisi ve ulaşım konusundaki iddianızdan yola çıkarak sektöre atılan size gelince mi sorun çıkıyor? diyorum bir müşteri temsilcisine.
Konuşmamdan fırsat yakaladıkça hala pazartesi diyen görevliyi hayatından bezdiriyorum.Temsilci birazdan beni arayacağını söyleyerek monoloğu bitirmek istiyor ama asla izin vermeyerek konuşmaya devam ediyorum.Bir yerlerle görüşecekmiş falan filan.
'Kimle konuşacaksınız?Biriyle konuşmak istiyorsanız konuşuyoruz ya işte:D'
Hayır; bir başkasını arayıp ne diyeceksin?Ankara'daki görevli bir senelik inisiyatifini kullanamadı, sen de başka birini arayacaksan neden müsteri temsilciliği yapıyorsun?Olumsuz bir haber duymak istemediğim telefonunu beklediğimi söyleyerek telefonu kapatmasına izin verdim temsilcinin..Bir, belki iki saat sonra kargomun geleceği haberini duyacağımı umduğum telefon bir daha çaldı.Bu kadar basit bir işi çözmek için harcadıkları zamana acıyarak yeni stratejilerle saldırmaya hazırlanıyordumkiiii 'kargonuzu gönderiyoruz' cümlesini duydum.Yaşasın!
İlle böyle mi olması gerekiyor?Yani ben tamam deyip pazartesiyi mi bekleseydim; iyi de neden?Mecbur olduğunuz bir işi size ben mi yaptıracağım?Vıdı da vıdı!
Kargom geldi.Artık 'lastiğim yokki' bahanesinin yerle bir olduğu an da kargo zarfının açıldığı o andı zaten :)
Canım eşim Hakan'ın yaş günü hediye sinsilesinin son olmadığını düşünmek istediğim :P bir parçası daha :) Üç ayrı sertlikte pilates lastiği ve döner küçük bir platformun üstünde belimi inceltebileceğim sevimli bir alet..Bugün o aletin üstünde döndüm durdum, döndüm de döndüm, hahahah:))) Çok eğlenceliydi :)
'Kilolusun, bir an önce çaresine bak' mesajı vereceğini düşündüğü pilates lastiklerini bugün için planlamasındaki inceliğe hayran kaldığım Hakan'ın, pilates lastiklerine tepkimin ne olacağını bilmediğinden antistres duş jeli ve göze görünür cinsten kolye muzipliğini de çözmüş oldum böylece :) Onun doğum gününde meyve sıkacağı alma uyanıklığıma esef duyguları fırlatarak bir elimde terzilerin kullandığı pala şeklindeki cetvel, diğer elimde pilates lastiği başladım fışt fışt efektleriyle silahlarımı sallayıp ara ara Yavuz ve Hakan'a vurmaya :D


Kötü bakarım ben; bir de palamı düz tutabilseydim :D

Pilates lastiği egzersiz olarak işe yarar mı bilmiyoruz; şimdilik tespit ettiğimiz tek şey var; o da acıttığı kesin :D

Sonra da coşup kızılderili okumu aldım elime ama isabet kaydedemedim; duvarda bir kaç bere açıldı sadece :(

Eh, kork benden EPru Şallı, lastiklerimleN geliyorum :D

Not:Küçük firmaları seviyorum.Onların da bir şansı olması gerektiğini düşünüyorum.Sürat Kargo'yla daha önce yaşadığım sorunu isim vermeden anlatmıştım ama bir sene içinde teknolojinin bu kadar öncelikli kullanılması gereken bir sektörde işlerine hala aynı biçimde devam ediyor olmaları fikirlerimin değişmesine neden oldu :( Üzüldüm, gerçekten üzüldüm.Sürat kargo'nun adını Kaplumbağa Kargo olarak değiştirmek için devlet büyüklerimden yardım istiyorum :D
Not2:Becerikli Sihirli'mden benim gibi godik birinin 'pala' olarak nitelediği cetvelin adının gayet egzantrik bir isim olan 'riga' olduğunu öğrendim.Terziler, terziliğe ilk adımı atanlar, hep terzi kalan mutlu insanlar affedin beni :P

27 Haziran 2009 Cumartesi

ELÇİN,BELGİN,NALAN,3PRENSES,NUNU,ECE,SİHİRLİ,EYA,LEYLAKDALI,SEM,FUNDA,N@ZO,ÇINAR,MADEBYOZLEMAKIN,MEHTAP,ÇİLLİ KIZ BEGONYA,YAŞAM GURUSU TOPLAŞIN :)

ELÇİN'im; 7.22, medi.22 hiç fark etmez.İstediğin hatta istemediğin saatte arayabileceğini söylemiştim sana değil mi??O kadar şirinsinki sana söylenmek mümkün değil.Hatırlasana arabalı bir maganda tarafından taciz edildiğimde ilk aradığım kişi sendin; sanki taaa oralardan NE yapabilecektinki :)))
İyiki varım çünkü seni tanıdım.Güzel dileklerin aynısı senin için de..Seni seviyor bu deli kadın :D

Belgin'im; canım kız kardeşim, Canımın Almanya'daki yarısı; ne kadar candan, ne kadar sevgi dolusun sen.Bütün iyi dileklerin hepsini, aynısını sana paslıyorum.O çok bayıldığım kahkahalarını eksiltecek hiçbir şey yaşama.Güzel güzel, mutlu, umutlu yaşamaya devam et.
Ben de böyle bir yazı yazmak istemezdim inan ama daha başkası da olamazdı.Telefon konuşmalarımızdan biliyorsun hala nerelerde olduğumu :( Bu acıyı yaşayacaktık günün birinde ama hiç hazırlanmadık, şimdi de sürekli bir reddediş halinde sürüyor hayat, öfke nöbetlerinin devamlılığının tarz haline gelmemesini istiyorum sadece.
Bendeki sen için de ben çok şanslıyım.Seviyorum seni..

nalan ablam; sen hiç konuşma :( Seni bu kadar sevmişken, bir hayranın olmuşken beni bırakıp gittin :( Şimdilik sen Gül'e bak, Ertuğrul'un tadına var.Gelince acısını çıkarmazsam ben de ne olayım :D Klavye harfine gerek yok; beni sevdiğini biliyorum ablam.
Ben de seni seviyorum.Gül'e söyle çabuk iyileşsin de bir an önce gel lütfen.Ben de seni seviyorum.

3prensesim; elinde gitarın da var mı :))) Çok teşekkür ediyorum, sağol serenat için.Senin de 9luk fıstık prensesin doğum günü kutlu olsun.Hayatında umut hep var olsun.Sağlıklı ve güzel yaşasın ailesiyle birlikte.
Seni seviyorum..

Nunu'm; mutfakların kraliçesi, salata, pasta ve yemeklerin süsü;
Hakkımda hissettiklerin, doğum günü dileklerin için sonsuz mutlu oldum.Kabul görmek çok güzelmiş :)
Tek başına, mutsuz ve umutsuz değilim artık.Çok teşekkür ediyorum.
Seni seviyorum..

Ece'm, kalemi güzelim, güçlü kadınım; hiç görmediğim sen gelince gözümün önüne; dudaklarım titriyor, burnum sızlıyor.Anlarsın beni..
Umut dolu dileklerin heyecan veriyor.Başarır mıyım sence??
Çok teşekkür ediyorum ve seni seviyorum..

Sihirli'm, fotojenik kız; Anneciğim bir an olsun çıkmıyor aklımdan, hep gözümün önünde, elimi uzattığım her yerde..Sözcüklerimden başka hiçbir şeyim olmayınca da blog, hele de şimdi öyle iyi geliyorki.Uzun süreli sıkılmadan yaptığım tek iş bu desem yalan olmaz.İçimdeki harflerin önce sözcük, sonra da anlamlı cümleler oluşturmasından başka yapabileceğim hiçbir şeye sahip değilim çünkü..
Anneciğim Karşıyaka'da değil, Cebeci'de.
Anneme benziyorum ben ya da bilmemki, belki de bir sentezimdir.
Güzel dileklerin için teşekkürler deniz kızı..Seni seviyorum..

Eya; hiç tanımadığın halde uzun uzun yazmışsın.Duyarlılığın ve ayırdığın zaman için çok teşekkür ediyorum.
Uzakta olunca o düşünceler zorlar insanı.Aklına kötü şeyler getirme lütfen.Ben de aynı ve başka nedenler de eklenince annemleri bırakıp İzmir'e yerleşmemiştim de herkes bana 'deli misin sen, güzelim İzmir'de yaşanmaz mı?' demişti.Burnumdaki sızı hiç geçmiyor, geçmeyecek de biliyorum; sadece acıya alışarak yaşamaya alışacağız.İlaç kullanmamak ve psikiatre gitmemek için çok direndim ama artık tek başıma mücadele edemeyeceğimi anladığımda, bağırarak -ki komşular geliyordu- ağlama krizlerimi, öfke nöbetlerimi kontrol altına alamadığım ve babam, eşim ve kardeşimi huzursuz etmemek için doktorun verdiği 'sinir sistem düzenleyicisi'ni kullanmak zorunda kaldım.İlaç kullanmayı istemediğim o süre içinde üzüntüden bir hastalığa daha yakalandım :(
İlk zamanlar, evet çok uyuşuyordum ama şimdi sanal olduğunu bilsem bile rahatladığımın farkındayım.O halime babam çok üzülüyordu.Onu üzmemek için ben ayakta durmalıyım.Sağlam kalmalıyım, üç erkeğin bir kızı, eşi, ablası benim.Bir kaç gün önce ilaç almayı unutmuşum, hemen fark edildi.Bir süre önce de nasıl oldu anlamadım; çok dikkatliyimdir çünkü tarihi geçmiş ilaçları içmişim, çok kötü hissediyordum.Hemen fark edildi.
Bir süre bu ilaç meselesi böyle sürecek.Şikayetim yok, isyanım yok.Her şeyin bir nedeni olduğunu düşünüyorum ve isyan ederek başa çıkılamayacağını, bunun beni daha mutsuz ve huysuz yapacağını bildiğimden isyan etmeyi hayatıma, kendime ve benimle birlikte yaşayan insanlara hak görmüyorum.
İlgine, önerilerine, örneklerine çok teşekkür ediyorum.Çok duyarlı olduğunu düşünüyorum; ne güzel bir meziyet.
Özlemlerinin mutlu sonun yakışacağı bir öykü finali olsun seninkisi.Seni seviyorum.

Leylakdalı'm; ah leylakdalı'm; aldığımız beceri, eğitim, öğretim aşamalarını düşünüyorum da sana hak vermemek mümkün değil..Bu ülkede hiçbir şey olamayan insanların öğretmen olduğu dönemlerden geçtik.Sırf ataması var diye aileler bir ara 'hiç değilse öğretmen olsun' diyordu çocukları için :(( Japonya'da en zor olunan meslek öğretmenlik.'. dünya savaşında yerle bir olmuş ve depremler ülkesine bakar mısınız şimdi??Yine de düşünüyorumki iyiki öğretmen değilim çünkü ben bu müfredatı var ya!
Yeni yaşıma olan güzel dileklerine candan teşekkürlerimle seviyorum seni.

Beni çok seven sevdiğim insan SEM'im; keşke desem de değiştirebileceğim hiçbir şey yok ne yazıkki.Dönüşsüz bir yol.Bir gün hepimiz sevdiklerimizle orada birlikte olacağız.Çok özlüyorum, göremiyorum, elimden hiçbir şey gelmiyor.Üzülüyorum.Tek tesellim, annemi hiç üzmedim ben, ağzından çıkan sözcüğü emir kabul ettim.Postada anlattım sana, acı çekecekti.Ben nasıl dayanırdım :(((
Söylediğim şeyi dikkate aldığın, hakkımda düşündüğün güzel meziyetler için çok teşekkür ederim çilli tatlı kadın.
Geleceğin o 'bir gün'ü, geleceğini söylediğin günden beri bekliyor ve seni çok seviyorum..

Funda'm; Leylakdalı'nın en az onun kadar tatlı, düşünsel gücü yüksek kardeşi;
Yaş ne olursa olsun, sevdiklerimizle ailemizle birlikte olma isteğimiz hiç azalmıyor.Her gidiş derin yaralar, izler bırakıyor.Anıları ağlayarak anmamaya başladığımız gün artık kabullendiğimiz gündür.Hayatı sonuçlarına katlanmadan yaşamak.Becerebilir miyiz?
Umarım..
Annelerimiz nur içinde yatsın.
Huzurla beklesinler bizi.
Menekşeleri hiç solmasın..
Sen de hoşgeldin hayatıma.Seni seviyorum.

Madebyozlemakin; postayla kutladığın doğum günüm ve ben teşekkür ediyoruz sana.Kısa filmlerin prensesi, kuklaların ince elli gülen yüzü; inceliğin, sempatin, samimiyetin için teşekkürler..Seviyorum seni.

n@zo'm; güzel öğretmen, fedakar ve vatansever insan;
Hiç kusur olur mu; ben sana, bir de bana yazmaya zaman ayırma diye posta bile yazmıyorum.Nasıl koşturduğunu, ev-iş arasında nasıl bir trafiğin olduğunu biliyorum güzel kız.Ne yazıkki laylaylom değil işte :( Son doğum günümde annem vardı.Şimdi annemsizim :( Ne kadar üzgünüm.Hayat her özel günde onsuzluğumu daha da katlayarak vuruyor beynime :( Bir gün kavuşacağız.
Yazılarım hakkında böyle düşünüyor olmana ne kadar seviniyorum bilsen.Kısa yazamıyorum ben.Yazdıklarıma sonradan bakıyorum da altı satırdan sadece bir tek cümle oluşturabilmişim :/
Cesaret için çok sağol canım.Seni seviyorum..

Yaşam guru'm; burada olmadığın zamanlarda da beni aklının bir köşesinde tuttuğun için çok şanslı ve mutluyum.Senim gibi hayatı elemiş alacaklarını almış biriyle tanıştığım için çok mutluyum.Doğum günü postan için çok teşekkürler..Seviyorum seni.

Çınar; kapı komşum, 40 saat susuz kalanım; hu dersem çıkar mısın cama :)))
Düşünüyorum da iyiki doğmuşum, ne güze;l yüzünü hiç görmediğim bir çok arkadaşım doğum günümü kutladı :)
Çınar çok teşekkür ederim.
Annemsiz bir hayatın nasıl olacağını hiç düşünmemiştim, düşünmek istememiştim.Hep anne-babamdan önce gitmeyi isterdim.En son gittiğim psikiatr 'umarım babanı da görürsün' dediğinde hiç kızmadım ona.Anne-babalar evlatlarının acılarını görmemeli.Ben bu kadar yandıysam annem kimbilir ne hale gelirdi.Dayanamazdı :( ve ben ne kadar bencillik etmişim annemden önce gitmek istemekle..
Annen nur içinde yatsın, belki annelerimiz de orada arkadaştır.Seni seviyorum.

mehtap'ım; yoktun, dönmene sevindim.Aklıma Keçiören teleferiğini sokan insan :)
Doğum günü kutlamana çok teşekkür ederim.Mozilla yükledim.Takipte olduklarım arasındasın sonunda :)

ÇİLLİ BEGONYA; enerjik ve sevimli çilli bir kızla tanıştığıma çok sevindim.Hoş geldin ve bloğuma tüm acılarıma karşın şeker demenden çok hoşlandım.Teşekkürler..


Not:Bloggerın tribal enfeksiyon geçiriyor olması nedeniyle yorum sayfasına kesinlikle yazamadığımdan buraya yazdım.Blogger beni yıldıramaz :D


ŞIMARDIM AYIP ETTİM

Beni çok mutlu eden, sevindiren, ince, duyarlı yorumlarınız için her birinize kalbimdeki bütün sevgiyle teşekkür ediyorum.Dünkü yazımı yazarken döktüğüm göz yaşlarımın devamında okuduğum yorumlardan daha bir ağladım, anladım, öğrendim; paylaşmadan olmuyormuş..
Bugün sadece yemek yaparak şımarmış ama hala yorgun biri olarak buradayım.
Babam bamya ve domatesli pilavı çok sever.Bamya tarifini portakal ağacı'ndan aldım.Bamya pişirmeyi biliyorum diyenler bile bu tarifi kesinlikle denemeli.Gülen; bamyanın ilk kez pişmeden önceki halinin piştikten sonra da aynı kalmasını sağlayabilmiş mutlu kişidir.Babam çok beğendi.Babam da beğendiyse tamamdır bu tarif.
Evi Yavuz süpürdü, en güzel doğum günü armağanı olarak hatıramdan hiç silinmeyecek bu jestin her gün tekrarlanması umudunu taşımaktayım.Yavuz gazı alınca bir de mobu alıverdi eline.
Sabahtan da ben uyurken kız arkadaşı gelip kahvaltı hazırlamıştı.Ne keyifti ama..
Dolunay iş bölümü kokusunu alınca her zamanki gibi tozu dumana katarak yok oldu.Hayalet gibi zaten.
Hakan'a dedimki 'sen de bulaşık makinesini boşaltırsın değil mi canım?'
'Eee, sen ne yapacaksın?'
'İş bölümünü yaptım ya hayatım, daha ne olsun?' :D
Her gün doğum günüm olsa, bütün dünya buna inansa, birlik olsa, hayat bayram olsa..
İleri derecede nikel allerjime karşın sanki takabilecekmişim gibi kolye ve bileklik yapmıştım; böyle mavi taşlı, sarı metalden şeyleri olan (onların ne olduğunu bilmiyorum) onu taktım bugün.Sorunumu bildiğim halde manasız bir çabayla neden hala imitasyon takı diye direttiğimi anlamıyorum.Şu an bile metallerin değdiği her yer kıpkırmızı..Hak ediyorum ben :(
Hakan 'bir de bunu takalım, bakalım nasıl duracak?' diye bana bu kolyeyi verdi :)
Şaşırdım çünkü doğum günü armağanımı hem de bir kaç gün öncesinden vermişti.
O sayılmazmış, doğum günü armağanı kişisel olurmuş, ev eşyası doğum günü armağanı olmazmış.Bu açıklamadan sonra son doğum günü için ona aldığım meyve sıkacağını düşününce haliyle utandım tabii :( Romantik ve onun kadar ince düşünceli olamadığım için komplekse de girdim :( Çıkmadım, hala oradayım :P
Ha, unutmadan neden antistres olduğunu anlamadığım bir de duş jeli çıkarmasın mı piyasaya..Kaş yaparken göz mü çıkarıyor bu adam.Hala nasıl stresli olabiliyorum ben??Değilim işte, değilim :)
Rahat bir gün oldu olmasına da; nedendir bilmem, yorgun hissediyorum kendimi.Yoksa hiç bu kadar kısa yazar mıydım:P Nasıl bir halsizlik haliyse çenemin düşesi bile yok :P
Blogları açma sorunum alenen devam ediyor.Sorunun devam etmesine o kadar alıştımki sorunu sorun olmaktan çıkmış gibi algılamaya başladım :) Yakında kaçarım ben buralardan :(

SEVGİ VE DOSTLUĞU HİSSETTİREN, YALNIZ HİSSETTİRMEYEN YORUMLARINIZIN HER BİR SATIRINI ŞU AN DEĞİL AMA KENDİMİ DİNLENMİŞ HİSSETTİĞİM İLK AN YANITLAMAYI ÇOK İSTİYORUM.
BENİM İÇİN NE KADAR ÖNEMLİ, DEĞERLİ VE ANLAMLI OLDUKLARINI KİŞİSEL İLETİŞİM GELİŞTİRDİĞİM BELGİN, ELÇİN, SİHİRLİ BİLİYOR.
ŞİMDİ GİDİP YATAYIM.
SABAH GELİRİM YİNE :)
HER BİRİNİZİ ÇOK SEVİYORUM..

26 Haziran 2009 Cuma

DOĞUM GÜNÜMÜZ; BUGÜN BEN VE SEDEF 42, BLOĞUM 1 YAŞINDA..

Bugün doğdum ben.



Ağlayan Sedef

Babam desteği olmadan atlı karıncaya binemedik.

Fransızca jazz söyleyen Tunus'lu çingene hayalinin başladığı ilk sahne; İspanyol etek :)

Parti kızları :)

Kesilen parmağın bir hafta havada taşındığı ilk arızalar..

Bugün doğduk biz, elma yarım, can atımım Sedef'le.

'67 yılının sularının akmadığı bir tıp fakültesi hastanesinin yaz sıcağına doğduk biz.

Bir beklerken ikinci gelenim ben.

Bir beklerken ikinci kez güldürenim ben.

Bugün açtık gözlerimizi sevinç, acı, hüzün, mutluluk denizlerinde yüzmeye; kimi zaman boğulmak üzereyken, kiminde bulutların üzerinde ayaklarımız yerden kesilmişken iş işten geçmiş hayata çoktan merhaba demiştik..Artık her şey için çok geçti.Dörder el ve ayağın sürekli hareket ettiği, kedi, tavşan ve bıldırcınlı çılgın bir ev..

Uzun ve çaresizlik içinde geçirdiğim hastalığımın ilk yılları hariç hayatımın hiçbir döneminde yaşıyor olduğuma pişman olmadım..Benim dışımda ve engel olmaya gücümün çok az yettiği olaylar..

Ailemiz; hayatımızın her anında mutlu olduğumuz ailem..Günün koşulları öyle gerektiriyor diye 10 yaşında gidip ve 16 yaşında ayrıldığımız yatılı okul yıllarında hafta sonu ailemizi, hafta içi bir gün de görebildiğimiz annemi, o yıllardaki biz'i unutamadığım yıllarımız..

Her şey ne kadar uzakken bu kadar yakın, her şey ne kadar yakınken bu kadar uzak..

Hiç bitmeyeceğini, asla geçmeyeceğini düşündüren fiziksel acılı hastalık yıllarım dışında yaşadığıma hiç pişman olmadığım hayatım.
Yengeç burcu yan yan yürür.Yan yan yürüyorum, en önde; arkama bakmadan.Yürürken de bir yandan yaşlı gözlerimi siliyorum.Kışın 'bozaaaaa' diye bağıran adamın sesindeki soğuğa karışan buhara ağlardık annemle ikimiz.Kapıya gelen satıcı kızlara mevsimine göre sıcak ya da soğuk içecek ikram ederdik.Başımız belaya girmedi de değil; kendini hukuk fakültesi öğrencisi Nihal olarak tanıtan bir şizofren nedeniyle az kalsın evimizi taşımak zorunda kalacaktık.Gerçek adını asla öğrenemediğimiz Nihal yakamızdan düşsün diye kendi evimizde hırsız gibi yaşadığımız, karanlık geceler geçirdiğimiz anılarımız var.Birbirimize takılmaya bile başlamıştık 'bak seni Nihal'e veririm!' 'AaAa; şu Nihal değil mi!' 'kaçın Nihal geliyor'
Eve gelen kedi, köpeğin haddi hesabı yok.Annem yeni yavrulara büyümezler ve çok çişli olurlar diye dokunmamızı istemezdi ama kendisi ilk fırsatta yavruların olduğu odaya girip kapıyı kilitler doya doya severdi onları.Ben de anahtar deliğinden bakardım.Yeleğinin ceplerine koyar gezmeye çıkarırdı mıyıklayan yavruları :)
Babam hiç doymayan ikizlerine bisikletle süt almaya gidermiş.Beslenme programı yüzünden bir yaşında diyet yaptırılan ilk bebekler biziz sanırım :) Sırt üstü emekleyen ilk bebekler de :)

Büyüdüm mü?

Bilemem.Son ana kadar annemden duyduğum eleştiri sözlerinden biri de 'olgun ol azıcık, kaç yaşındasın sen?' cümlesinin hiç değişmeyen aynı tonlamasıydı.

Büyüyemedim çünkü çok küçükken zaten büyüktüm ben.Yatılı okul adamı böyle yapıyor işte.Küçücükkken büyüyor da büyüyorsun.

Babamla birlikteydik; bütün günü birlikte geçirdik.Babam ve kızı kolkola, birbirine destek, 'O benden daha az üzülsün' fedakarlığında anneciğime gittik.Bugün daha az ağladığımda anladımki büyümüşüm..Ölüme büyümüşüm.

Bugün sadece bizim doğum günümüz değil.

Blog serüvenimin, çevremde işleyen trafiğe en sağ şeritten hız limitlerinin en altında iddiasızca birinci vitesten ikinci vitese hiç takmadan aktığım blog hayatımın birinci yaş günü.

Ne çok şey oldu, ne çok şey değişti hayatımda.Bir senede değil, bir anda değişiyor her şey aslında.Değişim için bir yıla gerek yok.Anbe an; hayat anbe an.

Anneciğim bloğumu çok sevdi.Her baba ocağına gittiğimde ya da onlar geldiğinde daha kapıdan girer girmez 'bugün yazdın mı, hadi yazıları büyüt de okuyayım' cümlesini duyardım hep..Mektup arkadaşlarıma yazdığım mektupları önce anneme okurdum da 'kitap yazmalısın sen' derdi.Bir bloğum olmasına, blogda yazacağıma çok seviniyordu.O gittikten sonra bıraktım yazmayı ama o kadar doldumki ve o kadar atamadımki kaçışımın yazmaya devam etmek ve hiç tanımadığım insanların bir 'merhaba'sının ne kadar özel olduğunu fark etmem bir kaç ayımı aldı.Burası, bu yeşil dünya bana iyi geliyor.

Özlemimin her geçen gün daha derin hissediliyor olmasının geçmesini bekliyorum.Zorlanıyorum, zor olmasını istemiyorum.Halamın dediği gibi ben 'küçük anneyim' artık.Güçlü olmalıyım.

Annemsiz ilk doğum günüm :( Bu kadar özlemi hiç hak etmiyorum ben :(


Annem; iyiki beyaz deri kayışlı minik saatin bozulmuş.Babam; iyiki annemin saatini tamir ettirmek için almışsın; gerçi sonradan kaybetmen hoş olmamış ama iyiki annemin saatten umudunu kesmesine fırsat vermeden hafiften işi evlilik raddesine getirmişsin.Annem; sen 'bu adam daha bir saate sahip çıkamıyor, bundan koca olmaz' demeyip iyiki babamla evlenmişsin.İyiki sizin evlatlarınız olmuşuz.


Hastanedeki yaşlıca o beyefendinin 'seni yetiştiren anne baba hiç utanmaz' dediği gibi hayatım boyunca haksızlıklara karşı en önde yürüyen ağlak bir yengeç olmaya devam edeceğim cebimde vicdan ve merhamet duygularım..

Sorumluluklarım arttığından beri eskisi kadar zaman ayıramamanın ezikliğiyle dost blogların desteklerini hep hissettiğim için sonsuz teşekkür ediyorum.

Tanısını aldığım depresyonu atlatmam için halen kullanıyor olduğum ilacın etkisi, gördüğüm sevgi dolu desteğin yanında devede kulak kalıyor ve ben bunun farkındayım.

Hiç birinizi hiç göremeyeceğimi bilsem bile; sözleriniz, hayata bakışımdaki etkileriniz hayatımın anlamlanmasına neden olduğu ve sizi 'siz' olduğunuz için seviyorum..

25 Haziran 2009 Perşembe

OKUMAYAN 40 SAAT SUSUZ KALSIN!

Babam suyun saat kaç civarında verileceği üzerine senaryolarını matematiksel olarak yazmaya devam ediyor.
'Şu kadar saatte şunu yapsalar, şurdan buraya su şu kadar zamanda gelir.Sabaha kadar su beklemeyin.Muslukları kontrol etmeden yatmayın!'
Muslukları açık bırakıp yatmayanın!
Eğer musluklar açıkken uyanıksam, o musluğu kapatan elim kırılsın!
Suyun tısss sesini duyduğum anı her sene kutlanası Milli Batıkent bayramı ilan etmeyenin!
Su konusunda hayli titiz olan ben, mütemadiyen suyun değiştiği köpüklü bir küvetin içinden üç gün çıkarsam!
Sabunlu sularla yıkadığım balkonu, sabunundan arıtmak için 2 ton su kullanmayanın!
Su harcaması konusundaki duyarlılığım nedeniyle banyoda kova kullanan ben, nem ve terden tonra haline gelmiş ölü derilerimden kurtulmak için duş altında birinci deriyi atana kadar saatlerce keselenmezsem!
Kavga dövüş aldığımız çileklerin susuzluktan sineklenmiş kısımlarını bize bunu layık görenlerin burun deliklerinden içeri sokmazsam!
(Yazıyla) üç kutu tükettiğimiz yapmacıklı kokusundan nefret edilesi ıslak mendilleri bir daha eve sokarsam!
ADAM DEĞİLİM, ADAMSAM DA RAHAT DEĞİLİM!
Akşam yanlarını o jöle denen yapış yapış şeyle havaya diktiği horoz ibiği saçlarına zaten uyuz olduğum Yavuz'u cips yedikten sonra saçlarını kaşıdığını görüverince çocuğun saçlarını yaklaşık bir kutu ıslak mendille çitiledim.Beynimde fırsat şimşeği çakınca da sinsi sinsi güldüm kendi kendime.
Sabahtan planımı gerçekleştirmek üzere, son kalan bir bardak suyumu sote bir yerde kimselere göstermeden saklı saklı ve her yudumun tadına vara vara, sanki bir daha su içemeyecekmişim gibi içtim ve uyumaya çalıştım.Uyandığımda, saçına ve başına gelecekleri anlamış gibi Yavuz, yine kız arkadaşını görmek üzere evden tüymüştü.Susuz, gergin saatler yaşıyordum.Gergin olduğumda mutlaka çatacak bir şeyler bulurum.Dolunay'ı yedim bitirdim önce.Dolunay nereden arakladığı (bir ara yangın merdivenlerinde komşu operacı kadının 100lt.lik su bidonu civarlarında görmüştüm kendisini) meçhul bir parça suyla saçlarını yalan yanlış yıkayıp alelacele çıktı evden.Kaşınmaktan fırsat bulduğum zamanlarda da Hakan'la video izledik.
Derken Yavuz beyler geldiler; alı al, mor mor.Sözde bu akşam İzmir'e, ailesinin yanına dönecekti.Kız arkadaşını bırakıp gidecek olması çok üzmüştü onu.'Sevenler ayrılmasın.Bana bırak, ben ayarlarım.Kal bir kaç gün daha' dedim.Gözleri parıldadı.Bilirim ayrılıkları.Hakan da beni bir otobüs firmasının servisine bindirdiğinde ikimiz de mutsuz ve ağlamaklıydık ama akşamki olaydan sonra fikrim değişti biraz..Neyse ne artık :/
'Gel sana şeker vereyim' türevinde 'Yavuz' dedim 'gel sana dondurma alayım'.Geldi bu da :D Yakındaki çarşıya giderken oradan buradan, gelecekten konuşmaya başladık.Çarşıya geldiğimizde yönümü erkek berberlerinin olduğu tarafa çevirdim.Yavuz çarşıyı bilmiyor ya, benzetmenin bu kadarı olmaz; kırpılacak koyun gibi geliyor yanımda :D
Önce 'ama abla, ya ama' sözlerine aldırmaksızın Yavuz'u ittirdim berbere, arkasından da içeri girip giremeyeceğim konusunda izin isteme aşamasında kendimi :D Takılmış plak gibi aynı itiraz cümleleriyle karşı koymaya çalışan Yavuz zorla bir koltuğa oturtuldu:D Direk '3 numara dedim' :D Biz birbirimizle; ben emrivaki, Yavuz acınaklı biçimde yeni saç biçimi hakkında sözlerimizin yanısıra aynadaki bakışlarımızla da pazarlık ederken berber 'bir komutan olsun.' deyince Yavuz'a nasıl baktımsa Yavuz susuverdi.Arkalar üç numara oldu.Üstleri istediğim kadar kısalmayınca 'akşama kız istemeye gidiyoruz' uyarıma, elindeki makası daha kısa saçlar elde etmek için tekrar harekete geçiren berbere yüzümdeki tebessümle teşekkür ettim..Sonra da Yavuz'un beni yalancı çıkarmasını önleyen bakışımı yakaladım aynada.
Sonuç:saçları kesildikten sonra üstüne üstlük bir de dökme suyla da olsa, yıkanma şansı bulan kısacık saçlarıyla ibibiklikten sevimli oğlan çocuğu kategorisine terfi etmiş yakışıklı bir kuzen çocuğu :D Anne-babasının ve hiddetinden sual olunmaz SS subayı halasının başaramadığını başarmış olmanın mutluluğuyla döndüğümüz evde kahramanlar gibi karşılandım.Dondurma mı?Yok canım daha neler :D
Akşam yemeği susuzluk nedeniyle kahvaltıyla geçiştirildi ama bir yengeç insanı olarak suyla buluşamayan bedenim o kadar gergin ve mutsuzduki eteğimle dertleşirken Hakan'ın 'Gülen bu kumaşı didiklemeye başlayalı iki hafta oldu, hatırlıyor musun bir pazar akşamıydı ve biz babamla film klübü filmlerinden birini izliyorduk' deyince şartellerim atıverdi.Çatacak hedef ayağıma gelmişti.Vıdı da vıdı vıdı da vıdı.Susamadım ama çok susamıştım.
Giyindim, elimde bir makas ve artık bir bütün olduğumuz canım eteğimin canım kumaşlarıyla birlikte Yavuz ve Dolunay'ın arkamdan 'mutfağı topla da git' dalgalı konuşmalarına aldırış etmeksizin indim site bahçesine.Oturdum bir banka ve hiç acımadan ama ellerim titreyerek kumaşlarımı bir güzel kestim.Kumaş parçalarını makasla birlikte çöpe fıydırdım.Hiç bir şey olmamış gibi büfeye gidip gündüzden almadığım dondurmayı aldım.Tam yerken karşı caddede bir minibüsün bir motosikletliye hafiften çarptığını gördüm.Oturduğum banktan olaya müdahale için o tarafa doğru gitmek üzere ayaklanmıştımki taraflar bana gerek kalmadan kendi aralarında çözdüler olayı.(hoş gitsem ne yapabilecektim; orası bilinmiyor)
Yaklaşık bir saat güvenlikli sitenin gülleri, bakımlı bahçeleri arasında başı boş bir avare gibi gezdim de gezdim.Biraz daha oturdum.Sonra yeni keşifler için kalkıp bir iki adım attığımda ayağımın altında yumuşak bir şeyin ezildiğini hissettim.Balkonlardan uzanan kafaların nedeni ezdiğim yumuşaklığı fark eder etmez attığım o çığlıktı.Ne olduğuna eğilip baktım.Bir kurbağa ezmiştim!'Yürü eve' vakti gelmişti anlaşılan.Hiçbir yer evim kadar güvenli değildi.
Eve döndüm.Hakan'la konuşmuyorum.O benimle konuşmak istiyor ama ben her bir hamlesini gerisin geri gönderiveriyorum.Aşağıda kesme işi sırasında döktüğüm gözyaşlarım ve Hakan'a olan bozukluğumdan dolayı yüzüm çarşaf gibi.

SU ONARIMINI, SEÇİM ÖNCESİ 'PARK, BAHÇE AÇILIŞI, O ŞENLİĞİ, BU ŞENLİĞİ VAR, N'OLUR GELİN.FESTİVALİN KRALINI YAPARIZ.CENİFIR LOPEZ'İ GETİRTTİK.GELİN HADİ KIRMAYIN BİZİ!' ANONSLARININ YAPILDIĞI ARABALARLA MAHALLE MAHALLE, SOKAK SOKAK GEZİP DUYURDUKLARI GİBİ DUYURMAYAN BELEDİYE GÖREVLİLERİNİ KERBELAYA, EBEDİYYEN SUSUZ YAŞAYACAKLARI ÇÖLLERE GÖNDERMEK İSTİYORUM!

KAÇ SAATTİR TUVALETE GİTMEDİM BEN BE!!


Not:Sanat Düşmanı yazı yorumları yorumlanmıştır.Bilginize..
Başlığa bakmayın siz; kimse susuz kalmasın :)

24 Haziran 2009 Çarşamba

SANAT DÜŞMANI

Erteleyebildiğim kadar erteledim, salı günü için hava raporunu Bünyamin'den almıştım.
Sıcaklar bastırınca vazgeçer sandım.Yanılmışım.Bizden önce düştü yola :)
Sabahtan talimatı aldık.
14.30 da buluşup Devlet Resim ve Heykel Müzesi'ne gidilecekti.Isı 30 derece, nemden yapış yapış buluştuk.Anlamıyorum, resimden anlamıyorum işte:(
Resimden anlamadığım, resim çizemeyeceğim ilkokuldayken hafta sonları Resim ve Heykel Müzesine götürülüp bırakıldığım resim kursunun ilk ayının sonunda her hafta sonu eve kayıp bir resim defteri haberiyle gelmemden belliydi.Bu sanatsal anlamdaki ilk başarısızlığımdan sonra da cimnastiğe başladım zaten.İlkokul beşinci sınıfa kadar da spor salonundan hiç çıkmadım.O da ayrı bir hikaye.
Hakan, ben, kuzen çocuğu Yavuz süt dökmüş kedi gibi önde, sanat düşkünü babam arkada Resim ve Heykel Müzesine gittik.İlk katta Piri Reis Haritaları sergisi vardı.Çok ilginçti, zamanın koşullarına göre nasıl çizildiğini bir türlü aklımın almadığı haritalara şaşkın gözlerle baktım.Babam ilginç bir armağan anlayışına sahip.O haritalarla ilgili bir armağan projesi var ama onu burada anlatamam :P


Sanat düşkünüyle sanat düşmanı :P

Dünya Haritası

Türkiye haritası

Türkiye Haritası
Yoruldum da :(

Madem oradaydık, üst kattaki resim sergisini de görmeliydik.Resimden anlayan ve karakalem at ve insan yüzü çizebilen Hakan babamın yanında, biz Yavuz'la önde, babamın elinde sopası eksik bizi dürte dürte resimleri zorla izletmediği kalmış 'Hakan'dan ders alın biraz, sanatı sevin' sözleriyle süklüm püklüm gezdik resim sergisini.Hiç anlamıyor olmama karşın Mustafa Ayaz'ın bütününü ayrıntılayamadığım için parça parça fotoğrafladığım Düş ve Gerçek isimli tablosunu



Nazlı Ecevit'in iki,


Fikret Mualla'nın üç,

Amerikan Barda


Barda Sohbet Gece Klubü

Orkestra ve Dans Eden Adam

ve sanatçısının ismini yazmayı unuttuğum bu tabloyu

çok beğendim.Ne yalan söyleyim; bir yandan serinlik bir yandan güzel bulduğum resimler oradan mutlu ayrılmamı sağladı..

Girişte Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bazıları Dolmabahçe Sarayı'ndan gelen ve konuklarını ağırladığı mobilyalarını, İran Şahını kabul ettiği el oyması oturma grubunu, Churchill'le yaptığı görüşmede oturdukları masa ve sandalyeleri görünce çok duygulandım.
Ata oradaydı; aslında Ata'm her yerde.
Konser salonuna girmezden hemen önce büyük koridorda sergilenen Kitre Bebek Yarışması'nın görücüye çıkmış allı pullu, süslü püslü bebekleri vardı.Kız meslek liseli yeteneklerimizin yaptığı bebekler o kadar gerçektiki insanın onlarla konuşası geliyor; anlaması güç bir sabır, yetenek ve sanat kalbi.Koç Topluluğu için 'meslek lisesi memleket meselesi' ya; bu ülkenin geleceği olarak meslek liseli gençlerimizin bir gün değerlerinin anlaşılacağını ve hak ettikleri yerde olacaklarını umuyorum.
Flaş bebeklerin gözünü rahatsız etmesin diye fotoğraf çekimi için izin almayı denemedim bile.Kitre Bebekler gidilip görüle..
Canım annemle babam Resim ve Heykel Müzesi'nin şimdilerde sadece konserlere açık, 65'lerde nikah salonu olarak kullanılan o görkemli salonunda evlenmişler.İzin alıp orayı da gördük.
O kadar hüzünlendim, o kadar duygulandımki..ama ağlayamıyorum ben artık :( gözlerim doluyor, burnum sızlıyor içim ağlıyor ama 'ben' ağlayamıyorum artık :(
Babamın yanına bile gidemedim :(
Sonra Hakan, Yavuz, ben alış verişe gittik.Bir daha Hakan'la alış verişe gidersem ben de ne olayım!Yavuz da kız arkadaşını görmek için bırakıp gitti bizi!Onunla da bir yere gitmem artık..
Hakan'a dedimki 'çilek reçeli yapacak mıyız?
'Dediki 'sen git çilek al'
'bak' dedim 'aldıklarımı yine beğenmezsen kıyameti koparırım bilesin.Onun için sen al çileği'
'yok' dedi 'beğenirim'
Gittim aldım çilekleri.Başka reyonda bir şeyler araştıran Hakan aldığım çileklere bakmak için (kesin onun için!) yanıma geldi.
Beğenmeyen bakış ve ses tonuyla 'Gülen ne bunlar?' dedi.
'tanıştırayım sizi; çilek Hakan; Hakan çilek!' dedim.
'kaç kilo bu Allah aşkına'.
'OoooOn' dedim.
'Ayıp Gülen ayıp' dedi.
Dedimki 'şimdi ben burada bir çıldırırım.Arif Verimli gelse sakinleştiremez!'
Tabii bu arada herkesin bize baktığını söylememe gerek yok!
Demez mi 'eve kadar bekle, evde çıldırırsın!'
Aldığım hiçbir şeyi beğenmeyen mühendis kafa Hakan kişisini çilek almaya giderken uyardığım için haklıyım ya, söylenmeye devam etmemi durduramadım haliyle.
Dediki 'ilacını içtin mi sen bugün?'
A evet, bugün içmemiştim ilacımı.
Çileklerin 7 kg.mını bırakıp hiddetimle kaçtım o sahneden..

Her ne olursa olsun bir daha kesin olarak Hakan'la alış verişe gitmek için hiçbir şekilde geçerli bir nedenim bulunmamakta.

50 mt. ilerimizdeki reorganize edilen su borusu nedeniyle tam 40 saat susuz kalacağımızı öğrendiğimden beri gerginim aslında.Gerçi 2040 yılında çıkacağı söylenen su savaşlarını düşündükçe 40 saat susuz kalmanın lafı olmaz; o da ayrı konulardan biri..
2002 yılından itibaren Birleşmiş Milletler tarafından sağlıklı suya erişim insan hakkı olarak kabul edilmişken, belediyeciliği alt ve üst geçit, park-bahçe yapmak sanan bir belediye başkanının nereden ve ne koşulda getirdiği, içinde nesi var, nesi eksik olduğunu kendisinin bile bilmediği suyu çeşmelerimizden akıtmak için deldiği su borusu nedeniyle hem de yaz günü az değil; tam 40 saat de olsa susuz kalmak!
Allah'a emanet yaşıyoruz!

Etek çağırıyor, dostuz artık.Dün gece yakalamayı başardım kendisini.Şimdilik oturup sadece sohbet ediyoruz :D

Komşular söyleyin hele, şu çileğin nesi var Allah aşkına??
Not:Sihirli el ve Sedef mutlusunuzdur artık sanırım; o gördüğünüzü iddia ettiğiniz :P yeşil terliğim yırtıldı :((((
Zeynican bloğun açılmıyor, neden??

22 Haziran 2009 Pazartesi

ERKEN DOĞUM GÜNÜ ARMAĞANI

Isınamamıştım, küre ısınmıştı da ben ısınamamıştım.Dün değil, önceki gece uzun süre ısıtamadığım ayacıklarıma sıcak su torbası koyacak kadar ısınamamıştım.
Bugün yandım!Isınamadan kaynama noktasını da atlayıp direk, çevresinde 'haşlanmış yiyecek insan bulduk, ne mutlu bize!' mutluluğuyla dans ederek dolandığı altı cayır cayır yanan bir kazanın içine düşmüşüm de kurtaranım yok gibiyim.

Kesinlikle karar verdim.Dikiş, incik-boncuk, ev işleri ile bir arada yürümüyor; yani en azından benim için öyle :( El becerisi gerektiren işler ruhen dinlendirici olabilir belki ama fizik olarak enerjimi tüketen işler.Sağ el işaret parmak mağduriyetimi de eklersek haksız da sayılmam kendimce.İkisini nasıl bir arada götürüyorlar anlamıyorum.Hem evim pırıl pırıl olsun, hem el becerisi işlerine zaman ve enerjim kalsın.Bu bir rüya olmalı; ama benim için.

Hayalimdeki çılgın eteğin nasıl yapılacağını hala eyleme dökebilmiş değilim; tatlı eteğim gözümün önünde duruyor ama ani bir hareketle çekip alıveremiyorum onu oradan.Tam almak için elimi uzatıyorumki o deli şey çılgınca kendi çevresinde döne döne kaçarken kayboluyor gözden.Ellemedim dursun orada bir süre daha.

Kumaşlarıma dokunmayı hiç istemediğim bugün, evle ilgilenmeye karar verdim.Evle ilgili ne kadar sorun varmış da benim bundan hiç haberim yokmuş.Üçken ev erkeği, halasının hışmından canını zor kurtarıp bizim eve sığınan kuzen çocuğu da eklenince okeye dördüncü aramaya gerek kalmadı.4 erkeğe 1 ben.5 temmuzda doktora sınavına gelecek olan arkadaşımızla evdeki erkek sayısı 5e çıkacak :D Kapalı servise yatırın beni :D (hiç şikayetim yok aslında, çok adice belki ama erkeklerimin bana muhtaç olmasından, her şeyi bana sormalarından, bensiz hiçbir şey yapamamalarından, son sözü hep benim söyleceğimi bilmelerinden çok hoşlanıyorum.Hahah:)

Bir varmış bir yokmuş, ev işi çokmuş.Önce dikiş malzemeleri toplanmış, sonra E5 karayoluna nispeten biraz daha kısa; uzun ince, virajlı koridoruyla 4+1 evin her yerleri süpürülmüş, silmeye gelince enerji tükenmiş.Kitaplık toparlanmış, kolaj yapmak için saklanan '98lere ait dergiler, pişman olmamak için ani bir cesaretle kapının önüne, çiğden güveçte yemek ocağa konmuş.Çamaşır atılmış makineye.Yıkanmışlar bulaşık makinesinden nefretle çıkarılmış, yerlerine yerleştirilmiş.Gaz ve hız kesmeden balkon süpürülmüş, acınaklı su durumu nedeniyle asla yıkanmayan balkon, balık ağının dışından gözümü oyacakmış gibi bakan ve balkonumuzu tuvaletmiş gibi kullanmak istedikleri her hallerinden belli güvercinlerle 'bakarsınız işte öyle.Hihihih' şeklindeki cümlelerle dalga geçilerek silinmiş.

Pil bitmiş şekilde tosuldarken kapı çalınmış.Pelme perişan halde kapı açılmış.Bir bakılmışki gelen elinde büyükçe kolinin üstünde A-box yazan PTT görevlisi.Yanlış adres olduğu konusunda PTT görevlisi ikna edilmeye çalışılırken ismimin yazılı olduğu faturayı görüp kolinin bana ait olduğuna ikna olmuşum.Şaşkınlıkla koliyi teslim alıp açmaya başlamışım.

O kadar söylenirmişimki karton ayakkabı kutularının arasında ayakkabı aramaktan, şeffaf kutuların ne amaca hizmet ettiğini anlamakta hiç zorlanmamışım :)
Bütün yorgunluk pır uçup gidivermiş.Bir kez daha bu kadar çok ayakkabı sahibi olduğum için kendimden, hiç ayakkabısı olmayan, kışın naylon terlikle okula giden, 23 nisan törenlerine yırtık ayakkabıyla katılan, parçalanmış spor ayakkabısıyla 100 mt. koşup birinci olan o çocuktan ve Hakan'dan bir daha utanılarak ayakkabılar karton kutularından çıkarılmış.Hakan'ın onları yeni yerlerine yerleştirirken 'Gülen doğum günün kutlu olsun; bir daha burayı darmadağınık görmek istemiyorum!' ültimatomuna boyun eğilerek ses çıkarılmadan ince düşüncesinden dolayı kendisine teşekkür edilmiş.
Bilseymişimki Hakan'ın erken doğum günü armağanı bu şeffaf ayakkabı kutuları bu kadar işime yarayacak, doğum günümü üç ay öncesine aldırırmışım :)



Skandal boyutunun sadece bir kısmı olan ayakkabılar :(

Bu da masalın mutlu sonu :)
Not:Ayakkabı kutularını yapan firma yerli bir firma.Buna sevinmiş olmakla birlikte isminin Türkçe olmamasına gıyaplarında gönül koydum.Önerim; Aa kutu! olabilirdi.
Dilimizi koruyalım!

21 Haziran 2009 Pazar

BABAM, BABALAR, ADAMLAR..

BABAM:
Babam bilir.
Babam her şeyi bilir.
Babam tren saatlerini, hangi trenin saat kaçta kalkacağını, ulaşması gereken yere ne zaman ulaşacağını, rötarını bilir.
Babam tarih bilir.
Babam Mevlana'yı bilir.
Babam sahlep bilir.
Babam Atatürk'ü bilir.
Babam Kocaeli'deki askeri gemiyi iyi bilir.
Babam coğrafya bilir.
Babam Cumhuriyeti bilir.
Babam eski Ankara'yı bilir.
Babam sevgisini göstermeyi bilir.
Babam domatesin iyisini bilir.
Babam her düştüğünde ayağa kalkmayı bilir.
Babam görmemesi, duymaması gerekenleri görmemeyi, duymamayı bilir.

Babam yüzme bilmez.
Babam kin tutmayı bilmez.
Babam alçak sesle konuşmayı bilmez.
Babam öfkenin sözcük anlamını bile bilmez.

Babam solcudur.
Babam Atatürk'çüdür.
Babam merhametlidir.
Babam yufka yüreklidir.
Babam vicdanlıdır.
Babam dürüsttür.
Babam zekidir.
Babam mizah bilir.
Babam korumacıdır.
Babam sakince sorun çözendir.
Babam mücadelecidir.
Babam müthiş esprili bir anlayışa sahiptir.
Babam haksızlık karşısında müdahalecidir.
Babam öğrenmem için denememe izin verir.
Babam onunla rahat bir iletişim kurmamın önünü açmıştır.
Babam cömerttir.
Babam fedakardır.
Babam, kolay değil ikiz babasıdır.

Babam beni sever.
Babam çocuklarını sever.
Babam Erdim'i, kızlarının eşlerini sever.
Babam bamya sever.
Babam kedi sever.
Babam köpek de sever.
Babam domatesli pilav sever.

Babam soyadımdır.
Babam hep tüten bir ocaktır.
Babam babamdır.

BABALAR:
Babam beni erkek arkadaşımla görmüş olsaydı canımı acıtmazdı.
Babam yapmamı istemediği bir şeyi yaptığımda nedenini mutlaka sorardı.
Babam yaptığım kötü bir şey için beni asla kaldıramayacağımdan fazlasıyla cezalandırmazdı.
Babam yapmazdı.

ADAMLAR:
Hep babam gibi birini dahil etmek istedim hayatıma.
Kişisel özgürlük harekatıma darbeci damgasını vurmayacak, yapmak istediğim ya da planlarım arasında yer alan umutsuzca fikirlerime bile küçümsemeden saygı duyacak, 'ben' olduğum için sevildiğimi bildiğim biri.Şimdi Onunla birlikteyim..
Bütün bunları ayrıştırmamı sağladığı, bir erkek modeli olarak babamdan öğrendiğim hayatsal anlamlar, dünün, bugünün, yarının 'ben'i için babamı seviyorum.

Hayatımı armağan ettiklerinden beri yaşam kaynağım ama artık ne yazıkki benimle olmayan sevgili, melek annem ve varlığıyla bana yaşamam için güç veren babama minnet duygularımla..

Babası olmayanların acısı yüreğimde, yaşı gözümde, babamın, bütün babaların, baba olacakların ya da bir nedenden dolayı baba olamayanların babalar günü kutlu olsun..

Kanadı kırık kuş gibi kalır babamsız her yanım..
Babam, ne olur bırakma beni..

Elma yarısı Sedef'in yorumunu buraya taşımam şart:
Babamın hepimizi kanatları altına alacak, orada bizi her kötülükten saklayacak kadar büyük kanatları var.Kırmadan, üzmeden hesap sormayı bilir.Babam mizahı sever, kahkahası gürül gürüldür.Benim babam İtalya'da doğsaydı gür sesiyle Pavorotti'yi gözyaşları içinde bırakırdı.
Benim babam..
Benim babam işte ya..

19 Haziran 2009 Cuma

PSİKOLOJİK RANDIMAN..

Son test sonuçlarımı göstermek üzere seçtiğimiz gün bugündü.Bir tüyo; cuma günleri hastanelerin daha az yoğun olduğu günlerdir ama bu Hacettepe Romatoloji için pek geçerli değildir.Beklemek manasızdır; gerçi neyi beklediğine de bağlıdır ama genel olarak beklemenin manasızlığı hakkında kendimle hiç çelişmemişimdir.Bir şeyi beklerken 'ay ne güzel, bekliyorum işte' dediğim hiçbir şey olmadı :P
Hakan'la konuşup dururken birden 'ben doktor olsam nasıl bir doktor olurdum' dedim.
Hakan:Sen doktor olamazdın.
Gülen:Neden?
Hakan:Olmazdın işte.
Gülen:Tamam olamazdım da, olsam nasıl olurdum?
Hakan:Sakil bir doktor olurdun.
Gülen:Detay ver.
Hakan:Giyinmiş olmak için giyinen, yürürken oraya buraya çarpan, kendini bir yerlere çarptığını fark edemeyen, sürekli steteskopunu kaybeden, dudağının kenarında çikolata lekelerinin doğal algılandığı çatlak bir doktor olurdun.Lakabın da çatlak doktor.İnsanlar 'ha o çatlak mı?' 'çatlak yapmıştır', 'çatlak gelmedi mi?' filan derler.Dellendiğinde hastaları azarlardın.Hikaye alırken üzülüp ağlardın' dedi.
Doktor olmaktan vazgeçtim :D
Doktor olmayı, sadece bir yaralının başına üşüşmüş meraklı kontenjanından insanları yararak 'çekilin ben doktorum' demek için isterdim :)
Duramıyorum ben beklerken.Duramadım da..Ayakta olmaması gereken kişilere yerlerimizi verdikten sonra topuklu siyah terliklerimin ökçelerini yan yan bükerek sonra düzelterek hareketli bir bekleyişe geçtim.Hakan'ın göz uyarısıyla karşılaşmamak için Hakan'a doğru hiç mi hiç bakmadım.Yanımdaki bir kızcağız 'ne bu enerji' dedi.'Yoo ben bugün çok yorgunum' derken, önceki akşam bir aile kavgasının içine düşüşümü, önce susuşumu, takip eden olaylar sonrasında da bir türlü susamayışımı düşündüm.Evet yorgundum aslında.
Beklemekten en az ben kadar sıkılgan hasta ve yakınlarıyla konuşmaya başladım.Hep öyle olur, biri birinden bir hareket bekler sonra herkes aynı eyleme geçer; işte öyle oldu.Herkes birbirine tanıları ve ilaçları hakkında bir şeyler sormaya, ellerindeki test sonuçlarını birbirlerininkiyle kıyaslamaya başladı.Bir beyefendi hava almak için dışarı çıkınca beyefendinin narin eşine 'eşinizin tanısı ne?' diye sordum.Milyonda bir görülen bir hastalık olduğunu öğrendiğimde de 'ay o da bula bula bunu mu bulmuş' deyince insanlar deli gibi gülmeye başladı.Hatta birini susuturmayı başaramadık :) Sıra geldi bana.Az önce 'ben tam şu kadar senedir geliyorum' diyerek eski hasta olma rekorunu korumaya çalışan hastalar, benim 20 senedir oralarda olduğumu öğrenince önümde saygıyla eğildiler :P Bir kadın, bana acıyan gözlerle 'siz çocukken mi hastalandınız yoksa?' dedi.Ona 42 yaşımda olduğumu söylediğimde herkes çok şaşırdı.Nasıl; hem de böyle bir hastalıkla bu kadar genç kalabildiğimi sordular.Onlara 'bodur tavuk herdem piliç' demektense 'içimde kurt kaynıyor' dedim.Sonra da çok genç göründüğüme ilişkin iltifatları kabul ettim sırasıyla.Enerjiden söz eden kız beni bir süre izledikten sonra öğretmen olup olmadığımı sordu.Ne isabet ama; ben öğretmen lisesi mezunuyum :)
Öncesinde yurt dışından gelen ve ücret ödemediğimiz ama artık nadiren de olsa (!) Türkiye'de bulabildiğimiz, şimdilerde hükümetin ödemediği bir ilacın neyseki ucuz olduğundan söz açılınca ilacın hiç de ucuz olmadığını, yurt dışından gelenin 100lük kutusunun buradan ücretini ödeyerek aldığımız kutudakinin sadece 2o adet olduğu hesabıyla, aslında o kadar da ucuza gelmediğini anlattım.Sonra da dedimki 'ama iyi oluyor; istatistiğe göre her iki kişiden biri bu hükümete oy verdi.Buradaki her iki kişiden biri de bu hükümete oy verdi.Ben 20 senelik hastalık sürecimde kaç hükümet devirdim.Hiçbir hükümetin eli benim ilacıma kadar uzanmamıştı.Ben ilacımı alabiliyorum.Alamayanlar düşünsün' dedim.Kimse itiraz edemedi :(
Bir önceki gidişimde, birine ayrıcalık tanıdıktan sonra bana karşı olan anlamsız agresifliğinden dolayı kendisini şikayet etmek zorunda kaldığım teknisyen iki kere önümüzden geçti.İlkinde ben gördüm.İkincisinde Hakan 'belalın geliyor' diyerek beni tam zamanında uyardı.İkisinde de devekuşlarının kafalarını toprağa gömdüklerinde saklandıklarını sandıkları gibi yüzümü Hakan'ın omzuna gömerek tehlikeyi savuşturdum :D
Geçen hafta izinde olan doktorum tatlı insan Meral Çalgüneri, cuma günü olmasına karşın hafta içi kadar yoğundu bugün.Bu nedenle bizi daha fazla bekletmemek için çok beğendiğim bir uygulamayla, test sonuçlarımızı odasında değerlendirmiş.Tam ben kara üzüm habbesi melodisi eşliğinde halay çekme kıvamına gelmişken elinde değerlendirilmiş test sonuçlarıyla asistanlardan biri çıktı odadan.Sınav sonucu açıklayan öğretmenin çevresinde toplanan heyecanlı öğrenciler gibi asistanın çevresini sardık.Sıra benim; 'geçtim mi hocam, notum kaç?'Ciddi asistan kayışı kopardı :)
Bugün doktorumla karşılaşmamamız, söylediklerini dosyama yazan interne, aldığım kilolarla ilgili olarak 'yaz obez' dediğini duymamam açısından benim için büyük bir şanstı.Bırak hocam kilolarımla başbaşa kalayım ben :( ama obez sözcüğünün iticiliğini duyma riskine karşın yine de doktorumla, kullandığım sinir sistem düzenleyicisinin üzerimde yarattığı sanal mutluluk tablosunun yapmacıklığından duyduğum sıkıntı ve stresten kurtulmak için bir önerisinin olup olmayacağını konuşmak isterdim çünkü psikiatre gitmeye cesaretim yok.Sinir sistem düzenleyicisini kullanmak istemiyorum.Tepkilerim azaldığından beri kendimden uzaklaşmaya başladığımı hissediyorum.Duyarsız olmak istemiyorum.Kendime yabancılaştığımı hissediyor olmak, başkasının hiç sevmediğim ama giymek zorunda kaldığım elbisesini giymekten başka bir duygu hissi uyandıramıyor içimde ama geçici olduğunu umduğum bu ilaç süreci, bir zaman daha hayatıma yön verecek ne yazıkki :(
İşte sonucum; Hakan'ın 'bu kadar süre bu cümleyi duymak için mi bekledik' dediği o cümle: ilaçlara aynen devam :)
Bu şu demek oluyor; kullanmakta olduğum ilaçlar işe yaradı.Sevindim.Aslında çok belli etmesem de bu beklediğim bir sonuç değildi çünkü kolumdaki sertlik, şişlik, yangı, renk değişimi ve şiddetli ağrı azalsa da bileğimin üzerindeki iki şişlik kolumdaki tabloya doğru yol almakta diye düşünüyorum halen.Kronik hastalıklarda ilaçların kesilmesinin neredeyse mümkün olmadığının bilincinden yola çıkarak ilaçlarımı kullanmayı sürdürecek olmam moralimi hiç bozmadı.Kasımda rutinlerim yinelenene kadar hiçbir şey biliyor değilim aslında..
Kolumda bugün..



Kaslı kolum :P

Akşam da utanmadan şu çilek soslu şeyi olması gerektiği yere gönderdim :(
Bir ayrılık acısı :(
Nalan ablam feci bir ayrılık sahnesi yaşadım seninle.Yazmak için yolculuğunun bitmesini, bir kaç aylık olmasını umduğum Amerika macerasına adım attığın ilk günü bekledim.
Ben bunları 02de yazarken sen güne yeni başlıyorsun.Kızın ve torununla geçireceğin ilk gün heyecanının dönene kadar aynı fazda sürmesini istiyorum, yapmayı planladığın her şeyi gerçekleştirmeni de.Senin yakın davranışların, bilgilerini paylaşmak, deneyimlerini aktarmak isteğin seninle aramda kesintisiz bağ kurma nedenlerimden sadece biri.Bu nedenle, nedenlerini bilsem bile gidişine çok üzüldüm.Uzun zamandır sevdiklerimden ayrı biri olsam da 'yokluk'lar beni hiç ikna etmiyor.Vedalaştığımızdan beri dönmeni bekliyorum.


Nalan abla seni seviyorum.

BİR İTİRAF

Çocuk dürttü.
Dürtme dedim dürttü.
Gıdıklandım ve çocuğa uydum.
Olur ara ara,
Eve gelen arkadaşlarımı, gitmek istediklerinde ayakkabı bağcıklarındaki düğümleri çözmek zorunda bıraktım bazen.
Alış veriş merkezlerinde, çalışanların birbirleriyle iletişim için kullandıkları duvar telefonuna çaldığında cevap verdiğim çok olmuştur.

Evebeyn banyosunun duşa kabinine saklandım ve hiç sesimi çıkarmadan bekledim.Hakan'la babam beni aradılar.Bulamayınca da dışarı çıktığıma karar verip aramaktan vaz geçtiler ve üstelik bunu iki kere yaptım :D Gazete bitince sıkıldım ve birileri tarafından bulunmadan kendiliğimden çıktım ortaya.Esprisi mesprisi kalmadı tabii, pek içerledim; o ayrı konu :/

sürer, sürer..
Cansu'nun sevimli mimi yok muydu?
İtiraf:
Hangi parfümü kullandığımın sorulduğu ilk soruya verdiğim görkemli ismiyle
Imperial Majesty yanıtı dünyada sadece 10 adet üretilmiş ederi 215.000$lık bir parfüme ait ve tabiiki ben bu parfüme sahip değilim.Asla sahip olmayı düşünmüyorum :P Sahip olanları anlamıyorum, anlamayı düşünmüyorum.Kapris, kompleks, duyarsızlık dolayısıyla böyle pahalı bir parfüm kimseye gerekli değildir..Şişesi de hoşuma gitmedi ayrıca :P

Bu yaptığım, hoşluk olsun diye, Belgin'imle telefonda konuşurken geliştirdiğim bir şaka fikrinin eyleme dönüşmüş haliydi.Sorun olmaz değil mi?


Hangi parfümü kullanıyorum?

Avon Surrender.

Hoşgörü için de teşekkürler :)

Çıldırmış eteğime dönüyorum ben şimdi :) Ben değil etek çıldırdı! Görürsünüz siz :D

17 Haziran 2009 Çarşamba

İLKOKUL 3.SINIFTAN SONRA ÜNİVERSİTE

Sonunda geldi.Erdim'in ilkokul 1. sınıf mezuniyetinin (!) fotoğraf ve detayları geldi.Bizimki yaz tatilini okuldan mezun olmak sanıyormuş.Böyle bir şeyin olmadığını anlattığımızda ilkokul 3.sınıftan sonra üniversiteye başlamaya karar verdi!


İyi de,

Sen daha; gösteri öncesi öğretmeninin kaç kere sildiği ve 'bir daha yere basma, potinlerin kirlenmesin' uyarısına karşın yerelere basıp kirlettiğin potinlerini kendin silmeye çalışırken dengeni kaybedip düşmeye ramak kaldıktan sonra 'teyze şunları sil.Öğretmenim görürse üzülür' diyen adamsın.Ne üniversitesi?
(Suzan öğretmenin eşi Mehmet abi senin için 'teyzesine ne eziyet etti ama ha' demiş.Benden duymadın ama tamam mı?)

O minicik elinle silmeye çalışırsın işte öyle :D

Sen daha; Cuma günleri her bir önceki gün okulda unuttuğun için tam 5 montla eve dönen adamsın.Ne üniversitesi?

Sen daha; hırpaladığın defter ve kitapların için 'arkadaşlarımla bir kuş bulduk.Sonra sınıfa girdim.Dolabımdan küt küt sesler geliyordu.Açtık baktıkkı kuş dolabımda ve dışarıya çıkmaya çalışırken dolap kapağına çarpa çarpa defter kitaplarım yırtılmış' diye büyüklere masallar anlatan adamsın.Ne üniversitesi?

Sen daha; yemeğini yememek için masa altlarında komando sürünüşü yapan adamsın.Ne üniversitesi?

Sen daha; çok terlediğin için yanına konan yedek atletlerini yerde bulan öğretmeninin
'bunlar senin mi?' sorusuna 'hayır benim değil' diyecek kadar eşyalarını tanımayan bir adamsın.Ne üniversitesi?


Sen daha; ilk tahtaya kalktığında yazmak istemediğin için elindeki tebeşiri on kere yere düşürme numarasına yatan, öğretmenin 'tebeşiri yere atma, belim ağrıyor' uyarısına 'osteoporoz mu var sende?' diyen adamsın.Ne üniversitesi?

Sen daha; öğretmeninin isimlerinizi öğrenmek için yakanıza isim kartı takma nedenini öğrenince 'yoksa sende alzheimerda mı var' diyen adamsın.Ne üniversitesi?

Sorunundan dolayı yazmayı reddettiğinde başaracağından hiç kuşku duymadım.Yanılmadığımda da hiç şaşırmadım ama sen bana yazdığın 'Teyze 36 gün kal.Hadi.' notundaki 3ü ters yazan adamsın.Ne üniversitesi?

Her zamanki gibi beklemekten sıkılan adamın tekisin sen :)



İyisi mi sen şimdilik 1. sınıf karnesiyle idare et :) hahaha :)

Sevgili Suzan öğretmenimize Erdim'in yazma sorununu çok başında anlayıp eline kalem almasını sağladığı için binlerce teşekkür; çünkü Erdim bana ters 3lü notlar yazıyor artık :)

Patenci teyze sizi çok seviyor.

Şart değil; üniversiteye gitmen şart değil.
Sen bencil olma.
Sen duyarsız olma.
Sen vicdansız, merhametsiz olma.
Sen önce insan ol.
Bu yeter.
Her ne olursan ol, her ne iş yaparsan yap insani duyguların olmadan olmaz.

Hayatımın en umutsuz anında çıkıp geldiği için hayatımı borçlu olduğum sevgili oğlum Erdim; sevgimi anlatabilmenin imkansızlığıyla seviyorum seni..


ÖĞRETMEN BİR ANNENİN OĞLUNUN ÖĞRETMENİNE YAZDIĞI O MEKTUP:
Sorularını bana,biricik annesine değil,hayatına çok yeni dahil olan öğretmenine sormayı tercih edecek kadar öğretmenine candan inanan,güvenen bir oğlum var..Hani eli değil dili işleyen,her zaman kuvvetli bir bahanesi mutlaka bulunan,dağınık,eşyalarına sahip çıkmayan,eli cebinde adam adam gezinen,kurnaz,haylaz,kıvırcık saçlı Erdi var ya ...İşte o benim oğlum.. Erdi'yle yolculuğumuz...Kuş kanadı gibi özgür,şiddetli bir fırtına gürültüsü,yağmurdan sonraki rengarenk ebemkuşağı,ucu yok bucaksız,sonsuza uzanan masmavi bir gökyüzü,coşkuyla akan bir nehir,sıcacık ekmeğin mis kokusu...İşte Erdi'yle yolculuğumuz...
Benim en değerli varlığım,ışığım,elim,kolum,gözüm,gözyaşım,binbir rengim,gülüşüm,güleryüzüm,ah benim eşşek herifim,en güzel sesim,suyum,hayatım,tembel tenekem,boklu bulamacım canım Erdi'm..Öyle bir zamanda geldi ki hayatıma...Bana güç verdi,ümitlendirdi,ışık tuttu yoluma,beni ısıttı,acılarımı soğuttu..Gücüyle,azmiyle,direnciyle beni utandırdı,aklıma başıma getirdi....Kalktım ayağa,uzandım hayata,tuttum ellerini ışığın..Hayata kök saldım...yeşerdim,,ağaç oldum..çiçek açtım...orman oldum...O ben oldu..ben O oldum..hayata bağlandım.. Oğlum büyüdü öğretmenim.
Benim herşeyim,benim gözümün nuru,küçük oğlum büyüdü.ve .. ve...evimizden, biricik anasından ayrıldı. Öğretmenim,öğretenim,alfabem,koruyup gözetenim,adaletim,merhametim,canım öğretmenim benim ciğerim Erdim artık sizin oldu. O evimizden ve benden ayrılırken hissettiğim yalnızlık duygusu, 'okul için bir sene daha beklesem mi?' diyen iç sesim beni yiyip bitirirkenki çaresizliğime canım eşim,hayat arkadaşım 'oğlun sana değil,sen oğluna bağımlısın' teşhisini koyunca frene bastım,hız kestim,bu keskin viraja olması gereken hızla girdim..Bırakıverdim kendimi hayata,olacaklara... Kendimi bırakıverdiğim hayat bize gözlerinin içi gülen pembe etekli,kırmızı ayakkabılı Suzan öğretmeni sundu.... Siz hayatımıza girdikten sonra kendimi sorgusuz sualsiz hayata bırakışımı,olana ve sürüp gidene itirazsız teslim oluşumu bugün çok isabetli verilmiş bir karar olduğunu görüyorum.. şimdi çok mutlu ve çok şanslıyız çünkü Erdi'yi ve bütün çocukları çok sevdiğiniz...onlara okuma yazma öğrettiğiniz..çağdaş,bir Cumhuriyet kadını olduğunuz için..Erdi'nin elinden,dilinden anladığınız...kalemi eline vermeyi başardığınız...onu sabırla dinlediğiniz...ona söz hakkı verdiğiniz..hata yaptığında ders alacağı şekilde uyardığınız...erdi hastalandığında sesinizdeki gerçek endişeniz için,çabanız..yürekliliğiniz için,ona inandığınız için,onu cesaretlendirdiğiniz için,yedirip,içirip,giydirdiğiniz için,şefkatiniz,merhametiniz için,bir dilim fazla yaşpasta için,açıksözlülüğünüz için,samimiyetiniz,sevinci,mutluluğu,kederi paylaştığınız için...Mehmet Abi'mi tanımamıza sebep olduğunuz için..herşey için,,her güzel şey için..Erdi'nin ve bizim hayatımızda çok güzel şeyler oldu..SİZ OLDUNUZ...BİZ SİZ OLDUK...SİZ ZATEN BİZ'DİNİZ...

Sedef'im, elma yarım; o kutsal mekanda dokuz ayımı birlikte geçirdiğim oyun arkadaşım, eskisinden daha değerlim, kimsesizim..
Erdim'i en az sen kadar bana ait hissettirdiğin için minnet duygularımla seni çok seviyorum.
Tartışmalarımızdan sonra seninle küsmeye hiç cesaretim yok; Erdim'i göremem diye :P

Ferdi'ciğim, canım abim; güzel bir aile olduğumuz, Erdim'i kendi çocuğum gibi hissettirdiğin için çok teşekkür ediyorum.

Abi seni çok seviyorum..

Papi'm; sensiz olur muydu hiç?Gözümüz kesinlikle arkada değil sana emanet ettiğimiz Erdim'le kurduğun sevgi, saygı, azıcık da korku :P köprüsü sayesinde sen ve ailenin bütün bireylerinin yörüngesine girdik.

Kendi çocuğunuz olsa ancak bu kadar seveceğiniz Erdim'in her ilki, eğitime adım atmadan kucağında taşıdığın o günler ve bundan sonraki günler için teşekkür ediyor, ailenle birlikte seni çok seviyorum..

HİLELİ MİM :p

Balıkları öldüğü için hala yasta olan arkadaşım cansu tarafından elindeki mim okuyla vuruldum.

Soru 1-Kullandığınız parfümün markası:
Imperial Majesty
Soru 2-Kullandığınız kremin markası?
Güneş kremi Capirtone, nemlendirici La Roche Posay

Soru 3-Şu an okuduğunuz kitabın adı?
Deliliğin Tarihi
Soru 4-En son aldığınız 3 ürün adı nedir?
En son ne zaman üç ürün aldığımı hatırlamıyorum çünkü işin kolayına kaçıp gereksinim duyduğum şeyleri armağan ettiriyorum kendime :P

En son babam yemeni, Hakan çeşitli mağaza ve pazarlardan onun deyimiyle 'çul çaput', benim anlatımımla kostümler, can yarım Sedef kirazlı beş çift ince patik çorap aldı.Dördüncüyü de ben sıkıştırayım; Erdim'den de anneler günü armağanı mercan taşlı gümüş yüzük ve küpe.
Soru 5-En çok sevdiğiniz 3 dizi film?
Melek katil Dexter, Karma'nın efendisi my name is Earl ve Simpsonlar..

Eğlenceli mim için seçtiğim arkadaşlarım; büyük cadı, sihirli el, Elçin, kekik kokum ve isteyen bir arkadaşım daha.Büyük cadım sırrımızı saklayacağından eminim :P ve ayrıca blog yardımı için çok teşekkür ediyorum..

Bu kısa bir yazı çünkü bir etek dikme peşindeyim :D Çıldırmazsam tabii :)

Eteğime dönüyorum ben şimdi..

Not:Bir önceki yazımın yorumları yorumlanmıştır.İlginiz, iltifat ve verdiğiniz cesaret için teşekkür ediyorum.Bu nedenledirki 'boyumu aşmayan' o eteğin beni götürdüğü yerdeyim şu an :) Sevgiler..

15 Haziran 2009 Pazartesi

İŞTE O ÇANTA - HİNDİSTAN'A GİDİYORUM..

Şimdi Sedef'im ve Sihirli el'im bu fotoğrafı görünce 'yeşil terliği gördüm' moduna girip kapının kolunda asılı olan toz bezini görecekler.
Ben de onların gözlerini oymak isteyeceğim yine :D
Zımba makinesi ve eğitim semineri için Nalan ablam ve Mahmut abime sonsuz teşekkürlerimle..
Zımba makinelerinden çok hoşlandığım için bir zımba makinesi istiyordum, arada sırada işe yarar bir iş için de kullanabilirdim üstelik :P Nalan ablama zımba makinesinin nerden alınacağını sorduğumda Nalan ablamın hem de Hakan'ın yanında 'Benimkini vereyim, nasılsa sıkılırsın sen' demesi gururumu hiç kırmadı :P Zor oldu ama bu imajın 'ben' kaynaklı olduğunu kabullendim sonunda, konuyla ilgili eleştirildiğimde sıkılmadan arsız biçimde davranabiliyorum artık :) Burnumu sokmadığım, sokup ta ağzımın payını alıp yerime geri döndüğüm işlerin sayısı tek bir işe kanalize olmuş olsaydı beni usta yapacak kadar kabarık :(
Tutumlu sayılabilirim; bu nedenle yeni başlayacağım ikinci çantam için ancak Nalan ablamın eli değdiğinde çantaya benzedikten sonra hoşnut kaldığım ilk denememin sonucu gibi bir sonla karşılaşırsam kumaşım heba olmasın diye Sedef'in artık giymediği ketenden bordo bir elbiseyi kendime kurban olarak seçtim :D Yine de heba ettiğim kumaşla aynısından bir çanta daha çıkardı :D
Nasıl yaptığımı, kaç kere söküp kaç kere yeniden diktiğimi, kaç kere diktiğim kenarları beğenmeyip yine söküp yine diktiğimi, düzgün dikene kadar yine söküp yine diktiğimi hiç hatırlamadığım, hatırlamak istemediğim, o anları hiç de düzgün cümlelerle anmadığım, çoğu yeri konu üzerinde hiç bir uzmanlığı bulunmayan Hakan ve kuzen Yavuz tarafından zımbalanan çantamı takdim edeceğim birazdan.
Nalan ablamın eşi Mahmut abim zımba makinesinin mutlaka bir yere sabitlenmesi gerektiğini söylese de biz ilk zımba deneyimimizi bu işlemi yapmadan gerçekleştirdik.Ayrıca delme aletimiz olmadığı için Hakan'ın 'ben bu işi makasla bile yaparım.Hahaha' iddiası parmağında bir kaç kesiğe maloldu :(
Diyalog:
Hakan:Olm sıkı tutsana!
Yavuz:Abi abi dur elim acıyoooo.Bastırma abi!
Hakan:Ne biçim gençsin sen yav!
Yavuz:Tamam tutuyorum!
Hakan:Zımba işi olmazsa ablan bizi tefe koyar, ha gayret aslanım!Yoksa Gülen'in önüne atarım seni ha!Tut şimdi sıkı sıkı!
Gülen de ara ara zımbacıların yanına mutfağa gidip onları pohpohlar :D
Çantamı çok beğendim ama beni asıl mutlu eden güzel bir iş çıkarmamdan çok artık sabır konusunda ciddi bir gelişim göstermemi fark etmem oldu.Umarım bu değişim/gelişim kullandığım sinir sistemi düzenleyisinin marifeti değildir çünkü hiçbir şey olmamış gibi mutlu kelebekler gibi devam etmek istemiyorum hayatıma.Bu sanal mutluluktan çok sıkıldım..
Şimdi bu torba/çantayı anlatmak zor; dikimini geçtim; kullanımını anlatmak zor.Hakan'ın 'iyisi mi gel resimleyelim' fikrini bu nedenle çok tuttum.


İçine az eşya konduğunda küçülen çok şey de konduğunda büyüyen çantam.


Adım 1:Çanta bir torba gibi üstünden tutulur



Adım 2:İki ucundan tutularak aşağı doğru bükülür..


Adım 3:Arkadaki zımbalarla sabitleştirilmiş çıtçıtlı britler öndekilerle buluşturulur.
Bu kadar.
Çanta kapanmıştır artık.


Çanta/torbanın arkadan görüntüsü.
Manken:Bir yandan tv izlemeye devam eden Hakan'ın eli
Sapla ilgili bir sorun; iki yan kenara dikilince çanta hacıyatmaz gibi devrik haliyle çantadan başka her şeye benzediğinden saplardan biri yanına, biri yan arkasına zımbalandı :D


Hindistan meselesi:
Kostümüm için bir Hakan sorusu:
'Ne o Hindistan'a mı gideceksin?'













Nikel alerjimden dolayı üzerimde çok az tutabildiğim takıları ben yaptım.Takı olsa ne, aldım pembe, mürdüm, bordo boncukları dizdim de dizdim misinaya.Bilekliği de spiral tele geçirdim mi; tamam işte al sana takı.Gülen anca bu kadarını yapar :) Küpelerim net çıkmamış :)

Not:Az önce Amerika yolcusu Nalan ablamın vizesinin çıktı çıkacak olduğu haberini aldım.
Gitmesi gerekiyor çünkü kızı Gül daha gittiğinin ayında çok ciddi bir trafik kazası geçirerek yüreğimizi ağzımıza getirdi.Nalan abla da biricik torunu Ertuğrul ve Gül'e bakmak için gitmek zorunda.Güle güle git ablam ama çabuk dön.Unutma; beni Kaıtı ustası yapacaksın; etim de kemiğim de senin.Seni çok seviyorum..
Gül'cüğüm, buradan da çok geçmiş olsun.Seni kamerada en son gördüğümde ağlıyordun.Bak anneciğin geliyor.Lütfen ağlama artık, adın gibi hep Gül.

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails