31 Ocak 2010 Pazar

YARDIMA İHTİYACIM OLABİLİR :)

Geçen pazar susuz bir yaz günü yakınlarda oturduğunu yazdığı yorumdan tahmin ettiğim, tanıştığımda sakinliğinden, kusursuz kullandığı sözcüklerin oluşturduğu cümlelerin sunuş biçimini hayranlıkla izlediğim Çınar'ım Ankara'ya döndüğümü öğrenince beni aramıştı. Çıkamayacak kadar yorgun hissettiğimden ne o 'çay koyuyorum gel' demişti ne de ben 'geliyorum'. Sonra görüşürüz temalı bir finalle de kapatmıştık telefonu. Sinir krizime neden olan olay patlak verince burnundan kırmızı alevler çıkaran boğa misali sinir krizimin orta yerinde Çınar'ıma gittim bir koşu. Pazar günü. Eşi evde, oğlu evde, sinir krizi geçirmekte olan kızı (ben) evde :) Güzel bir kahvaltı, iç döküşler, Çınar'ımla bir elmanın yarısı kadar birbirine ruh bütünü eşinin deneyimlerinden hareketle rahatlamış bir bünyeyle evine dönen Gülen. İyi ki bu kadar yakın oturuyoruz :)
Çınar'ım yarın pazar; geçen haftaki sohbet kahvaltısı çok güzeldi :)

LA'deyken gün saydığım, Kocaeli günlerimde gün sayanım Nalan ablamla ancak dün görüşebildik. Söz verdiğim saatte gidemediğimi de LA'e dönecek olan büyük kızının vize haberinin gelmesi üzerine 'Amerika'dan vize geldi sen Batıkent'ten gelemedin' diye bana duyuran Nalan ablamı serzeniş konusundaki üstün yeteneğinden dolayı takdir ediyorum.
Ama bir sor niye geciktik? Geldiğimden beri dere tepe ama kesinlikle merkezde değil gezip duruyoruz Dolunay'la. Ama bir sor niye? Anlatmak için erken. Aslında anlatmayı da düşünmüyorum. Nalan ablamla kesinlikle çok kısa ve hiçbir şey anlamadığım bir görüşme oldu; daha ben anlatmaya bile başlamamışken eve dönüş saatim geldi :( Rövanş lazım :D
Ben çok şanslıyım. Çok şanslıyım, ikisini de birbirinden farksız sevdiğim sayıp değer verdiğim, deneyimlerinden yararlanmayı şanstan saydığım Çınar'ım ve Nalan ablamın bu kadar yakınında olduğum için yalnız ve sahipsiz hissetmiyorum kendimi. Düşününce anneciğim yok, teyzem yok, halam yok :( Çınar'ımla Nalan ablam eksikliklerini hissettiğimde kendilerini her birinin yerine koyduğum değerlilerim benim.
Ertuğrul iki ayda kocaman adam olmuş. Onu en son gördüğümde sadece 'bırak o benim' diyebiliyordu :) Dillenmiş, hareketlenmiş, eline geçirdiğini fırlatıp atmanın zevkli bir şey olduğunun farkına varmış. Gittiğimde uyuyordu.



Uyanır gibi olunca kucağıma aldım. Kalbimde sürdürdü uykunun geri kalanını. Bir küçük çocuğun yüzünü kalbine yasladığında annesi olmayı bırak, o an onun için herhangi biri olmanın bile nasıl özel olduğunu anladım. O kadar iyi hissettimki.

Dün de bugün de bata çıka ilerledim derelerde tepelerde. Bir kış havuzu buldum, kedilerin karlarda bata çıka koşturduğu, kafeslerindeki tavşanların birbirlerine sokulduğu eğlenceli ve doğadan bir bahçe. Gerçek olduklarını çıkardıkları seslerden anladığım, perdeli ayaklarıyla kaçmaya çalışırken besiden yağlanmış vücutlarını taşımakta zorlandıklarından yalpalayan ördekleri yakalamaya çalışırken çok mutluydum.






Düşmeseydim de olurdu yani :P Neyseki iyi bir düşüştü. Kalkmaya çalışırken bir kaç kez yine kapaklansam da yere, artistik puan olarak anca sıfırı hak ettiğim serbest programdaki düşüş ve ayaklanış serisini zarar ziyansız tamamlayabildim neyseki.
Bir lahana misali kat kat giyinmiş olmamın
düştüğümde hiçbir yerimin acımamasını sağladığını da es geçmeyelim :D
Giydim de giydim :)

Hakan dün döndü. İkibuçuk aydır birbirimizi görmemişliğimiz yetmezmiş gibi döndüğü saatlerde evde değildim. Karşılaşma anımız, senaryosunu yazdığım gibi gergin olmadı. Onun o duruşunun yüzümde oluşturduğu gülümsemeyi botlarımın fermuarını açmak bahanesiyle gizlemeyi başarabildim; barıştığımda güldüğümü görüp görmediğini de sormadım. Son yazdığım cümleyi yüksek sesle okuduğumda güldüğümü görmediğini söyledi çünkü ben ona pas vermeyince aynı şeyi o da bana yapmış :) Bu kez her şeyin yoluna girmesini beklemiyordum. Kriz nedenini hala kabul etmiyor olsam da Hakan'ı seviyorum; onu görünce de bayrakları indiriverdim, ne yapayım seviyoruz işte kardeşim :P

Bugün değişik, sevimli ve iyi insanlarla tanıştık. Üşüdüğüm ama bulunduğum ortamın sıcaklığından dolayı üşüdüğümü hissetmediğim çabuk geçen bir zamandı. Zannımca bu sevimli arkadaş kitlesiyle bir daha görüşeceğiz. Yok eğer benim dediğim olmazsa -ki mutlaka olacak :D- kamp malzemelerim hazır :) Barış bey anladınız siz onu :P
Beni seven Barış beye hücum etsin; haydi hep beraber 'Allah Allah Allah' Savulun Barış bey :) İsmi Barış olan birine Allah Allah nidalarıyla koşturmak hiç adil olmadı. Farkındayım :)


Şaplak olan ismini Asil olarak değiştirdiğim üç aylık dobi yavrusu :)
Öyküsü yarın..
Asortiğim Krebim kulaklarını çınlattım..
Köpek kabusu yazıma yazdığın yorumları bir daha okudum :)

Dolunay :)

Öğretmenim; stres kaynaklıydı sanırım. Geçmiş olsun dileği için teşekkür ederim. Sorun için gereken cesareti topladığımda bir hekime başvurmam gerekecek; hani içimiz dışımız rahat olsun babından.

Nunu'm; geldi geçti :( Bugün itibarıle her yer çamur. Çocukluğumun kışları yok artık. Kar desen, hani yağdı da ne oldu, kaç gün kaldı yerde sanki? Hava da yumuşadı, keskin bir soğuk hissetmiyorum. Ben çok üşürüm, ısınmam saatleri alabilir. Bahar gelse..

Bahar'ım; kendi dörtlüklerim gelince aklıma hafiften yüzümü kızartan şiir için teşekkürler :) Nedense benim şiir diye bir araya getirdiğim sözcükler hiç böyle olmuyor. Mona Lisa'yla Mona Roza'nın bir ilgisi var mı acaba :)

Sufi'm; çok sıkıntılıydım. Geçici olmasını umduğum kötü bir şeydi yaşadığım. Şimdi iyiyim. Güzel dileklerin için candan teşekkürler. Bugünlerde sorunların da çözülmesiyle iyi hissediyorum. Benden de sevgiler..

Çelebi'm; çok teşekkür ederim. Çektiğim ızdırabın anlatımı imkansız. Neyse ki geçti. Dua ve güzel dileklerin için çok teşekkür ederim..

Leylakdalı'm; ciddi olmamasını umuyoruz. Bir hekim kontrolü şart. Pazartesi romatolojik muayenem var. Doktorumla konuşup onun yönlendirmesiyle hareket edeceğim. Karı gördüm, düşüşümü yaptım; pek bir mutluyum :)

Nefise'm; teşekkür ederim.

Fındığım; sorma :( Konuşamadık seninle :( Benim aradığımda sen senin aradığında ben cevap vermedim :( Çok merak ettim seni. Bugün arayacaktım ama telefonumun üstüne oturunca telefonun ekranı pörtledi :) Allah'tan şarj cihazının kordonunun kesilmesinden sonra numaralarımı sime kaydettim. En ucuzundan bir nokia alınca arayacağım seni :)

Bizim Gibiler'im; gülme kız. Çektiğim eziyetin haddi hesabı ve anlatımı yok :P Bundan sonra doğum günlerimizi birlikte kutlayacağız :) Duyurulur :) Geçti gitti de bir daha olursa ben ne yaparım onu bilmiyorum :D

Kekik koku'm; çok teşekkür ederim. Size de çok geçmiş olsun. Grip olmayın, dikkat edin. Umarım bu saatlerde daha iyisinizdir. Ben bu sene soğuk algınlığı sezonunu açmadım daha :) N1H1 aşısının etkisi midir, onu da haybeye vurulmuş gibi görünüyor ya gerçi. Bu nasıl iş anlamadım, o daha da ayrı konu.

Kriiz'im; bir kriiz anında stres kaynaklı olduğunu umduğum bir sorundu. Anlatırım sana bilahare :P Ne zaman mı; yeni bir telefon alınca :) Takip etmek için zorlama kendini, nasılsa telefonlaşıyoruz :)

Mehtap'ım; çok teşekkür ediyorum. Yorumunu okuyunca çok heyecanlanıp mutlu oldum :) ama yazma zamanım olmadı.Umarım 'o kadar' yakınızdır. Posta yazacağım sana 'komşum' :)

Cansu'm :)))) Anladın sen onu :P Sağol Cansu'm; sağlık sorunumla ilgili bilgi ve koyduğun tanı için :)))))))))

Yelda'cığım; çok teşekkür ediyorum. Strese soktum kendimi sonra da çıkaramadım :) Şimdi iyiyim ve aynı şeyin bir daha olmaması için dua ediyorum :) Benden ve buradan da size sevgiler..

Defdef'im; SSY :D

Kızlar Barış beye söyleyin de beni üzmesin..
Barış bey kim mi?
Kulakların çınlasın Marifetli Peri'm, asıl arkası yarın yazısı işte BU :)
Atladığım arkadaşlarım varsa özür diliyorum :(
İyi geceler ve mutlu, sıcak bir kahvaltıyla başlayan, başladığı sıcaklıktaki derecesi düşmeden süren bir pazar diliyorum hepinize..

28 Ocak 2010 Perşembe

YENİDEN DOĞDUĞUM GÜN..

Sabahtan dizlerimi döve döve acısını unutmaya çalıştığım, atlattıktan sonra da yeniden doğduğumu hissettiğim sağlık skandalım sırasında yaşadığım gergin yorgunluktan dolayı günün geri kalanını derin uykuda geçirdim :)

Az önce yalancıktan kar yağdı ve ben bundan çok hoşlandım. Yumuşak karı sıkıştıran ayak seslerimi duyamadım bu gece.. Dışarı çıkamayacak kadar yorgundum çünkü; hala da öyle.


Yazdığım en kısa yazının şerefine pencereden çekilmiş bir kar fotoğrafı.
Kaldığım yerden uyumaya gidiyorum.
Yorumlar için teşekkürler..

27 Ocak 2010 Çarşamba

YORUM YORUMLARI VE İKİNCİ EL FOTOĞRAF HIRSIZLIĞI

Asortiğim; Eskişehir'e yazık edecek kadar, Eskişehir'i gözden çıkaracak kadar sevmiyorum bizim başkanı :( Neyse ki eskisi kadar sık görmüyoruz kendisini ortalıklarda. Bir ara neydi o öyle her gün her an karşına çıkabilir paronasıyla yaşıyordum :P İllet bir hastalık gibi nefret ederken kendisinden aynı nefretle de kurtulmak istiyorum :) Çi börekler için hiç üzülme; inan benim yaptığım kadar güzel değildi; hamuru çok kalın ve porsiyonlar büyüktü. Karabiberi de fazla kaçmıştı :( Ama tekne gezisi için 'çok kötüsün' demeye devam edebilirsin :D Tıpkı benim senin Turquaz kıyılar fotoğraflarını gördüğümde hakkında içimden geçirdiğim gibi :) İntikam damarlarım pek bir kabarık bugünlerde :) Havalar ısınsın, bir aksilik olmazsa geliyorum Fethiye'nize :P Yorumlara yorum yapmak en sevdiğim şey ama zaman ve eforum zenginiyken yaptığım bir eylem olduğundan yorgunluğuma denk gelmişsindir. Farklı algılanırsa üzülürüm :(

Leylak dalı; Çok gezmedim ki. Gittiğim yerde çok kaldım. İki ay oldu :( Mevsim döndü hatta. Bu soğukta dışarı çıkmasam daha iyi olur diye düşündüğümden sokak buluşmalarına katılmamak için rapor alacağım doktordan :)

Cansu'm; evimden her ayrılışımda dönüşümü özlüyorum. Her döndüğümde de arkamda bıraktıklarımı :( -İzmir için geçerli değil- Teyze olmak, içinde çok güçlü derin bağlar barındıran bir akrabalık derecesi. Bir de ikiz kardeş olunca sanırım bizimki daha başka. Erdim'i ben büyüttüm desem abartı olmaz. Hepsi bir araya gelince teyze olmak muhteşem, küçük pembe solucanlardan ayrılmak feci :( Erdim başarılı olmasaydı da severdik biz onu; her şeyinden çok memnun olduğumuz bir kişidir kendisi ama arkasını toplamak yok mu :)))))))) Umarım bu konuda da bir iyileşme kaydeder :) Bal böceğinle sana iyi tatiller diliyorum, öp onu benim için :)

Kekik koku'm; inan hiç gelmedi aklıma, ben ekmek arası bir şeyler yemeyi beceremem biliyor musun? Ekmek arası bir şey ikram edildiğinde hala döker saçar, üstüm başımı, ellerimi yiyeceğe bular karnımı aç bırakmayı beceririm :) Anneciğim 'alan var alamayan var' diye bizi elimizde ekmek arası bir yiyecekle hiç salmazdı dışarı. Biz de ellerinde ekmek arası yiyeceklerle dolaşan başka çocuklara bakar dururduk :) Bu gezi fotoğrafları için özür diliyorum :) Bugün bir değişiklik yaptım; yorum yorumları yukarıda, Scorpion aşağıda :)

Öğretmenim; tekneler gibi sağlam, dayanıklı, şiddetli dalgaların her bir dövüşünde kendini korumayı başaran, her güçlüğü aşmadaki başarısı bize örmek ve güç veren..
İyi niyetinden bile olsa kırılmasına neden olduğu kalbimin onarımını yaptıktan ancak sonra saygılarını ileteceğim babama. Babam, elimde son kalanım..
Hakan'la bir olup kalbimi kırdılar, sinir krizi geçirtdirdiler bana ama ne olursa olsun ikisini de çok seviyorum. (umarım okumazlar, tavır yapıyorum zira :P)
Kabile gibi bir arada yaşamak istiyoruz biz Erdim'le, kocaman büyük bir aile, hareketin hiç eksik olmadığı günler geçirmek istiyoruz. En erken Haziranda birlikte olacağız diye planladık. Kutlama ve öpücük için teşekkür ediyorum..
Yok, bu kişinin gideceği yok. Ankara Ankara olmaktan çıktıktan sonra gitse kaç yazar? Gönül Yazar. Iyk, kötüydü :(

Fındığım; hoş buldum. Dönüşümüz bugüne denk gelseydi tekne turu yapamayacaktık. Akşam haberlerinde Porsuk çayının donduğu haberini gördüm. O gün bile çok soğuktu, donuk Porsuk çayını düşünmek bile istemiyorum.
Defdef'in dolabından giyinme fikri onun çok zevkli olması açısından da çok işime geldi.
Erdim iki gündür konuşmuyordu benimle, neyse bugün başladı. Bizi bıraktıktan sonra eve giderken Defdef'e 'anne biz şimdi bi' başımıza mı kaldık' demiş. İçim acıdı :( Çok özledim, iki ay uzun bir süre. Kök saldık birbirimize. Sarılıp sarılıp 'teyze kök saldık biz birbirimize' diyordu. Doğruymuş. Toprağa kök salmış ağacın topraktan çıkarılırken çektiği acı kadar acı çekiyorum.. Tebriğini ilettim Erdim'e. Akrep aşağıda :)

Bizimgibiler'im; ay ne güzel olur. Yapılmayacak şey değil. Sana da bana da, çelebi'me de yakın. Felekten bir gün çalalım. Bütün Eskişehir bizi konuşsun :D Ama bence kış çıkmadan yapalım, ben çayın 'bu halinin' havalar acık ısınsın' halinden daha romantik, daha özel olduğundan eminim. Güneşsiz bir gün olsun hatta; hafiften de puslu. Üşümeyiz, ben sıcak espriler yapar ısıtırım sizi :P

Doğa'm ve Şenay'ım; çok teşekkür ediyorum. Böyle sözler duyunca o kadar şaşırıyorum, o kadar seviniyorumki. Yaptığım bu şey benim için çok özellikli bir durum değil. Örgü ören bir kadın, ütü yapan bir kadın, bulaşığını yıkayan bir kadın ya da ben. Kelimeler dilimin ucunda nasıl birikmişse sıralı sırasız, kontrolsüzce özgürlüklerine salıyorum onları. Çok zaman da sadece sözcük hatalarını düzeltip öylece bırakıyorum. Son iki günümdeki 'BEN'i de sever miydiniz acaba? Zıvanadan çıktım da :P Ben de sizi çok seviyorum. Kazım Kazım'ın selamı var :) Kazım Kazım'la Erdim ve Defdef'in ayrılığı da zor oldu :(

Mehtap'ım; ödeştik yani :) Ben de teleferiğe sayende binmiştim hatırlarsan :) Şimdi Eskişehir'e gitmek o kadar kolay ki yolunuz o tarafa düşmese bile gidin. YHT ile bir saat yirmi dakika :) Porsuk Çayı tren garından yürüme uzaklığında. Anlatımıma olan iltifat için çok teşekkür ediyorum. Ben sadece anlatıyorum; belki sadece bunu yapabildiğimden iyi yapabiliyorumdur :) yazılarında o kendine has dünyana bizleri de koymayı öyle güzel beceriyorsun ki:) demişsin ya, bu ifaden çok hoşuma gitti, bunu hissettirebiliyorsam yarın sinir krizi geçirmeyecek ya da sinir krizine ara verecek kadar mutlu olurum :)
Erişim ve engel sözcükleri aynı cümle içinde geçince bir sakatlık olduğunu düşündürüyor bana. Düşünsel engelli olmayalım da deyip kötünün iyisine razı bir insan profili çizmekten öte gidemeyeceğim ne yazıkki :( En sonki yazının metroda yerlere oturan gürültücü çocuklar olduğunu düşünürsek evet çok sık birlikte olamıyoruz :(
(Kolyeni henüz inceleyemediğim için metro yazını örnek verdim)
Kalbimiz bir olsun, aynı yerde dursun. Yine çok teşekkür ediyorum değerli ve güzel düşüncelerine :)

Cansu'm; 7/24 arayabileceğin biriyim ben :) Çekinme, o güzel, sevimli, iyilik akan yüzünü de yırtma bir daha :) Aslında yaş günün için arayacaktım, arayabilirken bloğuna kutlu olsun yazmak istemedim ama burada bir olay patladı ki iki gündür nemrutum ve seninle de nobran sesimle konuşmak istemedim :( Yarın ararım.


Yazmayı, yazarak anlatmayı seviyorum ben.
Son üç günümü hasta ama sinir hastası olarak geçirmeme neden olan aile içi bir sorunum var benim. Yazmayı çok istiyorum ama 'şimdilik' bundan söz etmesem daha iyi olur konusundaki ısrarlara boyun eğmek zorunda kalışımı ben bile çaresizce kabul ettim :( Bu anlamda Taksim Meydanındaki sanal sansüre hayır sanal mitingine 140bininci kişi olarak katılmak belki bir nebze de olsa sakinleştirir beni. Sinir krizimi son iki güne yayıp rahat rahat geçirdiğim bu olaydan çıkarılması gereken kıssa hissesi şu; hiçbir olay sonsuza kadar gizli kapaklı kalmaz :D Büyük Allah Gülen kişisine acır ve önüne, ucundan çekebileceği bir ip verir -ki biz buna ipucu diyoruz :D Doğruyu saklayan kişilerin mumlarının ancak yatsıya kadar yanması adil bir durumdur; gerçi kaç yatsı geçti üzerinden saymadım ama 'er geç' kontenjanından bir ipucu tarafımdan yakalanmıştır bir kere. Şimdilerde Doğu Bloku gibi geziyorum evde :D Doğu Bloku bile yıkıldı ama ben hala ayaktayım ve haklı olmanın gururunun verdiği keyfi günlere yayılmış gergin sinir krizi eşliğinde sonuna kadar çıkarıyorum :)

Gelelim fotoğraf hırsızlığına. İsmini bilmediğim Scorpion kişisi konuyla ilgili olan yazımdan sonra bana bir postayla ulaştı.
İşte o posta:

Merhaba Gülen Hanım, ben o bahsettiğiniz Scorpion..Blogunuzu bir arkadasım sayesinde buldum, 'Şu blog'ta senden bahsediyolar sanırım' diye bir mesaj aldım ve hakkımda yazdıklarınızı okudum. Sizin resminizi aldım evet ama sizin bu blogunuzdan değil.. Şu siteden aldım http://www.harbimi.net/kaydiraktan-dusen-insanlarin-komik-halleri-online-izle-download-indir-yukle.html

Ve düşündüğüm ilk şey bu resmin, sahibinin kendi izniyle bu siteye verildiği oldu. Sanırım onlar resminizi sizden izinsiz yayınlamış. Bu gercekten kötü bir durum. Sizi anlayabiliyorum Gülen Hanım. İnanın hakkımda yazdıklarınızı okuyunca başımdan aşağı kaynar sular döküldü Ben sizin tabirinizle 'hırsız' değilim. Bu damgayı internet aleminde bile alsam çok moralim bozulur ve bozulduda... Ama sizin sucunuz yok, ve anlattıgım gibi benim sucumda yok..

Ayrıca sizin kaydırakta olmanız benim için abest bir durum değil, yarışmanın formatına uyan bir resim oldugu için aldım ve o siteye yükledim.. Çocuksu bi yönünüzün olması gercekten cok güzel,eminim çok neşeli, güleryüzlü ve çevrenizde çok sevilen bir insansınızdır, Zaten isminizde bu durumu doğruluyor Tofita'ya mail atıp o resmi sildirecegim. Sizde resminizin altına
'bu resim sahsıma aittir izinsiz kopyalanması ve herhangi bir şekilde dagıtılması suc unsurudur' şeklinde belirtirseniz bu tür durumlar oluşmaz. Üstte verdiğim siteyle irtibata gecip resminizi sildirmenizi öneririm..Hatam varsa tekrar çok özür diliyorum Gülen Hanım Kendinize çok iyi bakın. İçinizdeki çocuk hiç ölmesin Sizden cevap bekliyorum mutlaka..

Bu postayı şaşkınlıkla karşıladım. Scorpion bana fotoğrafımın daha önceden çalınmış bir yerden aldığını ve bunun kendine ait bir hırsızlık olmadığını söylüyordu. Yani ikici el bir hırsızlıktı söz konusu olan :)

Scorpion'a bana yazdığı postayı blogda yayımlamak için izin istediğim postayla yanıtladım;
İşte o posta;

İsminizi bilmediğim için size Scorpion diye hitap etmeme izin verirsiniz umarım.
Merhaba;
Blog ve internet dünyasının aslında tahmin ettiğimiz kadar büyük olmadığının hayretler içinde farkına vardığım postanızı dün gece aldım ama size yazacak kadar zamanım olmadığından yanıtımı ancak bu saatlerde veriyorum. Her şeyden önce bu zarif davranışınız için size sonsuz teşekkür ediyorum.
Postanızın içeriğindeki samimiyetten dolayı, blog hayatımın 1.5 senesini doldurduğum bu günlerde daha önceden başıma böyle bir şeyin gelmemiş olmamasının tedirginliğiyle hiç tanımadığım bir kişi için yazdıklarımdan dolayı çok üzüldüm.. Umarım bu sözlerimi içten dilenmiş bir özür olarak algılarsınız. Hırsız sözcüğü, evet oldukça ağır bir itham olmuş, gerçi hakkınızda sizden bir posta alana kadar aynı şeyi düşünmeye devam edecektim. İfade edip konuşunca insanlar birbirini anlıyor neyse ki.
Ben Tofita ile yazışarak fotoğrafımın siteden kaldırılmasını sağladım :) Ve size tepki olsun diye de kendi çektiğim bir fotoğrafla aynı yarışmaya katıldım, bunu da blog yazımda alınmayacağınızı umduğum esprili bir dille yazdım.
Adresini verdiğiniz diğer siteyle de bağlantı kurdum ve fotoğrafım oradan da kaldırıldı.
Söylediğinize benzer uyarı niteliğinde bir yazı var aslında bloğumda; yani fotoğraf ya da yazılarımın izinsiz kullanılmasına dair bir uyarı ama sanırım insanlar hala bilişim suçlarının başlarına açabilecekleri sorundan henüz haberdar değil. Gerekli yasayı yasada geçtiği gibi yazmak bir şey ifade ederse bir de ona mesai harcayacağız anlaşılan.
Umarım aramızdaki sorunu çözmüşüzdür, ben şimdi sizden bir izin rica edeceğim; o da şu: bana yazdığınız postayı iyi niyetinizi göstermek için bloğumda yayımlayabilir miyim?
Ve hakkımda düşündüğünüz güzel şeyler için de çok teşekkür ediyorum.
Böyle bir nedenle de olsa hırsızımla :P tanıştığım için çok mutlu oldum.
Gülen Tezer Üstün

Bir kaç gündür Scorpion'dan izin konusunda yanıt bekliyordum ama anlaşılan daha çok bekleyeceğim :) Fotoğrafımın ikinci el hırsızından postasını yayımlamak için izin istiyorum! Hey Allahım ne günlere kaldık :)

Ayrıca fotoğrafım kaydıraktan düşen insanların komik halleri temasına hiç uygun değil. Hem fotoğrafımı çal, hem de beni kaydıraktan ittirerek düşür. Bana sorsaydınız keşke; çünkü görüldüğü üzere ne düşmüşüm ne de düşeyazmışım :) Kaydırakta geçirdiğim en büyük kaza, kayışı bitirdikten sonra fiberglasın polar eşofmanla şiddetli geçimsizliğinden doğan statik eletrik sonucu merhabalaşmak üzere sarıldığım bir arkadaşımla aramızda oluşan kısa süreli elektrik çarpılması! Çat çat çat :)

Yazdım da bunları mutlu mu oldum? Olmadım, kendimi ispiyoncu gibi hissediyorum hatta :( Ama artık bildiklerimi kendime saklamamaya karar verdim. Biz etik davranıyoruz, yaşımıza, duruşumuza, terbiyemize uyar biçimde davranıyoruz da ne oluyor; gemisini yürüten yine kaptan. Kocaeli'ne gittiğim ilk günlerde yok Nermin, yok Nesrin, yok oraya öyle mi gidilirmiş Türkan'ın kişilikleri altında beni taciz edenin kim olduğunu yine aldığım bir posta sonucu öğrenmiş ama bundan söz etmeyi gerekli görmemiştim. Artık aynı gibi düşünmüyorum. Benimle direk ilgisi olmayanlar içinse susma hakkımı kullanıyorum. Ruhlar sakil olmaya görsün.. İki yüzlü; ne ikisi bir kaç yüz yüzlü insanları sevmiyorum. İnsanları aptal yerine koyup onları başkası ya da başkalarına karşı kışkırtan insanları sevmiyorum.
Bunun ispiyonculukla ilgisi olmadığını kabullenmem biraz zaman alacak gibi görünüyor. Gerçeklerin er geç ortaya çıkacağına olan inancımı koruyorum ve yapanın yanına kar kalsın istemiyorum.





İyi geceler :)

24 Ocak 2010 Pazar

KARNEMİZ, TEKNE TURUMUZ. VE SONUNDA ANKARA :)

Özlemişim evimi, ne halde bulacağımın bilinmezliğinin üzerine kurduğum kirli, dağınık senaryolardan, temizliğini gördüğümde utandığım evimi çok özlemişim. Derlenmiş, toplanmış, sıfırdan başlanmış bir hayatın heyecanı gibiydi evime attığım ilk adımım. Uzak yerlerden uzun aralardan sonra her dönüşümde kolaçan etmekten öte zafer turu atmak gibidir benim için evimde dolaşmak. Kocaeli dönüşlerimde yeniden evimde olmamın mutluluğuna Erdim'inkilerle benimkilerin karıştığı hüzün gözyaşları yağmur gibi yağsa da daha giderken belli onunla nasıl olsa er geç ayrılacağımız :( Bir ağlayışı vardı ki :( Bir ağlayışımız vardı ki hayli kalabalık olan tren garında herkes acınaklı gözlerle bize baktı.. Arabanın kaloriferden ısınmış camlarındaki buğudan onun son bakışını göremedim neyseki. Her zaman en acı vereni de bu olur zaten. Son bakışlar hafızamın silinmesi imkansız bölümlerine kayıt edilir ve olur olmadık zamanlarda karşıma dikilip beni acıdan yaşarken öldürmek üzere hiç silinmez.. Ayrıldık işte.. İki ay birlikteydik. İki ay çok eğlendik. İki ay boyunca birbirimize doyamadık. Ona her sarıldığımda ayrılacağımızı düşünmeden edemediğim koca iki ay geçirdik birlikte.
Erdim'in karnesi çok iyi. Hepsi beş; beş hafta okula gitmemiş ikinci sınıftan biri için oldukça iyi bir durum. Aynı zamanda öğretmen olan velilerin kendi çocuklarının karne alma heyecan ve mutluluğunu yaşayamamaları ne büyük bir ironi; Defdef 'benim çocuklarım' dediği sınıfının çocuklarına karne verirken Erdim'in karne alma heyecanını ancak fotoğraflarda yaşayabildi. Erdim telefonda aile büyüklerine 'zayıfım var' diyerek kendi çapında eğlenme mutluluğuna iki star wars oyuncağı da ekleyince sevincinden yerinde duramadı :) O oyuncaklar da güzelmiş :) Küçük çaplı bir koleksiyona sahip şu an Erdim.

Erdim sınıf arkadaşları ve öğretmeniyle.
Bir günde üç il. TRT'ye gezenti programı yapan muhabirler gibi Kocaeli'den Başkent Ekspresi ile başladığımız yolculuğumuz YHT ile süreceği için Başkent Ekspresi'nin rötar yapma riski gözönünde bulundurularak YHT'e biletimiz saat 18.00 olarak alındı.

Başkent Ekspres'inin pencersinden.
Aslında Başkent Ekspresi Eskişehir'e indiğinde YHT henüz perondaydı. Kocaeli'den biletimizi 15.00 trenine almış olsaydık yetişebilirdik ama babam 15.00den 18.00e kadar üç saatlik bir Eskişehir tur programı yaptığı için biletimizi neden 15.00 YHT'ne almadığımıza dair konuşmadık bile.
Islah edilmemiş halini bildiğim Porsuk çevresinin düzenlemesini bir kaç yıl önce görmüş ve çok beğenmiştim. Bu üç saatlik avare fırsatı da kaçmazdı doğrusu.

Turkuaz ve gök mavisi
Eskişehir'in o meşhur ayazının üstüne bir de kar taneleri salına salına uçuşuyordu ipekten gelinliğini savuran evliliğe hazır genç kızlar gibi.. Porsuk kenarında üzerimize düşen kar tanelerinin kentin güzelliğine eklediklerinden etkilenip 'burada mı yaşasak' diye düşünüyordum ben o sırada.

Ben nedense babamın Fethiye gezisi sırasında da aynı şeyi düşünmüştüm; Fethiye'de mi yaşasak? Aslında yaşadığım yerden, evimden, kendimden, sahip olduklarımdan dolayı çok mutluyum; hayatımda 'şu da olsa, bu da olsa' diye iç geçirdiğim hiçbir şey yok ama 'burada mı yaşasak?' sorusu neden sık sık geliyor aklıma anlamıyorum. Burada mı yaşasak sorusu evime geldiğimde 'orada mı yaşasak' şekline hiç dönüşmüyor nedense. Ben anın büyüsüne kapılıp o anlık büyüyü hayatına yaymaya çalışanlardanım, bunu her duygum gibi abartılı yapıyorum :) Sonra kendi yarattığım büyüyü kendi içimde yine kendim bozunca vazgeçiyorum :)

Bekir Kaptan
Üşümüş bacaklarımızın donmasını engellememiz sanki buna bağlıymış gibi hızlı hızlı yürürken aksi yönden gelen mavi bir teknenin suda bir kuğu gibi süzüldüğünü görünce birden güneş açmış da iliklerimize kadar ısınmışız gibi sevindik. Kış mevsimi nedeniyle çalışmadığını düşündüğümüz teknenin sessiz davetini memnuniyetle kabul ettik. Biz hareket noktasına giderken, tekne turunu tamamlamış yeni gezginlerini almak üzere kıyıya yanaşmıştı bile. Bindik. Bu kısa gezi kıyıdan henüz ayrılmamışken bitmesini hiç istemediğim yolculuklar gibiydi. Yağmur damlaları teknenin camına vurduğu yerde kendine bir yön belirliyor ve o yolda aşağı doğru kayıyordu kararsız zikzaklı inişlerle..

Damlalar

Damlalar

Suboyu

Işıklandırışmış ağaçlar

Kar taneleri


Kar taneleri


Dışarısı çok soğuktu ama tekne sıcak ve sevimliydi.
Çok güzeldi.


Bir ara küçük teknenin arka tarafına geçip arkamızda bıraktığımız yeşil köpüklü suyu izledim.

İstanbul vapurlarında elimde simit, karşı tarafın martılarını peşimden sürüklerken en sevdiğim şey mavi sulara karışan köpüklerdir. İzlemeye başladıktan sonra izleme eyleminin farkında olmadan 'dalgalı köpüklere dalma' durumuna geçtiğini vapurun kıyıya yanaşmasıyla ancak anlarsınız. İşte o özlediğim köpükler, hiç hesapta olmayan tekne turunun piyangodan en büyük ikramiye biletinin sahibiymiş hissine kapılmamı sağlaması çok normal geldi. Acıkan karınlar Eskişehir'de çi börek piyasasını tekel olarak elinde tutan Papağan'da yenilen ve eve de paket ettirilen çi böreklerle doyurulduktan sonra tekne tursuz Porsuk kenarından yürünerek gara gelindi ve bizi bekleyen YHT'e binildi. YHT'den her inişimizde ben filmin sonunu merak eder olurum çünkü hiçbir zaman vcdde izlediğimiz filmin sonunu getiremediğimiz kısa bir yolculuktur bu.. Bu seferki Robin Williams'ın bir filmiydi. Kadın görevliden filmin adını öğrendim; Kalbinin Sesini Dinle; e ben hep dinliyorum zaten.

Hakan da bu akşam yola çıkıp pazar kahvaltısına yetişecekti ama sağlıyla ilgili aksi bir durum gelişince yolculuğu yarın akşama kaldı :(
Bir bavulla gittiğim Kocaeli'den üç bavulla döndüm. Alış veriş değil; alış verişten iyice nefret eder oldum. Kolay yol benimkisi; Defdef'in gardrobundan beğendiğim ya da ihtiyacım olanları alıyorum :) Alış veriş eziyetini benim yerime Defdef çekiyor sağolsun :)

AAAAA! Scorpion'dan haber var. Neler oluyormuş da uyuyormuşuz biz :( Ama o da yarına kalsın. Bundan sonra her fotoğrafa www.okuyamazsin.com eklemekten başka çare gelmedi aklıma. www.amung.us'ı yeni kullanmaya başlayan biri olarak kopyalanan fotoğraf ve yazılarımı da gördükten sonra.. Kopya yapmayın diyoruz ama madem hala yapılıyor o zaman engellemek lazım. Benim her bir yazım en az iki saatimi alırken biri gelsin alsın ve bilmediğim bir yerde kendininmiş gibi sunsun. E ben neden yazıyorum o zaman?

Yarın Scorpion zamanı.
Hoş geldim.
Ve iyi geceler :)

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanını Eskişehir Belediye Başkanı ile değiştirmek istiyorum!

20 Ocak 2010 Çarşamba

TEŞEKKÜRLER BİZİMGİBİLER ve FOTOĞRAF HIRSIZLIĞINDAKİ SON DURUM

Artık arkadaşlarımın yaptığı el emeği işini beğenmiyor numarasına yatacağım, beğensem de beğenmediğimi yazıp beğenimi kendi sessizliğimde yaşayacağım çünkü beğenimi söylediğim ya da nasıl yapıldığını sorduğum arkadaşlarımın hepsi de gönüllerini de içine koydukları armağan paketleri gönderdi bana. Ben ne yaptım? Blog sayfalarında olduğundan çok daha güzel görünen armağanlar elimde öylece bakakaldım (hiç abartmıyorum) Her defasında mahcup oluyorum.. Mahcup oluyorum çünkü halihazırda 'senin için yaptım' yazdığım kartın altını imzamla süsleyebileceğim, armağan olabilecek kriterde bir iş gelmez elimden :( Tabii ki karşılığıyla değil ama ben istemiyor muyum özenle paketlediğim el yapımı işimi 'senin için yaptım' demeyi; istiyorum. Peki diyebiliyor muyum? Diyemiyorum, neden? Yok anam babam yok işte :P Bir de geçirdiğim bir kazadan dolayı sağ el işaret parmağım doku kaybına uğrayıp parmak ucum hissizleşince ne iğne tutabiliyorum ne tutabildiğimde iğneyi hissedebiliyorum :( Klavyeyle bile daha yeni barışan işaret parmağımı bükülmekte de zorlandığından fazlaca bir işe karıştıramıyorum mecburen. Aslında fikir üretimim gayet iyi ama icraat konusunda hep bir nedenim var benim:(

Önceki gün, Kocaeli'ne geldiğim ilk günlerde tanışmak için Bursa'ya gittiğim canım arkadaşım becerikli, yaratıcı, versiyoncu Bizimgibiler'in bloğunda mor, fuşya ve beyaz fermuardan güllerin fıstıki yeşil yaprak üzerinde kırım kırım kırıttığı mordan bir taç gördüğümde, o tacın sevgilisi tarafından terk edildiği halde hala vazgeçmeyen bıçkın delikanlı literatüründen 'ya benimsin ya toprağın' türünden bir cümleyle benim olmasını çok istedim. Bu isteğimdeki en büyük etken çok sevdiğim mor-yeşil, mor-fuşya, mor-beyaz renk uyumlarının hepsinin aynı anda aynı yerde buluşmuş ve hallerinden oldukça memnun görünüyor olmalarıydı. Ben bu renk ahenginin etkisi altında bu tacı almak istediğimi çok şenlikli bir pasajı olan Bizimgibiler'e söyledim. O ne yaptı? Telefonda karşılıklı restleşip tehditleşdikten sonra Bizimgibiler'imin tacı armağan etmesine boynum bükük razı oldum. Bugün biz aşıdayken kargo gelmiş. Eve döndüğümüzde babam kapıyı nükteli biçimde 'kargo geldiiii' şeklinde açtı. Bu kez paketi parça pinçik edemedim, PTT Kargo her zamanki gibi koli bantlarını bol bolamat kullandığından az sonra karşılaşacağım zarif kutuyu elime almam epey uzun sürdü. İnsanın el değmeye kıyamayacağı bu zarif kutunun çevresi pembe ince bir kurdeleyle dolanmış ve kurdele, kutunun önünde narin bir kelebek gibi duran bir fiyonkla sonlandırılmıştı.. Zarif sözcüğü yakıştığı yerde o kadar şık, alımlı ve seçkin duruyorki..

Kutuyu açtım. O da ne?? Hani şimdi biz ikiziz ya; bir taneden iki taneyiz ya, birimiz yetmezmiş gibi bir de diğerimiz var ya :) Benim zarifliği yaptığı paketten belli can arkadaşım Bizimgibiler'im yazdığı güzel kartta da belirttiği gibi bana gönderip elma yarıma göndermezse olmaz diye ona da kahverengi yoyolu tacı göndermemiş mi? Hediye bahane, davranışın şıklığı beni sonsuz mutlu etti.

Defdef benim paketi açtığımda Erdim'in üstünü değiştirmek için başka bir odaya gitmek zorunda kalmıştı. Neşeli, çılgıni deli dolu tacımı takıp saçlarıma, ona ait diğer tacı tuttuğum elim arkamda Defdef'in yanına giderek ışıl ışıl gözlerle



'Nasıl? Beğendin mi' diye sordum. 'Gülen bayıldım' derken o kadar benim için mutlu, kendisi için 'benim de olsaydı keşke' gibi göründü o an gözüme kardeşim :(
Sonra arkamda bir şey sakladığımı fark edince 'bana da var, bana da var' diye güldü :)










Sedef'in tacı.
Çocuk gibiyiz biz. O da taktı tacını, birbirimize baktık. Sonra taçları değişip kendi taçlarımızı karşımızdaki saçta gördük :) Benim tacım çılgın ve romantik. Onunki dorenin kahverengiyle güzel uyumundan doğan asalet..




Çok teşekkür ediyorum Bizimgibiler'im. 'O taç benim olacak' dediğim kadar var. Tacım için, Defdef'i de mutlu ettiğin için kalbimdeki bütün sevgiyle teşekkür ediyorum sana..
İşte bu nedenle bir daha arkadaşlarımın yaptığı el emeği ürünler için beğenmiyor süsü vereceğim kendime. Böyle sonuçlar çıkınca ortaya kıvranıp duruyorum :(

Yine teşekkürler Bizimgibiler'im..

Bu arada benim fotoğraf hırsızı Scorpion'dan ses seda çıkmadı, sanırım yorumlarda Nalan abla ve kedicibaşı'nın belirttiği gibi ateş sarınca çevresini, kendi kendini soktu. Konuyla ilgili yaptıklarım:
Fotoğrafımın kaldırılması talebimle siteyle iletişime geçtim. İnceleme yaptıklarını belirttikleri postayı alınca fotoğrafın çalındığı linki gönderdim. Fotoğrafımın kaldırıldığına dair postanın gelmesi o kadar kısa sürdü ki ben daha bekleme sürecine bile girmemiştim :) Konuyla ilgili çabukluğundan dolayı Hüsnü Alparslan'a teşekkür etmeyi ihmal etmedim tabiiki.

Bu arada Scorpion'a beni bu yarışmadan haberdar ettiği için çok teşekkür ederim :D Sırf tepki olsun diye zaten de 'bunun burada ne işi var' cümlesinin başka bir çeşidi olan 'bula bula orayı mı buldun?' başlıklı bir yazıda bahsi geçen fotoğrafı göndererek yarışmadan Scorpion'u çıkarttırıp kendim katıldım :)))))))))))) Gençlik filmlerinde lisenin popüler sarışın kötü kızının planladığı hainliklerden birinin kahramanı gibi hissettim kendimi. Sarışın demişken ilginç bir araştırma okudum ama şimdi hiç sırası değil :)

Oy vermek istediğini söyleyen çelebi'm, Bahar'ım Yorgun'um ve kekik koku'm; hiçbir arkadaşıma bana oy verin demem çünkü üye olmak gerekiyor; kimsenin bunun için zaman ayırmasını istemem. Bir de oy isteme durumları ne bileyim; bana göre değil, utanırım ben :( Kötü bir rastlantı sonucu öğrendiğim bu yarışmaya tepkisel davrandığım için katıldığımı bir daha söylemeye gerek görmüyorum.. Yine de adres bu. 'Yine de' link veriyor olmam, istemem yan cebime koy gibi algılanırsa çok üzülürüm çünkü ben hırslı biri değilim. Yarışmayı kontrol ve takip etmeyeceğimden de eminim :)

çelebi'm ve Bahar'ım karanlıkta binilmesin salıncağa; karanlık sanki gizlenmesi gereken bir şeymiş gibi algılatıyor durumu insana :) Şimdi Scorpion çıkıp 'aPLa bak teyzeler karanlıkta biniyorlarmış salıncağa, senin gündüz vakti kaydırakta ne işin var' dese ne yapacağım ben :))))))))

Kekik koku'm; 'evet ben de beğendim' yazdıklarımı desem ayıp olur mu? Bakış açısının dar olmasıyla ilgili önyargımı kırabilseydim; ama vazgeçtim zaten o zaman bu yazıya neden olacak şey olmazdıki.. Birbirimizi anlayıp onayladığımızdan içerik hakkında söylediklerin benim için çok önemli. Çok teşekkür ediyorum..

Nalan ablam; tahminlerim doğrultusunda olduğundan seni test edip onaylamışlığımın da etkisiyle mim için nedenlerin kabul edilmiştir.

Kedicibaşı; yine çok teşekkür ediyorum. Siz söylemeseniz asla haberim olmazdı..

Mavianne'm; gözlerinin, bakışının, görüşünün güzelliğinin yansıması duygular için çok teşekkür ediyorum. Böyle şeyler duyunca hem mahcup oluyorum hem de çok seviniyorum.. Çok sağol..

İyi geceler hepimize :)

19 Ocak 2010 Salı

FOTOĞRAFIMI ÇALAN HIRSIZA:

Erdim hasta geldi bugün okuldan :( Kontrolü altında olduğu doktor okula gitmemesini salık verdiğinden ilk yarı eğitim öğretim dönemini de kapatmış olduk böylece :( Erdim'in bakımı için yarın sabah her zamankinden erken kalkmak ve olabildiğimden daha enerjik olmak için yatağıma gitme zamanımı öne almış o zamanın gelmesini beklerken de postalarımı didikliyordum ki bu akşama kadar tanımadığım duyarlı bir bloggerın yorum yönlendirmesiyle bir firmanın fotoğraf yarışmasında fotoğraflarımdan birinin kullanıldığını öğrendim. Fotoğraf geçen yazki Kocaeli maceram sırasında Erdim'le kaydıraktan kayarken çekilmiş bir fotoğraf. Yarışmanın konusu da 'bunun burada ne işi var?
'Benim kaydırakta ne işim var? İnsanın kaydırakta ne işi olabilir? Kaydırakta olan kişinin tek işi vardır; o da eğlenmek :) Ve tecrübeyle sabittir ki kaydırakta olan kişi haddinden fazla eğlenir. Fotoğrafımın aldığı oya baktım, sadece üç :) Yani o kişi bloğumdan çaldığı fotoğrafla ne yazık ki yarışmayı kazanamayacak gibi görünüyor :) Ha şimdi bazı kişilerin sinsi yönlendirmeleriyle oy patlaması yaşanırsa bilemem. Şimdilik sadece üç kişinin oy vermiş olması kaydırakta olan işimin normal algılandığı sonucu çıkması da içime su serpmedi değil. Benim yaşımda bile olsa içindeki çocuğun ayak seslerini takip eden insanları abesle iştigal etmekle yaftalayan insanların sayısı sadece üç :D Eğlencenin, bir çocuğa eşlik edecek kadar onun eğlence eşiğinde olmanın neresi 'bunun burada ne işi var?' kapsamı alanında; sanki yalınayak mayın tarlasındayım, sanki koca bir akvaryumda techizatsız kilitliyim, sanki bulutların üstünde paraşütsüzüm, sanki topuklu ayakkabıyla tenis kortundayım, sanki olimpiyat havuzunda yüzücülerin arasına karışmışım, sanki bu vücut ölçüleriyle podyuma çıkmışım, sanki olunmaması gereken yerdeki insanların yerindeyim.
Sanki, sanki, sanki.
Fotoğrafımı oraya koyan kişi bilişim suçu işlediğinin farkında mı acaba?
Ondan geçtim, bu kadar dar mı bakıyor hayata?
O günkü eğlencemizin biri tarafından bu kadar dar bir görüşle algılanması yetmezmiş gibi bir de bir yarışmada kazanabilme ihtimalini değerlendirerek hırsızlık yapacak kadar abes görmesi ne büyük kayıp. O fotoğrafı Hakan çekti, çalıntı fotoğrafla yarışmaya mı girilirmiş :))))) Bu fotoğrafla girilecekse o yarışmaya, o hak sana değil; ben ve Hakan'a ait. Görürsün sen! :D

Biz o gün çok eğlendik. Biz, o gün bugün olsa yine çok eğleniriz.
Beni o gün 'orada senin işin ne?' diyen bir park görevlisi bile olmamışken, sen nasıl sorguladın orada ne işim olduğunu, hiç anlamadım..
Scorpion eğer dar zihniyetince 'bunun burada ne işi var?' yarışması için fotoğraf arama çalışmaların sürüyorsa ki -sanırım sürüyor; benim fotoğrafımdan oy çıkmadı çünkü sana- sırasında bu yazı gözüne ilişirse sana bir öneri; takıl bir çocuğun peşine ve bir kaydıraktan sen DE kay. Döne döne kayarken çevredeki görüntünün yer değiştirmesi, her bir dönüşünde görüş alanına giren farklı manzaralar güzel duygularla sarıyor insanı. Filmlerdeki uzakken birden yakına geçen çekimler gibi hissettiğin detaysal görüntüler.. Denemelisin.
O kadar eğlenceli ki :)
Ben Erdim küçükken, o kucağımda; sözüm ona Erdim'i tutmak için çocukların bindiği trenlere de bindim, uçağa da :) Bizim zamanımızda yoktu öyle şeyler. Erdim sayesinde çocuk gibi yaşadım. Ve bunun için de çok mutluyum.
NE ZAMAN BİR KAYDIRAK GÖRSEM MUTLAKA ZİYARET EDİYORUM :)
SENİN İÇİN ÜZGÜNÜM SCORPION..

Güya erken yatacaktım;
İçinizde yaşayan sevimli, yaramaz çocuğun sizi hiç terk etmemesi dileğimle uyumaya gidiyorum ben :)

EKLEME:
Yazımı yayımladıktan sonra :D gece gece yaramaz çocuk tarafından dürtüklenince yarışmaya ben de katıldım :) Kendi çektiğim fotoğrafla, kendi evimde çektiğim kendi fotoğrafımla..
Benim kaydıraktan kayıyor olmam mı yoksa bu güvercinin bir gardrop tepesinde duran Dolunay'ın kupalarından birine tünemesi, üstüne bir de kupa içine yumurta bırakması mı?



BUNUN BURADA NE İŞİ VAR?

Konudan haberdar olmamı sağlayan blogger arkadaşıma zaman ayırma duyarlılığından dolayı teşekkürler..

BAĞDAT''I GÖREMEYEN YANLIŞ HESAP MUTLULUĞUM..

Yanlış hesap Bağdat'tan dönermiş. Neyse ki Bağdat'a varmadan tuttuk hesabı ucundan, güzel güzel problemi dört işlemde yeniden çözdük; nasıl saygılı, nasıl sevgi dolu..
Günlerdir canımı acıtan, uyutmayan, dinlendirmeyen ve kırgınlığıma neden olan sorunun sorun olmaktan çıkıp yerini daha sağlamlaştığını gördüğüm, sonsuza dek süreceğinden emin olduğum dostluğa bırakmasını çok büyük bir mutlulukla karşıladım. Derin bir nefes aldım, arkadaşlığın dostluğa dönüştüğü anın keyfini çıkardım. Bu gece rahat uyuyacağım; dalarken uykuya gülümseyerek.. Kolay mı öyle arkadaş kaybetmek?
Dost sözcüğü ağızdan çıktığında yerini bulur, içini boşaltırsanız yakışmadığı ruhlarda eziyet görür. Sorunu konuşabildiğiniz ölçüde arkadaşsınızdır, sorun olduğunda bunu konuşabiliyorsanız, çözüme doğru giden yolda bir adım atabiliyorsanız, insana; karşınızdakine değer veriyorsunuz demektir.
Dostum dediğinde hak ediyordur.
Doğrular ve değerler aynı yerdedir; değilse bile saygınlıkla karşıladığınızdır.
Dostunuzun arkasından konuşmaz, konuşulmasına izin vermezsiniz.
Hep aynı yerden bakılması nasıl mümkün değilse, aynı yerden bakılmadığında onaylamadığınızı söylemek o kadar mümkün olanınızdır dost dediğiniz..
Kırıldığınızda bundan haberdar etmeye değer gördüğünüz kişi en yakın dostunuzdur aslında..
Herkesten bekleyip ondan beklemediğinizdeki tavrınızdır en yakın dostunuz..
Zaten böyleydi; pekişti, perçinlendi..
Teşekkürler G..
Yanlış hesapların Bağdat'a varmadan U dönüşlerindeki mutluluğu en az benim kadar duymanız, dostluklara atılan temellerin sağlam durması dileğimle ..

Bu yazı, en ihtiyacınız olduğu anda yanıbaşınızda bitiverenlere..



Bugün Erdim beni arkasında ağır bir sırt çantasıyla bırakıp koştur koştur eve çıktı.

Kazım Kazım'ı çok özlemiş.

Teyzesinin altını bağladığı Kazım Kazım'ı paylaşabilmek için birbirleriyle mücadele ettiler..

Sedef de Kazım Kazım'ı çok özledim diye geldiğinden Erdim'in özlemine hiç şaşırmadım :)

Ve mutlu son;

Kazım Kazım ve kuzen abisi koyun koyuna :) Teşekkürler Doğa'm

Yorumlar için çok teşekkür ediyorum. En kısa zaman ne zaman bilmiyorum ama döneceğim ben onlara. Ben çok şanslıyım; 'gerçek' arkadaş ve dostlarla birlikteyim..

17 Ocak 2010 Pazar

KAZIM KAZIM'IN ALIŞMA HALLERİ VE KIŞKIRTAN MİM

Kapalı bir pazardı, ıslaktı ve soğuk. Kahvaltı için lavaştan peynirli börek yaptım :) Geçenlerde yaptığım açma börek ve mantıyla 'un' hayatıma başlamışken devamını getireyim istedim:) Başıma açtığım bu unlu mamüller işinden Nunu'm ve kekik kokum sorumludur :) Tarifsiz yaptığım muffinlere ek olarak mantı ve açma kol böreği de var artık repertuvarımda :D Hiçbiri birbirinin aynı olmadığı tadlardansa direk ben sorumluyum. Kabaracaklar mı diye içimden geçenleri sıralı sırasız eklediğim hamur karışımlarına fırının camından bakarken çok heyecanlanıyorum :)

Bu sabah ben kahvaltı hazırlarken Sedef teyzesiyle kuzen Erdim Kazım Kazım'ı yıkadılar.


Ben çay servisi yaparken kuzen Erdim kocaman bir böreği Kazım Kazım'ın ağzına tıkıştırmaya çalışıyordu. Neyse ki teyzesi Kazım Kazım'ı Erdim'in elinden 'o kadar büyük parçayı nasıl yesin el kadar bebek' deyip aldı da minik minik parçalara ayırdığı böreklerle doyurdu karını yavrumun.
Sedef teyzesi hiç ağlamayan, bütün gece gözünü kırmadan hiç uyumayan Kazım Kazım'a pijama dikecek yarın :) Erdim'in söylediğine göre bütün bir kış üstündekilerle geçmezmiş, onun giysiye ihtiyacı varmış :) Kazım Kazım'la hayatımız değişti :) Teşekkürler Doğa'm :)

Öğleden sonra Sedef'in taşınmayı en erken altıncı ay diye planladığı henüz teslim edilmemiş yeni evi için beyaz eşya bakmaya gittik. Grubun amip gibi çoğaldığını gören görevli beyaz eşya konusundaki bilgilerini sil baştan anlatmaktan hiç rahatsız olmadı yine :) İstediğimiz markanın belirlediğimiz modelinin stokta olmaması nedeniyle yine boş elle çıktığımız mağaza artık sık sık uğrayacağımız bir yer haline geldi.. Eve döndük, çıkarken anahtarı kapının iç kilidinde unutmasaymışız iyi olurdu. Kimse suçu üstlenmedi. Eve girebildiğimizde kapı önünde yaşadığım gerginlikten dolayı kendimi uykunun derin kollarına bırakma ihtiyacı hissettim. Stres kaynaklı uyku. Bir kaç saat isteklice uyuduğumu hatırladım uyandığımda..
Gelelim mime; güzel bir mim; sevgili öğretmenimiz Aysema'nın ikinci mimi. Aysema Öğretmenim tarafından aynı zamanda 100 metre koşucusu gibi çat kapı gidebildiğim komşum Çınar'ıma paslanan mim Çınar eliyle bana gönderildi. Mim konusu ilginç ve kışkırtıcı :D Şimdi bu mim yanıtları için kolları sıvıyorum.
Kurallar:
Mimi gönderen bloğun linkini veriyorsunuz ----> Çınar
Üç kişiyi mimliyorsunuz. Mimlediğiniz bloglara haber veriyorsunuz. (ortaya bıraktım isteyen alsın! demiyorsunuz) Olabildiğince mimlenmemiş blogları seçiyorsunuz.
Mimlediğiniz blogların linkini de veriyorsunuz..
İşte sorular..
1- Dokunulmazlıkların kaldırılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dokunulmazlığın hala konuşuluyor olması inanılır gibi değil çünkü en dokunulması gereken insanlara dokunmuyoruz, dokunamıyoruz. Benim neyime dokunacaksın, gerektiğinde hep birlikte gidip onlara dokunalım. Mecliste kaç tane dokunulamadığından yargılamayan vekil olduğunu bilseniz dudaklarınız uçuklar. Asıl dokunulması gerekenlere dokunabilmek için vekillerin karar vermesi gerekiyor. Vekillere Meclis kürsüsü dışında kamu ve yargı önünde benden farkı davranılmasını kesinlikle onaylamıyorum ve bir an önce onlara dokunmak istiyorum!
2. Seçim barajı kaldırılsın mı?
Seçim barajı neden var ki zaten? Benim bildiğim baraj su toplamak ve serbest atışlarda (yanılıyor olabilirim, futboldan hiç anlamam) futbolcular tarafından kendi kalelerinin önüne kurulur. Seçim barajı olmasaydı, bugün Tekel işçisiyle, eczacısı, doktoru, itfaiyecisiyle kavga eden bir hükümet tarafından sözüm ona yönetiliyor olmayacaktık. Seçim barajı Türkiye'yi tek partili sisteme götürecek olan tehlikenin birinci basamağıdır. Lütfen 4 Ocak tarihli Vatan gazetesinin birinci sayfasındaki kadın profesörün tek partili sisteme gidiş öngörülü yazısını bulup okuyun. Seçim barajının kaldırılmasıyla adil ve çok sesli bir seçim gerçekleşeceğine inanıyorum.
3- Adayların belirlenmesinde nasıl bir yöntem uygulansın?
Çok basit ve tek çözüm; milletvekili maaşları asgari ücrete çekilsin, iki sene vekillik yapmış birine otuz sene çalışmış gibi emeklilik hakkı verilmesin, hastane gibi sosyal hizmetlerden sıradan bir vatandaş gibi yararlanması zorunlu kılınsın. Bunlar uygulamaya konduktan sonra sorun kendiliğinden çözüleceğinden hala vekil olmak isteyen aday varsa buyursun gelsin :D
4. Yargı bağımsızlığı sizin için ne anlam taşıyor?
Yargının bağımsızlığının ne anlam taşıdığını konuşuyorsak, bunu bir ihtiyaç gibi görüyorsak yargının bağımsızlığına inancımızı sorguluyoruz demektir. Yargı da bağımsız olmayacaksa ben kendi haklarımdan geçtim, ülke haklarımı nasıl savunacağım, ülke çıkarlarımın korunmasını nasıl sağlayacağım? Yargı da dahil ülkenin temel taşı niteliğindeki kurum ve kuruluşlarına olan inanç hasar alırsa o ülke çıkmaza sürüklenir, her kişi kendi adalet sistemini uygulamaya kalkar. Yargı bağımsız olmalı. Adaletin hepimiz için gerekli olduğunu düşünerek -sadece kişisel değil- hak arayışlarımızda yargının güvenirliğini sorgulama ihtiyacı hissetmemeliyiz.
5. Beşinci soruyu siz belirleyecek olsanız neyi öğrenmek istersiniz?
Öğretmen okullarının kapatılmasının, bu kadar çok üniversite açılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öğretmen okullarının kapatılması ülkemin en büyük handikapıdır. Öğretmen okullarının kapatılması ve yeniden altı senelik eğitim-öğretim yılı olarak uygulamaya konulmaması ülkenin en büyük kaybıdır. Öğretmen okullarında kişinin hayatını her anlamda tek başına idame ettirecek kapasiteyle mezun olan öğretmenlerin gittikleri yeri aydınlatacak bilgi ve donanımdan yoksun bırakılmasını, gelişmekte olan ülkemin adım adım geriye götürülmesinin en büyük nedeni olarak görüyorum. On sene kadar önce sırf ataması var diye ailelerin 'hiç değilse öğretmen olsun' dedikleri çocuklarının bugün 'hiç değilse öğretmen' olmuş olma ihtimallerini düşünmek bile istemiyorum! Bu ülkede hiçbir şey olamamış çocukların öğretmen olmaya hiç hakları yok! Çünkü herkes mühendis, doktor olmak zorunda değil ama iyi bir insan ve vatandaş olmak zorunda! Mühendisi, doktoru yetiştiren kim? Öğretmen. Öğretmen olan kim; 'hiç değilse öğretmen olmuş' kişiler!
Neredeyse köşe başlarına açılan üniversitelerden mezun olanların istihdam edilememesini, tarım ve hayvancılığın bitirildiği bu kadar verimli topraklarda hala veteriner hekim ve ziraat mühendisinin mezun olmasını, üç tarafı denizlerle çevrili güzel ülkemin su ürünleri mühendislerinin açıkta kalmasını, eğitim fakültesi mezunlarının öğretmen olabilmek için defalarca KPS duvarına çarpmaktan morarmasını, eğitim sisteminde ne olursa olsun sınıf geçirilen çocukların en basit yazım kurallarından bihaber bırakılmasını içime sindiremiyorum, popüler deyimle h a z m e d e m i y o r u m!
Mimlediğim kişiler; Nalan ablam, Belgin, Ali abim
Az kaldı, bir aksilik çıkmazsa haftaya bugün evimde; Ankara'da olacağım. Yorıım yanıtlarımı o zamana saklıyorum tabii evimi ne şekilde bulacağım hakkında hiçbir fikrim yok :)
İyi bir hafta bizim olsun..
Öptüm, uykuya devama gidiyorum..

16 Ocak 2010 Cumartesi

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ..

Ben dönmeyince babam geldi Kocaeli'ne :) Babam sürprizleri sever, gerçi bu 'haberli' bir sürprizdi ama olsun; haberli de olsa sürpriz sürprizdir. Babam, kurban bayramından beri sırasıyla Kocaeli-Ankara-Fethiye, halacığımla yeni yıl kutlama şenlikleri için İzmir-Ankara-Safranbolu-Ankara güzergahındaki minyatür 80 günde devr-i alemine Kocaeli'ni bir kez daha sıkıştrarak turunu bir hafta sonra Ankara'da tamamlayacak :)
Babamı karşılamaya ben gidemedim, Sedef babamı gara almaya gittiğinde ben Erdim'le bilmem kaçıncı keredir nedense hep benim yenildiğim savaş oyunlarından birini icra etmekle meşguldüm. Anlamıyorum; her defasında nasıl yenildiğimi anlamıyorum. Adamın benim de kabul ettiğim makul ölçülerdeki stratejisine, gözüm baka baka oraya buraya saklanmış askerlerin birden ortaya çıkıp benim askerlere kök söktürmesine akıl sır erdiremiyorum..
Savaşmamalı, savaş dünya görüşümüze ters ama erkek çocukla başka ne oynanır? Bütün oyunlarımız savaş stratejilerinin dahilinde değil neyseki. O an uydurduğumuz ya da daha önceden bildiğimiz oyunlarrımız da var bizim..
Babamın gevrek gevrek gülerek bize sarılıp özlem gidermesinden sonra kaç kilometre yol yaptığını bilmediğim çantasında sondaj çalışmaları(mı) başlattım :) İlk katman Safranbolu'dan. Onları biliyordum; seksen yaşındaki halamın yaptığı tarhana ve elma diye verdiği ama içinden ayva marmelatı çıkan bir kavanoz :) ve tabii ki çifte kavrulmuş lokum.. Çantayı açtığımdan beri aldığım hoş kokunun kaynağını anlamaya çalıştığım sırada elim bir kargo zarfına kadar uzandı. Babam ve 'onunsa neden buraya getirsinki?' denklemi aklıma yatmadığından zarfın babama ait olamayacağı fikrine kapıldım. Çantayı açtığımdan beri kaynağını araştırdığım koku, üzerinde ismimin yazılı olduğunu elime aldıktan sonra anladığım zarftan geliyor. Çok şaşkınım; çünkü bir kargo bekliyor değildim. Her zamanki el çabukluğu marifetimle yırtarak alel acele açtığım zarfın içinden pembe kalplerle süslenmiş kırmızı bir paket çıktı. Ev halkının başıma toplanarak açmamı beklediği puf puf paketten emeklemekten dizleri kızarmış pembe-beyaz teninde mavi gözlerin şaşkınlıkla baktığı bir erkek bebek çıkmasın mı?


Hemen mavi bir boncuk iliştirdiğimiz bebeğimiz.

Nedense bebekleri hep 'ay ben seni yerim' diye severiz.

Yahu seviyorsak neden yiyelim.

Yamyamsı bir sevgi biz yetişkinlerin bebek sevgileri :)



Dizleri emeklemekten kızarmış benim bebeğimin :/

Çok uzun zamandır oyuncak bir bebeğim olmamıştı, oyuncak bebekler ne kadar değişmiş :) Bu ne kadar canlı, kanlı bir etten bebek :) Ne kadar da güzel kokuyor, bebek kokuyor. Mis gibi bebek kokuyor.

Daha bitmemiş, birbirine olmayan çorap giyme sıkıntıma son;

Uyumundan büyük zevk aldığım pembe-gri bir patik çorap

37 numara ayacıklarım küçük görünsün diye mini fotoğraf :P

ve artık benimle bütünleşen toprak renklerine uyumlu bordo ve lacivertli bir de saç bandı..

Sevgili Gülen'im diye başlayan ve samimiyetinden son derece mutlu olduğum cümlelerle süren çok değerli notu en son gördüm. Nota kadar en az nottaki cümleler kadar değerli, bu sevimli armağanlara kim tarafından layık görüldüğüm hakkında en ufak bir fikrim yoktu çünkü bu mutluluğun kahramanı arkadaşımla postalaşıyor, birbirimize yorumlar yazıyorduk ama o bana bu sürprizinden hiç söz etmemişti. Tam anlamıyla şaşkınım :)
Beni arkadaşlığıyla onore ve mutlu eden eden arkadaşım ve şeker kokulu tatlı kızının yaptığı bu sürprizden ne kadar büyük bir mutluluk duyduğumu anlatabilecek sözcükleri seçip bir araya getirebilmem mümkün değil :( Nasıl teşekkür edeceğimi bilememenin çaresizliği içinde yine sınırlı sözcüklerle sadece 'teşekkür ediyorum' diyebiliyorum.. Armağan da bahane aslında; aslolan sevginin çıkarsız, art niyetsiz, yapmacıksız olarak hissettirilmesi.. Hep sürmesi dileğiyle beni dostluğuna layık gören arkadaşıma kalbimdeki bütün sevgilerimle..

Bitmez..
Elim bir olay sonrasında tanışıp o üzüntülü anlarımızda birbirimize verdiğimiz destek sırasında 'anladığım', 'bildiğim' biri olarak hayatıma dahil etmekten 'huzur' duyduğum bir abim var benim..
Kurduğu cümlelere derinliğini sevgisiyle kalbini seninkine ekleyen biri o.
Sevmenin hakkını tam anlamıyla veren, uzun zamandır böyle seven birini görmediğim biri..
Yaş aralığımızın azlığına karşın bana 'kızım' diyen biri.
Evimizden biri.
Aynı dili kullandıklarımızdan biri..
Kurban bayramında bana kart attığını söylediğinden beri o kartın akibetini düşünmekten, kaybolduğunu düşünmekten üzüldüğüm..
Ben kurban bayramı kartıma kavuşamamışken bir de yeni yıl kutlama kartı gönderdiğini söylememiş miydi abim :(
İkisinden de ümidi kesmiştim, hala ağrısını çektiğim düşüşüme neden olan bilyeleri merdivenlere döşeyen çocukları 'kesin kartlarımı da almışlardır' diye suçladığım..
Yanılmışım.
Çantadaki kazı çalışmaları sırasında kırılmasınlar, zarar görmesinler diye çantanın en altına özenle yerleştirilmiş her iki kartıma da; birine 2 ay diğerine 17 gün sonra bugün kavuştum :)






Siz hiç böyle bir yazı gördünüz mü?


Şu g harfinin artistik hareketini gören dönüp bir daha bakmaz mı?

Bakmışken artistik puanını 10 üzerinden 10 vermez mi?

Bu kadar düzgün, bu kadar rahatlatıp huzur veren, bu kadar özenli ve karakteristik bir g ??

Ben artık 'benim yazım güzeldir' diyememe nedenim olarak gördüğüm, gösterdiğim kartlarımı çok sevdim.

Güzel kalpli abim sevgi ormanında bir ağaç olmaktan mutluyum.


Sevgi ormanın erozyona uğramadan sonsuza kadar yaşasın, yeşil kalsın, çoğalsın
ve kök salsın..


Sedef''le bu kartın orijinal fotoğraf olmasından şüpheleniyoruz :)



Kaş Çukurbağ yarımadası.

Antalya yolu üzerinden panoramik görüntü;

Fırtınaya dakikalar kala. Mart 2006

Güzel bir pazar diliyorum; sevdiklerinizle birlikte olacağınız güzel bir pazar..

Sevgimle; seviyorum sizi..

Not: Az önce telefonla aldığım bilgiye göre tenis kortundaki kız fotoğrafını Ali abim Fransa'da çekmiş..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails