31 Ekim 2010 Pazar

İNMEM BEN ARTIK BİSİKLETTEN :)

Hava o kadar güzeldi ki bugün, üşürsem belki diye yük ettiğim montumu sırt çantamda, sırt çantamı da sırtımda taşıdım bütün gün. Elektrik bakım nedeniyle 13.00e kadar enerjisiz kalmamızı da fırsat bilerek sessiz Fethiye'de, gürültüsüzce bisikletlerle ne zamandır yapmak isteyip de yapamadığımız keşif turumuzu yaptık bugün. Bisiklete binme konusunda daha rahatım. Tali yollardan önüme çıkıveren araçları görünce hemen aşağı atıvermiyorum artık kendimi :) Ana yol hakkımı kullanıyorum, kavşakları tedbirimi alıp geçiyorum ve bisiklet üzerinde hareketsiz kalabilme çabam rastlantılara mahal bırakmaksızın net olarak sonuç verdi. Ankara'da bisiklete binmek burada farklı bir anlam kazandı benim için. Zevkli bir iş olmasının yanı sıra bisikletin bir ulaşım aracı olduğunu da keşfettim. Her yere bisikletle gidiyorum, sadece ev içinde yürüyorum şimdilerde :) Hatta bir kaç gün önce sokak başındaki dört yol ağzını basan sel sularından evlerinden çıkamayan komşularımın ricası üzerine sokağın ekmek tedarikçisi bile oldum :) Selden biz zarar görmedik ama görenleri gördüm :( Sabah erken kalkıp ev içinde dolanıp dururken çakan şimşeklerden, gök gürültüsünden sıçanlar gibi kaçıp kendimi yatağa bir atışım var ki :) Hakan korkudan titrememi durduramadı, o derecede yani. Aynı gün öğleden sonra cayır cayır yanan bir sahil turuna attım kendimi bisikletle. Hava bizimle dalga geçiyor olmalı :) Muhteşem bir manzara vardı. Dün de evden kaçtım. Dönesim yoktu da Hakan çok ısrar etti :P

Bugün Kaya Mezarlarındaydık. Eve bu kadar yakın olması bisikletle gitmemiz için bir avantajdı. Yürünebilirdi aslında ama yok ben artık bisikletle gidilebilecek yerlere yürümek istemiyorum :)


Mezar girişi.
Fethiye'nin nefis panoraması beni mutlu etti de etmesine Uğur'u sevmekle kalmayıp bir de ölmüş insanların yattıkları yere koca harflerle bu sevgisini yazan kızı kınadım. Oraya çıkabildiğine göre yetişkin biri, yazı yazabildiğine göre okuma yazma biliyor ama tarihe olan saygısı sıfır. 8 liraya gezilen bir tarihi eseri pisliğin götürmesine ayrıca bozuldum. İnsanlar üşenmemiş bir de çiş yapmışlar oraya. Terbiye yoksunu insanlar!
















Sonra Paspatur sonbaharından geçti yolumuz.. Çok romantikti :)




Kangal görünümlü besili Golden :)

Hazır yola çıkmışken Karagözler'e tersaneye gidelim mi?




E yoruldum. Biraz da dinleneyim..

20 sene önce, bırakın bisiklete binmeyi; özbakım ihtiyaçlarımı bile karşılayamadan iki sene yatağa bağımlı kaldığımda ama ümidimi asla yitirmeden hep öyle yaşayacağımı düşünürken bugün deliler gibi bisiklete binmekti beni en mutlu eden.. Bunun için bugün çok şımardım.
Dualar ettim, sağlığım için Allah'a şükrettim..
Dönüşte bir ara geride kaldığı için kendisi hakkında endişeye kapıldığım canım Hakan'ın yoldaki ağaçlara dalarak bisikletinin sepetine attığı turunçlardan reçel yapacağım yarın :) Kurstan yorgun argın dönmezsem tabii.
Ama zaten yorgunum, sabah 8.00de uyanıp kurs merkezine en yakın oturduğu halde en son giden öğrenci ünvanından kurtulmayı planlıyorum.
Seviyorum arkadaşlarımı..

Not: Fotoğraflar büyüyor, manzara fotoğrafları panorama modda çekildi. Büyütmeniz yararınıza :)
Ekmek parçacıklarıyla karnı doymuş minik kuşla ben hepinize iyi pazarlar diliyorum..
Bir kaç gün öncesinden bir Ali İkizkaya çekim.
Film sunumu gibi oldu; bir Çağan ırmak filmi gibi örneğin :)))
Aslında yazamayacak kadar yorgunum. Kingodisco'nun çoğu gitti azı kaldı. Bitse de ayakta değil de yatakta uyusam durumundayım.
Yorumlar için hepinize içten, sonsuz teşekkürler. Yanıtlarım sonra..

İYİ PAZARLAR..









Ekmek parçacıklarıyla karnı doymuş minik kuşla ben hepinize iyi pazarlar diliyorum..
Bir kaç gün öncesinden bir Ali İkizkaya çekim.
Film sunumu gibi oldu; bir Çağan ırmak filmi gibi örneğin :)))

Aslında yazamayacak kadar yorgunum. Kingodisco'nun çoğu gitti azı kaldı. Bitse de ayakta değil de yatakta uyusam durumundayım.
Yorumlar için hepinize içten, sonsuz teşekkürler. Yanıtlarım sonra..

29 Ekim 2010 Cuma

FETHİYE'DE YANGIN!


Bu akşam saat 18.30 sıralarında Fethiye Salı pazarındaki yangın, büyüyerek söndürelemeyecek boyutlara ulaştı. AKUT da dahil olmak üzere kimsenin müdahale etmediği yangın, üstüne üstlük belediye ekipleri tarafından körüklendi. Büyüdükçe büyüyen yangın insanları rahatsız etmedi, çevreye zarar vermedi.
Ellerindeki yangınlar, yüreklerinde Cumhuriyet sevgi ve ilkesiyle insanlar trafiğe kapanan caddede yürürken kaldırımda onları izleyen, izlemekle kalmayıp aralarına katılan insanlarla birlikte Atatürk heykeline kadar yürüdü. Yangın, amacın duygu sıcaklığına gönderme yaparak serin havayı da ısıttı. Küresel ısınmaya katkıda bulunmaktan ilk kez mutluluk duydum.

Fener Alayı'ndaydık. Fethiye Belediye Bandosunun marşlarına ellerindeki meşalelerle heykele kadar yürüyen insan topluluğu eşlik etti. Çok güzeldi. Çok duygusaldı. Coşkuma engel olamayıp tek başıma, yüksek sesimle başlattığım bireysel marşlarıma gülümseyerek katılan, kaldırımda izleyen insanlara 'alkış' diye seslendiğimde beni kırmayarak Fener Alayı'nı alkışlayan Fethiye halkına teşekkürü bir borç bilirim.. (Hakan bana 'deli' dedi ama benim durumum fazla coşkulu olarak açıklanabilir)






AKUT GRUBU İLK KEZ SÖNDÜRME DEĞİL YAKMA DERDİNDEYDİ.
Belediye ekiplerinin sönen meşalelere ellerindeki şişelerden sık sık gaz takviyesi yaptıkları anlardan birinde AKUT grubunun aldığı gaz desteği :)


Hakan'cığım :)
Ben bu adama hastayım :)


O da bana hasta :D



Oysa daha 24 saat önce nasıl bir bayram mesajı yazacağımı düşünüyordum.. Öyle düşünüldüğünden dolayı yazacak o kadar çok şey varken üç nokta ile geçiştirilmiş bir bayram mesajı hiç içime sinmemişti ama şimdi iyi, mutlu ve gururluyum. Cumhuriyet'imizin sinsi tehlikelere karşın sonsuza kadar ayakta kalacağını bilmek umut dolu bir duygu..

Cumhuriyet Bayramı'mız kutlu olsun.

BUGÜN FETHİYE'DE BULUT:




Hala burnuma gelen gaz yağı kokusunu duyuyorum. Evet bu kötüydü ama gülü sevdim dikeni de batıversin ne olur :)
Öpüyorum sizi..

Not: Fotoğraflar büyüyor.

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN..


Sonsuza kadar dalgalan şanlı bayrağım.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun..

28 Ekim 2010 Perşembe

KELEBEK ETKİSİ

Bir gün oturmuş Hello Cafe'de Hakan'ı bekliyordum, şu bizim standarta bindirdiğimiz akşam buluşmalarından biriydi ama beni her defasında çok mutlu eden.
Garsonlardan biri gelip 'bugün yalnız mısın?' dedi. 'Hayır, Hakan' gelecek, ne vardı?' dedim.
Garson, yeşil tentelerin güneşi önemli ölçüde kestiği masalardan hiçbirinin boş olmadığını fark ettirmek istercesine işaret ettiği iki kadın ve bir erkekten oluşan grubu göstererek yanıma oturup oturamayacaklarını sormak zorunda kaldı. 'Tabii ki' yanıtıma karşın garson kendi kendine fikrinden vaz geçti. Göz teması kurarak güneş altındaki masada sıcak terler dökerek oturma inatlarına devam eden insanları yanıma davet ettim. Geldiler. Hakan'ın geldiğinde yerleşik olan ağabeylerini ziyaret için Fethiye'de bulunan iki kız kardeş ve ağabeyleri hakkında hakkında o an için bilmem gereken her şeyi biliyordum; onlar da benim :) Sohbet, çaylar ve ayrılık vakti.. Telefon alış verişinden sonra bir daha görüşmek üzere evlerimize dağıldık. İki gün sonra çay içmek için bizi cafeye çağırdıklarında fırından henüz çıkmış böreğe davet ettim onları bizim eve. Geldiler.
Çaylar, börekler derken zaman ilerledi. Sevdik birbirimizi.

İki gün sonra Banu'camdan bir telefon aldım. Fethiye'ye gezmek için gelmiş benim henüz tanımadığım blogger bir arkadaşına telefon numaramı verip veremeyeceğini soruyordu. Bayılırım böyle işlere, 'sormasaydın da olurdu ver Banuca'm' dedim. Bir gün sonra benim merkezkaç noktam Hello Cafe'de çok sevdiğim Zeynep ve çok sevdiğim eşi Emin öğretmenimle işte böyle tanıştık. O günden sonra da bir ay boyunca pek ayrılmadık :) Zeynep'ler kısa süre için geldikleri Fethiye'deki tatillerini tadına doyamadıkları için uzatmışlar ve kalacakları bir yer arayışı içindeydiler. Ben burada yeniyim, çok fazla yer bilmiyorum. Hemen Fethiye konusunda tecrübeli ve sadece bir kaç gün önce tanımış olmama karşın evini taşıma arefesinde olduğunu bildiğim yeni arkadaşlarımı aradım. Buluştuk ve onların arkadaşlarının kaldığı yeri görmeye gittik hep birlikte. Ertesi gün bir kaç gün önce cafede tanıştığım arkadaşlarımla blogger arkadaşım bir apartın balkonları birbirine bakan dairelerindeki komşuluklarına başladılar :) Bu bir ay içinde bu grupla sıkı bir görüşme, buluşma, akşam yemeği trafiği yaşandı. Atlıyoruz bisiklete, yolumuz da çok keyifli. Kordondan on dakika sürmüyor apart :)
Zeynep'in eşi bilgisayar kurdu Emin öğretmenim büyük bir fedakarlıkla yeni arkadaşımız ve bizim bilgisayarlarımıza bakım yaptı. Bir pazar günü sırf bilgisayarımıza bakmak için sabahın 10unda gelip 15.00de 'istediğim gibi olmadı ama' diye diye giderken Emin öğretmenimin gözü hala bizim kasada.
Kelebek Etkisi işte budur..
Bu sabah Zeynep ve eşi İstanbul'a döndü. Fethiye onların arkasından ağladı da ağladı. Bir yağmur bir yağmur..
Dün akşam Zeynep'ler için veda yemeğinde bizdeydik. İyi zaman geçirsek de yemek anlamı bakımından iyi hisler uyandırmadı bünyemde. Ayrılıkları sevmiyorum, nedense sevdiğim insanlardan hep çok uzaktayım :( Zeynep'ler kendileri için değilse bile benim için burada yaşamalılar :) Açmayın arayı Zeynep..


Ne yazık ki üç makineden, o kadar kareden hepimizin bir arada olduğu doğru düzgün bir fotoğraf çıkmadı :(


Zeynep çekmiş..


Yerleşik abinin kız kardeşlerinin veda yemeği.
Alman Nils ve Jasmine'e çay içirdiğimiz akşam :)


Apartta balık kızartmaca..
Ve müzik..

YORUM YORUMLARI:

çelebi'm; kaçırma üzülme :) Kesinlikle görülmesi gereken bir yer. Bir hayal gibiydi. Şu an düşünüyorum da orada geçirdiğim zaman gerçek miydi? Gel seni de götürelim??

devince'm; doğa harika ama fotoğraflar ne yazık ki o harikanın yanında hiç kalıyor. Fotoğraf konusunda çok çok kötüyüm. Gelip gördüğünde ne kadar doğru söylediğimi anlarsın :)

acemiiim; senin için değişik bir şeyler oluyor farkındayım. Çok seviniyorum ama senin için; kendim için değil :/ Bu gün öğlene doğru deli gibi kapı çaldı. Senin deli Ahmet aşağıdan bağırıyor 'bir poşet kap gel'. Çıksana diyorum. Yok diyor başka da bir şey demiyor. Poşet alıp indim aşağı. Anne, baba, iki de köpecik :) Arabanın bagajından 10 kg. kadar mandalina :) Hem de dalından beş dakika önce kopmuş :) Sağ olsunlar bana mandalina ve greyfurt getirmişler. Israr ettim, çıkmadılar yukarı. Sizin bahçeye dalmaya gidiyoruz yarın :P


27 Ekim 2010 Çarşamba

KANYONA GİRDİK, NEEE? KAMYONA MI GİRDİNİZ?? BAŞLIĞININ ASLIDIR :)




Hokus pokus!
Büyü fotoğrafus :D
Büyüye gerek yok, tıklayın büyüsün :)














Bugün sadece fotoğraf, yazı yok çünkü el bileklerim ve dizlerim kendilerini pek iyi hissetmiyorlar bugün :P Keyifsizler :)
Zeeynep ve eşi, bir de aileye dahil ettiğimiz Ali abim ve arkadaşımız Oktay kahvaltıya gittiğimiz gün kahvaltı yaptığımız yerin sahibi -daha doğrusu her şeyi- Enver Yalçın rehberliğinde Kargı Köyü yakınlarındaki kanyona da gitmiştik. Çok güzeldi, rüya gibiydi, başka bir dünya gibiydi. Kahvaltıdan sonra yollarımızı seviyeli biçimde ayırdığımız Hakan, Ali abi ve Oktay kanyona gelmediler ama bu gaflet fotoğraflara bakıp iç geçirmelerine neden oldu :D
Zeeynep ve eşine sonsuz teşekkürler, arkadaşlıkları, dostluk, yakınlık ve yalınlıkları için. Onlar bir kaç saat sonra İstanbul'a dönmek üzere yola çıkacaklar. Dün akşam veda yemeğinde birlikteydik, umarım bu aynı zamanda bir hoş geldin yemeğinin verileceği günün işaretidir.
Özleyeceğim onları..

Başlığa gelince; kardeşim Dolunay'la aramızdaki telefon konuşması:

Gülen: Dolunay biz kanyona girdik :)
Dolunay: Neeeee kamyona mı girdiniz????
He ya kamyona girdik :D

Not: Hayli ilginç bir bloğun sahibesi olan bir arkadaşımın kanyonlarla ilgili bir uyarısını yazmak istiyorum. Kanyonlara girerken kanyon üstünde yağmur ya da yağmur bulutu olup olmadığına dikkat edilmeliymiş.
Mazaallah alıp götürür adamı..

Yazı yoktu güya, kim inanır bana??


Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails