27 Kasım 2009 Cuma

KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN DİYECEKTİM GÜYA..

Ben ve Sedef kentli evlerinde ayni anda keklik, tavsan ve kedi besleyen bir anne babanin kucagina actik gozlerimizi. Hatta daha sonralari kadroya, cikarmak suretiyle gozumu oymaya calisan annemin tavuk niyetine aldigi ama buyudukce aslinda bir tavuk olmadigi anlasilan ve o eyleminden dolayi aninda pilavimizin üzerini bedeniyle suslemekle cezalandirilan bir civciv de katilmisti.Neyseki anne ve babam egzotik hayvanlara ilgi duymayan insanlardi ama yine de hic vaz gecmediler.Evimizde evcil olarak nitelendirilen hayvanlarin hepsi mevcuttu.Kedi, kopek, balik ve kus.Kedi akvaryumu bosaltti, kusu yakalamaya calisti, kopek de kediyi rahat birakmadi, tavsan koltuklarimizi yedi ve surekli yavruladi.Kapimizin onune bakima ihtiyaci olan ya da evlat edindirilmek istenen yavru kediler birakilip kacildi.
Bu yolculuk sirasinda hayvanlardan cok sey ogrendim.Kediler ve piskolojileri konusunda uzmanlastim diyebilecek kadar konuya hakimim.
Kediler cok takdir ettigim bir sekilde kendileri sevilmek istediklerinde kendilerini zorla sevdirmeyi basarabilen ama sevilmeye ihtiyac hissetmediklerinde her sevgi oksayisini en sert tavirlariyla savusturabilen yaratiklardir.Hic katilmadigim, her duydugumda ısrarlıca itiraz ettigim 'kedi gibi namkor' sozu kedilerin bu durusundan esinlenerek bir deyim haline getirilmistir.Oysa ne guzel bir durustur bu;sirf karnini doyurdugumuz icin ona istemedigi halde dokunma hakkina sahip miyiz?
Butun kediler guzeldir, gizemlidir.Hemen hemen butun kediler kesinlike dort ayak uzerine dusmek uzerine programlanmislardir ( ama maalesef dusemeyeni de var :P Vücutlarının neredeyse butununu yalayarak temizleyebilecek kadar mükemmel bir anatomiye sahiptirler.Temizdirler.Yaralarini yalayarak kendileri iyilestirebilirler.Estetik bir duruslari vardir ve çok guzel yururler, hem de oyle guzel yururlerki mankenlerin podyum yuruyusleri 'cat-walk' diye tabir edilir.Zekidirler.Hislidirler.Deprem oncesi huzursuzlanarak 'garip' bir seylerin olabilecegine dair sinyal vermeye calistiklarina tanik olmuslugum var.
Artik bir kedim bile yok :( Depremden bir kac ay sonra veterinerlerin butun cabalarina karsin 'yasliliktan' kaybettigim 18 yasindaki 'Kizim'i bir parkin en yuksek yerinde bulunan bir anitin hemen altina gomdum.Ondan iki sene sonra bir gozu kurtarılamayacagi icin operasyonla alinan, diger gozu de kurtarilabilecegi icin iki ay suren bir tedavi sonucu az goren 10 yasindaki diger kizim 'Cingoz'u tam da anneler gununde Kızım'ın yanina gomdum :( Artik bir kedim bile yok :(
Bundan yaklasik on sene kadar once 13-15 yaslarinda bir gencin elinde uzaktan cinsini anlayamadigim, tasmasindan tutulup gezdirilen kar beyazi bir 'sey' gormustum.O seyin ne oldugunu o seye biraz yaklasana kadar da anlamamistim.Meger bu delikanli kurban bayraminde kurban edilmek uzerine alinan o 'seye' yem ve suyunu verirken fazlaca baglanmis ve ailesini yalvar yakar bu isten vaz gecirmis.Bir kac zaman daha bu eglenceli tiplere park dolaylarinda rastlamaya devam ettim; cevrelerinde bu hos arkadasligi ilgiyle izleyen kalabalik bir gurupla birlikte :) Cocuk ve o bakimli, yunmuş, yıkanmis, taranmis, tıras edilmis 'sey' bayagi populerdi bu dolaylarda :) Sonra o taraftan tasindik.Hikayenin gerisini bilmiyorum :)

Bayramınız kutlu olsun..

25 Kasım 2009 Çarşamba

BEN DÜN ÇOK MUTLUYDUM

Zile hafifçe basınca zil sesi ayarlanabiliyormuş gibi; hani ağır abi Ertuğrul uyuyorsa diye parmak ucum ya değdi ya değmedi zil düğmesine.
Bir iki saniye sonra mutfak tülünün hafiften oynadığını gördüm. Kapının açılması zaman alınca 'aç şu kapıyı, açsana! Nalan abla orada olduğunu biliyorum aç kapıyı!' diye klasik repliklerimden attırmaya başladım öğlen saati sessizliğine. Babam 'Gülen sen bu insanların seni sevdiklerinden seninle görüşmek istediklerinden emin misin?' soru cümlesinin beni kulaklarıma kadar kızartmasını umursamadan kapı açılana kadar söylenmeyi sürdürdüm. Babamla ilk kez gittiğim bir evin kapısı önünde yaşanıyor bütün bunlar :)
Kapı açıldı, o kapı bana ne zaman açılmadı ki zaten :) Arkamda sakladığım çiçekleri birden burnuna dayadığım şaşkın Nalan ablam karşımdaydı sonunda. Kapıyı açmasının neden zaman aldığı ise ayrı bir öykü, o da sonraya kalsın :) Matruşka bebekler gibi anlatırım ya ben her şeyi, ama bu kez; ilk kez duyanların evlerinde bir panda beslediklerini düşünmelerine neden olan o güzel detay bugün anlatılmasın mümkünse? Mümkün müdür? Elimden geleni yapacağım :)

Evde olup olmadıklarını anlamak için gelmeden önce aramamı tembih eden Nalan ablamın kapısına ilk kez habersizce dayanışımdı bu benim. İçeri girdik, grip aşımın sekizinci gününde, koruma sürecinin başlamasına iki gün kala sarılıp öpüştük Nalan ablamla. Babamla Mahmut abi tanıştırıldı:
'Mahmut abi bu babam, baba bu Mahmut abim'. Aslında cümlenin ilk kısmı bir tanışma için yeterli ama fazla Amerikan filmi izlemiş bir neslin klasik komik diyalogları olduğu içindir ki iki kişiyi tanıştırırken ikisi de aynı anlama gelen bu saçma cümleyi kurmaktan büyük bir zevk alırım :) Çok komik; 'Mahmut abi bu babam, baba bu da Ahmet abi' deyiveresim geldiyse de yaşıma yakışmaz; demedim :P

Bir akşam karanlığında Nalan ablaların sokağından çıkarken karşıdan gelen bir kadın yüzü, zamanında gözüm tarafından ısırılmış bir anı yarattı hafızamda belli belirsiz. Hemen Nalan ablayı arayıp o kişiye ait GBT istihbaratı yapmasını rica ettim çünkü nedense bu yüz ısırığı, yatılı okuduğum yıllarda öğretmenler hakkında elleri öpülesi ve görüldüğü yerde depara çıkılası şeklinde iki gruba ayırmak için yeterli öngörüye sahip olmamı gerektiren düşüncemi de beraberinde getirmişti.. Yanılmamıştım; sevgi, özlem ve gözyaşlarıyla anmadığım öğretmenlerimden biriydi o. Anne, baba şefkatine en ihtiyacı olduğu yıllarda ana kucağından, baba ocağından kopup gelmiş küçücük yavrular arasında sürekli asık suratla dolaşan, uykunun en tatlı yerinde 'gece dolap araması' yapmak için elindeki copla demirden dolaplara vururken özlü sözlerini sıralamaktan hiç çekinmediği gibi sanki bu kutsal görevi zorunluluktan yapıyormuş hissi veren öğretmenlerden biriydi o. Pilav günlerinde en az kendisi kadar sevmediğim ve siyasi anlamda, tarafından hırpalandığım eşiyle de karşılaşma mutsuzluğunu yaşadığım öğretmenlerden biri.. Bu, neyseki artık emekli öğretmen Nalan ablaların çapraz komşusu değil miymiş? Şimdi Nalan ablaya giderken hani rastlaşırız da konuşmak zorunda kalırım diye tedirginlik yaşadığım öğretmene (!) yakalanmamak için Mata Hari gibi kendime başka bir insan süsü veriyorum. Şunu da anlamıyorum; şefkat ve öğretmenlik duygularından uzak yaklaştığın bu büyümüş çocukların pilav gününe neden geliyorsun? Kin, nefret ya da öfke değil; ben kimim ki affetmeyeceğim, kaldı ki böyle bir lükse asla sahip değilim ama nasıl unutayım; okulda görüş alanına girmemek için çocuk adımlarımla yolu uzatıp ulaştığım hedeflerim :( Al işte, çocuk yaşanmışlıkları unutulmuyor.. Unutulmuyor değil aslında, unutuLAmıyor. Yatılı okuduğuma asla pişman değilim; öğrendiğim ve beni hayata hazırlayan, bakış açımı şekillendiren yaşam biçimimi o yıllara borçluyum; bencil olmamayı, paylaşmayı o yıllarda edindim ben. Elleri öpülesi öğretmenlerime 'kendimi' borçluyum ama bu çapraz komşu iyiki öğretmen emeklisi ve eşi, tarifini yaparken duygu kontrolümü sağlayamadığım gruptan değil ne yazık ki..

Öğretmen Gününde kendi öğretmenime değil de kendi sözlerinden hiçbir şey öğretmediği halde öğretmen gününü kutladığı için arkadaşlarına, dostlarına ve sanal çocuklarına teşekkür eden Nalan ablamın yanında aldım soluğu. Sen öyle san Nalan abla; senin öğretmediğin buysa artık :) Cin Ali bisikletsiz kalmasın kampanyası kapsamında artık Mahmut abim de öğretmenim oldu :) Mahmut abim ve Nalan ablama sevgilerimle.

Üzerinden yirmidört saat geçse bile Öğretmen Günü'nü bonus olarak bir daha kutluyorum :)

Dünün öğleden sonrası hayatımın en güzel, en eğlenceli günlerinden biriydi. Baba kız nerdeyse Ankara kazan biz kepçe gezip kısacık bir öğleden sonraya hem çok iş, hem çok eğlence sığdırırken ben çok mutluydum. Akşam bu güzel gün için birbirimize teşekkür edip sarılıp öpüştük baba kız :)
Ama ben 'anne'leriyle ilgili yazan arkadaşlarımı okurkenki hissedişlerimin beni ne kadar hüzünlendirip ağlattığı, anneciğime özlemimin bir kor alevi gibi içimi yakmasından duyduğum mutsuzluk düşüncesiyle babasız arkadaşlarımın aynı hisleri yaşamasını istemediğimden 'babamla bir gün'ümü bu paragrafa başlarken yazmamaya karar verdim.. Belki acının artık daha az acıtacağı bir zamanı bekliyorumdur; kim bilir :/

Pembe bir yakın gözlüğüm var artık. Kendisiyle yakından bir ilişki kurma aşamasındayız.
Pembe boncuklarla süslü bir zincirin ucuna takılmış bu havalı ve hafif gözlüğü boynumda taşırken bunun bana entellektüel bir tarz kazandırdığını düşünüyorum :))))))) Hahahah. Filmlerde gördüğümde yakın gözlüğü kullanan kadınlara çok özenirdim. Kitap okurken ya da bir nakış kasnağında işlediği kır temalı panodan zarif boyunlarını uzatıp gözlüğün üstünden baktıkları o an yok mu; yakın gözlüğü kullanan kadınların nedense gözlerinin bozuk olmasından çok zeki kadınlar olduklarını düşünmüşlüğüm var gibi saçma bir teorim de bulunmakta.. Ne ilgisi var oysa :)
Uzun bir süredir yazmama isteğim, okurkenki sıkıntılarıma bir anlam verebildim sonunda. İçgüdüsel olarak mide bulantılarımı, göz ağrılarımı artık yakını göremeyişime borçluymuşum meğerse. Gözlük iyi de ona da bir alışma süreci yaşamam gerekiyormuş. Hala zorlanıyorum. Damlalarımı kendim damlatamıyorum; damlatıyorum da bir damlası gözüme üç damlası ağzıma burnuma hatta kulağıma isabet ediyor :) Bu yazıyı yazarken üç mola verdiğimi fark edince göz sorunumun beni ne kadar zorladığını anladım. Bu benim ilk yakın görme kusuru deneyimim.. Yakın gözlüğü kullananlar pembe gözlüğümle aranıza hoş geldim.

Yarın bir aksilik olmazsa baba kız bayramı geçirmek üzere Kocaeli'ne gidiyoruz. Yola çıkmadan önce annemi ziyaret edeceğiz.. Özellikle özel günlerde, hayat bu kadar acı mı veriyor insana? Biri bana anlatsın..

Yorumlar için her zamanki kadar içten teşekkürler. Çok sevdiğim yorumlarla sohbet girişimim başarısız sonuçlar verdi :( Satırları birbirine karıştırıverdim :( Yorum sohbetsiz kendimi eksik hissediyorum. Gözden ve özden özürler..

24 Kasım 2009 Salı

ÖĞRETMENLERİM BU ÇİÇEK SİZİN ve günün kötüsü!

Biri beni gözetliyor..
Biri beni İzmir'den gözetliyor..
O biri benim sevgili Hakan'ım..
Ona söz verdiğim üzere kendime ve gözlerime iyi bakacağım ki gözlerim iyileşip 'iyi' görebilsin..


BU ÇİÇEKLER KUTSAL ÖĞRETMENLİK GÖREVİNİ LAYIKIYLA YAPAN BÜTÜN ÖĞRETMENLERİME;

ÖĞRETMENLERİM,
EMEKLİ ÖĞRETMENLERİM,
KPS DUVARINA ÇARPAN ÖĞRETMEN ADAY ADAYLARI,

YAŞÇA KÜÇÜK OLANLARINIZIN BİLE
ELLERİNDEN ÖPÜYORUM.
ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN.

İLK ÖĞRETMEN UNUTULMAZ.
GÜZEL ÜLKEMİN İNSANI DA İLK ÖĞRETMENİ
MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü
UNUTMAZ!

İLKOKUL ÖĞRETMENİM KIYMET TOSUN
SİZİ UNUTMADIM.
ÖĞRETTİĞİNİZ HER BİR HARF İÇİN SİZE MİNNETTARIM.

VİRGÜLSÜZLÜĞÜM VE -Kİ EKLERİNİN
KULLANIM HATASI İÇİN DE ÖZÜR DİLİYORUM.
BAŞARAMADIM.
ÜZGÜNÜM :(


Gülen söylemezse rahat edemez:

Şehit cenaze törenlerine gitmeyen başbakanın Habur'da törenlerle karşılanan fidan katillerine gösterdiği hoşgörü bugün bir bomba gibi patladı İzmir'de!
Başardı!

ASKERLİK YAN GELİP YATMA YERİ DEĞİLDİR!
ŞEHİT CENAZESİ GELSİN DE DAHA ÇOK BAĞIRALIM DİYE BEKLİYORLAR!

NEREDE BU %47???

Okur yazarım ama bugünlerde okuyup yazamıyorum :(
VE sizi seviyorum..
-ki ekleriyle ilgili örnekleri dolayısıyla sevgili Aysema öğretmenime de teşekkür ediyorum ama olmadı işte :(

21 Kasım 2009 Cumartesi

CİN ALİ'NİN BİSİKLETİ VE KÖTÜ BİR HABER :(

Olunması gereken yere çok yakın bir yerden gidildiği halde en son ulaşan iki kişi, kafalarını dersliğin kapısından içeri uzatır. Asker disiplinli, tatlı-sert kurs öğretmeninin 'geciktiniz' sözleriyle karşılanan kursiyerler içinde 'yine' sözcüğünün yer almadığı bu sözü davet kabul edip içeri girerler. Üzeri sıyrılıp tel haline gelmeyi bekleyen mavi kablo ve el aletleriyle dolu masaların çevresine dizilmiş sandalyelerden ikisine yerleşen gecikmeli öğrencilerden derse katılımları beklenir ama kişilerden biri N1H1 aşısı olduğu için yorgun, bitkin ve skeloderma ağrısı nedeniyle bu beklentiye cevap veremeyecektir. Veremedi de. Gözleriyle izlediği aşamalarda Cin Ali'nin Bisikleti'nin yavaş yavaş şekillenmesi onu mutlu ediyor :) Biraz daha yumuşak bir telle bayram boyunca Cin Ali'yi bisikletlendirme ödevi var ayrıca katılımcılarımızın. Amaç, Cin Ali'ler bisikletsiz kalmasın :P Sadece izleyerek anlamaya çalıştığımda da ilk fikrimde sabitim; bu iş sanıldığından daha zor. Beni çok heyecanlandıran online bisiklet yapma işini Mahmut öğretmenime ilettiğimde 'internet kadınları şaşırmış' dedi :) 'Ama yazarım bunu öğretmenim' dedim. 'Önce selam yaz sonra da bu söylediğimi' diyerek onay verdi. Mahmut öğretmenimin selamı var; kötü haber, internette bisiklete binilmezmiş :P İlerleyen saatlerde öğretmenimin neden böyle söylediğini daha iyi anladım. Bisiklet yapma işi kesinlikle fotoğraf ya da kamera çekimi gibi yardımcı etmenlerle öğrenilecek gibi değil. Keşke olsaydı, bu işi görev edinmekten büyük bir zevk duyardım..
Nalan ablamı ve Mahmut öğretmenimi sevdiğim için onlarla zaman geçirmekten son derecede mutlu oluyorum. Nitekim bugün bitkinliğimi bile hissedesim gelmedi. Yakınımda olun Nalan ablam ve öğretmenim; hep. Benim babamdan başka büyüğüm kalmadı, siz hep yamacımda olun..
Hakan, 'gidersen seni çok özlerim, ben sensiz geçirdiğim günleri hiç sevmiyorum' dediğim için gidişini yarına erteledi. Yarına daha güzel, dokunaklı sözler bulmalıyım :) Uyuyor şu an. Uyanmadan toz olmam lazım buralardan. Bir BJK'lı olarak derbi kritikleri için enerji toplasam iyi olur. E kartalım kanaryayı yedi; kolay mı :P Uyanınca güzel bir BJK kutlaması yapasım var karşısında :)
Diyaloglar:
Nalan ablam proje sorumlusu Zehra hanıma:
Ben atıkları geri dönüşüm için topluyorum.
Gülen: Nalan abla atıkları geri dönüşüm için topluyorum deyince çok havalı oluyor da sen şuna kısacası ben çöpçüyüm desene :D
Nalan abla: Evet ya, ben çöpçüyüm. Sanki sen değil misin?
Gülen: Çöpçüyüz biz Nalan abla..

Bu bisikleti Hakan evde yaptı; adını da trafik kazasına karışmış bisiklet koyduk :)

5.5 numara eski gözlüğüm.
Yakın gözlüğümü alana kadar psikolojik destek veriyorum kendime:)
Sanki gözlük takınca gözüm ağrımayacakmış gibi :)
Nalan ablanın arkamdan hareket yaptığınının kanıtıdır ayrıca.
Nalan abla daha yeni 56 yaşına bastın:)
Bakışına bakar mısınız; yaramaz çocuk gibi :)
Çocuk ruhlusun sen :)
ve ben seni çok seviyorum :)

Nalan ablanın proje sorumlumuzu baştan çıkardığının resmidir.
Sıyrılmış kabloyla
iki ara bir derede
daha önce hiç makrame yapmamış Zehra hanıma
makrame öğrettiği an :)

Pilates Günlüğü fotoğrafı..
Sıkıntılı da olsam mutlaka en az 30 dakika pilates..

GÖNÜLDEN ELE, GÖNÜLDEN GÜLEN'E

Bir yerde görmüş ve yapım aşamaları için gezinip dururken lilacsmell'in tarifiyle denemiş ama bir türlü becerememiştim.
Sonra onun yaptıklarını görünce 'ben bunlardan yapamıyorum' dedim. 'Üzülme Gülen'im' dedi, 'ben sana yapar gönderirim.' Ben bana armağan edilen her el emeğinin altında ezildikçe eziliyorum ama kendimi bu içtenliğinden hiç şüphe etmediğim teklifi yapan kişinin yerine koyduğumda bir reddedilişin beni ne kadar kıracağını bildiğimden hayır demek istemiyorum.. Adresimi verdim.. Geçen zaman içinde yine onun gönlünden eline dökülenlerden nadide bir parçaya 'çok beğendiğimi' belirttiğim sözler yazmış sonra da o nadide parçayı unutmaya çalışmıştım. Nereden bilebilirdim ki??

Paketi açarken duyduğum heyecan bayram sabahı o çok istediği kırmızı rugan ayakkabıyı yastığının hemen kenarında bulan küçük kız çocuğunun sevinci gibiydi. O kadar mutlu olmuştum ki heyecanım hız kesmediği gibi süreklilik arzeden bir ivme kazandığından paketin o yapamadığım şeyler için oldukça büyük ve ağır olduğunu anlayamadım bile.. İçinde başka şeyler de vardı sanki! Kutuyu açmamla bir kalbin kalbimi sarıp sarmalaması, gözlerimden akan yaşlara engel olmak istemeyişim; Gülen'im diye başlayan ezberime aldığım sıcacık mektubu okurken de şöyle güzelce bir ağlayışım. Bunları yaparken de kutunun içindeki lilalar, sarılar, kırmızılar, turuncular, yeşiller; iç ısıtan sıcacık renklerin el emeği, göznurunun zevk ve yaratılıkta sınır tanımadığı hiç görmediğim arkadaşımın elinin değdiği hepsi aynı özen, sabır ve zevkle yapılmış güzellikler.. Ben o kadar mutluyum, ben o kadar beceriksiz, ben o kadar ezilmekten preslenmişim ki ezim ezim eziğim. Hepsi için ayrı ayrı ne kadar teşekkür etsem o kadar az ki GÖNÜLDENELE'm; arkadaşlığın, her yaramda pansuman tedavisi için elinde bir parça pamukla koşturan sevgili arkadaşım GÖNÜLDENELE'm ellerini seveyim senin; gönlünü.. Yetersiz teşekkürlerimle..

Bu duygularımı hemen yazamadım. Gönüldenele'm gibi ben de gececilerdenim :) Duygusu gece coşanlardan ama iki gecedir aşı nedeniyle olduğunu sandığımız bir alev topunun içinde yaşıyorum. Gündüzlerim normal ateş ama yorgun; gece saatlerinde yükselen ateşimi ateş düşürücü gibi dış etkenler kullanarak düşürmeyi reddettiğimden anneanne yöntemleriyle indirmeye çalışıyoruz. Dün gece Hakan tarafından zorla sokulduğum sözüm ona ılık duş sayesinde dişlerim zangır zangır titrerken iç yangımla kutuplarda foklarla güneşlendim :( Ateşim yüksekken her şey bir hayal gibi gelir bana ama ben gerçekten foklarla güneşlendim dün gece kutuplarda..


Kutuyu da güzelce kaplamış.


Romantik güllerim..


Bu pembe peçete halkalarını çok beğenmiştim.
Beğenimi söylediğimde bu pembe düşlerin benim olacağı hiç aklıma gelmezdi.


Yoyolarım, sanki makineden çıkmış gibi kusursuz ve çok düzgünler..

Ne olursan ol yine de gel..


Temizlik bezinden yapılmış şık elbiseden çevreyi saran lavanta kokusu..
Saç bandı bana çok yakışıyormuş; bir de iltifat edermiş Gönüldenele'm..
Sevimli bir boyunluk.

Bilgisayar yasağım sürüyor :( Aşının koruma etkisinin on günden sonra başlayacağı uyarısıyla eve hapis oldum :( Gözlerimi rahatlatacağından emin olduğum yakın gözlüğümü yaptırmaya da gidemiyorum. Damlaların eziyetsel kıvamı ağrıyla birlikte halen sürmekte. Hakan'ın sabrını taşırdım. Artık 'SUS! Ne var gülecek! Aç şu gözünü!' emirli cümlelerini sert ses tonuyla sıralıyor. Ben kedi :/ Yani aç bebeğim gözlerini cümlelerini duymuyor bu kulaklar...
Okuyamadan, yorumlara cevap veremeden gidiyorum :(
Duymaktan son derecede mutlu olduğum yorumlarınızı Hakan okudu. Hepinize tek tek sarılıyorum, domuz gribini sallayıp şu tarafa güzelce de öpüyorum.
Yorumlarınızı çok beğeniyor ve seviyorum, hepsine yanıt vermek istiyorum ama Hakan'la dövüşmeye hem gücüm yok hem de bayramı geçirmek üzere İzmir yolcusu Hakan'cığımla küs ayrılmak istemiyorum. Yarın kurstan sonra gidiyor :(
Şimdiden özledim kendisini :) Dur ben bi' damla damlattırayım :D
Severek gidiyorum, giderken de bir daha öpüyorum hepinizi.

17 Kasım 2009 Salı

BÜYÜMÜŞ GÖZBEBELERİM :)

Frip değil bir kere o :) El Tordamıyla anca o kadar olmuş :P Uzak duramıyorum buralardan ne yapayım :) Gülmüşsünüz :) E ben de güldüm. Hep öyle yazdığımı düşünsenize :)

Bugün ağladım. Bugün sevinç mutluluk ve duygudan ağladım. Güzel, yumuşak sesiyle ağlama seansıma son veren tatlı bir arkadaşımın içine kalbini de koyduğu, açtığımda içinden çıkan kelebeklerin uçuştuğu bir kutudan söz ediyorum ama gün ışığı yerini gece mavisine bıraktığı için görsel mutluluk yarına kaldı :( Sürpriz olsun :)

Hatıralarımda -dı ekiyle anlatamayacağım çünkü hatırlayamadığım kadar küçükken gözümde kayma varmış.. Melek anneciğimin dikkati sayesinde anlaşılan bu kayma tedavisi için iki yaşındayken tanışmışım göz poliklinikleriyle. Gözüm düzgün bakarken öyle bir kaymaya başlamış ve bu o kadar rutin bir hale gelmiş ki canım anneciğimin sesinden, ismimdeki E harfini dalgalandırarak ahenklice 'GüleEeEeEn' sözcüğünü duyunca gözümün kaydığını anlar hemen başımı iki yana sallayıp kaymış bakışlarımın düzelmesini sağlarmışım. Göz kayması tanısına eklenen görme tembelliği nedeniyle aldığım tedaviler.. Beş sene boyunca her gün öğleden sonraları gittiğim Göz Bankası'nda çenemi bir alete yerleştirir bir göz deliğinden uçan bir helikopterin dönen pervanesine bakardım saatlerce; neden baktığımı bilmeden. Oyun gibi geldiği zamanlar eğlenceliydi de, sonraları yaşıtım çocuklar sokaklarda oynarken benim orada sürekli dönen bir pervaneye bakmamın işkence gibi algıladığımı hatırlarım düşününce o yılları. Gözlüğümün kusursuz gören sol göz camına ten rengi, adına kapama denen bir flaster yapıştırılır, bu işlemle de sağ gözümün çalışması hedeflenirdi. Sağ gözüm uygulanan tedavilere uzunca bir süre cevap verdiyse de tam iyileşme kaydedilememesi nedeniyle tedaviye son verildi. Ergenlikten beri 10da 9 oranında görme kaybım var. Bu biçimde yaşamaya alıştım, hayatımı sol gözümle idame ettiriyorum. Üzülmüyorum çünkü sol gözüm kapasitesinin üstünde görüyor. Her iki gözü görmeyen insanları düşününce, sağ gözümdeki sorunu büyütmenin kendimce utanç verici olduğunu hissediyorum.
Kontrollere gittiğimde göz bebeğini büyüten ilaç damlatılırdı gözüme. İşte o zamanlar 'ya bir daha göremezsem' düşüncesiyle bunaltırdım elime sıkıca yapışan anneciğimi. 'Anne bir daha göremeyecek miyim?' cümlesini iç çeke çeke ağlarken tekrarlayıp dururdum iğnesi aynı yere takılmış kendi çevresinde dönemeyen plak gibi.. 'Aynaya bakacağım, büyüyen göz bebeklerimi görmek istiyorum. Aynaya götür anne beni' diye tuttururdum, sanki görebilecekmişim gibi; çocuk aklı işte.

Son göz doktoru maceramda yine büyüdü gözbebeklerim. Aynaya baktığımda ilacın etkisi geçene kadar hiçbir şeyi göremediğim gibi büyüyen göz bebeklerimi de göremeyeceğimi bilecek kadar büyümüştüm artık :) Hakan'ı 'Çok mu büyümüş, ne kadar, sence çapı kaç, çocukken de merak ederdim, görmek isterdim biliyor musun?' sorularımla bezdirdiğimde, Hakan 'Fotoğrafını çekeyim görebildiğinde bakarsın' deyince çok heyecanlandım. İlk kez büyüyen bir göz bebeği görecektim; üstelik kendi gözbebeklerimi. Kedilerin korktuklarında ya da heyecan gibi uç duygu durumlarında göz bebeklerinin büyüyüp sonra da hafif elips bir çizgi haline gelmesi zaten çok ilginçti de kendi göz bebeğimin büyümesi nasıl bir şeydi acaba :)

Biz koca iki insan hiç üşenmedik göz bebeği fotoğrafı çektik :) Ellemeyin eğleniyoruz :)

Sanki ben değilmişim gibi..



Bu da küçük bebecikler :)

Şu digital fotoğraf makineleri; iltifat edecek kelime bulamadım :))
Suni gözyaşı damlalarını kendi kendime yapamıyorum. Damlayı Hakan yapıyor ama tam bir sinir harbi içinde :)

Gözyaşı damlatılırken en açabildiğim haliyle (!) gözlerim ve gayretli Hakan :)


Hakan: Aç bebeğim gözünü, bak daha düşmedi, aç hadi güzelim.
Gülen: Kikir kikir. Açıyorum ya. (nedense kikir kikir gülesim geliyor)
H: Açmıyorsun, bak dışına düştü.
G: Açtım kocaman.
H: Aç Gülen.
G: Açamıyorum sanırım.
H: Açsana be.
G: Azarladın beni!
H: Aç len şu gözünü!
Hakan gibi sakin bir adamın bile çileden çıktığı an :D

Her ikimiz için de mutlu son :))))

Çınar'ımdan kötü haber var :( Çanakkale'de resim eğitimi alan oğlumuz Alper hastalanmış. Çınar telefonda konuşurken oğlunun iyi olmadığını hissedip hemen yola çıkıyor ve ertesi sabah Çanakkale'ye iner inmez de Alper'i hastaneye yatırıyor. Bu akşam konuştuğumuzda Alper'in okula gidecek kadar iyi olduğunu öğrenip rahatladım. Çınar bayram tatili için Ankara'ya gelecek olan Alper'le birlikte dönecek..

Şimdilik bu kadar :( Geçmiş olsun yorumları için Belgin'im, cansu'm, peri'm, Doğa'm, embir'im, bizimgibiler'im, dağlar kızım, Ela'm (o artık bir kalpte iki can), banuca'm, Nunu'm, Ayşen'im, krizantem2im, Sedef'im .ok ama çok teşekkür ederim. Gözler dinlenip yakın gözlüğümü de alınca yorumlarınıza yanıt vereceğim..

Bisiklet kursu; bisiklet yapım aşamalarının online şekli nasıl olur hiçbir fikrim yok :( ama sanırım çok başarılı olmaz. Keşke olsa, bunu yapmayı çok isterim ama o bisikletler ortaya çıksın hele bir..
Nalan ablanın doğum günü kutlama mesajlarına gelirsek; Nalan ablanın sağ kolu gibi hissettim kendimi :) Yorumları okudu ve teşekkür etti..

Anıtkabir'e giderken giydiğim kıyafet için olan değerli yorumları, oraya benzer kıyafetlerle gelmiş bütün insanlar adına kabul ettim. Yanlıştan dönmek önemlidir; asıl anlama katkıda bulunan güzel yorumlar umarım farklı bakış açılarının değişip gelişmesine etki ederler..

Nesrin'ciğim, bir e-postanız ne yazık ki mevcut değil :( Lütfen size ulaşabileceğim bir adres bırakabilir misiniz?? Hakkımda yazdıklarınız ve Anıtkabir ziyareti için çok önemli bir detayın altını çizdiğiniz için çok teşekkür ediyorum.. Posta yazmak istiyorum size.

Diğer arkadaşlarıma (Sedef'im, gönüldenele'm, bizimgibiler'im, funda'm, aytac'ım, embir'im, Nunu'm, d@li'm, kekik koku'm, bahar'ım, mavianne'm, polsera'm, nalan ablam, peri'm) katkılarınızdan dolayı minnettarım; tek tek yanıt verirsem ben yine coşup susamam. Yorumları adsızlara kapattığım için adsız arkadaşlar cevap hakkını kullanamaz. Bu hoş bir durum gibi görünmüyor gözüme..
KIYAFET DIŞINDA KALAN KISIMLARA VERİLECEK YANIT HAKKIMI DAHA SONRA KULLANMAK ÜZERE GÖZLERİMİ KAPATMAYA GİDİYORUM ŞİMDİ.
VE SİZİ ÇOK SEVİYORUM :)
BİR SÜRE İÇİN BLOG BLOG GEZEMEZSEM BİLİN Kİ GÖZLERİMDİR TEK NEDENİ.
BU KADAR BİLE KALMASAYDIM İYİYDİ AMA GÖRMEZKEN BİLE UYDUR KAYDIR YAZDIĞIMA GÖRE BEN DURAMAM YAZMADAN :)
AA GRİP AŞISI MACERAMI YAZMADIM BEEEEEN :(((
İlkokul çocuğu gibiyim :( Hakan bilgisayar başında kalmamı istemiyor :(

16 Kasım 2009 Pazartesi

domuz gribi aşısı-bölğm 18 :O sun-i gözyaşu damlası

görmeden tazıyorum, el tordamıyla.
domuz gribi aşısı mı? OLDUM! ağlaya ağlaua, içime sinmeye sinmeye :( iki yaşlıca beyefendiden sonra o aşıyı olan üçüncü kişiydim. hemşire sizin durumunuz nedir? dediğinde dr sle hastası sle tek başına bike bir sebep dedi. işte o an daha da ağlamaya başladım :)))) hay Allah o zaman ağlıyordum ama şimdi gülesim var halime .

öğleden sonra da bir gçz doktoru ziyaretim vardı :) göz diplerimde sorun olmadıuğı müjgesini vereyim hemen :) göz bebeciklerim büyüsün diye ilaç damla tılar. göz bebeklerim büyüdü. şu an hiçbir şey görem
yorum :) yalan yanlık yazıtorum :) göz dr.u suni gözuyaşı ilacı yazdı bana :) ama dedim sunizine hiç ferek yok, benim gözyaşlarım göz ucumda duruyor, sıkıntısızca ağlayabiliyorum. güldü dr. bir ay boyunca dört saatte vir damlatacalmışım; hiç susmax ağlae dururun artok. yakın gözlüğü de kullanmam gerekiyormuş. sağ göz cam numarası da 5.5 olmış. bilgisayarla olan sevityeli ilişkimize de bir süre ara verecekmişiz. hakan eczaneye ilaç almaya gitti. onun yokluğunda eapor vereyim dediö ama ne yazıdğımu görmüyprum :) bir ka. tane yorum vardu, okumayı başaramadığım o yorumları içeriklerinş bilmeden onayladım.
beni umutmayın. sizi çok seven bem.

14 Kasım 2009 Cumartesi

BUGÜN..

Sedef'le ben bir kez daha pişti olduk :) Bir kaç saat arayla kaybettiğimiz telefonlarımız bulundu :) Öğlen saatlerinde kavuştuğum telefonumda yirmialtı çağrı vardı. Tahminlerimin yoğunlaştığı üzere telefonu en son kullandığım yer olan arkadaşımın arabasında kalmış kendisi.. Ne kadar yer etmiş hayatımızda teknoloji, bu kayıp sayesinde bir kez daha anladım.

Bisiklet kursumuzun tel bükme bazındaki ilk oturumunu bugün yaptık. İlk deneyimime istinaden bu işin göründüğünden daha zor olduğunu hayal kırıklığına kardeş ettim ama olacak; o bisiklet yapılacak. Sabırsızım ya, öğretmenime 'bugün hiç değilse tek tekerle gitseydik eve' dediğimde o ilk teker şekillendi ama bu iş çok zor. Öğretmenim bükme işini dış, ben iç tarafa yaptığımızdan kavramam biraz zaman aldı. Hakan benden iyiydi. İkimizin de birer tekeri var şimdi :)

Tekteker :)

Ha ben öğrendim de bir de öğretmeye kalkmışım :P
Bükersen külah olur :P

Teker yapımı

Bulduğum ilk boş anında sarılırım kendisine :)

Bugün Nalan ablanın doğum günü.
Söylediğine göre atmışa değmiş; külliyen yalan! Merkeze gitmeden önce Nalan ablanın yaş günü pastasını alıp bugün kursa gelmeyen kızına; evlerine bıraktık. Ders bitiminde Nalan ablayla diyaloğumuz:
'Size gelebilir miyim?'
'Biz evde değilizki Gülen'
'Nalan abla lütfen ama size gelmek istiyorum'
'Kaatı çalışmam lazım, sen olunca kikirdemekten çalışamıyorum'
'Hiç ses etmeden otursam?'
'Sen mi?'
'Ciddiyim bak, hiç konuşmadan, sessizce otururum'
'İyi gel bari :P'

Nalan ablam yeni yaşın kutlu olsun, sağlıklı ve mutlu ol..

Kendimi zorla kabul ettirdiğim Nalan ablalardayız. Nalan abla yaş günü pastasını görüyor ve hemen bana bakıp gülüyor. İşi çıkan Hakan da gidince ailenin zoraki kızının dahil olduğu dört kişilik bir yaş günü partisi verdik kendimize. Atmış yaşında olduğu balonunu uçuran Nalan ablam yaş günün kutlu olsun.

Önceki günden beri beni rahatsız eden göz ağrılarım artarak sürüyor. İşin garibi ağrı var diye ayna muayenesi yaptığımda anlaşılır bir şey yokken bugün merkezde çekilen fotoğraflara bakınca her iki ama özellikle sol gözümün bariz biçimde her zamankinden farklı renk ve şekilde görünmesi beni şoka uğrattı. Umarım SLE ve Skeloderma ilgili bir durum değildir. Öyleyse eğer, bittim ben :D




Dinlenmek açısından bu kısa bir yazı; inanmak zor ama bu yazının sonu.
Göz sorunumdan dolayı bir kaç gün buralarda olamayabilirim. Saygısızlıkla addedilmek beni çok üzdüğü için 'hiç cevap verme' diyen bütün arkadaşlarımdan özür dileyerek aşağıdaki paragrafı yazmak istedim.

Adsız TÜRKAN hanım;
Hem cevap vermeyin komik oluyorsunuz diyorsunuz hem de DOLABIMDA BİR TANE ATAM İÇİN HOŞ KIYAFETİM YOK,ANKARA DIŞINDAN MI GELİYORUM DİYECEKSİNİZ BU SEFERDE diye soru soruyorsunuz. Sizin canınızı sıkacağım belki ama aradığınız polemik burada değil. Kıyafetimi sanki savunulması gereken bir tercihmiş gibi göstermeniz son derece çirkin.
Biz de güzel şeylerden söz ettik ama siz kot pantolona takıldınız; alamadınız gözünüzü altı üstü bir kumaş parçasından.. Kıyafetle saygı paralellik gösterseydi aynı gün öğleden önce takımlarıyla huzura çıkanlar öğleden sonra başka şeyler yapmazdı.. Sizi, bizleri bir anlamda saygısız ilan etmenizden dolayı benim gibi kot ya da spor giyerek Anıtkabir'e gelmiş bütün insanlar adına kınıyorum. Eski bir siyasetçi bile -ki fotoğraftada görüldüğü üzere- kotla gelmiş. Biz bilmiyoruz, o da mı bilmiyor? Saygısız olsak orada işimiz ne?
Siz ne giydiğime hem de saygısız olduğumu söyleyecek kadar müdahale edeceksiniz ama ben kendi yerimde size cevap vermeyeceğim öyle mi?
Kendini sadece giysileriyle ifade eden biri değilim; ne demek istediğimi anlayabileceğinizi sanmıyorum..

Burnunu gardrobuma kadar sokmuş olan sizi bundan sonraki hiçbir yorumunuzu ciddiye almayacak kadar zaman kaybı olarak görüyorum. Bir dahaki yorumunuzu -ki yazacağınızdan eminim- okumadan sileceğim. Hakarete varan sözleri yorum olarak kabul etmiyorum zira.

Son dakika: bu blog, hesabı olmayan yorumculara kapanmıştır.
Oysa demokrasi anlayışım bu değildi benim..


İKİZ OLMAK; ŞAKA GİBİ :) ve Bidamla beşiği

Dün ufak tefek işler için tatlı komşumla Kızılay'a gittik. Ufak tefek işlerin yanına o anda gelişen koşullara uygun davranınca tahminimizden daha geç döndük eve. Yemek işi de dışarıdan ısmarlanan yiyeceklerle geçiştirilince yorgun bana çay demlemekten başka iş kalmadı.
Bu sabah komşu telefonuyla uyanmayınca işkillendim. Beni sabahın erken saatinde güne uyandıran komşum bu sabah beni aramamıştı. Gitmeyi planladığım uzak mesafe için hala zamanım vardı ama..
Ama telefonumu bulamıyordum. İlk kez gideceğim yer için arkadaşımdan adres isteyecektim ama yer yarılmış telefonum da içine girmişti. Hakan'ın telefonuyla çağrı atıp sesi takip etmek suretiyle kendisine ulaşacağımı sandığım telefonuma bilinmeyen bir nedenden dolayı arama yapamadığımız Hakan'ın telefonundan da çağrı atamayınca msn açıp tatlı arkadaşım bizimgibiler'imden telefonuma çağrı atmasını istedim. Sağolsun dedektiflere taş çıkartırcasına fikirler sunan arkadaşım attı çağrısını atmaya, da telefondan tık yok..
İletişimdeki son nokta henüz bu değil :)

Oraya baktım, buraya baktım; yok yok yok. Telefonumu kaybettiğimi yavaştan kabullenip bulunursa 'babammmm' diye kaydettiğim için bulan kişinin babama ulaşacağını düşünüp telefon arama kazı çalışmalarını dondurdum; o saatten sonra yapılacak bir şey yoktu. Zaten kaybettiğim hiçbir şeyimi aramama fırsat kalmadan bulunup getirilir. Şanslıyımdır. Bir keresinde sim kartım geri gelmişti..Neyse, öğleden sonra babam aradı. Aktarma:

-Gülen neredesin sen?
-Evdeyim baba.
-Telefonun nerede senin?
-Bir kaç kişi aynı şeyi merak ediyoruz babam.
-Telefonun CEPA'da güvenlik noktasındaymış.
-Allah Allah nasıl gitmiş o oraya; halbuki ben ona demiştim ki...
-Dalga geçme!
-Tamam babam.

Telefonum bulundu ama bulunan telefonun ne sebeple CEPA'da (avm'lerden biri) olduğunu kesinlikle anlayamadım. CEPA'ya hiç gitmediğim gibi merak bile etmedim. Onun orada ne işi olabilir? Sonra zil çaldı. Kapıda 'neden gün içinde kendisini hiç aramadığım' temalı bakışlarıyla komşum. Hiç bir şey sormasına fırsat vermeden

Ben: 'Telefonum kayboldu'
O: 'AAAAA'
Ben: 'Ama bulundu'
O: 'Gülen senin her bir şeyin pek hızlı, sen gibi işlerin de hiperaktif, ne zaman kaybettin de ne zaman bulundu; neredeymiş?'
Ben: 'CEPA'da'
O: 'İyi de biz CEPA'ya gitmedikki; hadi gidip alalım'
Ben: 'Yarın alalım'
O: 'Tamam.
Ben Batıkent'teyim, CEPA benim bilmediğim bir yerde. Üstelik telefonumu en son komşumun arabasında kullanmıştım. Garajda düşürmüş olsam kesinlikle ulaştırılırdı. Bu durumda hangi aklı başında bir kişi bulduğunda o telefonu ilgisiz bir yere götürüp bırakır ki? Biri şaka yapmış olmalıydı :)
Sonra komşumun telefonundan merak etmesin diye ezber rehberimden Sedef'i aradım. Sedef'in telefonuna hiç tanımadığım bir erkek sesi 'alo' deyince alelacele 'yanlış aradım sanırım özür dilerim' deyip kapattım. Sonra aynı sahnenin ikinci perdesi;
erkek sesi :'alo'
ben: 'yine mi yanlış oldu kusura bakmayın' küt.
Bu kez Hakan'ın telefonunda kayıtlı numarasından yine aradım. Yine aynı erkek sesi çıkınca dondum kaldım.. Sağlıkla ilgili özel durumlarımız nedeniyle tedirginliklerimiz olduğundan hemen olduğum yere oturdum.
Tanımadığım erkek sesi: 'hanımefendi bir konuşturmadınız, bugün babanızı aradım. Telefonunuzu KİPA'da unuttuğunuzu söyledim. Gelip alacaktınız gelmediniz'
Bir iki sorgudan sonra durumu kavrıyorum ve inanamıyorum. Sedef de telefonunu kaybetmiş ve bulan kişi KİPA'dan gelsin alsın diye Sedef'in telefonunda da 'babammm' diye kayıtlı babamı arayınca babam telefonunu kaybeden kızının ben olduğumu düşünmüş. KİPA'yı da CEPA anlamış. Sedef'i ev telefonundan arayıp telefonunun bulunduğu müjdesini hemen vermeliydim.
Gülen: -Sedef konuşamadık bir türlü.
Sedef: -Sorma, maçlar için koşturuyorum, zamanım olmadı. Cep telefonumu da arabada unuttum.
Gülen: -Neeee? Arabada mı unuttun? Sen öyle san (şaşırıyorum; Sedef cep telefonunu kaybettiğini henüz bilmiyor) Sedef cep telefonun arabada değil.
Sedef: -Nasıl yani, nerede?
Gülen: -Kipa'da.
Sedef -Ha iyjıneh neeee, sen nereden biliyorsun da ben bilmiyorum telefonumun kayıp olduğunu?
Gülen: - Onu sana soracağız :)
Olanları anlatıyorum ve karşılıklı olarak kahkahalarla gülüyoruz.
Kaybettiğini bilmediği telefonunu buldum onun. Benimki hala kayıp :)
(Sedef Kocaeli'de yaşar; Kipa'dan kasıt Kocaeli Kipa'dır))

Ve karşınızda Bidamla'nın beşiği.
Bisiklet kursu için aldığımız teli oyuncak edip kendimizce büküp duruyoruz. Aytacrafts'ın maharetli ellerinden çıkma pembe-beyaz kızımız Bidamla'ya Hakan bir beşik yaptı.
Oldukça sağlam beşiğinde, içine elyaf koyarak diktiğim minik yatağı ve kottan battaniyesiyle kızımız mışıl mışıl uyuyor. Şimdi içim rahat, Bidamla üşümüyor artık :) Battaniyeye süs yapayım dedim ama minyatür çalışmak ben gibiler için ızdırap :) Şu elyaflı parçayı bile burnundan soluya soluya diken ben, kuklacı bayan Özlem, Aytacrafts, minyatür sanatçısı Aslı ve minik işlere hayat veren bütün sanatçıların önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum..



Allah nazarlardan saklasın :)


Hakan yaptı :)

Ama hep uyuyor :/


Yarın kursum var.
Yatmak için geç bile kaldım. Yorumlara teşekkür etmek için yarını bekliyorum.
Öptüm..

12 Kasım 2009 Perşembe

GELİN HEDİYELERİNİZİ ALIN.

Funda'm; sair zamanlarda gittiğimiz Anıtkabir 10 kasım'larda daha kalabalık insan yoğunluğunu ağırlar. Her yüzde aynı inançla Cumhuriyetimizin kurucusu önderimize olan sevgi, saygı, özlem ve minnet duyguları okunur. Dernekte satışa sunulan üzerinde Atatürk baskılı aksesuvar baskılı objeleri görmelisin. Penyeler de çok anlamlı ve şıklar..
Bakarsın senin de olur, kim bilir :) Umarım boyun ağrın geçmiştir. Bilmezdim, öğrendim boyun ağrısının ne demek olduğunu. Çok geçmiş olsun.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


sevim'im; Anıtkabir'de olmak her zamankinden daha özel hissedebildiğimiz bir duygu boyutundaydı. Üzgün ve özlem içinde olmakla birlikte o coşkulu kalabalığı görmek değişik bir duygu veriyor insana; Cumhuriyetin emanet edildiği ellerin ne kadar güvenilir olduğunu görmek.. Devlet sözcüğünü hükümet sözcüğüyle değiştirmek istiyorum izninle. Hükümetler geçicidir, devlet ise içinde barındırdığı insan, egemenlik ve ülke unsurlarıyla birbirini tamamlayan bir bütün olarak varlığını sürdürür. Devlet ve vatan birliğini korumak için askerlik yapılır ama sonuna kadar haklısın bu hükümet yönetiminin bu devletin vatandaşlarına empoze etmeye çalıştığı açılım savsatası nedeniyle ... boşlukları siz tamamlayın. Acımaz mı içlerimiz; kınalı kuzumuzun sağ salim gidip gelmesini diliyorum.. Başım da ağrımadı ayrıca, sohbet ediyoruz şurada güzel güzel.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


Belgin'im; Anıtkabir'e bir gün seninle de gideceğimi biliyorum. Seni görme şansımı bildiğin nedenlerden dolayı kaçırmış olduğuma hala çok üzgün olduğumu tekrar etmeme gerek yok. Geçen sene mozoleye girebildiğimde bir asker vardı göz yaşları yanaklarından boynuna kadar yüzünü yıkayan.. Sonradan gazetelerde görmüştüm o yüzü. Bütün erlerimiz sağlıkla gidip dönsünler; tırnaklarına, saçlarının bir teline zarar geldiğinde içimiz kan ağlayan evlatlarımız gittikleri gibi davul zurnayla dönsün evlerine yine.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..



Nalan ablam; onlara oy verenler bizimle aynı yerlere gelmiyorki. Daha önce kısa süreli oturup ancak dört ay dayanabildikten sonra can havliyle kaçtığım ilçeyi biliyorsun? Ben orada anladım. Ne demek istediğimi de sen anladın. Ayrı kamplarda yaşıyoruz, onlar oradan biz buradan bakıyoruz.. Oylar hakkındaki fikirlerimi de biliyorsun ki açmaya gerek yok şimdi.. Gelemediğin için utanma Nalann ablam; bir gün birlikte gideriz ama yine de keşke gelebilseydin, birlikte gururlanırdık. Sen de benim canım ve dünürümsün :P Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

Bizimgibiler'im; Gözümün önüne geldi de ben de duygulandım kardeşinle..Benim için de tebrik et kardeşi. O törenler, o görevleri hiç bitmesin. Üzülme bir dahaki görevinde sen çekersin fotoğrafları ama bulanık bile olsa ekle sen yine de, biz netleştiririz. O gençlerin on-onbeş kişilik gruplar halinde bağımsızca gelip var güçleriyle söyledikleri marşlar, ana sınıfı koşar adım yürüyen minikler. İçten içe hem üzüldüm, hem özledim hem de yalnız olmadığımızı gördüğüm o yüzlerdeki huzuru hissettim.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

Asortiğim krebim; şimdi bir fikir oluştu, seneye 10 Kasım'da bekliyorum hepinizi. Fotoğrafları istediğim gibi yapabilseydim neden yazımı beğenmediğimi, fotoğrafların neden istediğim gibi ifade etmemi sağlayamadığını anlardın. Film gibi çekmiştim oysa.. Penyeler için DE fikrim geldi :)
Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

neduk ablam; babamla o kadar sık gideriz ki biz Anıtkabir'e ama seni dinleyip yalnız gideceğim en kısa zamanda. Işıklandırma ve seslendirmenin verdiği sanki o andaymış hissiyle ağlayarak tamamladığımız müze turumuz.. Tam da senin söylediğin gibi bir huzur hissi yayan mavi gözlü güneşe borçlu olduğumuz hayatımız için minnet duygularıyla ayrılırız her ziyaretimizden..
Bir hükümetin ikinci adamı 10 Kasım gibi çok özel bir günü sıradan bir günmüş gibi gösterme gafletinde bulunursa? Onlar bilmiyor, onların bilmediğini ve o cak cak seslerinden çıkan anlamsız sözlerle hayat ve düşüncelerine yön verdiklerini ben yerinde gördüm. Asla susmayacağımız için bu rejimin değişmesi gibi bir durum söz konusu olamaz. İzinde ve yolunda olmaya devam ettiğimiz, sonraki kuşaklara aktaracağımız Atatürk sevgi ve bilgisiyle o rejimi o leş kokan kafalar rüyalarında bile göremezler.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


dali'm; çok ama çok teşekkür ederim de fotoğraflar ve yazım konusundaki fikrim hala aynı. O gözler ki, iki saat hiç kıpırdamadan duran bir vücudun hareketli tek organı; hareket sebebi; gözyaşı salgılamak. Ben seçimler ve oylar hakkında bizim örgütlenip bu kişileri def edemediğimiz şeklindeki bir teoriye ait değil. Yerel seçimlerde gördüğümüz üzere, her ne hikmetse elektiriği birden bire kesiliveren kritik (!) okullar.. Ben hiç umutsuz değilim.
Okulun şiircisi ikinci sınıf öğrencisi Erdim'in 10 Kasım şiiri:

Atatürk Türkiye Büyük Millet Meclisini kurdu
Atatürk savaşıp ülkemizi kurtardı
İzmir'de düşmanları denize döktü
10 Kasım'da Dolmabahçe Sarayı'nda öldü.
Kısa net ve öz. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


Kekik koku'm; Adı gibi Derin. Derin durup dururken ağlamadı, Atatürk'ü bilmeyen, öğrenmeyen neden ağlasın? Ne güzel; değerlerimizi sahip çıkmanın temel duygusu bu. Erdim üçüne yeni değmişken bir mağazada yaptığımız alış veriş sonrası bilgisayar klavyesindeki Ç harfini göstererek 'Bat deyde Tanattale Tavatlarının T'ti 'dediği andaki gibi hissettim Derin'i. Bizlere çok büyük iş düşüyor. Çocuklarımızın 10 Kasım'ları 'özel bir gün' olarak algılamaları için Atatürk'ü anlamalarını sağlamak. Dünyaya kaç tane böyle bir lider gelmiş? Atatürk ve silah arkadaşları, onlara inanan, güvenen ve ülkesine sahip çıkan bu ulus olmasaydı? Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

cansu'm; yok yok yoook ben yazım ve fotoğraflar hakkındaki fikrimi değiştiremiyorum ama yine de teşekkür ederim iltifat için.Bir dahaki 10 Kasım'a gel. Kapım açık biliyorsun. O bayrak binlerce bayrak kırmızısı, umut beyazı karanfilden yapılmış. Görevlilerden birine sorduğumda kaç karanfil kullanıldığı hakkında bilgisi olmadığını söylediği devasa boyutlardaki karanfilden bayrağı çiçekçiler getirmiş :) ve meydan imgeleme anlamında değil bildiğin karanfil kokuyordu.. Çok güzeldi.. Ben de seni çok seviyorum :) Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


Adsız hanım; Ne giydimcilerden değilim, onlar şu tarafta..
Nerede ne giyileceği hakkında az çok bilgim var. Anıtkabir halka açık bir yer olduğu için kılık kıyafet konusunda bir zorunluluğun olmadığı, gelir düzeyi ne olursa olsun -ki zaten de bu nedenle- makul ölçülerdeki kostümlerle gidilecek bir yerdir. Ben oraya kostümümle değil, kalbim, düşüncelerim ve Atatürk sevgimle gittim. Kostümler örtünmek içindir. Sizin gibi düşünmeyen bir insan topluluğuyla hemen hemen aynı kostümler ve aynı duyguları paylaşarak yaptığım bu ziyaret ile ilgili düşüncelerinizin sadece kostüm eleştirisinde kalması inanılır gibi değil. Ata'nın a harfi büyük yazılır, bilginize.. Sizin için bir fotoğraf yok çünkü ilgilendiğiniz başka şeyler var sizin..

3prenses'im; seni de bekliyorum, seneye gel üçüncü görüşün olsun. Biz babamla çok sık gidiyoruz. Eşe dosta yeni yıl armağanlarımızı hep Anıtkabir Derneği'nden seçeriz. O yokuştan çıkarken ne yaz sıcağı, ne karın soğuğu. Atatürk'e giden her yol güneşli, çiçekli ve umut dolu..
Oradaymış hissi için utandırma beni ne olur :( Olmadı yapamadım :( Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


SEM'im; sen hala geleceksin :( Bir gün bir gün diye hep hoplattın beni ama gelmedin. O bir günün hangi gün olduğunu bilebilmeyi çok isteyen Gülen o gün geldiğinde seni Anıtkabir'e götürecek. O fidanlar iki saat boyunca hiç kıpırdamadan tutarlar nöbetlerini. Nöbet değişimleri sırasında onları yuvalarına kadar izlerken ağlayan, alkışlayan vatandaşlar arasında gözleri ufka bakar içleri vatan sevgisiyle dolu.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

asyaselda'm, öğretmenim; göz yaşımız güzel ülkeme olan sevgimizde saklı. Dün gecenin uykusuzluğunda, o yazıya olan öfke duyguma yenilip ağlaya ağlaya yazdım ben o yazıyı. Nasıl bu kadar küstah, üstten bakar bir hal ve dilel yazmış o yazıyı o adam? İsmini nereden aldığını biliyor mu acaba?
Biz ve biz gibiler üzerini düşeni yapıyor, tepkilerini gösteriyor. Bu nedenle için rahat olsun, gün olacak ve bu devran dönecek. Sen çocuklarının ve Ata'mızın gözlerinin içine bakarak Atatürk ve vatan sevgisini öğretmeye devam et.
Hükümet mi dedin; o kişi bir dönem daha siyaset içinde olacağını beyan etmiş; gitsin torun sevsin. Atmış yaşından sonra siyaseti bıraksan ne olacak? Söyleyecek çok söz var ama benim sinirlerim dayanmaz :( Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..



Aysema öğretmenim; Ben o üçlüye BERMUDA ŞEYTAN ÜÇGENİ diyorum. Hiç sevmem. Tarafmış, neyin tarafı bunlar? Gün olup devran dönünce ne yapacaklarını çok merak ediyorum. O deliğe sığabilecekler mi acaba? Umut ve cesaret dolu sözlerin kalbimdeki inanca kürek kürek alev atıyor bir volkanın lavlar fışkırtarak patlaması gibi.
Milletin efendisi olan köylüyü azarlayan, organize işler bunlar, içimize işler bunların hesapları dönecek; o kumpaslar 'O halde Atatürkçülerimiz tehlikenin farkında mısınız telaşından vazgeçmelidirler.' cümlesindeki dalgalıca kullanıldığı ve en aptal insanın bile anlayacağı Atatürkçülerimiz sözünde bahsi geçen bizler susmadıkça o devranın dönmesi yakındır.
O kişinin soyadıyla ismimin aynı olması içimi ürpertiyor :)
Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


Belgin'im; teorisine bakar mısın kişinin? Yememiş içmemiş arşiv karıştırmış. Bu kadar boş zamanı olan bir boşluk! İstisnasız ağlamaya devam, güzel ülkem için, güzel ülkemin verdiği Kurtuluş Savaşının mimarı dahi Ata'm ve onun silah arkadaşları için, o atmosferde göz yaşlarına hakim olamayarak -ki neden olsun?!- ağlayan fidanlar ve uydurulan bir açılım hikayesinin kemiklerini sızlattığı şehitlerimizin ruhları için ağlamaya devam! Ben de seni çok ama çok özledim ve seviyorum. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

sesi'm; ağlamak güzeldir, ağlamayı bilmek, ağlayabilmek güzeldir ama bununki ağlar gibi yapmak. Ne kadar da itici bir görüntü, sonradan gördüğünde ne hissettiğini ve gördüklerine inanıp inanmadığını bilmeyi çok isterdim. Mazlum edebiyatını iyi tutturduklarından bir ağlamadır gidiyor bakalım. Ben hala ağlıyorum. Sinirlerim son derecede gerildi :( Bırakın beni ağlayım.. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

Bahar'ım; tamamdır. Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..


Hülya hanım; hayır biz 'İÇTEN' ağlıyoruz, göstermelik değil bizim gözümüzden akıp yüzümüzü yıkadıktan sonra kalbimize ulaşan tuzlu sıvı. Yüzümüzü yıkar oradan. Ben umut arsızıyım :) Umudum olmasaydı şu an yaşıyor olmazdım gibi çok iddialı bir söz de ben edeyim. Seçim sonuçlarına ben hiç inanmıyorum. O iki kişiden biri ben değilim, o değil, bu değil de kim? Gerçi geçen sene bu zamanlar bir süreliğine yaşamak zorunda kaldığım ilçede gördüklerimden dolayı taşlar yerine otursa da yine de seçim sonuçlarına olan inançsızlığım konusunda izlenimlerim asla tatmin edemedi beni ..
Evet Ankara'dayım. Tanışmaktan büyük bir mutluluk duyarım; gözünüze takılmış olmaktan duyduğum mutluluk gibi. Aşağıdaki fotoğraf size armağanımdır..

neduk ablam; meclis başkanıyken daha da berbattı, şimdi az görünüyor ortalıkta da nefret duygularım kabarıp günümün kötü geçmesine neden olamıyor. Gitsin bunlar..
Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..

embir'im; hala sinirliyim! Uyuyamadım sabahın beşine kadar, sürekli 'nasıl söylerler, nasıl yaparlar' diye düşündüm söylendim durdum. Kulaklarım cayır cayır yandı. Bir de bana 'bu kadar takma' dediklerinde daha çok sinirleniyorum. Yaptığımın adı 'takmak' değil ki benim. Nasıl normalmiş gibi algılayım ben bu yazılanları söylenenleri? Biz ailece ağlarız. Anneciğimle Gölcük Marşı'na bile ağlardık. Babamla da ağlıyorum, askerim, vatanım ve Ata'm için. Bu kadar sorgulanacak, küçümsenecek bir duyguymuş bizimkisi gibi yazılacak ne var?
Aşağıdaki fotoğraf sana armağanımdır..































BİZ DEĞİL; AĞLAMAYAN, AĞLAYAMAYAN UTANSIN.
BÜLENT ARINÇ HARİÇ ÇÜNKÜ O AĞLAMIYOR AĞLAR GİBİ YAPIYOR..



Fotoğraflara hızlı bakınca oradaymış gibi oluyor :)
Saat 03.26
Uyuyabilmeye gidiyorum :)


Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails