31 Aralık 2012 Pazartesi

İŞİMİZ OLMAZ ARTIK SENİNLE!

Sıradaki gelsin, gelsin de görelim.
2012'de hastanelerden çıkmadık.
2013'de hastaneye sadece fındığımın biz teyzelerine mal olmuş oğlusu/muz için girmek istiyorum.

BAK ŞİMDİDEN UYARIYORUM SENİ 2013;
BİZE SAĞLIK, MUTLULUK, BEREKET GETİRMEYECEKSEN HİÇ GELME, 2012'YE TUR BİNDİRELİM! AĞZINI BURNUNU KIRARIM SENİN 2013. ŞİMDİDEN UYARAYIM DA..

 2013 SİLİVRİ VE ODTÜ RUHUNUN YILI OLSUN, HEPİMİZE KUTLU OLSUN!
Noel bebemiz buradan.

30 Aralık 2012 Pazar

İSTİFA ETTİM!

İstifa ettim, evet istifa mektubumu verdim. Biraz pohpohlanmaya ihtiyacı oluyor ev kadınlarının. Her ne kadar çok başarılı olmasam da son zamanlarda tam bir ev kadını gibi yaşıyorum :( Mutfakta çok iyi değilim ama kimseyi aç bırakmıyorum. Yemeklerimin tadı iyidir ama çeşit bilmem.
Parmağım kesildiğinde de yandığında da mutlaka yemek yaptım kolaya kaçmış olsam da ki Hakan dışarıdan yemek getirdiğinde bile yemeksiz bırakmadım ailemi. Hiçbir zaman akşam yemeğine kahvaltılık çıkarmadım; mutlaka yemeğimiz olur bizim. Bildiğim yemekleri yaparım sırayla. Deneme yanılmaları en başta beni hayal kırıklığına uğrattığından sevmem. Mutfakta risk almak, sürprizler benden çok uzak. Tutucuyum yani. Tutumlu da sayılırım; bir dilim ekmek bile atılmaz kesinlikle. Öğünlerimizden kalan yemekleri 'artmış gün' adı altında masaya bir daha sürerim; bir kaşık ondan bir kaşık bundan diye diye yeriz. Sıklıkla yemeğe misafirimiz gelir ama mutlaka alnımın akıyla çıkarım bu davetlerden. Davetlerde en sık yaptığım pişirme kağıdında -ki ilkini Hakan denemişti- balık, fırında tavuk, oldukça zahmetli olan Ankara tavadır; tabii yanında salatalar, mezeler vs.
Gel gör ki o kadar emek ve zaman vererek yaptığım yemeğin değil beğenilmemesi, eleştirilmesi bile beni çıldırtmaya yetiyor. Tabakları hem de içinde yemek varken 'beğenmiyorsanız ben de halıya yediririm' deyip mutfak halısının orta yerine çalıveresim gelir. Bundan bir süre önce yaptığım bulgur pilavına mercimek koymadığımda babamın 'mercimek koysaydın daha iyi olurdu' sözünün üzerine takip eden iki bulgur pilavı yapımında mercimek kullandım ama babam hala 'o bulgur pilavının içine mercimek koysaydın daha iyi olurdu' derse ne hissederim acaba? Ondan sonra 'Gülen Nurhayata'a bağladın yine' diyen bir koca!
Sonra Kanuni'ye bağladım;
Babam: 'karabiber koys....'
Gülen: 'susun yiyin yemeğinizi!' 'beğenmeyenin alırım kellesini'
:P 'İstenildiği gibi yemek yapabiliyor olsam kendi mutfağımda değil profesyonel mutfakta çalışır para kazanırım; burada işim ne?' Sanki siz de birer Vedat Milor'sunuz!
Hakan'a gelince; o da benim gibi yemek seçme şansı ve şımarıklığı olmayan bir yatılı okul çocuğu olduğundan yemek seçmez; bir tek bakla yemez-di. Yaptığımda itiraz etmeden yer; ama ben istiyorum ki yemek masasından kalkarken değil yerken 'mm güzel olmuş, ellerine sağlık' desin. Annemiz kayınvalidemin becerisine bağlıyorum ben bunu. Anne hiçbir yeri kirletmeden çok güzel yemek yapar. Sadece mutfakta değil kayınvalidem çok becerikli, çalıştığı halde tam bir geri dönüşüm ustasıdır ki bana hediye ettiği dantellerden bir demet ekleyeceğim yakın zamanda.
En son bu sabah babam rafadan yumurtasını yine beğenmeyip sorunun ne olduğunu sorduğumda '2 sn daha tutsaydın daha iyi olurdu' demesin mi?
Abicim 2 sn. ya 2 sn. Bildiğin 2 sn.! Derin nefes aldım ve 'daha iyisini yapabilirim' moduna girmeye hiç niyetlenmedim.
İstifa ettim, evet istifa ettim. Bir istifa mektubu yazarak Hakan'a sundum. Okuduktan sonra eline kalemi aldı ve altına bir şeyler yazdıktan sonra mektubu geri verdi. İstifam altına düştüğü notta belirtildiği nedenlerden dolayı kabul edilmemişti :(
Ben de ona dedim ki 'sen Anayasa'nın 17. maddesini biliyor musun? Bilmiyordu.
Anayasa'nın 17 maddesi der ki HİÇ KİMSE ZORLA ÇALIŞTIRILAMAZ.
Yerime yeni bir eleman bulunana kadar çalışmalarıma devam etmeye karar verdim mecburen; yeni eleman sadece mutfakta çalışacak ama. Yarın da iş yavaşlatma eylemim var; tavuğu dolduracaktım iç pilavla. Dur ben kendimi bir son an partisine davet ettireyim de patronlarım evde otursunlar kukumav kuşları gibi :D



Bir tavuk yemeği çalışması ki başarılıydı.

29 Aralık 2012 Cumartesi

BİZİM DE EVİMİZDEN BÖCEK ÇIKTI!

ŞOK! Evimizden böcek çıktı. Bu böceğin evimize kadar nasıl girdiği konusunda hiçbir fikre sahip değiliz. Kesin birileri koymuştu onu oraya ama bu biri kimdi acaba? Öyle ya günlerce konuşulacak bir tek böcek konumuz, gündemimiz bu olsun diye onu eve kendimiz koyacak değildik. Hakan'la izini takip ettik, dördüncü aşamadan sonra tam da ipucunu kaybettik derken böceğe ulaştık. Böceği bulduğumuz yerde evirip çevirip baktık ki evet bu bir böcekti ama bizim evimizde işi neydi? Çok şaşırdık çünkü evimiz iyi korunuyordu. Böceğin hangi amaçla neye hizmet ettiğini anlamalıydık. Bu nedenle de böceğin ne böceği olduğu önemliydi. Aldık böceği doktora götürdük. Yaptığı kontrolden sonra doktor böceğin öldüğüne dair bir rapor, bana da bir ilaç verdi. Derin derin düşündükten sonra böceğin pencereleri demirli ve sineklikli korunaklı evimize doğa tarafından bir şekilde benim çok tatlı kanımı içmek için bırakıldığına ikna olduk..
Bir daireyi tamamlamaya çalıştığını düşündüğüm böcek dördüncü ısırıktan sonra daireyi tamamlayamadan ölmüştü, sanırım şekeri yükseldi çünkü dedim ya, kanım pek tatlıdır benim :P:P

28 Aralık 2012 Cuma

KOMŞU KARŞILAMA, ASKER UĞURLAMA; sitemizin hikayesi

Fethiye'ye tatil için gelip onbeşinci günün sonunda yerleşmeye karar verince şimdi oturduğum siteye de bakmıştık ev arama çalışmaları sırasında ama ben merkezin cazibesine kapılmış ille de merkezde bir evde oturmak istiyordum. Ha bir de Ankara'da onbeş sene tripleks bir evde yaşamış olmanın bıkkınlığıyla tripleks olduğu için kiralık ev listemdeki bu evlerin karşısına kocaman bir kırmızı çarpı koymuştum.
Bir seneyi biraz geçkin oturduğum merkezdeki evden ağzımın payını alınca daha sessiz sakin, bahçesi olan bir ev ararken yolumuz yine şu an oturduğum siteye düştü ve ben ilk gördüğümde alel acele uzadığım bu evlere adeta bayıldım; aslında biraz da mecbur kaldım bu evlere bakmaya çünkü bana mutlaka 3+1 ev lazımdı ama buradaki evlerin çoğunluğu 2+1.
Eve bakmamız ve taşınmamız 24 saat bile değil. Geldim, gördüm, taşındım. Hakan çalışıyor, koca ev. Babam o sıralar Fethiye'de değil. Üç katın bütün odalarının ışıkları yanıyor. Gölgemden korkuyorum. Hiç kimseyi tanımıyorum, fazla sosyal olmama karşın komşularla tanışmak istemiyorum çünkü bilmiyorum ki ilişkiler nasıl, insanlar samimi mi? Kırar mıyım, kırılır mıyım göze alamıyorum vs vs.
 Yan komşumla birbirimize isimlerimizin sonuna hanım eklediğimiz cümleler kuruyoruz. Sizli bizliyiz. Bir sabah yan komşum bana ' Gülen hanım, öyle olmaz, kalkacaksın, kapını açacaksın. O kapı açık duracak ve kahve içmeden kendimize gelemeyeceğimiz için kahve içeceğiz. Ben böyle komşuluk isterim' dediğinde çok sevindim.
Bu arada zaman geçti, Hakan'ın köprücük kemiği kırıldı ve işten çıkarıldı. Hakan evde yatıyor. Yan komşumla sabah kahvelerimiz başladı ama diğer ablalarla aramız pek bir ılıktı çünkü bu ablalar örgütlü çalışan birer bahçe ve bitki manyakları. Sırf bana o lafları etmek için bahçe çitime kadar gelmek için de sözleşiyorlar. Ben sanki orada değilmişim gibi edilen o laflar:
Emine abla: Sevil burada otururken bu bahçe böyle miydi?
Hümeyra abla: Nar da kurumuş.
Sevil abla: Biz biber ekmiştik.
Bir gün yan komşuma dedim ki 'benim allerjim var, evde hastam var. Bir daha böyle laflar ederlerse kazma küreği vereceğim ellerine beğenmiyorlarsa kendileri yapsınlar' dedim. O oldu. Bir daha bahçe-bitki manyakları bana söz söylemediler.
Sonra ben bir hırs daldım bahçeye. Ben köy kökenli biri değilim. Bitkileri bilmem, anlamam, solucanlardan korkarım vs vs. Nasıl daldıysam bahçeye iki üç gün içinde çapalanması bitti. Yan komşumun gözetimi altında yaptım bu işi ve sorduğum sorularla ablayı canından bezdirdim. Abla bu nedir diyorum bir ot göstererek 'Gülen şaka mı yapıyorsun?' diyor, inanmıyor o otu bilmediğime; mercan köşküymüş meğerse.
Bu üstün performansım :P bahçe-bitki manyakları ablaların gözünden kaçmadı. Yavaş yavaş yanaştık birbirimize ve açıldık. Onlara bahçe-bitki manyakları ismini taktığımı söylediğimde onlar da bana bahçenin ve benim umutsuz vaka olduğunu düşündüklerini söylediler. Sonra bana ekmem için pırasa, maydonoz, nane gibi şeyler verdiler.
Geldiğimin ilk haftasında zehirlendim, aynı hafta içinde evin anahtarının henüz işten çıkarılmamış olan Hakan'da olduğunu unutup dışarı çıkınca sokakta kaldım ve yan komşumun arabasıyla anahtar almak için Hakan'ın çalıştığı yere giderken yan komşumun 'Allah'ım bana aklı başında bir komşu ver dedim gele gele sen geldin!' cümlesi üzerine 'daha ne gördün ki sen' dedim içimden :D
Sonra ne oldu? Kaynaştık, öyle kaynaştık ki.. Aramızdan biri bir yere gittiğinde mutlaka arar sorarız. Yan komşum uzun süreli memleketine gittiğinde ev ve arabasının anahtarı başka bir komşumuzdadır. Yemekler dağıtılır. Yan komşum, daha önce benim oturduğum evde oturup bu siteden ev alan abla ve ben gece işine çıkarız. Hadi işe çıkıyoruz derim; elimizde küçük el aletleri kavşaklardan mevsimine göre lale ya da ekili olan hangi çiçek varsa çalar geliriz :)
Hıdırellezde ateş organizasyonu yaptığımda katılım büyüktü. Klasik müzik festivaline vip biçiminde düzenlenmiş minibüsle gittik örneğin bütün site kadınları olarak :) Dışarıdayımdır, eve geldiğimde balkon duvarının üzerinde bir tabak görürüm, içi kek, meyve ya da yemek olan.. Güzel şeyler hissettiriyor insana böyle şeyler..
Sonra o minibüsün sahibi abimizin oğlu Kaan'ın askerlik zamanı geldi. Aile asker yemeği düzenledi. Site tam katılımla yemeği gerçekleştirdik. Kimse birbirine akraba değildi ama o akşam o evde en az kırk kişiydik. Siteye yeni taşındıkları için henüz çok yakın olamadığımız başka bir ailenin çocuğu olan Barış da askere gidecekti aynı akşam. Bir ekip gidip o aileyi de getirdi yemeğe; böylece yakınlaşmış da olduk. Asker uğurlama akşamı da babamla birlikte organize ettiğimiz ama bazı site sakinleriyle oluşturduğumu bütçeyle sürpriz davul zurna getirttik. Çok güzel oldu. Yağmur yağıyordu ve soğuktu ama insanlar o kadar mutlu oldu ki. Önce akşam 6da acemilik için Hatay'a ustalığı için de Silopi'ye gidecek olan Barış'ı, ardından gece 12de acemiliği için İzmir'e, ustalığı için Tekirdağ'a gidecek olan Kaan'ı götürdük yine aynı ekiple terminale. İkisi de çok candan, pırıl pırıl gençler. Bütün askerlerimiz ve onlar gittikleri gibi sağ salim dönsünler..
Bu sabah da 2.5 aydır memleketinde olan yan komşum ablam döndü Fethiye'ye. Gelir gelmez de siteyi yemeğe aldı; istavrit getirmişti Ordu'dan ve hemen yenmesi gerekiyordu. Güzel bir akşam yemeğiydi yine. Komşuma geldiği için ne kadar sevindiğimi göstermek istedim, onu nasıl sevdiğimi, özlediğimi bilsin diye verandasını kısıtlı malzeme ve beceriyle süslemek istedim. Hayatımda ilk kez balon şişirdim. Ben balondan çok korkarım.
Çok ahım şahım olmadı ama malzemem kısıtlıydı. Sonra yemek sırasında şöyle bir diyalog geçti ki bu yazıyı bana yazdıran bu diyalogdur:
Uğur abi: -ablamı karşılama töreni için de yapacağımdan korktuklarından babamla benim davul zurna organizasyonumuza gönderme yaparak- ya düşünsene abi sabahın köründe davul zurna, millet yataklarından fırlıyorlar ne oluyoruz diye.
Ahmet abi: neyseki kapı süsüyle atlattık :)
Yan komşum ablam: bizim mahalleye senin gibi bir deli lazımdı tam oldu.
Şimdi ben ilk gördüğümde aman ben burada yaşayamam dediğim bu sitede komşulukları çok sevdiğim için ev almak istiyorum. Ben burada mutluyum..






27 Aralık 2012 Perşembe

DÖRT GÜNÜN VAR!


Sana inanıyorum, sen varsın. Hiç görmedim seni ama var olduğunu biliyorum. Sana inanmam ya da inanmamam için hiçbir nedenim yokken ben sana inanmayı seçtim. Umarım bu senin gözünde benim için bir artıdır.
Sevimli birisin diye hayal ediyorum seni. Seni kızdırmak istemem ama biraz obezsin ve bu beni üzüyor. Bence artık bir önlem almalısın. Estirdiğin sevinç ve hoşgörü rüzgarını seviyorum; soğukta iyi gidiyor. Ben gelebilme ihtimaline karşın hep evde olur seni beklerim; gelirsin değil mi bu kez?
Senden kendim için istediğim bir şeyler var.
Hakan mı, hayır ona getirmesen de olur. Hatta getirme, boş ver onu. O sana inanmıyor çünkü.
Seni seviyor, sana inanıyor, güveniyor ve seni bekliyorum.


Nemden kışın kurumakta inat eden çamaşırlarım için bu kurutucuyu






Ve bacaklarım için bu şahane bisikleti
getirmeyi unutmazsın değil mi?

Not: sen geleceksin diye bacayı temizlettim Noel babam :)

26 Aralık 2012 Çarşamba

ATEŞİ ÇALDI, BENİ YAKTI

Gülen: düşünüyorum.
Hakan: aferin.
Gülen: Ne düşündüğümü sormuyorsun?
Hakan: Sormuyorum.
Gülen: merak etmiyor musun?
Hakan: etmiyorum, edeyim mi?
Gülen: düşün bakalım, ne düşünüyorum? Hakan: GRRRR

Hakan benim Maraş kaplanım. İzmir'de yaşamış ama aslında ataları Kafkasya'dan Kahramanmaraş'a bir şekilde gelip yerleşmiş bir Lezginka-Çeçen O. Yalan, dolan bilmez. Benim pembeden kırmızıya doğru yol almak üzere olan üçkağıtlarıma alışması biraz zaman aldı; ilk zamanlar senaryolar yazardım; hani ilgiyle beni dinliyor ya, gerçekmiş gibi olan şeyler anlatıyorum doğaçlama, plansız, o an gelişen ama iş öyle bir hale geliyor ki benim düş gücüm bile tıkanıyor. İşin içinden çıkamadığım bir noktada öyle absürd bir şey söylüyorum ki 'yalan söylüyorsun' diyor :) Ben bu küçük oyunlarımızı çok severken bir süre sonra artık Hakan doğru olanlara bile inanmamaya başladı. Anlatıyorum; yüzüme bak diyor. Yüzüne baktığımda gözüm kayıp yüzüm gülüple gülmemek arasında bir şapşallıktaysa 'hadi ordan' diyor. Bir keresinde bir inşaattan sırtıma küçük taşlar düşmüştü de anlattığımda inanmamış anca sırtımdaki morlukları görünce ikna olmuştu doğru olduğuna. Yalancı biri değilim sadece uyduruk hikayeler anlatıp sonra bunun anlaşılmasını sağlıyorum. Bu bir oyun ve ben bu oyunu çok seviyorum Aslında konuya girmeyi geciktirme çabalarım bunlar benim çünkü hayatımın gerçek anlamda bir kaosa döndüğü zamanları hatırlayıp yine üzüleceğim oysa benim üzülmeye engelim var. Ben yeni duruma alışmaya, hayatımızı buna göre düzenlemeye çalışmaya harcamalıyım enerjimi. Hakan hasta. Daha önceden ucundan söz etmiş ama jet hızıyla ayrılmıştım o cümlenin sonuna koyduğum noktadan. Hakan bir myotomi distrofi hastası. Bu hastalık etiyolojisi bilinmeyen, tedavisi olmayan ender görülen ve sadece erkekleri hedef alan genetik bir kas hastalığı. Askerliğini yedek subay olarak yaparken tanı almış. Bir süredir bazı aktiviteleri yerine getirmekte zorlanıyor; şişe kapağı açmak, ayakkabısını bağlarken denge kaybı, anahtarla kapı açmak gibi gibi basit işler bunlar. Benim romatoloji kontrollerim için Antalya Eğitim Araştırma Hastanesine gittiğimizde işlerimizin bittiği son gün rastlantı sonucu önünden geçerken gördük Kas Hastalıkları Merkezi'ni. Sonraki ay için randevu aldık ve iki ay o merkezden çıkamadık. Aslında biz Hakan'ın yaşam kalitesinin biraz iyileşebilmesi umuduyla belki bir ilaç derdindeydik, öyle olmadı. Randevu alma derdi olmadan kas hastalıkları merkezi hemşiresinin masasındaki barkod makinesi sayesinde ilk iki gün sekiz bölüm gezdik, gittiğimiz her doktor bizi bekliyor oluyordu. Şaşkınlığım yerini derin bir üzüntüye bırakmakta gecikmedi. Düşündükçe Hakan'ın daha önce hep kaza olarak değerlendirdiğimiz her iki ayak baş parmak kırık ve çatlakları, şakalaşırken ihalenin bana kaldığı sol el yüzük parmağının çatlaması ve en son geçen eylül ayında sol köprücük kemiği kırılma nedeninin aslında kaslarını gerektiği gibi kullanamamasından kaynaklandığını anlamaya başladım :( ve çok üzüldüm :( Yine üzüldüm, yine çok üzüldüm :( Fizyoterapist muayenesi sırasında göz kapaklarım ağlamaktan şişmiş yüzüm kıpkırmızıydı çünkü bir önceki nörolog muayenesi sırasında akmaya başlayan göz yaşlarımı durdurmayı bir türlü başaramamıştım. Hakan doktorun isteği üzerine çömeliyor ama kalkarken dengesini kaybediyordu :( Yine anlamlandırmaya başlamıştım; Hakan ayakkabısını bağlarken de dengesini kaybediyordu; o sahnede aklıma kazınmış, demek bundanmış diye doktorun konsantrasyon ve sinirini bozmamak için sessizce döktüğüm göz yaşlarım boynumdan aşağı akıp penyemi ıslatmıştı. Fizyoterapist yine de içimi rahatlatan bir şeyler söyledi. 'Alt extremeteler mükemmele yakın ama üst extremeteler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.' Göğüs hastalıkları uzmanına Hakan'ın itirazlarına karşın uyku apnesi olduğunu söylediğimde iş büyüdü. Daha önce anlattığım testlerden geçtikten sonra şu an o cihazla rahat uyuyup rahat ve zinde uyanıyor. Muayene işlemleri sürerken hastanenin sosyal hizmetler uzmanı ile de görüştürüldük. Hiç aklımızda yokken sosyal hizmetler uzmanının yönlendirmesi üzerine Hakan engelli raporu almak için heyete girdi. O günleri hatırlamak bile istemiyorum. Hakan dimdik ayakta ama ben perişan. Bıraktım kendimi, saldım. Ben onu sakinleştireceğime o beni sakinleştirmeye çalışıyor, boy farkımızdan dolayı başım tam onun göğsüne denk geliyor. Başımı göğsüne bastırıp 'sakin ol, yapma böyle bebeğim, bak yaşıyorum, daha kötüsünü düşün' diye saçlarımı okşuyor. Sessiz sessiz sürdürüyorum ağlamamı. Hakan'ın hasta olduğunu biliyordum ama bu kadar gerçek bir şeyle yüzleşmek ben derinden üzüyor. Yerlerde sürünüyorum şimdi. Allah'tan bize destek olan fındığım ve onun canı eşi, benim can kankam Ufuk vardı yanımızda. Bu muayeneler sırasında telefonumu kapattığım bir gün bize ulaşamayan fındığım koştur koştur hastaneye gelmiş ve bizi bahçede ben Hakan'ın kalbinde ağlarken bulmuştu. Ben fındığın hakkını asla ödeyemem. Kurul kapısının önünde bekleşirken gördüğüm manzara korkunç. 10-11 yaşlarında çocuklar anne babalarının kucaklarında. Vücutlarının hiçbir uvzunu gerektiği gibi kullanamayan çocuklar bunlar. Arkamızdaki bankta çok güzel bir kız oturuyor; sol kolu omuzundan yok :( Yaşlı teyze ve bakımsız amcalar :( Hakan için değil bu kez gördüğüm bu manzara karşısında ağlıyorum. Unuttum kendimizi. Yaşadığım tam bir travma. Hakan için susup onlar için ağlıyorum. Bütün bunlar olurken aklıma hiç isyan etmek gelmiyor, şükretmeyi biliyorum ama ağlıyorum işte; üzüntüden ağlıyorum, isyandan değil. Sıra Hakan'a geliyor, giriyor odaya. Bir süre sonra da çıkıyor. Bir kaç gün sonra verecekler raporu. O bir kaç gün sonra geliyor ve biz sonuç almaya gidiyoruz. benim ayaklarım geri geri gidiyor. Elimizde bir rapor olması durumun onaylanması demek ve ben buna hiç hazır değilim. Saklanmak istiyorum. Başımı gövdeme sokmak istiyorum. Raporu alıyoruz, daha önce böyle bir rapor görmemişiz. Hakan bakıyor ilk önce; ben hala hazır değilim. Bir % işareti arıyor gözleri ama o kadar küçük yazılmış ki göremiyor. Sonra bana veriyor. En alt sıralarda bir yerde engelli raporu almak için %40 yeterken %58 rakamını görüp yine başlıyorum ağlamaya :( Sarılıp Hakan'a ağlıyorum, soğukkanlı değilim. Olmak istemiyorum. Kırmak, dökmek, duvarlara parmaklarımı patlatana kadar yumruk atmak istiyorum. Hakan beni sakinleştirmeyi bir daha bir daha deniyor ve sonunda başarıyor. Ne yazık ki benim ilk tepkilerim sonradan güç zırhlarımı takacağım halimden bin ışık yılı uzak. Artık Hakan'a iş aramıyoruz. Bu rapor meselesi olmadan önce sezon başında Hakan iş ilanlarına bakarken geçen sezonda köprücük kemiğini kırmasının da etkisiyle sanki biliyomuşum gibi 'iş miş bakma, istemiyorum çalışma' demiştim. Eksik kalsın, Hakan iyi olsun, kendini iyi, rahat ve mutlu hissetsin de gerisi önemli değil. Hastayım ona, arada 'hastayım len sana' dediğimde 'hastalıklı bir ilişki istemiyorum ben' diyor. Kopuyorum gülmekten :D Bana gelince Onunla birlikte daha çok zaman geçirmek istiyorum. Onun ilgilendiği başka bir şey varsa ve o şey benim ilgimi çekmiyorsa girebiliyorum internete. Ne yazı yazabiliyorum bu durumda ne blog okuyabiliyorum. Hakan şu an star tv'de watcmen diye bir film izliyor ki hiç haz etmedim :) Kurban bayram arefesinden bir gün önce İzmir'e gidip bir ay sonra döndük. Güzeldi, Hakan'ın annesi annemizle ortak noktalarda buluşmayı başarabildik. Hakan çok mutlu oldu, beni mutsuz eden hiçbir şey olmadığı için ben de Hakan ve annemiz mutlu diye üç kez mutlu oldum. Hastalandım İzmir'de. Annemiz baktı bana, ayağıma bitki çayları ve yemeğimi getirdi, Allah razı olsun. Üstümü örtüp saçımdan öptü. Her şey yoluna girdi ve böyle olmasına katkıda bulunmak beni ayrıca sevindirdi. Bundan sonra bir ayağımız İzmir'de. Döktüm içimi, rahatladım. Seviyorum sizi.. Prometheus; Hakan'ı internette bu nickle tanımıştım. Prometheus ateşi çalan adam.. Ben neden satır başı yapamıyorum bilmiyorum :( Dümdüz bir yazı oldu bu :( Hastane zamanlarımızda beni hiç yalnız bırakmayan Nalan ablam, kardeşi önce Canan sonra Canan; her zaman Canan, Çınar'ım; Gülden'im, Marifetli perim Ali abim, Banu'ma sonsuz teşekkürler. O günleri silik hatırlamaya çalışıyorum, unuttuğum varsa özür diliyorum.. Son cümle; ağrılar beni terk etti; bu olabilir mi, bir ilaç hemen bu kadar çabuk etki edebilir mi? Şoktayım. Ağrısız olmayı o kadar unutmuşum ki şoktayım.. Artık yavaştan yorumlara yanıt verebilmeye başladım. Yanıt veremediğim zamanlar ne olur kusuruma bakmayın. İlgilenmediğim için değil, bilin ki elimde olmayan malum nedenlerle yapamıyorumdur bu işi.

25 Aralık 2012 Salı

BEN BANA HASTAYIM.

Hastayım kendime. Ay kimse kusura bakmasın, hiç alçak gönüllü olasım yok. Ben nasıl bir kişiyim, nasıl baş edebiliyorum işte bunu bilmiyorum ama bu konuda özel biri olduğumudan artık eminim. Başka da bir numaram yok zaten :) Özelim ben, özelim özelim ve bugün bir başka mutluyum :) Bir seneyi geçti. Mevsimsel bir şey mi diye düşündüm ama ilgisi yok. Geçen ramazan ayında Defdef'lerde iken bir krizim tutmuştu ki öyle böyle değil. Bacağım ağrıdan Kuğu Gölü balerinleri gibi geriye doğru kıvrıldı, açabilene helal olsun. İki ayrı doktor ziyaretim sonrasında aldığım ilaçlar kesinlikle işime yaramadığı gibi birinin prospektüsünde lupus hastaları kullanamaz yazıyordu. İlaçları eczaneye ihtiyacı olan birilerine verilmesi umuduyla iade etmeyi uygun buldum. O ataktan önce aynısına benzer bir atak daha geçirmiştim ki canım fındığımın bizde olduğu zamana denk düşer; sanki kızcağız teee Antalya'lardan benimle hastaneye gitmek için gelmiş gibi gözyaşlarım, fındığım, Hakan ve ben bir takım olarak hastaneye gitmiş ve filmsiz, mrsız sadece bir ilaçla dönmüştük eve. Bir süre o ilacı kullanmış ama yirmiüç senedir ilaç kullanan bir insanın ilaç nefretinden kaynaklanan bir durumla yalnızca ağrı geçiren bu ilacı ilk ve son kutu olarak kullanıp bırakmıştım çünkü ilaç geçici bir çözümdü ve ben hastalık deneyimlerimden kaynaklanan haklı nedenlerden dolayı geçici çözümü reddedip bir tanı ya da benzer bir şey duymak istiyordum. İlaçlar ama çoğunlukla da ağrı kesiciler aslında bir süreliğine sizi rahatlattıkları için sinsice hastalığın ilerlemesine neden bile olabilirler. Dolayısıyla ağrı kesici içmek çok ender baş vurduğum bir durumdur. Antalya kontrollerim sırasında doktoruma kalçamdan dizimin arkasına kadar, bazen de ön bacakta yangılı, incecik, sinir bozucu, ağrıdan bacağımın geriye kıvrıldığı bu ağrıdan söz etmiştim. Doktorum da mr istemişti ama biz mrı çektirip raporunu alamadan Fethiye'ye dönmek zorunda kalmıştık. Mr çekim öncesi Fethiye'den geldiğimizi söylediğim ve hatalı çekim olursa arasalar da beni bulamayacaklarını esprili biçimde anlattığım teknisyen çekim sonrası fazladan iki poz daha çektiğini ve görünen bir aksilik olmadığını söylediği için raporu almayı bir sonraki kontrolde alırım diye çok da önemsememiştim; teknisyenin ifadesi bile beni rahatlatmaya yetmişti çünkü aklıma gelen başka şeyler vardı; streoid kullanımı nedeniyle oluşabilecek kemik erimesi, skelodermanın bacağıma da yerleşmesi, vs vs. Ama bu ağrılar artık yerleşik ve canı nereyi isterse orayı daha çok acıtır hale geldiğiden beri derdime derman olabilecek bir doktor arayışı içindeydim; burnumun dibindeymiş oysa. Fethiye Devlet Hastanesi fizik tedavi uzmanlarından Pınar Durukan. Bugün ön hikayede sle ve skeloderma öncelikli olarak sıkıntımı anlattım. Sonra da ağrıyı. Ağrı nasıl anlatılır çok iyi bilirim; üstüme hikayeci tanımam :D Doktor kemik dansitometresi ve bel, kalça filmlerine ek olarak en son beş ay önce yaptırdığım tam kan tahlillerini istedi ve biz inanılmaz biçimde -ki bu büyük şehirde en az iki günümüzü alır- bütün istenilenleri yerine getirip üzerine bir de doktorla sonuçları konuşabildik. Ve şimdi iyi haber; yaşasın! Belimde kireçlenme varmış. Ne kadar sevindiğimi hemen hemen aynı şeyleri yaşadığımız Milena tahmin edebilir sadece. Skeloderma ya da kemik erimesinden başka bir korkum daha vardı, o da kalça kemiği nekrozu; en iyi ihtimal olarak bunu düşünüyordum. Bu bile iyi bir ihtimaldi benim için ama kemik dansitometresi kullandığım o kadar streoide karşın mükemmele yakın, doktorun söylemiyle kalça kemiklerim 'pırıl pırıl, tertemiz'miş (aynen böyle söyledi) Sevgili doktor bir de filmleri bana göstererek söyledi bunları ve sanki anlıyormuşum gibi ben de baktım :) Aslında bir çeşit film uzmanı sayılabilirim ama tvbu daki filmleri bilirim ben. Ha şöyle de bir durum var; çektirdikleri filmlerini bankodan alıp da zarfından çıkarıp filmi havaya kaldırıp bakmayan tek insan evladı görmedim ben bugüne kadar. Abim, ablam madem filmden anlyorsun ve bakıyorsun da sonra neden doktor kapısında filmi göstermek için bekliyorsun; baktın ya az önce :) Kireçlenme sağlam durumdaki kalça kemiğime baskı yaptığı için çekiyormuşum o ağrıları, kalça kemiklerimin hiç suçu günahı yokmuş. Belimdeki kireçlenme Calgon içsem geçer miydi acaba :P Doktor filmleri gördükten sonra bu kadar iyi durumdaki kalça kemikleriyle o baskının acısına dayanmanın zor olduğunu söyledi. Tabii ben havalandım, sekreterler bana bir kahramanmışım gibi baktılar :) (ciddiyim) Bir daha anladım ki ben acayip biriyim :P Yalnız bu kez kan alımım bir felaketti, tam bir katliamdan söz ediyorum burada. Üç tüp kan için yine ilk damar yolu denemesi başarısız oldu ki öğrenci kız damarımı bulamayacağını anladığında hemşireye yönlendirdiği halde. Bu kadar yıllık hastane maceramda ilk kez kan alımı bu kadar canımı acıttı. O iğne ucunun zorlukla bulunan incecik bir damar içinde oynatılarak yapmaya çalıştığı yolculuk hiç bu kadar acımamıştı. Ciddi ciddi kalbim acıdı. Skelodermalı sağ kolumu bu işlemden sakınıyorum hep ama bu kez sol kolumda güç bela bulunan damardan oynatılan iğne ucuna karşın kan gelmediğinden mecburen sağ kolumu açtım hemşireye. Turnikenin bağlandığı yer tam da skeloderma lezyonunun olduğu yer. Düşünün artık diyeceğim ama demiyorum :P Sedimantasyon sonucu çok önemlidir bizim için. Neyse ki sonuç normal sınırların çok az üzerinde çıktı; ki şükürler olsun, ondan da yırttım. Sonuç olarak çok sersemleteceği için sabah ve akşam yarımşar içeceğim bir ilaç, bir ağrı kesici ve kokusundan nefret ettiğim bir vitaminle döndüm eve. Çok zeki olduğum için de :P yarımşar içeceğim ilacı kırtıklı yerinden kırarak boş efervesan bir ilaç kutusuna koyup üzerine de ilaç kutusundan kestiğim ilaç ismini yapıştırdım çünkü yarımını böldüğüm ilaç biliyorum ki filminden sıyırdığım folyonun kenarından düşüp yabana gidecek. Yemekten sonra hevesle ilaçlarımı içtim. Aman canım ne kadar sersemletebilir dediğim ilaç beni Yalan Dünya'yı izlerken epey bir sersemletmiş olacak ki Hakan'cığım beni Kanıt başladığında uyandırdı. Uyandığımda artık nasıl kafam güzelse ertesi gün oldu sanmışım :) Ben zamanında bir abajur yapmıştım. Beceri değil ama kesinlikle sabır gerektiren bir proje idi. Hakan gece çalışıyordu ve ben tek başıma korkuyordum. Geceleri ben korkarım. Sabaha kadar küresel ısınmaya ihanet evin bütün ışıkları açık onun gelmesini beklerken biraz kitap okur sonra başladığıma pişman olduğum projeyi bitirmek için sabır dileyerek başlardım mesaiye. Başka bir işle uğraşmaksızın yaklaşık bir ayıma mal oldu bu sinir bozucu iş. Evde ne için büyük olasılıkla Fırat modeli ben bunla bir şey yaparım diye alındığı ama ne yapılacağı muamma bal rengi, bordo, turuncu ve yeşil kum boncukların takı malzemesi olarak kullanılan küçük halkalara geçirildikten sonra o halkaların birbirine eklenmesi ile oluşturuldu bu abajur. Boyları eşit olmasın diye gelişigüzel uzunlukta bıraktım, bitişi de pulla yaptım. Bilmem kaç bin tane boncuk ve halka kullandım bu iş için. O dönem aklımı kaçırmış olmalıyım ki benzer bir çalışmam daha olmuştu ama pişmanım; bir daha yapar mıyım; milyar verseler yanıtım değişmez HAYIR! Bittikten sonra kendisine arkadaş dediğim bir kişi bana da yap dediğinde gözüm dönüp arkadaşımın gözünü oyasım geldi, o derecede yani! Sonuç mu; neyse ki sonuç iyi :) Sabrıma hayran kaldığım ve kullanmaktan mutlu olduğum ve ben yaptım diye gösterdiğim iki parça abajurum var benim; artık sırtım yere gelmez:P Sadece akşamları kitap okurken kullandığımız için sarfiyatsız ampüllerden kullanıyoruz çünkü boncukların duvar ve tavanda yarattığı hareli görsellik beni mutlu ediyor. Sağlıklı, mutlu, aydınlık günler diliyorum arkadaşlarıma ve nasıl olacaksa güzel ülkeme.. Bu aralar haber izlerken bir keresinde tansiyonum yükselip burnum kanayınca fren yapmaya mecbur kaldım :( Ülke gündeminden bir süre bihaber yaşamayı deniyorum. Görüşürüz..

21 Aralık 2012 Cuma

KIYAMET KOPACAKMIŞ; KOPMA KIYAMET! DÖNSÜN DÜNYAM, DURMASIN DÖNSÜN!

Buralara da kış geldi ve her yer çok ıslak. Güneşi gördüğümde mutlu oluyorum ama bu demek değil ki güneşsiz havaları sevmiyorum. Hayır seviyorum. Böyle havalarda evde olmayı seviyorum. Adına hobi dediğim deli meşgalerle uğraşmak beni mutlu ediyor. Kapalı havada uyanık tutuyor beni. Ara ara bisikletle çıkmak iyi olurdu ama bisikletim en son gittiğimizde tamircimize bile 'lütfen artık yeni bir bisiklet alın' dedirtecek kadar iflah olmaz biçimde zıvanadan çıktı. Sezon bitmişken ve yeni sezon gelmeden bisikletlerimizi yenilemek zorundayız. Bu kez ikinci el bisiklet almayı kesinlikle düşünmüyorum çünkü canımı emanet ettiğim makinenin buna değer olması gerekiyor. En son bindiğimde henüz hız kazanmamışken sol pedalın yerinden çıkması bu kararı almamda etkili oldu. Hızlı olsaydım ki çok hızlı biniyorum ciddi sonuçlanabilecek bir kazaya neden olabilirdim. Yürümeyi hiç sevmediğim için reddettiğimden dolayı NoVel baba kişisi kapımıza birer bisiklet bırakmazsa finansal sorunu çözüp bisikletlerimizi yenileyene kadar herhangi bir neden olmazsa kış boyu evdeyiz ama sıkıntı yok. Ben evimi, evde olmayı çok seviyorum. Sürekli yapacağım bir şeyler olduğundan da hiç sıkılmıyorum. Yerden aydınlatmaları severim, abajurları da öyle. Kendim yaptıysam daha çok severim. Sürekli bir kımıl halindeyim sanırım sanki sorunların üstesinden böyle geleceğimi düşündüğümden. İçgüdüsel olduğundan eminim. Bu dünya aslında bir gazetenin promosyonu. Eksenini çıkarıp küçük lamba (ampul değil akepe geliyor aklıma) takabileceğim atıl bir abajur aksamına yerleştirdim. Tek çekincem yerkürenin lambadan ısınacak olmasaydı ki ısınmadı. Gerçi tek derdimiz evimizi aydınlatmada kullandığımız kürenin ısınması olsaydı keşke; koskoca küresel ısınmaya çareler üretmeye çalışmaktan iyiydi. Bugün kıyamet kopacakmış. Kaçta kopacak diye bir sorayım dedim. Hiç kimse bir diğeriyle aynı saati tutturamadı. Kıyamet kopmazsa yarın Hakan'la babam pazara gidecek. Ben pazara gitmeyi sevmiyorum; ha mecbur kalırsam pazarın en ucunda ne varsa alıp kaçarcasına terk ederim pazar yerini. Yarın onlar evde değilken kopmasın kıyamet; ÇOK KORKARIM BEN :D Haydi iyi kıyametler :)
Hakan'ın fikriyle içine yılbaşı ışığımızı da koyduk, denedik çok şükür :P

20 Aralık 2012 Perşembe

PERİŞAN HOBİ ODASI; ÖNCE/SONRA

Bir iş yaparken hiç düzenli değilimdir, plansız çalışırım ve çok zaman da o an gerekli olan malzemeyi ararken yorarım kendimi. İş bitmeden hatta o iş yolunu yarılamadan ben perte çıkmış burnundan soluya soluya terk ederim arkamda iflah olmaz bir dağınıklık bırakmış olarak. Bir işe başlamışken aklıma o an gelen başka bir şeye atlarım sanki yarım bıraktığım işe hiç başlamamış gibi. Bu bana o kadar doğal gelirdi ki Hakan'ın uyarılarıyla biraz biraz başladığım işi bitirmeyi deniyorum artık. İğnelerimi kaybederim ama neyse ki yaz kış terlik giyme giydirilme alışkanlığımız var. Bazen bir işe heveslenirim ama elimde olmayan dağınıklık enerjimi ta başından tüketir. Arkamdan güçlü bir el beni odaya ittirmeye çalışırken ben gövdemle fren yaparken bulurum kendimi. Gurur duyulacak bir durum değil ama sadece hobi konusunda değil hayatım boyunca yaptığım hiçbir işte düzenli çalışıyor olmayı hayatıma dahil edemedim asla, bu konuda çok ciddi sıkıntılarım oldu. Hobi/dikiş odamı toplamaya, bir düzene sokmaya daha da karar vermezdim aslında ta ki Hakan'cığımın çay kupasından ağzına doğru yol almakta olan yeşil aplike ipini görene kadar; Allah'tan ucunda iğne olmayan serseri bir ipti bu arkadaş. Önce olaya bilimsel bir hava katarak istatistikel bir çalışmayla parça kumaşları yayıp benzer olanları olmayanlardan ayırarak başladım işe. Bu işe neredeyse bir mesai günü harcadım, oysa içlerinde çok da işe yarar şeyler yoktu ama çöpçülük var ya serde, Nalan ablamla yemiş içmişliğimiz var ya. Arkasından daha büyük parçaları istifledim. Çok yoruldum, keşke daha önce yapsaydım dedim iş bitince ama sanırım bu, oradan oraya taşınırken kendime ait doğru düzgün bir hobi/dikiş odası oluşturamadığımdan ertelenmiş bir durumdu. Bu arada on güne kadar taşınmazsak Hakan'la ilk kez yeni yıla ikinci sene aynı evde girmiş olacağız; bizim için ayrı bir kutlama nedenidir bu taşınmama konusu. Neyse topladım her şeyleri, Fırat misali 'ay ben bundan bir şey yaparım' diye diye biriktirdiğim ve gerçekten bir şeyler yapılabilecek şeyleri Hakan'ın elinden 'ay ben bundan bir şey yaparım' naralarıyla kurtararak ayrı bir yere koydum. Yaparım ben onlardan bir şey. İyi oldu bence ama önemli olan aynı gibi kalmasını sağlamak, ya da daha az dağıtarak başlayabilirim düzenli çalışmaya. Facebook'taki fındığımla yaptığımız yorum ve konuşmalardan sonra bu bir etkinliğe dönüştü. Hobi odanızın ya da hobi yaparken her nereyi kullanıyorsanız derlenip toplanmadan çekilmiş fotoğrafları. Bir de amacımız var elbette. 30 aralık fotoğraf göndermek için son tarih, aklınızda bulunsun. Şimdi bu kadar dağınık çalışıyorum da ortaya ne çıkıyor sorusu var değil mi. O da yavaş yavaş artık. Bu akşamlık bu kadar çünkü öğle saatlerinde olan bir olay sonrasında hala canım sıkkın, moralim bozuk. Görüşürüz :)
Dikiş makinesi babamın dedesinden kalma. Uzun bir hikayesi var. sonra anlatırım.
Alttaki dolap atıl durumdaki bir gardrobun iki kapısından ara duvarlarına bölme çakılarak Hakan ve kuzenim Orkun tarafından imal edildi. Tekerlekleri de var. Alt dolabın iç kısmına elime damladığında elimi yara yapacak kadar güçlü bir yapıştırıcıyla korniş yapıştırdım, tülü de uydurdum. Oda tüllerim de aynı kumaştan olduğu için Kızılay mı dağıttı diyecek olanlara yanıtım: hayır, biz kendimiz aldık olacak.
Gardrobu sonuna kadar sömürdük ve kendime bir de uzun dikiş masası uydurdum..

19 Aralık 2012 Çarşamba

EYVAH BASILDIK!

Siz aslanların az gördüğünü biliyor musunuz, aslanların zebraları avlanma pozisyonlarını algılamada zorlandıkları için çizgilerinden dolayı sinir bozucu bulduklarını, gergedanların dört senede bir çiftleştiklerini ve gebeliklerinin onaltı ay sürdüğünü, Romanya'da kötü muameleye maruz kaldıkları için yavru aslanlar Serena ve kardeşi Merena'nın Afrika'ya getirildiklerinde bakıcılarından ayrılırken ağladıklarını, iyi niyetli olduğunuzu anlamak için gelen bir filin karşısında hiç kıpırdamamanız gerektiğini ve filin sizin niyetinizin kötü olmadığını anladığında arkasını dönüp giderken kesinlikle arkasından gitmemeniz gerektiğini, devasa vatozların planktonlarla beslendiği için -ki deniz suyunu süzerek yapıyor bunu- küçük balıklar için tehlike arz etmediğini ve daha bir çok hayvan alemi bilgisini. Bunları biliyor musunuz? Biz biliyoruz çünkü biz sabaha kadar, evet sabah 5e kadar en sevdiğimiz diziyi izlediğimiz gibi Animal Planet izliyoruz. E sonra öğleden sonra uyan, daha doğrusu uyanama. Arayanlara da heyecanlı heyecanlı hayvanlar alemini anlat, şaşırarak inanamayarak. Örneğin yaşlı bir insanın sepetinden çaldıkları odun kömürü kemirmek geviş getiren bir maymun ailesinin gaz sorunundan kurtulmak için yaşayarak öğrendiği bir şey, anneler çocuklarına öğretiyor. Başka bir maymun ailesinde meme ucu olmayan bir lohusa maymunun yavrusunun beslenemediği için öleceğini bilmesi ve diğer maymunların gelip onu sırtını okşayarak teselli etmesi inanılır gibi değil. Gel de yat, en heyecanlı yerinde bırak gel de yat. Yapılacak işler birikiyor, neredeyse akşam yemeği hazırlama saatinde uyanıldığı için başka hiçbir işe enerji ve zaman harcayamadan yaklaşık bir aydır böyle yaşıyoruz biz. Bir de fiziksel yorgunluklarımızın ruh yorgunluklarıyla bir olup üstümüze çökmesi durumu var ki o da hala anlatılacaklardan.. Sağ bacağımda da Antalya'da mr istenecek kadar bir ağrı çekiyorum yine bugünlerde. Geçen kış fındığım geldiğinde de vardı bu ağrı. Ağlamıştım acıdan. Fındığım çok üzülmüştü hatta. İşin kötüsü mr'da bir şey çıkmadı. Nedeni belli olmayan bir ağrıyla karşı karşıyayız. Sonra ne oldu? Basıldım evet evet biz basıldık . Öğlen saatlerinde kapı çalar. Biz geceden tv açık salonda uyuyakalırız. Babam kapıyı açar. Hayalden bir ses duyarım; komşulardan birinin sesi değil bu. Tanıdığım bir ses ama buralardan değil. Eyvah! Kalkıp kapıya giderim üzerimde çamaşır suyunun dalga dalga beyazlattığı uzun kollu penye; dedim ya uyuyakalmışız öylece salonda, üzerimizde battaniyeler. AAAA Nilgün buuu!! 2007'den beri tanıştığımız zaman zaman telefonlaştığımız, buralardan yorumlaştığımız, bana hediyeler gönderen çok sevdiğim, cana akın, fedakar ve sempatik Nilgün'üm ve yanında tatlı arkadaşı İpek'im. Şaşkınım çok şaşkınım çünkü bir gün önce benden kargo göndereceğini söyleyerek adres istiyor fb'da. Ben de veriyorum. Sonra yine facebookta Fethiye'de olanlar adreslerini versinler yazıyor. Soruyorum hayırdır diye. Bir zaman sonra geleceğini söylüyor şimdiden adres hazırlığı yapıyormuş :) Yedim :) Bu mevsimde beklemiyorum çünkü onu. Ertesi gün kapıda gördüğümde bile o adres istemelerden dolayı zaten burada olduğunu hiç tahmin edemediğimi fark ediyorum. Hemen içeri davet ediyorum ama ev göçük altında kalmış gibi :) Sabahlara kadar hayvanlar aleminin gizemini çözmenin bir bedeli olmalı; ben o bedeli o an ödedim. Evde fare olsa yavrusunu arasa kesin bulamaz modelinde, Allah'tan faremiz yok. Evin genel durumu; akşam tv karşısında 'bundan bir şey yaparım ki' ben deyip başka yaptığım işlerden artan akibetleri belirsiz zavallı kumaş parçaları, battaniyeler; tek bir odayı ısıtabildikleri için aynı odada aynı zamanda uyuyan insan profili, ayaklarım çok üşüyor diye tezgah önüne uyduruk iş modellerimden ördüğüm penye yolluktan kalma ipler vs. Önce utandım ama sonradan komşunun komşuya kahve içmeye gitmeden önce aradığı ilişkiler gibi bir şey değilmiş bizim arkadaşlığımız diye çok mutlu oldum ki. Sadece çay içmeye zamanları olduğundan kısa kaldılar. Benim için güzel geçirilmiş bir zamandı, bu sürprizi hiç unutmayacağım. Hep sevgi, mutluluk ve önemsenmişlikle hatırlayacağım. Soba da tüttü mü sana :( Onları uğurladıktan sonra ben eve bir girişirim :) Kendimi kaybetmişim :D Bana böyle bir ders gerekiyormuş hayvanlar alemine doğru çıktığım derin yolculuktan dönmem için ama ne oldu? Ben o yorgunlukla yine sabaha kadar Animal Planet'teydim :D Pazar günü dönecek olan Nilgün ve İpek'im vedaya geldiklerinde İpek'im 'a sen temizlik mi yaptın?' dedi. Evet yaptım, sizin için yaptım :D Ne yazık ki sadece Türk kahvesi içimi kadar zamanımız vardı ama Türk kahvemiz yoktu :D Ben de değirmenle tane kahve çektim :) Az zamanda beni bu kadar mutlu eden candan can arkadaşlarım Nilgün'üm ve İpek'im sizleri çok seviyorum. Evime gelmeniz beni çok mutlu etti ama bu gerçekten olmadı, bir daha bekliyorum ama bu kez haber verin :P ya da en iyisi biz tivibu aboneliğimizi kapatalım :) Çok özenli, cici hediyer için sonsuz teşekkür ediyorum. Kıyamam ben onları kullanmaya, kitabı okurum ama :) Görüşürüz :)

14 Aralık 2012 Cuma

Yastıkaltı Yatırıma Enteresan İletişim




Teknoloji aldı başını yürüdü. Neredeyse tüm alışkanlıklar değişirken yastıkaltı yatırım da tarih olma noktasında. Yastıkaltı yatırım konusunda yıllardır çalışan işin kahramanları yastıklar da sonunda halka seslenmeye karar verdiler.

Onların bakış açısından yastıkaltı birikimin zorluklarını, zahmetlerini dinledikçe stres yönetimindeki yeteneklerini takdir edecek, birikim güvencesiyle ilgili kaygılarına siz de hak vereceksiniz. Yastıkların bile `Yeter artık` dediği yastıkaltı yatırıma güvenli ve kazançlı bir alternatif olarak, neyse ki Garanti hep hizmetinizde.

Yastık altındaki altını ekonomiye kazandırmak amacıyla fiziki altınları mevduat olarak alan Garanti, 98 şubesiyle “Altın Salısı” hizmeti veriyor. Takı ve altınların değeri, altın eksperleri tarafından hesaplanıp Altın Hesabı’na yatırılıyor. Böylece altın birikimleri çalınma korkusu olmadan garantiye alınıyor.

NET Hesap ise farklı birikim hedefi olan müşterilere vade sonunda elde edilecek net kazancı ilk günden bildiriyor. Birbirinden farklı 4 hesap sayesinde müşteriler hem biriktirme alışkanlığı kazanıyor hem de vade sonundaki getirisini hesap açılışında garantiliyor.

Garanti'nin birikim ihtiyaçlarınız için en uygun çözüm önerileriyle ilgili daha detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz, yorumlar #yastıkaltıyatırım hashtag'inde.

Bir bumads advertorial içeriğidir.

13 Aralık 2012 Perşembe

AMAN O DUYMASIN!

Defdef:

Muhtemelen böyleydik onunla ve daha sonra da böyle :) Ben önce yerleşip sonra gelendim. Sokakta birimizin kafasına bir taş atar mahalleden bir çocuk; diğerimizin kafasına oturduğu duvarın dibinde yukarıdan bir taş düşer. Aynı anda kafaları yarılıp birbirimizi teselli ede ede eve giden ikiz bebelerdik biz. Bir taneden iki tane. O ben olmayan, bense o olmayan. İsmimizi yanlış söyleyenlere kendimizi böyle anlatır hangimizin hangimiz olduğunu ayırmak isteyenlerin kafasını daha çok karıştırırdık. Çok yaramaz, içlerinin bilinmez bir yerlerdinde kurt kaynatanlardık.
Erdim'in üç yaşındayken sorduğu üzere 'yoksa ikiz miydik biz?' Evet. Kardeşinin hayatından daha az önemli olmayan hayatlar süreriz biz ikizler. Birbiri için endişelenmek kardeşlerin, aile bireylerinin doğasında var ama emin olmamakla birlikte ikizlerinki gibi olmadığını sanıyorum. Tam bilebilmem mümkün değil çünkü ben ikiz olmayan kardeşliği erkek kardeşimle olan kardeşliğimden biliyorum. İtiraf etmeliyim ki ikiz olmak bir aile içinde ikinci bir aile olmak gibi bir şey. Yanlış olduğunu düşündüğün bir şeyi yapmaması için onu engellemeye çalıştığında gözünü oyma isteğinden başka hislerimiz de var bizim. Birimizin başına gelen iyi bir şeye kendi başına gelmiş gibi sevinmek; hatta daha fazlası belki.
Ben hastalığa yakalandığımda çok üzülen canım annemi 'hiç değilse kardeşime bir şey olmadı, bak o iyi' diye teselli ederdim çünkü kişi kendi başına gelene bir şekilde tahammül edebiliyor ama sevdikleri için elinden bir şey gelmemesi katlanılır ve tarifi mümkün olabilen bir acı değil.
Sevincim hayatta kaldığımız sürenin sonuna kadar sürmedi; kardeşim de oniki sene sonra benimle aynı kaderi paylaştı ne yazık ki :( Tanı sonucunun geldiği günü hatırlamak bile istemiyorum, sonsuza kadar aynı üzüntüyle hatırlayacağım bir kaç günden biridir o gün. Büyük Marmara depremi sonrası prefabrik bir hastanenin göğüs hastalıkları bölümünün doktor odası. Defdef'e konan ve bizi çok sevindiren çift taraflı zatürre tanısında kullanılan ilaçlara karşın bir iyileşme seyretmeyince yapılan lupus rutinlerinin sonucunun geldiği işte o gün. Hem de çift taraflı zatürreye bile sevinmiştik, doktorlar durumu kavrayamadığımızı sanmıştı; çift taraflı zatürreye bile sevinen tipler. İkiz Pollyanna'lar gibiydik çünkü genetik olarak yatkınlığından dolayı Defdef'in de lupus tanısı alabileceği gibi bir gerçekle yaşıyorduk.
Tedaviler, bilinen evreler, gerçek deneyimler.. Zaman dedik, sabır diledik. Gençken daha olgun davranamıyor insan. Kendi tanımı aldığım ilk zamanlar hariç hiç ama hiç isyan etmedik. Biz bu gerçekle yaşamayı öğrenmiş ve kabullenmişken canım annemizin kaybıyla önce ben sle seconder skeloderma (scleroderma) benden bir kaç zaman sonra da Defdef sle seconder as tanısı aldı. Ben kullandığım minicik bir ilaç ve Fethiye'ye yerleşmekle skelodermayı uyuttum, remisyona girdim ama ne yazık, çok yazık, o kadar üzülüyorum ki Defdef'in durumunda kullandığı ilaçlara karşın bir değişme olmadı :( Her iki hastalığın aynı kişide bulunma şanssızlık oranı 64.000.000da 1. Buna karşın o 64.000.000da 1 kişi neden biziz acaba demediğimiz gibi bunu düşünmedik bile.
Ben geçen sene şubat ayından beri babam ve daha sonraki yazılarımdan birinde uzun uzun anlatacağım Hakan'ın ve kendi sağlık sorunlarımla ilgilenirken Defdef'ten de 'onun evladı var, keşke benim başıma gelseydi' diye duvarları döve döve ağladığım bir haber geldi. Defdef'e kullandığı ilaçlardan hiçbir fayda görmediği için 'hayati riski kabul ediyorum' diye imzaladığı ve artık ticarethane gibi çalışan sağlık bakanlığı izniyle ki izin verilmediği durumların da olduğu bir ilaç başlanacaktı; prosedürü çok, hayati riskler taşıyan bir ilaç. Defdef ıslanmaktan favaya dönmüş baklayı ağzından geç çıkararak bu ilacın kemoterapi olduğunu çok sonra söyleyecekti.
Defdef'e kemoterapi başlanacaktı. Beyinden vurulma bu olsa gerek. Elinde kulağına yapışık telefonla kalıverirsin işte öyle. Nerede benim toparlayıcı, teselli edici sözcüklerim; Defdef'e değil bana lazım onlar. Defdef dalga geçiyor; 'ilaç çok pahalı, ben pahalı insanım, senin gibi 8 liralık ilaçlara kalmadım haspa' diyor. Ben sessizce ağlıyorum telefondayım çünkü. Telefonu kapattıktan sonra ağzımı tavana açıp höykür höykür ağlama ihtiyacım iştahımı kabartıyor. Benim de ilk tepkim bu. Önce güzel bir ağlamam lazım; sonrasına bakarız.
İlaç onayının gelmesini bekledik uzun süre sağlık bakanlığının önemli zat-ı muhteremlerinden. Onayı hem istiyorum hem istemiyorum. Kafam karmakarışık. İlacın ilk kullanımında hayati risk taşıdığı, daha açık yazmam gerekirse ölümlerin olduğu yazıyor her yerde. Çarşaf çarşaf yazılar ki satır satır ezberlediğim. Onay nihayet iki ay sonra çıktığında zaten burada tatilde olan Defdef'lerle birlikte Kocaeli'ne döndüm. İsteksizce gittiğim ilk ve umarım son Kocaeli seferim benim; sevinçsiz, heyecansız :( Artık kaçmak, saklanmak istiyorum acılardan, üzüntülerden. Karar veremiyorum ilacı alması mı almaması mı daha iyi. Onun için yapabileceğim hiçbir şey yok, el kol bağlı bekleşiyoruz. Kafa dolu, kafa ikiye bölünmüş. İlacı almadan önce yerine getirilmesi gereken ön hazırlıklar var. O ilacı alabilmek için bir aşı olması gerekiyor Defdef'in. Aşı yok, hiçbir yerde bulamıyoruz. Bir yerlerden getirtilmesi gerekiyor. O süreç uzasın mı kısalsın mı, yer yarılsın da ben içine girsem iyi olmaz mı? Yer yarılsın içine gireyim, biri üstümü örtsün ve ben orada kalayım, habersiz olayım. Düşünmeyim, aklımı yitireyim, film orada kopsun istiyorum.
Sonunda aşı Defdef'in stajyer öğrencisinin eczacı babası tarafından bulunuyor. Defdef'le hastaneye giden ben olmayım istiyorum. Birimizin Erdim'le evde kalması gerekiyor çünkü yaz günü Erdim ateşler içinde yanıyor yavrum. Eniştem Defdef'i hastaneye götürüyor ama ilaca başlanması için izlenmesi gereken bir dünya prosedür var. Sakarya'ya gidilecek. Kocaeli'de bulunmayan uzman doktora imza attırılacak vs de vs çünkü bu insanların sağlık durumları prosedürleri izleyecek kadar iyi durumda! Her birinin yanında refakatçısı var, gidip gelecek kadar paraya sahipler ve her birinin keyfi yerinde. Sanki hasta değil bu insanlar.
Erdim'i ateşini düşürmek için 'teyze n'olur, hayır teyze' diye çığlık çığlığa ağladığı halde göz yaşlarıyla soğuk duşa sokup sokup çıkarıyorum. ikimiz de burun deliklerimizden baloncuklar çıkarana kadar ağlıyoruz. Birbirimize sokulup ağlıyoruz. Erdim 'teyze çok üşüyorum, yanımdan penguenler geçiyor' dedikçe çocuğu götürüp duşa atıyorum. Aslında ben hem Defdef'e hem Erdim'e hem başımıza gelen bunca şeye rağmen neden hala yaşamak için bu kadar ısrarlı ve inatçı olduğumuza ağlıyorum. Öleyim ya ben diyorum; öleyim de bitsin bütün acılarım. Erdim ateşlenme evresinden daha çabuk kendine geliyor ve 'bir lahmacun olsaydı daha iyi olurdum' diyor. Lahmacun istiyoruz. Işık hızıyla lahmacunları yeyip babamız görmesin diye karşı komşumuz öğrenci kızların kapısına koyuyoruz lahmacundan arta kalan kanıtları kıkırdayarak :)
Defdef'in durumunu Erdim'e hissettirmemeye çalışıyorum.Dua ediyorum, Allah'a yalvarıyorum. Zaman zaman eniştemle haberleşiyoruz, eniştem Defdef'in iyi olduğunu ve her şeyin yolunda gittiğini söyledikçe içime mutluluk doluyor. Evde olmalarını beklediğimden daha geç bir saatte nihayet geliyorlar. Defdef perişan, yüzü sarıyla yeşil arası garip bir renk. Göz çevresi küf yeşili. Hemen yatırıyoruz onu. Ağlamamaya çalışıyorum, yüzündeki renk değişikliğini anladığında 'yok canım sana öyle geliyor' diyoruz ki çok sonra gerçeği itiraf ediyorum. Yaklaşık bir hafta kadar sanki yeni bir astma krizi geçiriyormuş gibi ne doğru düzgün uyuyabildi ne yardımsız tuvalete gidebildi. Yemek yiyemedi. İçim acıdı onun o haline. Hangi sözcükleri bir araya getirsem de tarif edebilsem o üzüntümü yine de anlatamam, bunu başaramam. İkinci kürü bir hafta sonra alacaktı. Bu kez ben gittim hastaneye onunla birlikte. İlk kürden tanıştığı arkadaşlarıyla tanıştırdı beni, hepsiyle kader arkadaşıydı ve birbirlerini çok iyi anlıyorlardı. Defdef'le lupus hastası Füsun'a kırmızı rahat koltuklardan kalmadığı için ikisini normal sandalyeye oturttular. Önce ağrı kesicilerini aldılar ama daha fazla dayanamayıp sandalyede kendilerinden geçtiler. Ölseydim de onların o halini görmeseydim. Hemşireye rica edip onları aynı odadaki yataklara yatırdım. Yarı baygın gözlerle ilacın bitmesini beklediler.Bütün bunlar perimin ben Kocaeli'deyken Fethiye'ye tatile geldiği günlere denk düşer ki ikinci kür günü Defdef kürünü alırken ben bekleme salonunda telefonda perimle konuşuyordum. İlaç bitti. Sanki külçe gibi ağırlaşmış kardeşimi kantine indirdim, kardeşim ne ki bütün dünyaydı sanki taşıdığım. O kadar üzgündüm :( Kantinde ben görme kaybımdan dolayı kullanamadığım için Defdef'in araba kullanabilecek hale gelmesini bekledik. Sonra kadın aklına o an bir şey gelmiş gibi aniden kendine geldi; 'babaanneden Erdim'i almamız lazım. Hadi gidiyoruz' dedi; Erdim onu hayata ve kendine bağlıyordu. Sanki az önce yerlerde sürünen kendisi değil gibi.
Yine en az bir hafta ilacın etki sürecini yaşadık ama bu kez ilkinden daha az. Ben bunları yazarken o günlere ilişkin acılarımın hiç değişmediğini fark ettiğim göz yaşlarımı akıtıyorum yine sessiz sessiz :(
Ramazan bayramıydı ve bayramda bari evinde ol diye gönderdiler beni. Bayramın ilk günü bindim otobüse. Kocaeli-İzmir-Fethiye; motorsikletliye çarpma badiresi atlattığımız tam 14.5 saat süren delirten bir otobüs yolculuğu sonunda evime geldim kalbimi, aklımı kardeşimde unuttuğum.
Defdef şubat ayında son kemoterapisini alacak ve ben Allah nasip kısmet ederse yine yanında olacağım. Bu aralar ne mi yapıyor? Hayatına devam ediyor.Bir beden eğitimi öğretmeni olarak okul takımları çalıştırıyor, bıraksan kaybolacak 25 özel kişilikli çocuğu okula bağlamaya çalışıyor. İsterlerse her şeyin üstesinden gelebileceğini örneklemelerle gösteriyor çocuklarına; örneğin çeşitli bağlantılar kurup okulu; yanlış okumadınız oda değil koca bir okulun boyanmasını sağlıyor. Yine çeşitli bağlantılar sonucu bir graffiti sanatçısı bir şişe ayrana spor odasının duvarlarından birini içinden sporcuların çıktığı bir dünyaya çeviriyor. (ayrıntısı sonra)
Bütün bunları kardeşim koluna yapışık ağrı kesici bantla yapıyor. Rapor almıyor, izin kullanmıyor. Ben onda, o bende azim, güç ve zafer görüyoruz. Birbirimizin aynadaki yansımalarımızla birlikte aslında biz ikiz değil dördüzüz. ikimize bir şey olursa yansımadaki ikizlerimiz hakkından gelir bütün dertlerimizin.

Ve bir demet Defdef;














Ben olumsuzluklara karşın içindeki kurtları yaşatan kardeşimle gurur duyuyorum..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails