21 Şubat 2012 Salı

MANEVİ YORGUNLUĞUM FİZİKİ OLANI DÖVER DE DÖVER

Evet, böyle bir savaş çıksa her koşulda olan bana olur bunun farkındayım.
Manevi yorgunluğum fiziki yorgunluğumu döver de döver.
Babamız sorunsuz, başarılı bir operasyon geçirdi ama operasyon sonrasında gelişen bir olumsuzluk nedeniyle hastaneyle olan düzeyli ilişkimizi henüz sonlandıramadık :( Sonradan gelişen o olumsuzluk nedeniyle küçük olduğu söylenen bir operasyon daha söz konusu :( Ameliyathane ve yoğun bakım kapıları ömrümden ömür götürüyor.. Tansiyonum bir yerlerde bir göklerde; hayatım gibi tansiyonumun da ortası yok :( Abartılı yaşadığım bütün duygularım gibi o da abartı seviyelerinde seyrediyor.
Çok komik, az önce arka sokaktan bir teyze bana kaybolan (bence kaçan) tavuğunu görüp görmediğimi sordu :) Eşgal ver dedim :) Sarışın mı, zenci mi, kızıl bir bomba mı, uzun bacaklı mı, sonra bodur tavuk her dem piliç mi :D Görsem ne olacak; 'hadi evine git tavuk, bak annen seni arar' mı diyeceğim :) Hem gezmek istemiş olamaz mı, elleme gezsin, ne çıkar? Dönerse senindir, dönmezse o tavuk hiç senin olmamıştır zaten :D Bu yazdıklarımı teyzeye söyledim. Tavuğuna kavuşacağı an kadar güldü :)
Hakan hala İzmir'de. Ben de mecburen sobamızı yakmayı öğrendim. Kor konusunda başarılı çalışmalara imza atıyorum :) Kömürcü çırağı gibiyim bugünlerde ama olsun evimiz sıcacık.
Hava çok güzel ama babamı bırakıp çıkamıyorum; hem yapmam gereken işler var. Az dinlendikten sonra o işlere girişeyim diye düşünüyorum ama üç yıl dinlensem de dinlenmiş gibi hisseder miyim acaba? O kadar yorgunum ki.. Popom minder görmedi ne zamandır :(
Manevi yorgunluk ne zaman ve neyle geçer ki?

13 Şubat 2012 Pazartesi

İSYAN ETTİM DE YİNE.

İşte böyle zamanlarda isyan ediyorum. Böyle zamanların dışında sesimin, isyanımın çıktığı olmaz pek. Şikayet etsem ne olacak hem? İsyan etsem ne değişecek; isyan edince değişeceğini bilsem isyan etmeden geçirdiğim tek günüm bile olmaz.
Dedim ya, böyle zamanlarda isyan ediyorum; sadece 'belki bir işe yarayacağım zamanlarda' isyan ediyorum duruma.
18 yaşıma bastığım gün bağışları nedeniyle onur plaketi sahibi babamın izinden yürümek için  tek başıma ilk bağışımı yapmak üzere Kan Bankası'na gittim. Bağışımı yaptıktan sonra yaşadığım o huzur, o mutluluk ve arınmışlık duygusu 23 yaşına yani sle tanısı alana kadar sürdü. Beş sene boyunca düzenli olarak 3-4 ayda bir kan bağışı yaptım. Sle ile mücadelemin ilk yıllarından sonraki toparlanma aşamasında 'sırası gelmişken' kan bağışında bulunmak istediğimde doktorlarım buna izin vermedi. Hep bir süre sonra, hep bir süre sonra'lar anladım ki benim için asla gelmeyecek bir zamanı işaret ediyor. Kan bağışı yapabilenlere gıpta ve hafif kıskançlıkla bakarım hala; en büyük ukdedir içimde kan bağışlayamamak. Bağışa kan grubu negatif olan kardeşim Dolunay devam ediyor artık; bu da benim tesellim olsun :(

Adı gibi yanakları gamzeli sevgili Gamze'nin yaşadığı sağlık sorunu beni kendi eskilerime götürdü. Bağış yaptığım ve artık yapamayacağımı öğrenip bunu kabullenmek zorunda olduğum yıllara..
Aslında ne zaman bir ilik arandığı haberi görsem duysam 'acaba benim iliğim uyar mı?' diye düşünürüm. Belki iliğe ihtiyacı olan o kişi benim ilik kardeşimdir. Aklımdan güzel bir rüya geçer. İliğimi seve seve veririm, bir insanın hayatı kaldığı yerden sürer. Bir insanın hayatının başka bir insanın iliğinde saklı olması ne büyük bir mucize. Ben birinin hayatına kaldığı yerden devam etmesine aracı olabilseydim, bunu yapabilseydim dünyanın en mutlu insanı olurdum! Anne değilim ama anne olmak gibi bir histir sanırım bu; çok iddialı belki ama can vermek gibi bir şey.


Siz merek etmiyor musunuz?
Yalnızca Gamze için değil ilik nakli bekleyen hiç tanımadığınız birinin hayatı belki de sizin damarlarınızda akıyordur?
Ben çok merak ediyorum; benim iliğim kimin iliğine uygun acaba; o kişi nerede yaşıyor, kaç yaşında, nasıl biri, evli mi, çocukları var mı, ne iş yapar, vs, vs?

Çok üzüldüm Gamze anneye. Oğlu, eşi, sevdikleri, sevenleri O'nu bekliyor. Gamze'nin iliğe ihtiyacı var. Belki de O'nun ihtiyacı olan iliğin sahibi şu an bu satırları okuyordur?

Bizim bir ilik bankamız olmalı; Gamze'nin sesini duyurması da bizi harekete geçirmeyecekse söyleyecek başka bir şey de yok aslında..
Sağlık koşulları uygun olan insanlar belki içinizden birinin iliği Gamze'ye, diğerlerininki de ilik nakli bekleyen başkalarına uygundur; bu testi yaptırmadan bilemeyiz..

Gamze genç bir anne… 3 yaşında bir oğlu var ve kendisine lösemi teşhisi konuldu. Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümünde yatıyor.
Son durum:
Son durum:
”ŞU ANDA KAN GEREKMİYOR”.
.İlik nakli gerekli. İlik nakli için donör aranmaya pazartesi günü (13.02.2012) günü başlanacak.
.Pazartesi günü kemoterapiye başlanacak. “ÖNÜMÜZDEKİ HAFTADAN İTİBAREN” Trombosit ihtiyacı olacak. “ALINAN TROMBOSİT EN FAZLA 5 GÜN SAKLANABİLDİĞİNDEN, İHTİYAÇ OLDUKÇA” A RH + grubundakilerin Dokuz Eylül Üniversitesi’ne gidip “TROMBOSİT” vermeleri gerekecek.
.Donör olmak için başvurmak ve küçücük bir tüp kan vermek ÇOK ÇOK ÇOK ÖNEMLİ. Ama aynı gün içinde yüzlerce kişi gitmesin aynı merkezlere. Bunun için organize olup liste oluşturmak gerek. Çapa’daki konsey perşembe günleri toplanıyormuş, perşembe öncesi gitmek iyi olur.
.Gamze’nin lösemi teşhisi: AML M5 (Akut miyoloblast lösemi)
.Daha önce kök hücre nakli gerçekleştirilmiş ancak ne yazık ki hastalık nüksetmiş.
.Hepimiz donör olarak kan verebiliriz: Akraba Dışı Doku ve Kordon Kanı Bağışı yapılabiliyor.
.Gamze için bir blog açıldı bütün güncel bilgiler burada: Gamze Akbaş

Kendisine pozitif, samimi ve iyileşeceğine inandığınızı yazmak isterseniz:gamzeakbasicin@gmail.com Buraya atılan mailleri kendisi bizzat okuyor.

.Odasına geçmiş olsun kartları göndermek isteyen anneler her ilde kendi içinde organize oluyorlar. İnternet anneleri google grubuna üye olabilir ya da Nurturia’daki oluşuma katılabilirsiniz.
ADRES: Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi-İZMİR. Oda numarası 4865 Hematoloji Servisi, Onkoloji 1. kat
Ankara’dan ilik donörü olmak isteyenler: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, İbni Sina Hastanesi, Akrabalık Dışı Kemik İliği ve Kordon Kanı Bankası Tel:(312) 508 24 44.
İstanbul’dan ilik donörü isteyenler: Çapa Tıp Fakültesi İlik ve Doku Nakli Merkezi
İzmir’den ilik donörü olmak isteyenler: Ege Üniversitesi Kan Merkezi irtibat no: 390 40 29 Randevu alarak gidiliyor.
Kimler donör olabilir:
18-50 yaşında sağlığı müsait olan herkes kemik iliği bankasına gidip başvuru formu doldurabilir. Bir tüp kan verenler bulaşıcı hastalık testinden geçiriliyor. Hastalık taşımıyorsa bankaya kaydediliyor.
Gönüllü vericinin kayıtları bilgisayara işleniyor, hastalarla uyum sağlarsa daha ileri tetkik yapılmak için çağrılıyor. Uygunsa genel anestezi altında kemik iliği alınıyor. Vericinin leğen kemiğinden özel iğneler aracılığı ile alınan kemik iliği bir torbaya aktarılıyor. Operasyon ve dikiş gerektirmiyor ve hiç acımıyor. Kemik iliği vericisi ertesi gün işine dönüyor.
Kimler kök hücre bağışlayamaz:
Kimlerin kök hücre vericisi olması uygun değildir?
18 yaşından genç veya 55 yaşından yaşlı olanlar, ağırlıkları 50 kg den daha düşük veya beden ölçüsü endeksi 40’ın üzerinde olan aşırı kilolu kişiler
Belirli hastalığı bulunan ve kan bankasında kan bağışı reddedilmiş kişiler
Kalp ve kan dolaşım sistemi rahatsızlıkları
Örneğin koroner kalp hastalığı, kalp krizi, kalp yetmezliği, tedavi gerektiren kalp ritmi bozuklukları, düzensiz yüksek tansiyon gibi
Solunum yolları rahatsızlıkları
Örneğin ağır kronik astım (düzenli ilaç tedavisi gerektiren), kronik bronşit, akciğer veremi, akciğer embolisi gibi
Kan, kan pıhtılaşma sistemi veya kan damarları rahatsızlıkları
Örneğin oto-immün anemi, A tipi hemofili, derin venlerde tromboz gibi
Ruhsal rahatsızlıklar, santral sinir sistemi rahatsızlıkları
Örneğin tedavi gerektiren depresyonlar, psikoz, şizofreni, epilepsi, multipl skleroz gibi
Oto-immün sistem rahatsızları
Örneğin romatoid artrit (romatizma), kolajenozlar, Crohn hastalığı, ülseröz kolit, troid gibi
Salgı bezleri rahatsızlığı
Örneğin Diabetes mellitus gibi
Kötü huylu sayılan (kanser hastalığı) rahatsızlıklar
Enfeksiyona neden olan rahatsızlıklar
Örneğin Hepatit B veya C (iyileşmiş dahi olsa), kronik borelyoz, HIV-enfeksiyonu
ve diğerleri.
Kendisine yabancı organ veya doku nakli yapılmış olan kişiler
Örneğin; böbrek, kalp, cilt, kornea tabakası, beyin zarı, baldır siniri gibi
Bağımlılığı bulunan kişiler
Örneğin; alkol, uyuşturucu madde ve ilaç bağımlılığı gibi


Nurturia destek grubundaki sayı: 421
Facebook grubundaki üye sayısı: 3584
Twitterda #gamzeiçin1tüpkan yazıp destek verebilirsiniz.


BENİM BU TESTİ YAPTIRMAMA NEDENLERİM:
Belirli hastalığı bulunan ve kan bankasında kan bağışı reddedilmiş kişiler
Oto-immün sistem rahatsızları
Örneğin romatoid artrit (romatizma), kolajenozlar, Crohn hastalığı, ülseröz kolit, troid gibi


SİZİN BİR MANİNİZ YOKSA SİZİ KAHRAMANIMIZIN YANINA ALALIM..

Elif'im, Ayşen'im, Banu'm, Gönüldenele'm; 'şimdilik' yalnızca çok ama çok teşekkür ettiğimi, sizi sevdiğimi bilmenizi istedim.



10 Şubat 2012 Cuma

YA YAS TERAPİSİ YA HER GÜN BİN DEFA ÖL :(

Anlatmak istemek ama özel olduğunu düşündüğünden cesaret edememek, yazmaya başlayıp silmek, paylaşmak konusunda kararsız kalmak, kendini ikna edip sonra bundan emin olamamak ve hala aynı duygular içindeyken belki yine silmek için yazmayı sürdürmek.
Bugün beni 'derinden yaralayanlar' klasöründe yerini alacak olan bir deneyim yaşadım; bu diş macunu ya da çikolata deneyimi gibi bir şey değil.

Ben bugün uyutulamadım. Ben bugün nasıl olacağını bilmek istediğim bir terapi deneyimi yaşadım. Aslında amaç hipnozdu ama ancak ikinci aşamaya geçmeyi başarabildim. Üçüncü evre ise amaçlanan nokta idi. Olmadı, hipnoza girmeye her nedense direndim ama bu bile yetti.

Yumuşak ses tonlu bir uzman bana yapmam gerekenleri söyledi. Sonra 'imgelemeler' kendiliğinden başladı. Beni çok etkileyen 'imgeleri'mi anlatmak konusunda hala kararsızsam aslında ama paylaşmayı denemek istiyorum.

Su, yükseklik ya da benzer fobilerimin olmadığı öğrenildikten sonra bir objeye bakmam, bir süre sonra gözlerimle yaklaşan objeyi izlemem istendi. Yaptım. Sonra göz kapaklarımın ağırlaştığı hissine kapılmam sağlandı. Vücudumun önce bölüm bölüm sonra tamamının bir yorgunluk etkisi altında olduğu telkin edildi. Hissetmem istenen duyguları hissettim ama tam o anda beklenmedik bir gürültüye verdiğim tepkiden dolayı konsantrasyonum bozuldu ve hipnoz olamayacağım konusu netleşti. Buna karşın terapi kaldığı yerden sürdü. İlk aşama sahilden uzakta bir adaya yüzmem ve yüzerken de yorulmam istendi. Adaya çıktıktan sonra nefes nefese kaldığımdan gördüğüm (gerçekten gördüğüm) şezlongda uyumam gerekiyordu. Ama ben uyumayı reddettim. Bu ana kadar durumun içine henüz giremediğimi durum sonlandıktan bir kaç saat sonra kavrayabildim.
Ne zamanki kalabalık caddede ambulansı gördüm. Ambulansın içinden inen doktor elindeki ilacı uzatıp kendilerinin acilen yaralı bir hastaya gitmek zorunda olduklarını ve benim ilacı arkamdaki 10 katlı hastanenin 10. katındaki küçük çocuğa ulaştırıp ulaştıramayacağımı sorduğu ana kadar duruma çok yabancıydım. İlacı aldım ve asansörü bozuk hastanenin merdivenlerinden, çıkardığım ayakkabılarım elimde birer üçer çıkmaya başladım, deli gibi koşuyorum. Katlar arasında kat numaralarını görerek koşuyorum. Çocuk için üzülüyorum, sorumluluk ağır geliyor ve artık sol gözümden gerçek gözyaşım akıyor. Küçük çocuğun hayatının elimdeki ilaca bağlı olduğunu bilerek hızla çıkıyorum merdivenleri. Artık 10. kattayım. Arkasında, yerden tavana kadar olan pencerelerden giren gün ışığının saçlarını daha da sarı gösterdiği beyaz-pembe pijamalı küçük bir kız çocuğu görüyorum. Burası anneciğimin dokuz saat süren ve çok riskli atardamar kist operasyonunu olduğu hastanenin servis katı! Sağ gözümden de yaş akmaya başlıyor. Uzman, kurguladığı anda 'çocuk' diye bahsettiği çocuğun cinsiyetini kız olarak belirlediğimi ona söylemediğim halde 'kız çocuğunu görüp görmediğimi soruyor. O an bunun ne demek olduğunu fark etmiyorum. Bunu da durumdan çıktıktan saatler sonra fark edip çok şaşırıp sarsılıyorum.. Kısa yanıtlar vermeye başlıyorum. 'evet gördüm' Annesi bana teşekkür ediyor, minnet duygularını sunuyor ve dinlenmem için temiz çarşaflı bir yatak gösteriyor. Yatıyorum  ama 'çocuk iyi mi?' diye ağlamaya devam ediyorum. O kadar ilginç, o kadar ürpertici bir durum ki gördüğüm 'ben' değil ağlayan, bu  imgelemeyi yaşadığını hisseden 'ben' ağlıyor. Kız çocuğu için endişelenmem sürünce uzman bir ormandan geçmemi gerektiren bir görev veriyor bana. Üstümde siyah elastiki kıyafetlerle görüyorum kendimi. Orman sık ve yüksek ağaçlıklı, ışığın çok az girebildiği geniş bir alan. Hiç korkmadan giriyorum ormana; görevimin ne olduğunu bilmiyorum. Bana ihtiyacı olan birileri varsa eğer gecikmemeliyim diye düşünüyorum. Sonra bir bina imgelemem isteniyor. Üç katlı, her katında üçer penceresi olan beyaz askeri bir bina görüyorum. İçeri girmem isteniyor ama kapısı olmadığı için binaya giremiyorum. Uzman yerdeki depoya inen kapağı gösterip içeri girmemi sağlıyor. Kapağı kaldırıp dik basamaklı merdivenlerden karanlık depoya inip binanın birinci katına çıkıyorum. İlk katta kimse yok ama siyah, kuyruklu bir piyano var. İkinci kata çıktığımda çocuk denecek yaşta bir Nazi askerini yerde yatarken görüyorum. Bana öyle çaresiz ve korku dolu gözlerle bakıyor ki şu an bu satırları yazarken bile ağlamama engel olamıyorum. İçim acıyor acıyor acıyor :( Korkuyor benden :( Hala yerde olduğuna göre bir sorunu var :( Yanına gidiyorum. O an için korkmaması gerektiğini anladığı için mi çaresizliğinden mi bilmiyorum sessiz ama o iç acıtan korku dolu bakışlarıyla yanına gidişimi izliyor. Artık yanındayım. Evet ayağa kalkamaz çünkü sağ omuzundan yaralı :( Yarasına bakıyorum, pansuman yapıyorum. Şimdi yine iki tane 'ben' var. Pansuman yapan ben ağlamıyor ama bu imgelemeyi gören ben artık kulaklarımın içine dolmuş göz yaşlarımdan rahatsızım :( Uzman neden ağladığımı soruyor; ağlayan ben 'annesi yok, annesini özlemiş' diyorum. Sonra aşağıdaki kattan gelen gürültüleri fark ettiriyor uzman. 'Annesi geldi' diyor. 'Hayır' diyorum, annesi değil gelenler, birliğin diğer nazi askerleri geldi diyorum. Yaralı asker diğerlerine zararsız biri olduğumu hissettiriyor ve binadan çıkıyorum.

Bir akarsu imgelemem ve o akarsudan karşıya geçmem, geçmeyi tercih edersem de neyle geçeceğim soruluyor. Ama ben akarsu değil şelale görüp baltayı taşa vuruyorum :(* Karşıya geçerken de sorulduğu için o tertemiz suyun içine girip geçtiğimi söylüyorum karşı kıyıya. (ağlamıyorum)
Şelalenin kaynağına gitmemi istiyor uzman. Gidiyorum; nasıl olduğunu soruyor, 'coşkulu, temiz, berrak ve 'çok' diyorum.

Peki şelale kurursa ne olur diyor uzman. Elele tutuşmuş ayakları çıplak iki esmer tenli çocuğu arkalarından görüyorum yürürlerken; ayaklarının değdiği toprak çatlamış, kuru, uçsuz bucaksız kocaman bir alan. Ağlayarak 'insanlar ölür, hayvanlar ölür' diyorum :( Çok üzülüyorum :(

Sonra imgelediğim bir kaleye girmem isteniyor. Beyaz bir atla kaleye giriyorum. Eski çağları anımsatan merdivenlerden istendiği üzere aşağı iniyorum. Ve artık bir koridordayım. Bir odadan söz ediyor uzman ama ben karşılıklı dört; toplam sekiz oda görüyorum. İlkinin kapısını açtığımda  tavanında içeri aydınlatan bir pencere olan boş, ferah bir oda görüyorum. İkinci kapının ardında  (şu an hatırlayamadım video kaydına bakmam lazım) Üçüncü kapıyı açtığımda bir yemek masası biri bebek maması sandalyesi olmak üzere toplam iki sandalye ve L şeklinde içinde bebek yatağı olan, penceresinden nefis bir manzaranın göründüğü bir bebek odasıyla karşılaşıyorum. Dördüncü kapıyı açtığımda ise adım atmaya korkuyorum çünkü aşağısı korkunç bir boşluk. Az önceki bebeği korumak için bu kapıdan L şeklindeki bebek odasına geçilebilme ihtimalini ortadan kaldırmışlar.


Karşıdaki odanın ilkinde yalnız bir aslan var. Hüzünlenip ağlıyorum aslanın yalnızlığına.
İkinci odada kartal kanatları var; kartalın parçalanmış kafasını görüyorum ama o an için bunu yok sayıyorum.
Üçüncü odada (hatırlamıyorum)
Dördüncü oda ise bir kitaplık, çok güzel kitapların olduğu raflar var.
Uzman masanın üzerinde bir zarf olduğunu söylüyor ama ben masa değil sallanan bir koltuk görüyorum. Koltuğun üzerindeki zarfı almamı istiyor uzman. Alıyorum zarfı. Zarfın annemden olduğunu söylüyor uzman:( Alıyorum zarfı. Açıyorum içinde anneciğimin bulmamı istediği bir sandığın olduğu yerin planı var. Plana göre bir alt kata iniyorum. Bir heykel imgelemem istiyor uzman ama heykeli o kadar yüksek imgeliyorum ki sandığa ulaşmam için heykelin eline dokunabilmem gerekiyor. Bir halatla sallanarak heykelin eline dokunduğum anda bir kaya açılıyor ve ulaşmam gereken sandığı görüyorum. Sandık elimi üzerine koyduğumda açılıyor ve içinden evime Allahın belası hırsız girdiğinde çaldığı anneciğimden yadigar mavi taşlı yüzükle, kardeşlerimin bana emanet ettiği alyansı çıkıyor. Sevinemiyorum çünkü bunun gerçek olmadığını biliyorum. Ağlamayı bıraktığım yerden sürdürüyorum :( Sandığın içinden anneciğimden bir de not çıkıyor: 'Bulacağını biliyordum. Benim en büyük hazinem sizlersiniz' Şu an bile ağlamama neden olan o sözler beni çok üzüyor :((

Sonra en mutlu olduğum ana dönmem isteniyor, Ben Sedef'in beden eğitimi bölümünü derece yaparak kazandığı ana dönüyorum. Daha eskiye, küçüklüğümde mutlu olduğum ana dönem isteniyor. Anneciğimin  6-7 yaşlarımızdayken Sedef ve bana çok sevdiği bilekten bağlı, lacivert, önü kapalı, minicik dolgu topuğu olan ayakkabıları aldığı ana dönüyorum.

Sonra 1.5 saat süren bu 'durum'dan uyumadığım yani hipnoz olmadığım halde yavaş yavaş çıkarılıyorum. Kişi sonradan çok net biçimde hatırladığı için durumdan yavaş ve uygun koşullarda çıkarılmazsa sonuç çok sarsıcı olabilirmiş. Ben böyle hissetmedim.

Yorumlar benim acı çekerek hissettiklerimden, ağlayarak yaptıklarımdan, gördüklerimden çok daha sarsıcıydı..

Daha sonraki bir zaman daha sakin kafayla irdeleyecek olmamıza karşın aklımda kalanları da anlatmak istiyorum.

Nazi askerini annesiyle karşılaştırmadım çünkü annemin olmadığını biliyorum :(
Akarsuyu şelale olarak görmem; aslında akarsu 'anne memesi' benim şelale olarak imgelemem ki (Sedef de şelale olarak imgelemiş) şelale kaynağından yoğun, coşkun akmasının sonunda mutlaka döküldüğü yani son bulduğu bir yer var çünkü artık annem yok ve ben bunun farkındayım :(
Yalnız aslan: Babam :(

Ve bir çok şey daha ama beni en çok yaralayan soruna odaklanmamı sağlayan analiz notları bunlar.

Uzman anne-evlat ilişkilerinden çeşitli örnekler verdikten sonra Sedef ve bana 'yas terapisi' almamızın gerekliliğini anlattı bize. Annemle olan bir anımı düşünmeden geçirdiğim hiçbir günüm olmadı benim, üç senedir böyle yaşıyorum ben. En mutlu günümde bile anneciğimi düşünmediğim bir anım hiç olmadı :( Ben annemi çok özlüyorum :(

Her annemi özleyip ağladığımda annesini hiç tanımayan evlatlardan, annesini çok küçükken kaybetmiş evlatlardan utanıp özlemekle utanma duyguları arasında sıkışıp kalıyorum.
Ben bu iki duyguyla da baş edemiyorum :(

Bu kez babam çarşamba günü küçük bir operasyon geçirecek  :( Dün akşam acilen gelişen bir durum bu :( Hava koşulları nedeniyle hem kara hem hava yolu ile ulaşmamız güç göründüğünden salı günü Sedef ve ben 6.30 uçağıyla Dalaman'a gidiyoruz.. Umarım bir aksilik çıkmaz ve babamızın yanında oluruz..

Lütfen iyileş, başarabilirsin.. Biz senin için dua edeceğiz sen de bizi geri çevirme ve lütfen iyileş..

7 Şubat 2012 Salı

BİZ BİLMİYORUZ O BİLİYOR; BİZİM BİLMEDİĞİMİZİ O BİLİYOR!




Gençler;

Önünüzde iki seçenek var. Bu iki seçeneğin arasındaki yolları denerseniz yok olur gidersiniz. Bu nedenledir ki geleceğinizi bu iki seçenek arasındaki seçenekleri yok sayarak oluşturmak zorundasınız.
Ya dindar olacaksınız ya tinerci.
İki tablet bilgisayar dağıttım diye gençlere iki uç seçenek sunabileceğini düşünen başbakanın söyleminden çıkarımım budur.
Laik/değil,
Kürt/Türk,
Başörtülü/değil,
Dindar/tinerci
vs, vs

Bölün Türkiye, parçalan, ayrıl ve 'böl, parçala, yönet' düsturunda yönetil.
Bir yanda okul yüzü görmeyen çocuklar varken bir yandan bir yerlerde tablet bilgisayar dağıt. Bundan ala ayırımcılık olur mu? Okula gidemeyen çocukların başı kel mi? Dağıtabiliyorsan hepsine dağıt, yoksa hepsine yok!
Ben ekmek arası yemek yemeyi beceremem. Elime yüzüme bulaştırır, ekmeğin arasındakileri üstüme dökerim çünkü anneciğim bizi hiçbir zaman ekmek arası yiyecekle 'alan var, alamayan var' diye sokağa salmadı. Biz yemeğimizi evde yedik. Okula gidemeyen çocuklar tablet bilgisayarlarına kavuşan 'mutlu azınlık' öğrencileri görünce ne hissettiler acaba?
Andımız, Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi ayet miymiş? En az sav kadar uç bir yanıtım var; evet benim için ayet kadar değerli, eşsiz, değiştirelemez ve uygulanması gerekendir.

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails