31 Mayıs 2010 Pazartesi

SONRASI YARIN BÖLÜM:1

Cumartesi akşamı ‘yarın 12’den önce uyananı camdan sarkıtırım’ tehditlerini savuran ben değilmişim gibi pazar sabahı saatin 9’unda hortladım. Bir kaç günün envanterini çıkarırsak sabahın 9unda ne işim var ayakta aslında benim?
Cuma günü kendisini, beni çok yaraladıkları için artık görüşmediğim ve bundan da en ufak bir rahatsızlık duymadığım, dolayısıyla da görüşme tekliflerini geri çevirdiğim iki ablamın yerine koyduğum tatlı fındığım geldi. Aynı akşam artık kendisini ‘salçalı Ayvalık tostu’ ismiyle çağırdığımız çocukların en ufağı Küçük Prens’imizi yemeğe davet etmek gafletinde bulunduk.


Yemek hazırlıkları.
1-Fındık önüne konan sarmısakları soysam mı soymasam mı diye düşünürken.
2-soydum bir de döveyim bari.
3-E oldu ama gari bunlar!
4-Yok, olmamış; dövmeye devam!
5-Hakan abisine Fınfık elinden çıkma nefis bir semizotu salatası.
Ellerine sağlık fındığım..

Bizim Küçük Prens uçağı kaçırmış, Göcek’ten Fethiye’ye intikali de haliyle 22yi buldu! Onu beklerken çıktığımız üst kat komşu-ev sahibemizin balkonundan salçalı Ayvalık tostunun geldiğini görünce ona küçük bir oyun oynamaya karar verdim. ‘Onlar buradan taşındı!’ sözlerimi bir pankarta yazacaktım ama techizat bakımından hala sıkıntılıyım.. Bizimki koltuğunun altında iki yastık inmez mi arabadan? Sevindim, çünkü her gelişindeki her gidişi uykusuz ve geç saate kaldığından virajlarla süslü Göcek yolu canımı sıkar. Ali abim evine gidene kadar da uyumam. Ses tellerinden sivrisinek sokmuş biri gibi 'abi, abiiii onlar buradan taşındı' diye söylenip durdum balkondan :)

Ne geceydi ama. Gülmekten geberirken yemekler yendi. Babamız 23 gibi yatınca biz dört akıllı uslu kaldık başbaşa :) Bir önceki gelişinde talebim olmadığı halde kendi kendine gelişen bir durum sonucu Ali abim internette benim için blog teması ararken ağzımdan yanlışlıkla çıkmış ve o günden beri de sık sık tekrarladığımız sadece bir 'meLaba' sözünün bütün geceye damgasını vurduğunu ve hemen hemen bütün esprilerin bu sözcük üzerinden yapıldığını söylesem?
Küçük Prens bizi mahvetti. Yaramaz çocuklar gibiydik.
Ama sonra kokoreç sancıları tutan arkadaş topluluğu olarak gittiğimiz Paspatur’da tanık olduğumuz bir olay neredeyse bütün neşemizi yok etti. 16sında olduğunu öğrendiğim bir genç kızın alkol sebebiyle kızın eşi olduğunu söyleyen tıfıl bir salak oğlan tarafından yerlerde sürüklenmesine gönlümüz razı olmadığından bir kaç metre ilerimizde sahnelenen bu tarjediye kayıtsız kalmadık. Kızı ayaklarından tutup patates çuvalı gibi sallayan, çeşitli imalarla kızın numara yaptığını söylemekten çekinmediği gibi kızın yüzüne soğuk su çarparak güya ayıltmaya çalışan salak oğlanı hep birlikte dövmek istediysek de önceliğin kızın yardıma ihtiyacı olması nedeniyle dövme işini bilahareye bıraktık.
Kızın yerde olan başına elimle destek vererek tıfıl salak oğlanı ‘sen çekil’ diye yanımızdan uzaklaştırdım. Ali abi nabzına bakarken Hakan kızın altına birinden aldığı hırkayı serdi. Üstüne de salak oğlan tarafından ıslatılmış bedeni üşümesin diye montumu örttü. Yaşı küçük bu kızı bu hale getirmiş olmanın suçlu bilinciyle 'hastaneye götüreceğiz' diye ısrarla bir araca taşımak isteyen panik havasının hakim olduğu bir kaç kişilik bu grubun amaçlarının sadece olay yerinden uzaklaşmak olduğunu biz zaten anlamıştık. Kızı hastaneye götürmeyecekleri aşikardı, biz de vermedik kızı. Ambulans çağırmak için elimi cebime attım. Cep telefonum yok! Biz dört akıllı cep telefonlarımızı evde bırakıp çıkmışız. Tıfıl salak oğlanın arabalı arkadaşları da kızın reşit olmamasından doğacak adli vak’aya göğüs gerecek delikanlı yürekleri olmadığından sanırım tozu dumana katarak arazi oldular.. Aslında kaçmalarına hiç gerek yoktu; biz zaten kızı sözüm ona eş ya da sıfatı her neyse o bebeye vermemeye kararlıydık ki bizim dörtlü bunu kendi arasında konuşmadı ya da böyle olması gerektiğine kaş göz işaretiyle anlaşarak karar vermedi. Zordu yani bizden almak kızı. Kokoreç yediğimiz dükkan sahibine ambulans çağırmasını rica ettik. Bu arada oradan geçen insanlar da seferber oldu ama bizim dörtlü, doğru olmaması muhtemel tıbbi müdahaleye önlem olarak kızın yanına eşi olduğunu söyleyen salak tıfıl oğlan dahil kimseyi yanaştırmadı ki biz de çok bir şey yapmadık aslında. Sadece başının konumunu rahatlatmak ve parmağımla dilinin soluk borusunu kapatıp kapatmadığına bakmak gibi bir kaç küçük önlemden ibaretti bizim doktorculuk oyunumuz. Garip işler bunlar; öyle ki tıfıl salak oğlan o benim eşim diyor da başka bir şey demiyor. Başını elimde hafif yukarıda tutmaya başladığımda derin bir nefes alarak normale yakın solumaya başlayan kız, kendisine en yakın ben olduğum için ancak benim duyabileceğim biçimde U… diye bir isim sayıklıyor. Oğlanın adı V… Rezalet!
Beş dakikalık yoldan neredeyse 30 dakikada gelen ambulanstan ‘ya ne gerek vardı, biz yerimizde iyiydik’ ifadeli suratlarıyla inen sağlık görevlilerinin rahatsız edici halleri eşliğinde kızın ambulansa götürülmesini izledik. Olayın sonrasını bilmiyoruz. Tıfılın gözünün morartılması gerekiyordu aslında ama biz şiddete karşı insanlarız! Kızın kendine gelmesi, kendine geldiğinde ifadesinin alınması, tıfıl salak oğlanın boynundaki yara izini açıklaması; onlar şu saatlerde bile hala hastanede olabilirler.
Canlar sıkkın eve dönmeye karar verdik. Dönmesek Çalış Karnavalına direk kokoreç dükkanından gidecektik yoksa :P Hem kokoreç için evden çıkmadan sabahın 2.30 sularında mayalanması için yoğurup bıraktığım hamur da beni bekliyordu evde. Eve girer girmez erkekler sohbet, Fındığımla ben poğaçaları şekillendirmek için şaşkın şaşkın mutfağa daldık. Saat 5! O poğaçalar mutlaka yapılmalıydı çünkü…

Çalış Karnavalı'nda satılan poğaçalarım :)
Ben Fındığın poğaça şekillerini beğenmeyip dalga geçmeye başladıktan bir zaman sonra gruptan bir kişinin eksildiğini fark ettim. Bir seri hareketler sonucu kendisine dürtüp Melaba ben Lobin demek için elimde bulundurduğum çatalla minyatür salonumun kanepelerinden birinde gelirken getirmiş olduğu yastıklarına sarılmış yüzünde gülümsemeyle uyurken buldum Ali abinin bizzat kendisini. Sen kaç git ve bunu usulcacık yap! Mutfağa döndüm, bu kez Fındık yok. Ben bu kadar fırsatçı insan tanımadım :D Hakan’la arkadaş deyip bağrımıza bastığımız bu iki satıcı arkadaş hakkında ileri geri konuşurken poğaçalarımız pişti. Hakan’ı salona Ali abinin yan kanepesine kendimi de Fındığın yanına büyük yatağa postalayıp sabah nasıl uyanacağımızı düşünerek uykuya daldım.
Sabah erkenden ayaktaydım. Geceden hiçbir farkı yoktu. Diğerleri uyuyor, ben ayakta. Fındığımı kaldırdım. Bir süre anlamsız gözlerle, yaklaşık beş dakika sonra nerede olduğunu anca kavrayabilecekmiş gibi bakınıp dururken Fındığın o sevimli hali bana keyif verdi :)
Ellerimizde karnaval standımıza yerleştirmek üzere götürdüğümüz bir takım malzemeler ‘koştur kendini’ adımlarında Hakan ve Ali abiyi evde bırakarak Mavi Kuş’a gittik..
Çok heyecanlıydık..
İki çok büyük, mutluluk verip ağlatan güzel sürpriz, Mavi Kuş, karnaval fotoğrafları ve yazısı yarın :P
Asortiğimi bilemem ama en güzel fotoğrafları çektiğimi sanıyorum çünkü o kortejdeydi :P
Dün fındık gitti.
Üzgünüm :(

28 Mayıs 2010 Cuma

SABAHIN KÖRÜNDE OLUR MU BU?

Günaydın :)
Yüzümü bile yıkamadım. Ne kendim uyuyabildim adam gibi, ne 'Gülen yeter artık. Of! Kıpırdamasana. Allahım neden ben, neden ben?!' sözleriyle huzursuzluk etkimi iliklerime kadar hissettiren Hakan'ı uyuttum. Sağa dön Gülen, sola dön Gülen. Yastığını döverek düzelt. Uyuyamamamın nedeni sanki zavallı yastık. Döverken bir de 'al sana al sana' diye söylen!
Ama yine böyle gecelerden birinde olduğu gibi yakalayıp bir yemeniyle incitmemeye özen göstererek zorla bağladığı ellerimi bu kez yakalatmadım Hakan beye :P
Gözlerim çipil çipil. Dün geceden hem çok yorgundum, hem çok heyecanlı çünkü bugün ilk yatılı misafirimi; çok özlediğim canımı karşılayacağım :) Hem'leri bol cümle ya; bir de bunun için zamanını almayalım diye asortiğime sormadan güneş enerjisi taktırmak için geldiğimizden beri izini sürdüğümüz firma bugün için randevu vermişti. Ancak dün gece uykusuzluğuma eşlik eden pıt pıt yağmur sesleri 'Sabahtan arayalım, gelmesinler. Çatı kaygan olur, düşerler, vıdı da vıdı' diye düşünmüştüm oysa ben..
Yorgun olunca sızma kıvamına gelene kadar dolanıp dururken dalamam uykuya. Yorgunluk üzeri sağa dön, yok olmadı sola dönmeliyim, bayrak-flama hareketleriyle 19 Mayıs provalarındaki öylesi bir grubu hiç aratmayan bu hareketler topluluğu beni daha da yorduğundan uyku benim için yine bir hayaldi dün gece de.
Zor daldığım uykunun peşini daha da bırakmazdım da bir takım ağır metal seslerinin apartman kapısına yakın yankılanması yataktan sıçratınca günün gayet 'yakıcı' geçeceğinin sinyallerini veren sıcak hava ve günısıcı abilerimin sabah sabah 'ne bu enerji?' dedirten gülümseyen yüzleriyle karşılaştım çıktığım balkondan :)
O kadar sevindim ki yaz günü, hem de Fethiye'de sıcak suya bu ne sevinç değil mi? Değil işte.
SLE'ye yakalandığımda SLE'ye eşlik eden ciddi seyirli bir reynaud fenomeni tablosuyla da sürdürmeye çalışıyorum hayatımı yirmi yıldır. Bu nedenle yaz-kış sıcak suyla yaparım her işimi. Fethiye gibi sıcak bir iklimde bile çeşmeden akan ısınmamış su zorladı beni. O derece yani.
Neyse bir de reynaud fenomoniye girmeyelim şimdi :) Hastalıklardan söz edince tıp fakültesi terk bir çaylak gibi hissediyorum kendimi :)

Saded:
İnsanın özü de sözü gibi bir olmalı. 'Sabah erkenden gelir takarız günısınızı' dediklerinde bu abilerimin sözlerinde durup gerçekten sabahın köründe (aslında saat 9da) gelip beni zor daldığım uykunun kollarından alacağını düşünmemiştim:)
Fethiye, SGK izin verirse emeklilikte yerleşilmesi gereken :P huzurlu yerlerden biri. Ben boynumun borcu olarak gördüğümden günısıcı abilerimin adreslerini şimdiden veriyorum; macera aramaya gerek var mı?


GÜNTERM
Adnan Menderes Bulvarı Tel: 0252 6127011

Abilerim şu an çalışmalarını sürdürüyor.
Bir emekçi daha vardı ama çektiğim fotoğrafını makinede bulamadım :(
O kadar da sıcak ki tam alın teri onlarınki.
Bütün emekçilere kolay gelsin..

Görüşürüz..

26 Mayıs 2010 Çarşamba

acilen yazı..

Ev bağlantısındaki teknik arızadan dolayı internet cafelere düştüm yine :(
Bugün çok güzel şeyler oldu. Mavi Kuş'un Avustralya'da yaşayan bağışçılarıyla tanıştım..
29undaki Mavi Kuş standı dillere destan olmazsa ben de neyim :)
Bu akşam Carlos'a yemeğe davetliyiz.
Carlos'la ilgili bir gelişme daha var ama zaman kısıtlı. Lafa bir girersem çıkışı bulamayacağımdan eminim. O da yarına kalsın artık :)
Ben gidedurum; hem yemeğimi hem fırçamı yemeye :)

Gidedurum: gidiyorum.

Hepinizi çok seven Gülen :)

harun: İlginiz ve güzel sözleriniz için çok teşekkürler.. Ben de sizin duyarlılığınıza teşekkür ediyorum. Şu an cafedeyim çıkmak üzereyim. Postalaşalım mı?

23 Mayıs 2010 Pazar

ÇALIŞ KARNAVALI VE..


Kıymet'le Kılıbık
Keşke ben; ama ne yazık ki ben değil, bu güzel fotoğrafı Küçük Prens çekti. Küçük Prens'in bizzat kendisi, isimleri Kıymet ve Kılıbık olan bu geçimsiz pelikan ailesinin tek evladıdır :D Kıymet, Kocası Kılıbık tarafından kıymeti bilindiği halde sürekli vıdı da vıdı edip yetmezmiş gibi üstüne bir de kocasını döven pelikan ailesinin delikan dişisidir :D
Kayık ise uzun süredir ülkelerinden ayrı yaşayan dövüşken, dövüşürken de neredeyse birbirinin gözünü çıkarmaktan zevk alma ihtiyacı hisseden bu ailenin gecekondusudur.
Tıklayınca büyüyor benim fotoğraflarım.


Fethiye'ye yerleşmeden önceki ziyaretimin ilk günlerinde dayanmak suretiyle terasları kırıp kanala düştüğünün bilmem kaçıncı saatinde kurtarılan bir kazazede olmasaydı o kazazede kesin ben olurdum..
Bu bilinçle terastan çok Hakan'a verdiğim cüsse (!) ağırlığımı..

Sonunda bugün, Mavi Kuş'larla o çok beklediğim Çalış Karnavalı standındaki yerimizi aldık. Son olmayacağını bildiğim bu ilginç etkinlik benim için bir ilkti. Eksiğimiz olmasının üzüntüsüne karşın 'bir dahakine artık' tesellisiyle avutmaya çalıştım kendimi. Güzeldi, değişikti. Yirmi senedir sağlık koşullarının olumsuz etkileri nedeniyle kıyı kesimlerine ancak dürbünle bakan birinin şaşkınlığındaydı gözlemlerim. Örgü diye başladığımız ama giderek çeşitlenen kampanyamıza destek olan arkadaşlarımızın gönderileriyle şenlenen masamız çok şık ve renkliydi. O güzelim yelekleri, kolyeleri, hırkaları, atkıları, mumlukları, iğnedenlikleri ve daha bir çok güzellikleri masamıza yerleştirirken havalı bakışlar attım çevreme :) E bütün gönderilerin büyük bir özen ve emekle yapılması nedeniyle buna hakkım vardı hani :) Mavi Kuş'a destek olan, olmak istediği halde olamayan bütün arkadaşlarımıza duyarsız kalmadıkları bu organizasyona verdikleri emek, ayırdıkları zaman ve bu işleri ortaya koyarken gündelik fedakarlıklarından dolayı bir daha çok teşekkür ediyorum. Duyarsızlaşmaya başladığımızı hissettiğim anda yeniden umutla bakmamı sağlayan bu organizasyona elleriyle oyaladıkları, örüp diktikleri, yapıştırdıklarıyla destek olan arkadaşlarım; elde edilen gelirin aktarılacağı yerlerde her birinizin emeği var. Bu hepimizin kalbini okşayan bir duygu :) Ben bugün blog camiasının gücünü bir kez daha gördüm. 'Gerçek' iyiler oldukça kimse yalnız değil.
Kaç kez teşekkür etsem yetmeyecek duygusal tatminim için..

Her şeyi çok sevdim, arkadaş edindim. Becerikli ve zevkli İngiliz standların da varlığıyla renklenen karnaval masamızı 17.00de topladık. Mavi Kuş'ların iyi bir geliri oldu ama rakamı söyleme onurunu sevgili asortik'im krep'ime veriyorum; hani erken davranan yol alır ama ben palazlanmadığı gibi, yumurtasını henüz kırdığı için gözleri bile açılmamış bir Mavi Kuş olduğum için bu hakkı kendimde görmüyorum :)
Mavi Kuş ekibini çok sevdim.. Çarşamba günü derneğe gitmeye başlayacağım :) Sanırım benden 'henüz' bıkmadılar :)
Bugün asortik'le ilgili olduğu için izin almam gerektiği halde izin almadan kişisel tavrımı koyup paylaşmak için can attığım bir duruma tanık oldum.
Asortik hem beni arkadaşlarıyla tanıştırmak, hem komite adına fotoğraf çekmek için bana standları gezdirirken hiç tanımadığımız bir hanımefendi yaklaştı yanımıza.

Diyalog:
Hanımefendi: Internette birini takip ediyorum ben. Fethiye'den yazıyor ve burayı çok güzel tanıtıyor.
Köpeği var, karlı dağlara çıkıyor, çok güzel fotoğraflar çekiyor.
(bu arada ben hanımefendinin bizzat asortik'imden söz ettiğini anlıyorum çünkü bütün veriler asortiğimi işaret ediyor ama asortiğim 'O benim' demek için bekliyor nedense)
Hanımefendinin, Mavi Kuş Derneği varmış, dernek yararına yardımlar düzenliyor; Mavi Kuş'un standı da buralardaymış. Yerini biliyor musunuz? diye sonlandırdığı soru cümlesi bitince asortiğimle göz göze geliyoruz. Olumsuz bir bakış sezinlemediğimden etten evvel çömleğe düşen kişiliğimin dayanamaz, duramaz, bekleyemez vasıfları ön planda, 'hanımefendi aradığınız kişi bu soruyu sorduğunuz kişinin ta kendisidir' derken senkron olarak asortiğim de sözlerime mütevazı tavrıyla az çok katkıda bulununca olayı çözüme kavuşturan dedektif mutluluğunda hanımefendinin şaşkın halini gözlemlemenin keyfini çıkarıyorum :)
Boş zamanlarını birilerine iyilik yapmak için, olmadı; bunun yolunu açmak için değerlendiren asortiğimi seviyorum :)

Bol miktardaki fotoğraflar yarına çünkü içinde bulunduğum gemiden sanki bir gemici tarafından denizin ortasına ittirilmiş de şaşkınlıkla kıyıya değil de açığa doğru yüzerken durumun farkına varıp kıyıya yüzmeyi akıl edebilmiş gibiyim. Halbuki kıyı yönünü tespitte yanılmamış olsaydım daha az yorulacaktım :P Cuma günü yemeğe beklerken kendisi tarafından ekildiğimiz Ali abimin cumartesi akşam üzeri sürprizinden sonra ağrımaya başlayıp gecenin ilerleyen saatlerinde şiddetlenen nem kaynaklı skelodermalı kol ve sol diz eklemi ağrılarını da hesaba katarsak bu saate kadar ayakta kalabilmemi saygıyla karşılıyorum :)

Yavaş yavaş kendime gelmeye başladım. Bir aksilik olmazsa hayatım artık Fethiye'de sürecek. Bundan bir ay önce, düşüncesi bile imkansızken Fethiye'nin iki odalı küçük evlerinden birine eşyalarımdan, alışkanlıklarımdan taviz vererek yerleşeceğim aklımın ucundan geçmezken ben artık buradayım. Her aklıma estiğinde deniz kenarına inme lüksümden, deniz kokusunun üzerime sinmiş rahatlığından, 'ben neredeyim' hissinden uzaklaşmam bir ayımı aldı.

Benim tırnaklarım güzeldir. Tırnak yapımı çok beğenirim. SLE'den dolayı risk alamayacağım için manikür yaptırmaya cesaret edemem ve üstelik sevmem de.
30 cana kıyan göçüğe ulaşıldığı gece bir rüya gördüm. Güzel Tırnak adlı bir yarışmada ne işim varsa; finalistlerden biriydim. Jürinin olduğu masaya geldiğimde arkamda sakladığım ellerimi bir hışımla öne doğru uzattım. Fransız oje sürülmüş tırnaklarım, kömür karasına bulanmış el parmaklarımın ucunda parıldıyorlardı.. Ve tavrımdan anlıyorum ki ellerimin kömür karası olduğunu ben biliyordum çünkü ellerimi öyle gördüğümde hiç şaşırmadım. Sonrasını hatırlamadığım yarışmanın birincisi Pınar Altuğ oldu.
Çok üzgünüm. Ağzından tükürük, gözünden alev alev öfke fışkırtarak kırdığı potu düzelteceğine ertesi gün talihsiz sözlerinin 'açılımıyla' birlikte arkasında durduğunu gördüğümde kendisinden bir kez daha nefret ettiğim başbakana verilen bir güzel yanıttır diye düşünmek istiyorum CHP Kurultayını.
Ben senin memurun muyum? diyorsun ya, ben de diyorum ki 'evet sen benim memurumsun!'
Sen benim memurum değilsin de kimin memurusun!?

BİR KAÇ GÜNDÜR YAZAMIYORUM YA, BİR EKSİK YA DA HATAM VARSA KUSURUMA BAKILMASIN LÜTFEN.
ÖPÜYORUM.
SEVİYORUM.
GİDİYORUM.

YORUM YORUMLARI KALDI YİNE :(

21 Mayıs 2010 Cuma

SUS ARTIK! AYIP OLUYOR!


Dünyanın en zor mesleğini onlar yapıyor!
AMA kaderleri buymuş!
Olurmuş böyle şeyler!
Normal yani, göçük altından 30 bedenin cesedini çıkarmak çok normal!

Ha, bir de;
PROVAKASYONA GELMEYECEKMİŞİZ!
ALKIŞLAYACAK DEĞİLİZ YA!
ACISINI YAŞAYAN İNSANLARIN ARASINDASIN!
ARTIK SUS!

Onların hak ettikleri bu muydu??

18 Mayıs 2010 Salı

KARINCALARIMIZDAN HABER YOK..

Yerel bir böcek/böcekler tarafından vücudumun bir kısmı afiyetle yenmiş. Isırık operasyonu gece derin uykudayken gerçekleştiğinden böceklerin menşeesi hakkında bilgiye sahip değiliz. Boynumun altı ve kollarımda sebil gibi küçük ısırıklar mevcut.

Özellikle mutfak ve evin diğer alanlarında ne yapmaya çalıştıklarını günlerdir anlayamadığım koloniler halindeki mikro karınca partiküllerinin babamın aldığı tarım ilacı sonucunda köklerine kıran girdiğini müjdelemek zorundayım. Telefonda bu haberi ‘karıncalarımız öldü’ şeklinde verdiğim acemihobici’min gayri ihtiyari olduğuna inandığım ‘yaaa neden?’ şeklindeki üzüntü temalı sorusuna ‘sanırım bakamadık’ yanıtım pek oturaklı değildi; kabul ediyorum.. Üniversitedeyim, okul servis güzergahının en yakınında oturduğum halde bir elimde tarak (o zaman saçlarım uzundu) bir elimde bir kupa çay, ayakkabı bağcıklarım çözük servise yetişmeye çalıştığım günler.. Bir sabah son an sakarlığıyla yere yumurta düşürdüm ve temizlemeye fırsatım olmadığı için yumurtayı akşam neyle karşılaşacağımı bilmeden öylece bırakıp çıktım; yine elimde ayrılmaz parçalarım bir elimde tarak, diğerinde hoydur hoydur koştururken yarısını üstüme başıma döktüğüm bir kupa çay.. Akşam döndüğümde yumurtanın yarısının diğer yarısını taşımaya çalışan karıncalar tarafından yok edildiğini gördüm.. Karınları doyan mutlu karıncaları görünce sevindim. Temizlemedim yumurta artığını. Yumurtadan iz kalmayınca benim küçük işçiler de yok oldular. Sonra ben bunları düşünmeye başladım. Karınları açtı ve ne yapıyorlardı acaba? Dayanamadım bir sabah yine okula giderken bunlara bir yumurta daha kırdım. Yumurtalar bittikçe bir tane daha, bir tane daha. Bir yandan da tek taraflı beslenirlerse bunlara bir şey olur mu diye düşünürken bir yandan da arkadaşlarım geldiğinde küçük çaplı restoran havasındaki bu manzara karşısında tepkilerini ‘aa yumurta kırılmış, karıncalar toplanmış’ cümleleriyle gösterdiklerinde ‘Sakın dokunmayın. Ben onları besliyorum’ diye savunma yapıyorum. Bir süre sonra okulda gördüğüm bu arkadaşlar ‘seninkiler nasıl?’ gibi sorular sormaya başladı. Bu böyle sürüp giderken evi birlikte tuttuğumuzun ikinci gününde erkek arkadaşının yanına yerleşmek suretiyle evi terk eden ev arkadaşımın sevgilisiyle feci bir kavga sonucu yollarını ayırıp eve dönmek zorunda kalması nedeniyle onun evde karınca beslenmez iknalarına boyun eğmek zorunda kaldım L Oysa o yokken karıncalarla arkadaşlık ediyordum ben!

Önceki sabah, sabah ezanında henüz eve dönerken birbirine benzer sokaklarda kaybolduk.

Gülen: Hakan bildiğimiz yerden gidelim.

Hakan: Yok Gülen burası kestirme.

Gülen: Değil.

Hakan: Kestirme burası.

Gülen: Topu topu iki mahallenin kestirmesinden ne olur Hakan Allah aşkına?

O kestirme, ben değil derken kaybolduk.

Gülen: Hakan sezgilerime güven, bak şuradan gitmemiz lazım.

Hakan: Gülen sende sezgi mi var?

Evimizi, kendisiyle aynı sokakta oturduğumuz Çin aslanı Chow-Chow köpek bize kendine tahsis edilmiş teras katından sanki böğrüne bıçak saplanmış gibi höykürünce bulabildik J

Dün akşam üzeri de Çınar’ımla telefonda konuşurken kayboldum ama sonra, önce kendimi sonra da evi bulmayı başarabildim J Merih abim arkadan sesleniyor; ‘Fethiye’ de mi kaybolmuş!’ Merih abim, gidebilsem İspanya’da da kaybolmayı çok isterdim :D Ama eldeki imkanlar şimdilik Fethiye :P

Önceki akşam Ali abimi yemeğe davet ettik. Ali abim bir ses verdiğimde, ‘Ali abim gelir misin?’ dediğimde ‘gelirim kızım’ demiyor mu J ve gelene kadar insanı meraktan çatlatmıyor mu? Ali abimi görünce sanki 10 sene sonra ilk kez görüşüyormuşuz gibi sarılıyoruz birbirimize. Tane tane söylediği her söz, tok ses tonuyla bütünleştiğinde birlikte geçirdiğimiz zamandan çok keyif alıyorum. Babam ve Hakan da seviyor Ali abimi. Ali abim işte; sevilmez mi J Pazar günü amaç bakımından anlamını yitirse de arkadaşlık, dostluk, destek ve dayanışma bakımından önemli ve özel arkadaşlar edindiğimiz Faceblog ekibinden bizim küçük evlat Emrah’ı aradım. Bizim gözümüzün taaa bebeği Emrah, şu an vatan borcunu ödemek üzere Mardin Midyat’ta. Allah kısmet ederse şubatta yaşadığı il olan İstanbul'a değil, direk Göcek’e Ali abimin yanına dönüp bir süre dinlenecek. Buraları gördükten sonra İstanbul’a döner mi bilemem J Emrah bizim evlat, özledik onu.. Ve bu çok özel gence dikkat!

Hayatımın en güzel barbun, imambayıldısını ve buradaki dördüncü güzel pilavımı icra ettim. Ali abimin samimiyetine inandığım için yemeklerimin Ali abimden tam not aldığını söylemeliyim ama zaten burada her şey çok lezzetli. Domatesler çocukluğumdaki gibi kokuyor. Ankara’daki domatesler kırmızı ve su gibi öz bırakırken buradakiler turuncuya yakın koyu bir öz bırakıyor. Pişimi kolay ve pişirdiklerim ‘yemek gibi’ kokuyor. Gerçi geldiğimden beri özenle, zaman ayırarak pişirdiğim çok az yemek oldu. Yerleşme çalışmalarının dışındaki zamanı ya deniz kenarındaki Hello cafenin masalarından birine oturup denizdeki balıkları ufalayıp attığım ekmek parçalarıyla besliyor ya da balıkları beslemek için bile enerji bulamadığımdan artık ‘ulusal’ kapsamına dahil ettiğim kanepelerden birine uzanıp şekerleme yapıyorum.

Yemekteler


Yasak olmasına karşın garsonlarına 'gece ben bunları avlayacağım' diye takıldığımız balıklarımız :)

Besliyorum ki oltaya geldiklerine değsinler ama değil mi :P

O da ekmek kavgasında :)

Onları beslememek olur mu?

Burada hayat çok basit. Bura evleri şehir evleri gibi değil, eşyalar hiç değil. Genelde İskandinav modeli, sadece ihtiyaca yönelik basit mobilyalar kullanıyor insanlar. Pılı, pırtı, ıvır zıvır neredeyse hiç yok; zaten bu objeler için yer yok. Evler küçük ve 3+1 bir ev bulmak, ancak iğneyle kuyu kazmak benzetmesiyle anlatılacak kadar imkansız gibi bir şey; yani neredeyse. Ve Fethiye'liler kentlilerin burayı keşfetmesine kadar daire kapılarına dışardan da açılacak biçimde kol koyarlarmış. Ev içinde kullanılan kapılar var ya; içeriden de dışarıdan da açılan kapı kolları bunlar. Bizim daire kapımız da işte öyle bir kapı. Eve girince güvenlik açısından kapıyı içeriden mutlaka kilitlemek gerekiyor. Alışana kadar kaç gece, kötü niyetli birinin hiç çaba sarf etmeden bir hamlede rahatlıkla açabileceği biçimde kapımız açık yattık J ve gayet de güzel uyuduk. Uykularım derinleşmeye başladı. Ne kadar yorgun dalsam da uykuya, dinlenmiş olarak uyanıyorum. En büyük tedirginliğim lupus kaynaklı ve rush diye tabir edilen kelebek kanadı şeklindeki yüz lekelerimin güneşte ya da gün ısısından hortlayacak olmasıydı. Şükürler olsun ki böyle bir şey olmadı şu ana kadar. Görüntüsünün çirkinliğinde değilim, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilme riskine karşın istemiyorum o lekeleri hayatımda..

Karşımda geceleri hiç ışık yanmadığı için Gülyabani filmindeki sahneleri aratmayan korkunçluktaki görüntüsüyle villa çakması bir evde suratsız bir İngiliz kadınla Türk eşi yaşıyor. Bir de İngiliz kadının sürekli olarak emirler vererek hükmetmeye çalıştığı eşşek kadar bir Kurt köpeği. Köpek o kadar sinsi ki; sahibesi onu korkutuyor o da duvar dibine sinlenip tam ben oradan geçerken çılgınlar gibi havlamasıyla yerimde sıçratacak kadar beni :( İngiliz kadın bu manzaraya tül arkasından bakıp kih kih gülmüyorsa ben de neyim; tabii gülmeyi biliyorsa. Evlerini satmayı planlayan bu çift hemen hemen her gün birbirine benzeyen kıyafetlerle gelen birbirine benzeyen İngiliz çiftlere evlerini gösteriyor. Ev sahibemle birlikte evin iyi ve komşuluk bilen birilerine satılması için dua ediyoruz ama o ev 750.000 lira eder mi bilemem :P Hain planımız yeni komşularla samimiyeti ilerletip şu anki ev sahiplerinin ayak parmak uçlarını bile suyuna sokmadıkları havuzda keyif yapmak J Süs havuzu sanki; girsene bi'! Hayırlısı bakalım J

Bugün hava serin. Sabahtan yağmur atıştırmış anlaşılan. Salı günleri aradığınız her şeyi bulabileceğiniz çok güzel bir pazar kuruluyor burada. El dokumasından yapılmış insana huzur veren ketenvari kumaşlardan perdeler, örtüler; çok şık ve tipik yaz evi dekorasyonu için bulunmaz nimet hepsi de. Pazar o kadar yakın ki giderken ya da dönerken kaybolmam mümkün değil J Birazdan mideme bir şeyler tıkıştırdıktan sonra tek tabanca gideceğim pazara. Hakan'cığım pazarda bana tahammül edemiyor :P Cuma günleri ise tezgahların yanından geçerken sebze ve meyvaların gerçek aromalı kokular yaydığı yerli pazarı kuruluyor. Bu kokuları çocukluğumdan hatırlıyorum. Fiyatlarsa yarı yarıya fark ediyor..

Asortiğim onüç saat sürecek bir yolculuktan sonra yarın sabah Fethiye’de olacak. Uçakla olsa, dört saat daha ekle Amerika’dasın J Şu beş günlük süre içinde o kadar özledim ki asortiğimi. Kaçamağa gel Asortiğim. Yatcaz kakcaz sen gelicen :) Ne güzel.. J Kafama göre bir arkadaş topluluğunun içinde olduğum için çok şanslıyım.

Bütün yorumlar için uç ve bucaksız teşekkür ediyorum. Bütün iyi dilekler için minnet derecem sonsuz. Sabah uyanır uyanmaz azıcık buralardan ve benden söz edeyim istedim. Yorumlara mutlaka döneceğim.

Hepinizi seviyorum :)

Görüşürüz..

14 Mayıs 2010 Cuma

HEDİYELERİM.. ÇOK TEŞEKKÜRLER..

Ali abimi uğurlayıp uykuya dalmamız sabahın beşini buldu. O elim olaydan sonra (!) Ali abimle yaklaşık altı aydır telefonla sürdürdüğümüz güzel iletişimin çat kapı mesafesinde olmak ne güzel. Bu üçüncü görüşmemiz, pazar günü için de bir şeyler planlıyoruz; bu planın bu bölgeyi hiç bilmeyen biri; yani benim gibi biri için büyük bir sürpriz olacağı kesin. Gece sohbetinin en önemli bölümü kelebek etkisi üzerineydi. Bir kelebek bir yerde bir kanat çırpardı ve neler olurdu neler.. Çok ilginç olaylar sonucu edindiğimiz arkadaşlıklar o ilginç olayların sürecini irdelerken tarafların birbirini daha yakından tanımasına neden oluyor. Birbirinin inceliklerini öğreniyor insan, daha az ya da daha çok önemsedikleri bakış açılarının belki de değişmesi gerekliliğini ortaya koyuyor. Ali abiyle daha sade bir biçimde tanışmış olsaydım belki onun hakkında edindiğim bilgiler daha farklı olacaktı. Bu nedenle, o saçma olayı artık daha farklı algılıyorum..

Zaten yorgunum. Sadece birkaç saat uyumuşken sabahın dokuzunda arayan kişi ani su ısıtıcısı montajı için gelen delikanlının kapı zilini bize duyuramadığı için iş yerini aradığını söylememiş olsaydı ben o kapıyı hayatta açmazdım :D Ama su ısıtıcısı önemli mevzuu buralarda. Artık duvarda asılı bir garip ani su

ısıtıcımız var. Korkuyorum ben bu cihazdan aslında ama bu coğrafyanın olmazsa olmazıymış.

Dün akşam Asortiğim birkaç günlüğüne İstanbul’a ailesinin yanına gitti. Terk edilmiş hissiyatım devam ediyor L Önceki gün bir teknede balık ekmek kaçamağı yaparken deniz görgüsüzü arkadaşına (yani bana) ‘sen deniz tarafına otur da denizi izle’diyen zarif arkadaşımı şimdiden çok özledim L Evine dön Asortik!

Bugün daha bir toparladım etrafı. Salon fotoğrafları tamam da odalardan ‘yok burası adam olmaz’ deyip elimi bir işe vurmadan çıkmaktan, eşyaları yatağın üstünden komidin ve şifonyerin üstüne, oradan alıp yine yatağın üstüne koymaktan bugün itibarıyle vaz geçtim J Bir garip sirkülasyon J Toplama değil sadece yer değiştirme J Artık gündelik işler için zaman ayıracağım, ev tamamdır; az sayıdaki tıkıştırmaları saymazsak :) Hem körle yatan şaşı kalkar; Nalan ablayla o kadar yemiş içmişliğimiz var, atamıyorum hiçbir şeyi :/ Hakan ‘merak etme hayatım, o işi ben yaparım sana çaktırmadan’ diyor. Nalan ablaya ‘senin yüzünden çöpçü oldum’ diyorum. O da ‘senin ruhun çöpçüymüş, ben sadece açığa çıkardım’ diyor :D Yani suçlu bulunamadı.

Ankara'daki son günümde Nalan ablam vedalaşmaya geldi, taşınmamız da macera olduğundan –Carlos, sizin normal bir işiniz yok anlaşılan diyor- ben akşam üzeri ona gidecekken tam da bir sürprize ihtiyacım olduğu an Nalan ablam çıkageldi. Çimenlerde oturup gözyaşı dökmeden ağlaştık; sözlerimizle ağladık :( Bana güzel güzel akıllar verdi, bencil olmayı öğrenmem gerektiğini söyledi. Deniyorum Nalan ablam :P

Nalan ablamın Kaatı sergilerinden birinde küçük bir dala tırmanmış bir panda görmüş ve çok beğenmiştim ama o zamanlar Nalan ablamla seviyesi üst düzey bir ilişki sürecinde olduğumuzdan o pandayı çok beğendiğimi söylememiştim çünkü söylesem o hediye etmek isteyecekti ben de ederini ödemek. Nalan ablamla samimiyeti ilerletip kendi açımdan ‘yüzsüz’ :P boyuta getirdiğimde bile aynı nedenle panda hakkındaki düşüncemi hiç söyleyemedim. Sonra bir gün başka bir sergide, pandayı göremediğimde pandanın akibetinin birine hediye edildiği yönünde olduğunu öğrenince Nalan ablaya ‘hediye edeceğini bilseydim ben kendime hediye ettirirdim onu’ deyiverdim. Peki ne oldu? O hediye edilen kişi sanırım pandaya bakamadığından :P pandayı Nalan ablaya iade etti :D Nalan ablam da bu güzel kaatıdan pandayı gerçek ve en has sahibine, yani bana verdi :) O panda artık benim duvarımdan bakacak böcü böcü.

Nalan ablam, Mahmut abim, artık adımı söylemeye başlayan Ertuğrul’um ve rakibim kızları hepinizi çok seviyor ve teşekkür ediyorum.

Eşyaların kamyona yerleşmesi tam bir kaos durumdayken her şeyi olduğu yerde bırakıp Çınar'ımın davet ettiği kahvaltı sofrasında aldım soluğu, arkama bile bakmadan topukladım.. Çınar’ım ‘hadi babanı da çağıralım’ dediğinde hiç tereddüt etmeden çağırdığım babam da geldi kahvaltıya. Son yüzyüze sohbet L Arkadaşlarımı seviyorum, özlediğimde göremeyince üzülüyorum L Çınar çok güzel, özenli ve sempatik sofralar hazırlar ve her defasında 'hayır bir şey yemeyeceğim' ya da 'yemeğe kalamam, bir kahve içimi buradayım' dediğim sofradan tıka basa tok kalkmışımdır :) Fildişi rengi köşelerinde yeşil çiçekleri olan minik kahvaltı servisi vardır Çınar’ımın. O minicik tabakları çok severdim ben. Kullandığım tabaklarım ıskartaya çıkınca alayım dediğim o tabakların benzerinden artık benim de var J Sanki aklımı okuyan canım Çınar’ım bana o minicik sevimli tabaklardan hediye etti. O kadar güzeller ki değil kullanmak, fotoğraf çekmek için sadece bir tanesini çıkaracak kadar kıyabildim kendilerine :) J Çınar’ım çok ama çok teşekkür ediyorum. Aileni ve seni çok seviyorum J

Mavi Kuş Derneği örgü diye başladığımız ama yaratıcı zihinler sayesinde ürün bakımdan zenginleşip çeşitlenen kampanya için gelen bütün el emeklerini gözlerimle gördüm. Hepsini fotoğraflarından tanırken dernek binasının 100 mt. ötesine yerleşip o güzel eşyaları yakından görmek nasıl bir mucizedir? Ben bu kampanya başlarken daha önce hiç görmediğim Fethiye’ye yerleşeceğimi bile bilmezken önceki gün derneğe alış veriş merkezi arabalarından birine yüklediğimiz bir takım eşyaları götürdük. Komik bir görüntü, o saatte ve sıcakta dışarı çıkmaya cesaret edebilen yerel halk bize bakıp güldü J Ben olsam böyle bir görüntü karşısında ben de gülerdim. Bloglardan birinde anlattığım gibi bir fotoğraf görürseniz bilin ki o alış veriş arabasını ittiren tipler Hakan ve Gülen’dir J

Fiamma, onmarifet üyelerinden becerikli, yaratıcı ve iyi kalpli biridir. Fiamma daha önce Nalan ablamda gördüğümde evirip çevirip nasıl yapıldığına akıl sır erdiremediğim adı da kendisine uygun sihirli bir kutu ve melez güzeli inci kolye ve küpeli bir havlu göndermiş bana. Fiamma’m bunu hak edecek ne yaptım bilmiyorum ama çok ama çok teşekkür ediyorum. Seni çok seviyorum :)

Bugün öğlen saatlerinde, delinen duvarlardan dökülen duvar parçaları henüz yerdeyken acemihobici ve eşi geldi, gerçi geldikleri gibi de gittiler L Hiçbir şey anlamadım bu ziyaretten. Ha bir de bisiklet sepetindeki şu çirkin :P şey J Sadece çay ve kek için geçen pazar onlara gittiğimizde bizi zorla yemeğe alıkoyan bu güzel ailenin asabiyetinden yanından geçilmeyen şuncacık köpeği bizim eve girince sus pus oldu ama Bıdık hala Hakan’dan nefret ediyor :D Hakan’ı görünce bir damlacık bedeninden geldiğine inanamayacağınız bir hırrrrr sesi çıkarmayı başarıyor J Başındaki başörtüsü de değilmiş üstelik, bandanaymış.


Acemihobicim’le onmarifet’ten birbirimize laf atmışlığımız var; Fethiye’ye gelmeden önce yakın bir ilişkiden söz etmemiz mümkün değil yani. Buraya geleceğimi öğrendiğinde daha sonra uzun uzun anlatmak istediğim ev arama maceralarımızı bisikletiyle renklendirerek bize liderlik yapan acemihobicim sıcaklık ve yakınlığından son derece memnun olduğum bir arkadaşım. Çok becerikli ve yaratıcı acemihobicim –ki acemi olduğu konusunda yalan söylüyor- bana yeni ev ve hayatımda kullanılmak üzere bir dizi armağan getirmiş J bugün. Kullanmaktan zevk alacağım armağanlar topluluğu J

Tamamı el yapımı anahtarlığımız :)

Uğur böcekli kapı tutacağımız :)

Babamın el koyduğu nazar boncuklu kapı tutacağımız :)

Abiye kapı tutacağımız :)

Deniz malzemelerimi koymak için şık ve sanki 'hazırmış' gibi kot sırt çantam :)

Ekmek koymak için bir çanta :)

Ve son olarak bir buzdolabı cep magneti :)

Ben gelmeden bir gün önce… (ama bu inanılmaz hikayeyi sonra anlatmak istiyorum); desteğini hep hissettiğim, büyük acım hakkındaki sözleriyle bana güç veren, kaçamak fırsatları yarattığımız asortiğim;

Allerjik astmasına, okula giden Derin’ime karşın ev yerleştirme ısrarını zor durdurduğum kekik koku’m, daha ilk gün gelip evi oturulur hale getirme aşamasına getirmek için kolları sıvayan acemihobici’m hepinizi çok ama çok seviyorum.

Bir lafıma kanıp bir günlüğüne Fethiye'ye gelip kaç gün kahrımı çeken Fındığım seni çok seviyorum :)

Binlerce ama yetmez, sonsuz teşekkürler..

YORUMLARIYLA DESTEK VE CESARET VERİP YENİ HAYATA YÜREKLENDİREN BÜTÜN ARKADAŞLARIMA TEŞEKKÜRLER. HEPİNİZİ ÇOK SEVİYORUM..

Not:Acemihobici’m, babam sizin o kadar çabuk gideceğinizi bilmiyormuş, yoksa dışarı çıkmazmış.

Not2:Acemihobici'min neresi acemi?

Not3:Carlos aradı :( Eziyete çağırıyor :D Fındıııık Paspatur'a gidecekmişiz. Koş gel :)

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails