27 Kasım 2011 Pazar

ŞİDDET GÜNÜ!

DÜNLE OLAN İLİŞKİLERİM..
Hastane maceramızın sonu. Babamla hastane yollarında tükettim ömrümü son tahlilde üstad :P Fındık daha iyi gibi, Hakan da öyle. Babamdan tahlil isteyen doktorun yakınımızdaki hastanede olmadığını öğrenince (sanırım babamdan kaçtı :D) semt polikliniğine kadar sürdük izini. Babam on gündür muzdarip olduğu baş dönmesinin nedenini bulursa eğer, doktora bir kilo baklava götüreceğini söylemiş ve bunu bir kaç kere de teyit etmişti. Babamın baş dönmesinin nedeni bugün bulundu. Babamın şükürler olsun ki ne damarları tıkalı ne başka bir sorun var.  Hafif ve şimdilik önemsenmeyecek kadar incelmeler başlasa da babamın damarları yaşına göre oldukça iyi. Sadece sinüsleri kapalıymış ve soğuk algınlığı+grip sonucu baş dönmesi olmuş. Baklava yakın zamanda doktora ulaştırılacak.
Hastaneden çıktık. Babam 'benim yürümem lazım, damarlarımın tıkanmaması için yürümeliyim' diye kattı beni önüne. Yürü babam yürü. Alış verişe gitmemiz lazım. Niyetim babamı eve bırakıp yola bisikletle devam etmek; alışverişi yapıp geleceğim. Yok yürümem lazım diyor da başka bir şey demiyor :))))  Ben de bunu alış veriş için gittiğim yolun başından 'bak ilerideki ışıklara kadar yürümemiz lazım' deyince tornistan :D eve döndük. Bisikletle gittim alacaklarımı alıp döndüm eve; tek kelimeyle geberik halde :)
Fındığım evdeydi bugün. Canım benim başı ağrıyor. Hakan ilaç alırken birer tane de ona veriyor. İyileşmeye çalışıyorlar. Kız ta Antalya'lardan hasta olmaya mı geldi buraya :( Çok üzüldüm ama neyse ki fındığın hastalık kaprisi yok. Ben de çay çorba işlerine bakıyorum. Hastalarımı rahat ettirmeye çalışıyorum.. Hasta olmasına karşın fındığımla çok eğleniyoruz, çok gülüyoruz. Kediyi hayatından bezdiriyoruz. Zaman iyi ve çabuk geçiyor. Fındığın gitmesini istemiyorum.. Fındık Hakan'la esprilerimize çok gülüyor. Dün şiddete karşıyız günüydü ama bay potman (anchorman değil) Mehmet Ali Birand ana haberde her gün bir kadının şiddete uğrayarak feci ve akıl almaz biçimde hayatını kaybetmesi, devletin onları bir türlü koruyamaması gibi kamu vicdanını son derecede rahatsız eden bir durumla ilgili bir haberi sunarken 'bugün dünya şiddet günü' gibi bir gaflet cümlesi sarf edince adama olan gıcık duygularımın ironik patlaması sonucu Hakan'a 'gel' dedim 'kutlayalım şu günü, hadi döv beni, bak şiddet günü bugün. Kutla günümü' Hakan beni dövmekten kaçınıyor ama ben ne yapıp edip kendimi dövdürdüm. Şiddete karşı olmamak mümkün mü ama Mehmet Ali Birand ve onun haber sunuşunu hiç sevmediğimden yaptığı gaflarla hafiften geçtiğim bir dalga fırsatı içindi bu atraksiyon. Gülüyoruz ama nasıl, aslında gülünecek bir durum olmadığını bile bile gülüyoruz. Fındık diyalogla anlatmış manzarayı.. Sinir oluyorum MAB'a! Böyle bir gaf hoş görülür mü!!

BUGÜNLE OLAN İLİŞKİM:
Dün gece geç saatlerde boğaz bölgelerimde yanma hissinden dolayı geç uyundu. Dolayısıyla da geç uyanıldı. Henüz yeni üye olduğum FK'de fotoğrafımın günün fotoğraflarından biri seçildiğini öğrenince şok ve sevinç krizine girdim ama o kadar güzel fotoğraf arasından benim fotoğrafımın bunu hak ettiğini düşünüyor değilim ama yapacak bir şey yok :P Bu arada söylemeden geçemeyeceğim fotoğraflarımın kopyalanıyor olması konusunda yazdığım nota karşın o notun hemen üzerindeki fotoğrafların ÇALINMASINI bunu yapan insanların okuma yazma bilmediğine ya da okuma yazma biliyor olsa da okuduğunu anlayamamış olmasına bağlıyorum.. Artık blogda fotoğraf yayımlayıp yayımlamamayı düşünmeye başladım. İzin almak ya da link vermek bence çok şık olurdu ama kime anlatıyoruz?
Saati ettik 5.
Aferin bize.

25 Kasım 2011 Cuma

ÖLECEKSİN YENİL!

Üçü de hasta ama babamın dışında diğer ikisi çaktırmıyor nazlanmıyorlar. Evet Hakan, babam ve Fındık hasta. Grip aşısı olduğum için sanırım grip çevremde sadece tur atıp duruyor. Dün Fındığa yatıp dinlenmesi için ısrarcı olduysam da bir saat içinde biz sokaktaydık.
 Geçen yaz geldiğinde çevreye ve havanın çıldırtan sıcaklığına henüz ben de çok yabancı olduğumdan fındıkla çok bir şey yapamamıştık ve her iki ziyaretinde de fındığın zamanı kısıtlıydı. Şimdi pek öyle değil. Hem birbirimizi daha yakından tanıdık, hem evime gelme işlemini gerçekleştirmiş olan kişinin rahatlığı benim için çok önemli olduğundan canımız ne isterse onu yapıyoruz. Gece yemek yiyoruz, istediğimiz saate kadar uyuyoruz. Zamanı hoyrat kullanıyoruz, peşimizden koşturan varmış gibi davranmıyoruz; nasılsa fındığımın bir ayağı burada artık. Ve hani kafa sarması durumu var ya; fındıkla kafamız sardı. Çok eğleniyoruz, kediyi severken sevgimizden sevgimizle eziyet edip kediye bizden kaçtığı için bir de bozuluyoruz. Bugün can çekişmekte olan mevsimin son sineğini bir yakalayıp verdim ama yine de yaranamadım hanımefendiye :P
Dün önce Kaya Mezarlarına gittik ardından Aşıklar Tepesi diye bilinen seyir teraslarına. Orada küçük bir büfe var. Çay içip denizi izleyip felekten bir gün çaldık. Kısa yolları bisikletle yapıyoruz ama uzun yol için fındık henüz hazır değil. Ben de yürümeyi unutmuşum :) Yürüdükten sonra benim, bisiklete bindikten sonra fındığın bacaklarından et kopardılar sanki :D Sonra temizliği ve sakinliğini sevdiğimden dolayı Ecesaray Marinayı gezdik. Fotoğraf çektik. Hava kararınca gelip havuç, patates ve nohutlu kereviz yaptık. Çok güzeldi. Nefisti!
Bu sabah babamın ultrason çekimi için hastanedeydik. Eve yorgun ve uykusuz geldim. Yattım sanırım uyudum da çünkü hakikaten bir tatlı huzurla uyandım. Uyanır uyanmaz yemek hazırlıklarına giriştik. Yemek saatlerinde tam da ondan söz ederken Ali abimiz '10 dakika sonra sizdeyim' demek için aradı. Tabii ben onun on dakiklalarını çok iyi (!) bildiğimden hiç ihtimal veremedim on dakika içinde gelebileceğine. Geldi :) Kalabalık, eğlenceli bir akşam yemeğinden sonra evimizin tatlı yaratığı üzerine şöyle bir geyik çevirdik:
Gülen: Ali abi bu kedinin derisinden çanta yapalım.
Ali abi: Patilerinden de dolma.
Gülen: Patilerini jiletle cırtlatıp içine pirinç koyalım, kuyruk sapından da kemer :D
Ali abi: Kulaklarından anahtarlık yapalım.
Gülen: Gözlerini çıkarıp tshirte dikelim :D
Fındık: Sizi tanıdığım güne lanet olsun :D
Ali abi gittikten sonra okey oynadık. Ben sık okey oynayabilen biri değilim. Okeye sabit odaklanma sorunu yaşıyorum. Durağan işlerde kendimi iyi hissetmiyorum, dikkatim bir süre sonra dağılıyor ve ya toparlanmıyor ya da bu toparlanamama hali yenilme anına kadar öylece kalabiliyor. Hakan ve babam, fındıkla da ben eş olduk.  Sonucu fındık yazsın çünkü rakamı o yazdı. Ve fakat ben Hakan su içmeye gittiğinde ıstakasının üzerine 'ÖLECEKSİN, YENİL' yazılı bir kağıt bırakmış olabilirim :P
Her şeye gereğinden fazla üzülmemeye karar verdim. Üzüldüğümde hiçbir şeyin değişmeyeceği gibi sadece kendime eziyet ettiğimin farkındayım. Duygularımın ipini kaçırdım ve bu aralar o ipin ucunu yakalamaya çalışıyorum.. Dünyanın yükünü taşıyorum sırtımda; bıraktım bırakacağım ama neredeyse. Dua edelim hep birlikte benim için.
Fındığım da bir yazı hazırlıyor notebookta. Sonra ne yaparız bilmiyorum. Hayat bizim emrimizde, biz hayatın değil. İstediğimiz şeyi yapacağız. Belki çay içeriz bu saatte uyumamak için :)
Utanıyıorum :( Gün içinde 100 metre koşucusu gibi koşturup sonrasında uyuduğumdan   Nalan ablamın öğretmenler gününü kutlayamadım. Yarın ilk işim bu olsun. Nalan ablam, canım benim seni ben pek çok severim...



Aaaa o kedinin gövdesi nerede yaa:) < diye soran canım Çınar'ım kedinin tamamı burada :P




Aşıklar Tepesi'nden deniz ve tekne..

FOTOĞRAFLARIMIN, YAZILARIMIN KOPYALANIYOR OLMASI BUNU YAPAN KİŞİLERİ ASALAK YAPAR. BU NOTU BUNDAN SONRAKİ BÜTÜN YAZILARIMIN ALTINA EKLEYECEĞİM! ARTIK FOTOKRİTİK'TE DE BİR HESABIM VAR. KOPYALADIĞINIZ HER FOTOĞRAFIM BENİM İÇİN DEZAVANTAJ YARATIR. BUNU İSTER MİSİNİZ?

Diğer fotoğraflar sonraya..

Peri'm; kıskanma ne olur, sen de gelirsen tam olur :D
Şeker kokum canım benim! Seni seviyorum ben; hem de çok.
Ali abim; siyah oce sürüp kediyi rock tarzı yapalım :D

24 Kasım 2011 Perşembe

DEPRESYONDALAR :(





Dört sene eğitimini aldığın işini yapamazsan ne hissederdin?
Kötü, kendilerini işe yaramaz, iş zaiyatı hissettikleri kesin. 
Onlar da hak ediyor öğrencilerinin çiçeklerle gelip Öğretmenler Günü'nü kutlamalarını kabul etmeyi.
Aradaki fark ne; atanamadığı için depresyona girmiş öğretmenle görev yapan ama yine de depresyonda olan öğretmen arasındaki fark ne?
Her iki grup da depresyonda..
Atanamayan, atanabilip de öğretmenlik mesleğini mesleğinin gerektirdiği onurla yapan bütün öğretmenlerimin Öğretmenler Günü'nü kutluyor benden genç, benden yaşlı hiç fark etmez hepsinin ellerinden öpüyorum.. 
Onları atayabilme başarısını (!) bir türlü gösteremeyen yetkilere de sonsuz sitemlerimle..

23 Kasım 2011 Çarşamba

BİR TATLI HUZUR ALMAYA GELDİ! BİR TATLI HUZUR VERDİ!

Mutlu küçük bir ailem var benim. Evimin havası böyle kokuyor bugünlerde. Durup dururken bir kız kardeşim olmuştu geçen yaz. Ben henüz gelmiştim Fethiye'ye, bir kaç gün sonra da Fındığım. Birlikte çok güzel bir kaç gün geçirdikten sonra beni otogarda öksüz çocuk gibi bırakıp gitmişti fındık. Yaşamın kıyısında annemiz Nur'umuz da buradaydı. Üçümüz birbirimizin ortak arkadaşı, kardeşi, annesi, kızıydık. Ortak kümede kesişen rakamlar/hayatlar gibi. Çok güzel bir kaç gündü. Yüzyüze tanıştıktan sonra da sürdüyor olmak insana huzur, cesaret ve mutluluk veriyor. Arkadaşlarının yanındayken huzurlu olmalı insan. Rahat ve sanki evinde misafir değil de senin senden habersiz başka bir yerde bölünmüş de o an yanında, evinde olan bir parçan varmış gibi hissetmelisin. Ben bu duyguyu yaşıyorum şu günlerde. Fındığım konuşurken pardon şakırken eğer astma hastası iseniz astma krizi geçireceğinizi hissedersiniz. Nefe almayı unutur konuşurken :D Onunla hiç sıkılmaz insan. Eğlenir, eğlendiği kadar da hüzünlenip ağlayabilir insan. A bir de artık eve alışmış bir yımırtamız var. Ve fakat yımırta nedense (!) ben ve Fındıktan kaçım kaçım kaçmakta ama Hakan abisinin bacaklarına sürtünmekte. Acaba biz yımırtayı severken kendimizden geçiyor olabilir miyiz? Onun bizi görür görmez köşe bucak saklanma hissiyatına engel olamaması bu hırçın sevme eylemimiz olabilir mi :P
Ali abimiz bizimleydi önceki gün. Nefis geçer biz birlikteyken zaman. Ali abi yine ve hala bekliyoruz gittiğinden beri seni :)
Bu arada ben bu yazıyı yazarken Fındık kendi yazısını yarım bırakıp yanıma geldi ve ben aynı zamanda yazımı ellerimle saklarken 'ben bağlayamıyorum konuyu ya!' dedi. Ben de ona 'sen bağlama; zaten de bağlayamazsın. Sen bir şeyi anlatırken o konu hiç bitmeyecekmiş gibi oluyor, bir başladın mı tııııııırrr diye sürer gider sende konular' dedim :D Bazı insanlar hiç konuşmasa daha iyi olur, bazı insanlar da hiç susmamalı. Kendini mutlu hissetmek ne kadar güzel ve bize bu planlanmamış birlikte olma olanağını sağladığı için Fındığın eşi Ufuk'a teşekkür ediyorum. Ufuk 'sıra sizde, biz sizi Antalya'ya bekliyoruz. Yoksa fındığı zor görürsünüz' dedi :)
Tek kusurumuz sabahlara kadar oturup öğlene kadar yatıp günü öldürmemiz ama yarın şeytanın bacağını kırıp Kaya mezarlarından başlayacağız Fethiye turumuza :)
Bugün babamın tahlil sonuçlarını göstermek için ordu gibi hastaneye gittik. Her birimiz bir koldan dağıldık.  Sonra fındığı daha fazla bekletmek istemediğim için eve gönderdim. O gittikten sonra bizim de işimiz düşündüğümüzden çabuk bitince araçla eve gittik. Baktık fındık yok ortalıkta. Canım benim birbirine benzeyen sokaklarda kaybolmuş ve çok akıllıca bir kararla hastaneye geri dönmüş.  Hakan gidip aldı :)
Bizden şimdilik bu kadar.








Uyu!!!


Saate bak ve uyu!!!




Direnme ve uyuuuu!!!

19 Kasım 2011 Cumartesi

BİR YIMIRTA DA SEN ÇIRP!

Yaşasın. Yaz boyunca planlamaya çalışıp da beceremediğimiz o buluşma gökten başa düşen üç elma misali gibi düştü günümüze.
1. elma fındık
2. elma fındığın dünya iyisi eşi Ufuk
3. elma ortam değişikliği nedeniyle girdiği depresyon sonucu bugün Hakan tarafından ismi YIMIRTA'dan ÇIRPILMIŞ YUMURTA'ya terfi ettirilen kedi..
Çırpılmış Yımırta kedisi an itibarı ile hala göz bebekleri yusyuvarlak gayet tedirgin ve depresiflikten çok korkmuş haller sergilemekte :( Üç katlı evin kedi tarafından seçilmiş bir odasını kendisine tahsis ettiğimiz halde kediye hala yaranabilmiş değiliz. Fındığı bile gördüğünde köpekle karşılaşmış gibi kaçmakta :( Kendi evimizin insanları olarak aman kedi ürkmesin diye parmak uçlarımızda yürüyoruz :D Ama çok komik yaaaa :) Az önce buzdolabının üstüne çıkmış olan bu kedi fındık tarafından indirildi. Uykusu geldi ama uykuya dalma denemeleri gözü yarı açık olduğu için başarısızlıkla sonuçlandı.
Biz iyiyiz, fındığı çok seviyorum. Fındığı bize getirip ama iş nedeniyle dönmek zorunda kalan eşi Ufuk'u.
Ben bir önceki yazıyı kısa tuttum. İkinci bölümde geçen yaz Nur annemin Fethiye ziyaretinden söz edecektim ama Nur annem benden önce davranmış. Bir gün bir ihtimal varsa o da Nur annemin Fethiye'ye yerleşme planlarının gerçekleşmesi olsun deyip o ikinci bölümü daha sonraya bırakalım :) Nur annem biz kızların fındık ve Gülen öpüyoruz seni özlemişiz ki bir de sorma :(
Şu an çırpık yımırta Hakan'a yanaşma çalışmalarında :)
Şimdilik bizden bu kadar.



Perdenin arkasında kendini saklanmış sanan kedi :D



Perdenin arkasında saklandığını sanmaya devam eden kedi :D



Anasının kucağında projektör gözlü kedi



Panik yok; bu bir kedi.



Projektör kedi gözü anasıyla :)



Kendini arkadan gelecek (!) tehlikelerden kollamaya çalışırken :P



Uzun zaman çıkamadığı sedir altında..



Baloncuk: Doğru yerde miyim?



Eğitsel oyunlar :D

>
Ve daha fazla direnemez :D

18 Kasım 2011 Cuma

kısmet bu kadarmış.. ama buraya kadar değilmiş..

Çok yorgunum aslında. Sabah 11.00de girdiğimiz hastaneden 19.00da çıktık. Yok, yeni bir arızamız yok çok şükür. Babamın yaşla ilgili baş gösteren ufak tefek sıkıntıları içindi hastane ziyaretimiz. Ve aynı gün iki bölüm gezip kan emici vampirlere kan verdikten sonra akşam saatlerine bir de mr sıkıştırmayı başarabildik; büyük şehirde ne mümkün?
Babam mr çekilirken büyük bir sıkıntı duyuyor. O sıkıntıyı geçişirebilmekse doktorun önerisiyle kullandığı bir ilaçla mümkün oluyor. Mrdan bir saat önce bir doz aldığı bu ilaç sonrası babam tamamen benim ellerime teslim ediyor kendini. Ben de onu tekerlekli bir iskemleye oturtuyorum ve 'hız yapalım mı, düt düt biz geliyoruz, çekilin' gibi sözlerle koşturup duruyorum; artık itiraz etmiyor ve onu bilmem ama ben çok eğleniyorum :)
Hakan'ın işleri vardı. Akşam hastaneye bizi almaya geldi. Hastanede o kadar uzun kalacağımızı hesaplayamadığım için yemek yapmamıştım. Koştur koştur yemek yaparken bir sms sesi duydum ama ilgilenemeyecek kadar meşgul olduğumdan pek önemsemedim. Yemekten sonra gün raporu vermek üzere Defdef'i aramak için telefonu elime aldığımda mesajın O'ndan geldiğini gördüm. Mesaj: Güleeeen müsaitsen .... yarın Fethiye'ye geliyor. Eğer müsaitsen ben de takılıcam peşlerine. Kalabilirim de ayrıca. Kestane kebap acele cevap. AAAA! O kadar çok bekledim ki onu yaz boyu. Taşınma sorunsalım, ardından sağlık koşullarımın uygun olmaması gibi nedenlerle takvimlerimizi uyduramadığımız için gelişi konusunu 'artık bahara' diyerek kapatmıştık :( Ve buna çok üzülmüştüm çünkü onu çok seviyorum. Sanki kardeşlerimden biri gibidir O. Plan yapmadan 'haydi!' dediğim an 'tamam' diyebileceğini bildiğim biridir O. Ben cevap verene kadar kestane kebap olmuştu ama çoktan. Hemen aradım. 'Gelmezsen, gelip de kalmazsan!!' dedim ama nasıl bağırdımsa babam ve Hakan bile şaşırdı ki artık bana şaşırmamaları gerektiğini öğrenmiş olan iki insan oldukları halde..
Geçen yaz Fethiye'ye ilk gelişimde tanışmıştık onunla. Blogdan tanışıp ben Ankara'dan o Antalya'dan Fethiye'de kesiştirmiştik yollarımızı. Onu o kadar sevmiştim ki ikinci gelişinde göndermemek için attığım taklalar pek işe yaramadığında çok üzülmüştüm. Hele tanık olduğumuz kötü bir olay sonrası canımız sıkılsa da öyle bir akşamımız var ki Hakan, ben, O ve 9'la. (Neden 9? Çünkü O ismi 9 olan bir çizgi film kahramanına benziyor :P ) 10 sene önce en çok o kadar gülmüştüm (ciddiyim)
O akşamdan aklımıza yer eden bir 9 sloganı: Melaba, ben Lobin. Senin canını acıtmak istiyolum :)
Yarın geliyor canım benim.. Seni çok seviyorum.. Ve heyecanı sonsuz bir bekleme içindeyim..
Ben yorumlara yorum penceresinden değil yazı penceresinden bakmayı çok seviyorum ama uzun zamandır bir önceki yazıda anlattığım nedenlerden dolayı bunun için bir fırsatım olmamıştı. Geriye dönük olmasa da en azından bir önceki yorumlara içimdekileri yazmak istiyorum. Bu yeni internet için bir milat olur umarım..

Burcu'm; iki gece önce çay makinesinde çay yaparken mutfak camı buharlandı ve ben seni düşündüm. Cama bir kalp çizdim ve Fethiye gibi bir iklimde cama konan buğu görme zevkinden ne kadar az yararlandığımı düşündüm. Dışarısı soğuktur ki camda buğu vardır; sıcaktır, iliklerin ısınmıştır. Yazmamayı hiç dülşünüyor değilim ama sanki garip bir şeyler oldu. Az yazmalar dolayısıyla az okumalar, üstüne benim teknik sorunlar.. Seviyorum ben yazmayı ve umarım senin kadar uzun yazmayı sürdürebilirim. Umarım bunu başarablirim. Umarım içimde birikmez yazmamayı seçtiğimde yazacak olduklarım.. Fotoğraf beğenin için teşekkürler. Çok acemice ama fotoğraf çekmeyi de çok seviyorum :) Sevgimle öpüyorum seni..

Sevgili :) ay çok teşekkür ederim. Mutlu oldum sözlerine. Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim ama ne yazık ki ben harika değilim :) Hiçbirimiz vaz geçmeyelim yazmaktan. Yazmak iyi bir şeydir ve yazılar kalır. Ben de öptüm :*

Sevgili g; yarım bırakmayı hiç düşünmem bir işe başlarken. Hayatıma eklediğim bütün hobilerime böyle başlamışken hepsini belki de daha çok başında bıraktım, ilgimi yitirdim. Üç senedir yazdığım blogda daha hiçbir şey yazmadığımı, daha yazmaya başlamadığımı düşünmemse bana çok ilginç geliyor. Fotoğraflara iltifatın için çok teşekkürler..

Nalan ablam; tanırsın beni sen ablam. Benim coşkum da hüznüm de abartılıdır. Sevinip mutlu olduğumda da üzüldüğümde de coşku eşiğim aynıdır; birbirine zıt kutuplarda. O nedenledir ki bilirsin çabuk çöktüğüm gibi çabuk da toparlanırım. Üzülmekle aşılmıyor sorunlar. Keşke öyle olsaydı hepimiz aynı anda aynı şeye üzülür sorunu çözerdik.. Ufak bir kıvılcım gerek bana bir parça mutlu olmak için. Seviyorum seni ablam. Çok özledim hem de..

Nilgün'üm; canım yok harika değilim. Vallahi değilim öyle olsaydım haberim olurdu :P Bloglar o kadar etki gücüne sahipler ki kendini, düşünceni ifade etmek, örgütlenmek, insan tanımak, ürün tanımak için başvurduğumuz kaynaklar aynı zamanda. Söyleyecek çok şeyi olan insanlar içinse güçlü etkisi olan bir organ. İnadına kapatmamak, inadına daha çok yazmak, kapatılmasına karşı daha çok yazmak gerek aslında ama bu sudan nedenlerle kapatılma yaptırımı sırasında sanırım insanlar biraz isteksizliğe sürüklendi. Umarım aşarız. kısmet bu kadarmış.. ama buraya kadar değilmiş sözlerini de yazı başlığım yapacağım izninle :)
Anneciğimin gidişinden beri ilk kez oje sürdüm. Transparan da olsa oje sürdüm. Tek kat. Ben iki yaşındayken ağzımı tavana açar 'kırmızı oje' diye ağlarmışım. Bir de 'seval çorabı' :)) Annem kırmızı oje sürüp sustururmuş beni :) Oje severim, senede iki kez kırmızı oje krizim tutar ama anneciğimden sonra hiç oje sürmedim. Oje sürersem anneciğime ayıp olur diye düşünüyordum hala da dşünüyorum ama dün gece sürdüm. Neden biliyor musun? Senin ojeli yazılarını çok seviyorum çünkü. Seni de sevip öpüyorum..

Not: fotoğraflarımın orta yerine göz zevkini bozacak kocamanlıkta blog ismi yazmama neden olan fotoğraf hırsızı; arkadaş hadi manzaradır vs fotoğraflarını alıyorsun da benim fotoğraflarım ne işine yarayacak çok merak ediyorum!!!









Ben gül sevmem aslında ama nergis bulamadım :(

Bu arada Kumanda panelinin gönderme kısmında yani bu yazıyı yazdığım yerde sadece fotoğraf ekleme ve kelime doğrulama ikonları var :( Link ekleyemiyorum :( Bir nedeni varsa bilmek isterim.
Seviyorum sizi ve gidiyorum..

Yazıdaki O kişisi: http://icmdkiyolculuk.blogspot.com/
Yazıdaki 9 kişisi: http://yazmakkeyiftir.blogspot.com/

17 Kasım 2011 Perşembe

BİR TEK BEN MİYİM??

Eve internet bağlattık; ha yok muydu internet bağlantımız vardı ama şu an kullandığımız internetse dün ve öncesinde kullandığımız neydi işte onu bilmiyorum :P
Bu mu yani? Telefonla kuramadığımız ama hiç değilse iletişim aşamasına getirmeyi başarabildiğimiz bir kaç girişimden sonra sonunda bugün eve gelip hem internet hem telefon bağlantımızı 'olması gerektiği' haline getiren telekom emekçilerine teşekkürler.. Aslında çok da üstüne düşmediğimi de bugün fark ettim..
Açılamayan sayfalara eklenemezdi fotoğraflar. Hiç istemezdim yazmayı. Sanırdımki teknik yoksunluktur isteksizliğime neden. Yazarak ifade etmeyi hep çok sevdim ben ve bu blogda yazmaya başlamak, bu işi bu kadar uzun sürdürmek aslında benim en uzun süreli yaptığım işti; sıkılmadan, mutlu olarak.. Ama hem ülke gündeminin, hem ülkeme yaşattırılan sıkıntıların hem de öncesinde yaz başından beri başımızdan eksik olmayan sağlık sorunlarının yazma konusunda beni isteksizliğe sürüklediğini düşünürken çok önemli bir şeyi kaçırdığımı fark ettim bugün..
Aslında en önemli neden blogların bir süre önce kapatılmış olmasıydı. Bunu tam olarak hissettiğim ilk gün bugündü.. Şevkim kırılmış. İlk giydiğinde kıpkırmızı yeni rugan ayakkabısıyla yağmura tutulmuş küçük kız çocuğu hüznü hissettim içimde.. Yazmayı seviyordum çünkü ben. Seviyorumdur hala belki ama ıssız hissediyorum kendimi. Daha fazla üzülmemek için kaybetmeye yakın olduğum şeylerden uzaklaşmayı, duygusal bağımı koparmayı başarabilirim ben; bir anlamda o zoraki koşulla yüzleşmemek amacım.. Ve şimdi ben yazmaktan vaz geçmemeyi diliyorum. Mutlu oluyorum çünkü.. Yalnız değilmişim üstelik..
Bir kaç güneşli Fethiye fotoğrafıyla kaçıyorum şimdilik.. Şöyle blog gezip ısınma turları atayım.. :)
















Model: çekirge




Evet yalnız değilmişim :


16 Kasım 2011 Çarşamba

YOK BEN BULAMAM (*)

Düşüncemde başlayıp pratikte bitiremediğim bir deneme olacak bu seferki. Başlamak bitirmenin yarısıysa nereden başlayacağımı bilmiyor olmamın da etkisi vardır bu bitmeyişte.
Maddeler yardım etsin bana.

1-Daha önce şanlı bayrağımın yakılmasına ne zaman, ne koşulda tanık olmuştum? Ortadoğu'da planlanan oyunların gereksizce baş aktörü olmak ne kadar da prestijli bir şey. Hükümetime madalya/yon bekliyorum ama madalyonun öbür yüzü olmasın mümkünse..

2-Pamuk eller cebe. Kesilen deprem vergileri ile duble yol yapıldığı için uzun zamandır gündemi meşgul eden bedelli askerlik ve arkasından ona ceza, buna ceza, ona zam, buna zamlarla açıklar giderilecek. Bir anlamda bütçeye yama yapılacak. Kırk yama ya da ingilizce versiyonu ile patchwork.. Biz bu filmi 99 depreminden sonra da görmüştük.

3-Çocuklar yanarak ya da donarak mı ölecek ülkemde? Çok üzgünüm..

4-On bakanımla buradayım diyen başbakanı Van çadırına on bakanıyla gece bakışına bekliyoruz..

5-Vicdani red durumuna Avrupa'yı örnek gösterenler Avrupa Birliğinin çökmesinden önce (bence çökmüştür; sadece deklare edilmemiştir. Bu nedenledir ki turuncu ve bahar artaksiyonları gündemdedir ya zaten) Avrupa'lıların gelir kaynaklarını, emeklisi ve işçisinin yaşam standartlarını da örnek gösterebilirler miydi acaba? Savaşa karşıyım, savaşlar olmasa askere gerek kalmazdı ya da tam mı tersi yoksa? Hayda çık işin içinden! Kafam karışık bu konuda aslında.

6-Göç görüntüleri ikinci dünya savaşından kalma görüntüler gibi. İnsanlar kendi istekleri, iradeleri dışında yerlerinden, yurtlarından edildi. Umarım onları iyi bir gelecek bekliyordur.

7-Başlıklar değişmesin diye milli maçın kaybedilmesine üzülmedim. Biz maç sonucuna sevinince anında örgütlenir sokaklara dökülürüz de insani haklarımız için sustukça susarız..

6-Yeşil kart kalkıyormuş. Yanlış. Yeşil kartı Mercedes'liden alacaksın! Sağlık Bakanlığı ilk kez kar ediyormuş; Sağlık Bakanlığı'nın ticarethane olduğunu kimse söylememişti bana daha önce.

7- Kızgınım, öfkeliyim: hayatın olağan akışına aykırı diye bir terim var hukukta. Yaşadıklarımız hayatın akışına aykırı ama o zaman hayat nasıl akıp gidiyor? Bu hayat akışkan mıdır?

8-Duygusal anlamda yıprandım. Silindirle asfalta yapıştırılıyorum, sürünmeyi sürüdüyorum kaldığım yerden. Manzara beni derinden yaralıyor. Yaralarımı derinden besliyor. Her gün yeni bir dram; acaba bunu asıl görmesi gerekenler, sorumluluk sahipleri ve neden olanlar benim gibi/kadar görüyor mu?

9-Turkcell'in dönen son reklamının ne kadar da acısı bol. Hiç hoşlanmadım. Duygularımın dibine kadar sömürüldüğünü bir kez daha hissettim. Yok ya, nefret ettim aslında ben bu reklamdan.

O GÜN TANIŞTIĞIMIZ SAŞA İSİMLİ ARKADAŞLA ÇALIŞ'TA BİR GÜZEL GÜN..



Memnun oldum SAŞA; ben Gülen. Gel seninle oynayalım. Anlaştık mı??



Bak şimdi oyun şu:



Önce biraz ısınalım..



Dur ben bi' depar atayım :D



Gülen: Bak bu tahta parçası, bunu denize atayım sen de onu bana getir oldu mu?
SAŞA: tamam abla



SAŞA: önce bi' koklasaydım abla?



SAŞA: abla ektin beni ha!



Sen tahtayı çıkaradur ben az Hakan'cığıma sarılayım..

Ben bu yazıyı metin belgesinde yazdım. Fotoğrafları yedeklerimden yükledim ama yayınlamayı başarabilecek miyim acaba?
Görüşürüz, görüşür müyüz??
Görüşürüz..
Sayın Ali İkizkaya beye not;
Ali abi biz senin bize gelme ihtimalini sevdik..

YOK BEN BULAMAM = BAŞLIK BULAMADIM

12 Kasım 2011 Cumartesi

BİRİNCİ DERECEDEN BİNİNCİ ÖLÜM..

Vahşi miyim; evet sanırım vahşiyim. 'Ah yazık bu hayvanlar kesilecekler, ölecekler, benim koyunumun bakışı bile başka' derken (kulakların çınlasın Nihat Doğan) dört kişilik bir imha ekibi olarak daldık ölmüş hayvanın yağlı kavurmasına; yanında şehriyeli bulgur pilavı. Ertesi gün hayvandan iz yoktu. Sanki o hayvan hiç olmamıştı, hiç yaşamamıştı..
Fethiye'de daha önce ününü tününü duymadığım çeşitli otlarla tanıştım. Yediğimden bir kaç saat sonra mide ve baş ağrısına neden olduğu yetmezmiş gibi dişlerimi de ağrıtan kırmızı etle az olan ilişkimi neredeyse hiçe indirmiştim. Arada gerekiyormuş yine de her ne kadar kendimi vahşi hissetmeme neden olsa da..
Şu an deniz kenarındaki cafelerden birinde tek başınayım. Hakan uyurken usulca evden kaçtım. Masamın üzeri çok kalabalık. Beni görenlerin yuh masaüstü bilgisayarı getirseydin bari dediklerini biliyorum. Görüntü bu çünkü:


Internet bağlantımız insanı delirtecek cinsten. Çözümü geçici olarak deniz kenarına tezgah açmakla giderdim şimdilik. Günlük güneşlik buralar. Yerleşik olduklarını sandığım turistlerin üzerlerinde askılı giysiler var ama ben grip aşısı olmama karşın bu kadarına cesaret edemem..Sırtımda dolaşan rüzgar hoşuma gitse de yine de mücadele edilesi gereken bir şeymiş gibi davranmamda fayda var..
Kolumun arka tarafının sırtıma yakın yerinde gittikçe büyüyüp koyulaştığını konumu itibarıyle fark edemediğim kitle dört dikişlik plastik bir operasyon sonucu yerinden yurdundan edildi. Üç hafta sonra aynı lezyonun bacağımdaki kısmı yerleşkesinden çıkarılacak. Parça parça alıyorlar beni. Parçalayarak alıyorlar beni. Bu vücudumdan alınan dördüncü parça. Kronik hastalıklarda kullanılan rutin ilaç tedavisi nedeniyle kitlenin alınış kesi acısını, alındıktan sonra oyuğun yakılışını, dikişi hep hissettim. Patoloji sonucu da geldi. İyi huylu bir kitle. Sevindik, mutlu olduk ama kişisel olarak mutlu olsam da genel anlada mutlu değilim. Kişisel mutluluğumun beni tatmin etmediğini fark ediyorum uzun zamandır. Kişisel mutluluğumun içimi acıttığını hissediyorum. Sakin, huzurlu, sessiz bir yaşam alanım var. Hakan'la hiç olmadığımız kadar iyi aramız. Hastayken birbirimize daha sıkı sarılıyoruz, yardımlaşıyoruz, yapışıyoruz birbirimize. Hakan yeni keşfettiğim o güzel yalnız kalma/olma hissime saygı duyuyor, öyle zamanlarda atlıyorum bisiklete gidiyorum da gidiyorum. 'neredeydin' bile demiyor. Yeşillik ektiğim bir de bahçem ama içimde beni mutsuz eden şeylerin önüne geçemiyor bütün bu huzur hissi. Mutluluğun resmini çizemiyorum yani.
İyi uyuyorum, huzurla uyanıyorum. Sonra bu huzurdan utanıyorum. Buna hakkım yokmuş gibi hissediyorum ve bu duygunun önüne bile geçmek istemiyorum. Sanki kendime yabancıymışım gibi. Sanki ülkemde ülkeme yabancıymışım gibi.
Kendime bakmak istemiyorum, aynada yüzümü görmek istemiyorum. Yüzümü unutmak istiyorum.. Şehitler, depremler.. ÜLKEM ADIM ADIM FELAKETE SÜRÜKLENİRKEN BEN KENDİMDEN VAZGEÇMEK İSTİYORUM.. Banu Avar'ın Kaçın Demokrasi Geliyor kitabını okuyorum ama okumak, daha fazlasını bilmek istemiyorum. Süründürüyorum kitabı yakın gözlüğümün yanı sıra.. Bildiklerim bu oyunların bir parçası olmamam için yeterince cesaret veriyor bana. Yirmi senedir yaşadığım sağlık sıkıntılarımın üstesinden geldiğime tanık olan arkadaş, eş, dostun ne kadar güçlü bir savaşçı olduğumun bünyemde yarattığı gurur hissi hiç önemli değil artık. Ben başaramadım..
İyi kalpli biri geliyor bir adadan, deprem adası Japonya'dan; Atsushi Miyazaki. Ve burada bir göçükten iyilik dolu kalbi atmazken çıkarılıyor. İlkel bir cihazla hayata döndürülmeye çalışılırken ben de onunla bir kez daha ölüyorum. Bu kaçıncı hayata veda edişim saymadım. Tanımadığım her birinin acı gidişiyle ben de onlarla birlikte kopuyorum her sabah yeni güne yeniden uyanmaktan.. Binlerce kez bir kez daha ölüyorum..
Cinayete 1. dereceden. Derecesi yüksek. Her bir cesedin kaynama derecesi yüksek acısı.. Bilmem kimin oteli sahipleri cinayete birinci teşebbüsten yargılanıp ceza alırlarsa belki ben de diğer kayıp sahipleri gibi nefes alıp vermeye başlayabilirim yeniden..
İnsanları seviyorum ama bu aralar hayatı değil.
Yorumlar için sonsuz teşekkürler.. Internet bağlantımızın halen giderilmek üzere olduğu sorunlardan dolayı yorum sayfalarını ne yazık ki açamıyorum. Pazartesi günü telekomla son görüşmemizi yapıp bir çözüme ulaşamazsak varlığı yokluğu bir internet bağlantısızlığımızı iptal ettireceğiz.
Sevgiler..

10 Kasım 2011 Perşembe

SONSUZ SEVGİYLE..

ATAM SANA HEP RAHAT UYU DİYORUZ.
GERÇEKTEN RAHAT UYUYOR MUSUN?
CUMHURİYET VE SENİN ÇİZDİĞİN BU GÜZEL ÜLKE SINIRLARI İÇİN BİZ BURADAYIZ.

ATAM;

Köylüye 'milletin efendisisin' derken

İleriyi gören gözler dünyanın ezilmiş halklarına ışık olmuşken

Halkın içinde korumasız..

Sakın ola yanlış anlaşılmasın, ben ATA'mı hiç kimseyle kıyaslamıyorum..
Bilmeyenlere halkın lideri nasıl olunur onu örneklemeye çalışıyorum.

Bu ikinci 10 Kasım Anıtkabir'de olamadığım..

5 Kasım 2011 Cumartesi

YA HABERİ OLSAYDI??

Evimizin arka tarafındaki yeşil arazide komşu teyzem otlattığı koyununu seviyor bir çocuğu sever gibi. Güzel sözler söylüyor koyuna. Koyun da ona beeee diye karşılık veriyor. Yanlarına gidip 'teyzem seviyorsun ama keseceksin bu arkadaşı değil mi?' diye soruyorum.'Evet' diyor 'keseceğiz'. Devam ediyorum 'o zaman duygusal bağ kurmasan? Kesilince üzülürsün sonra; hem arkadaşın haberi var mı kesileceğinden?' diyorum. 'Yok' diyor teyzem; 'DAHA SÖYLEMEDİK' :))))

Ülkeme kan kokusuz, şehitsiz, depremsiz, kazasız belasız bayramlar diliyorum.

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails