28 Ekim 2009 Çarşamba

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

Kurtuluş Savaşının onbeşinci,
Cumhuriyetin onuncu yılını doldurduğu gün,
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 10. YIL NUTKU'nu verirken o günün en büyük ulusal bayram olarak kutlanacağını müjdelediği günün üzerinden seksenaltı yıl geçti.

Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Ulusu, yine kendi gücü kurtaracaktır.

MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK


YOKTAN VAR OLMUŞ BİR ULUSUZ BİZ.
ARTIK UYAN
VE
KURTAR ÜLKENİ!

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.

27 Ekim 2009 Salı

BENİM 'ARKATAŞIM' NASIL?


Zamanını ayırmaya değer gördüğünse
Çağırdığında imkansızlıklar içindeyken bile gitmemeyi aklının ucundan geçirmediğinse
Haber alamadığında ulaşmak için çareler aradığınsa
Ulaşamadığında meraktan çıldırdığınsa
O ağladığında kalbin aynı acı eşiğindeyse
Onun sevinci aynı oranda senin DE mutluluğunsa
Hastalandığında gece gündüz yanında olmak istediğinse
Hoşuna gitmese bile ondan duyacağın her söze hazırsan
Uymasa da fikirlerine saygı duyduğunsa
Onun arkadaşlığını seçtiğin kadar onun tarafından seçildiğini düşündüğünse
Dualarına kendi canınmış gibi eklediğinse
Bir saldırıya uğradığında duruma dalmakta tereddüt etmediğinse
İyi şeyler olurken 'keşke o da olsa' dediğinse
Kendine bir şey alırken 'ona da çok yakışır' diye aklından geçirdiğinse

ise
ise
ise
ise
arkadaşsındır..

ARKADAŞLARIMI SEVİYORUM..

Gönüldenele'm; biliyorum yoksun, yoksunum senden :( Yapma böyle :( İz, sadece dil söylemese, öz söylese 'iyi insandı'. Çok mu zor..Kırıp yaraladıktan sonra elde ne var?
Daha ben hiçbir şey anlatmadım gönüldenele'm.. Başkası olsaydı; ama başkası değil o 'benim' babam..
Boynum daha iyi bugün. Pilates yüzyılın sporu, boynumu kas gevşetici kullanmama gerek kalmadan pilatesle düzeltebildim. Önerin için çok teşekkür ediyorum canım..

Funda'm; kendim biliyorum ya, sanıyorumki herkes biliyor; yani o kadar bendensiniz :) Böyle yorumlar gelince yazdıklarıma bir göz gezdiriyorum; evet anlaşılması biraz zor :( Babam, canım babam. Onun hoşgörüsünde olabilmeyi çok isterdim. Babamın çektiği eziyetler nedeniyle kendi kardeşlerinin bile tepkisini çeken babaanneyi Allah affetsin.

3prenses'im; ne geçti ellerine, zaten yaralı çocukları daha da yaralamaktan başka ne işe yaradı? Yaptıkları onları nasıl besledi? Bir nedenden dolayı annesinden ayrı olan bir çocuğa daha fazla şefkat gösterilmesi gerekirken bu eziyet neden? Yalnız bu üvey anneler hep aynı oluyor düşüncene katılmamak istiyorum. Ben öyle üvey anneler gördüm ki.. Bir tanesi çok yakınımızdı ama o da ayrı bir hikaye. Belki bir gün.. Babalarımızın yaşadıklarını kimse yaşamasın.

Doğa'm; amin. Gidenin arkasından konuşmak olmaz deriz ama konuşuluyor işte. İyilikler söyleniyor, kötülüklere gelince susuyoruz. Kusmak istiyorum ama ben bazen. İçimde kalıp patlamasındansa baş ağrıtmak babından anlatıyorum :( Umarım sizden de iyi bir haber vardır. Çok üzgünüm :(

Sesi'm; amin. Anlamadığım, bahanesi hazır kötülükler için nasıl bir enerjiye sahip oldukları. Kötülük yapmak için sürekli düşünmek, kinlerini sürekli kılmak için bu duyguları beslemek gerek. Hayatlarının her anında bunu mu düşünür bu insanlar? Anneciğine sevgi ve sayılar; doğru söylemiş ellerinden öperim. Sen yine de bilmezden gel kötüleri..

bizimgibiler'im; amin. Hiç detay vermeden anlattığımdan emin ol. Her ne olursa olsun arkasından konuşup rahatsız etmek yakışık almaz ama insanız işte. Yeniliyoruz bazen kendimize :( Her şerde bir hayır vardır derler ya, bu gidiş bizi çok heyecanlandıran bir gelişmeye neden oldu ama şimdi sırası değil..

Delfina'm, her iki duan için de içim dolu dolu amin diyorum. Sadece tanık olduğumuz bu tür olaylara içimiz dışımız acıyıp yanarken, Allah analara uzun ömür versin.
Oğlum onalrın evlerine gittiğinde yaşadığı aşağılayıcı tavırları biliyorum ki asla unutamayacak bu cümlenin ne anlama geldiğini anlamadım :( Özdedir iz ve yüze Allah her şeyi görüyor. Babaanne de yaşarken gördü aslında ama ben anlatmamayı tercih ediyorum; belki bir arkadaşıma anlattırırım o değilden..

cansu'm; gerdiğim için özür dilerim ama o an olanları ancak böyle yazabildim :( Amacım asla germek, üzmek değildi :( Sonucu ben biliyorum ya, sanki herkes biliyormuş ama ben yine de yazıyormuşum gibi hissediyorum :( Tabiiki Allah rahmetini esirgemesin kimseden. Her ne olursa olsun yine de o, benim çok sevdiğim kuzenlerimin babaanneleri.

Peri'm; iyiyim iyiyim. Benim de gitmez elim telefona bir gidiş haberi aldığımda. Üzülme arayamadığın için. Kalbinizin benimle olduğundan çok eminim. Babam beni yan odadan takip ediyor-(muş) :) faceblog yazısındaki o renk mevzusu nedeniyle iki gün tavır yaptı bana :) Yorumları da okuyor :) Batım ben bir gün kendisini :P E şey mey kem küm dedi :D

embir'im; ilk cümleni okuyunca 'ay yine ne yaptım' dememle Hakan'ın 'Gülen neden kızardın yine?' soru cümlesi aynı ana denk geldi.. Üzmek istemezdim seni :( Bekleye bekleye yazmandan belli üzdüğüm. Özür dilerim, üzülmenin ne demek odluğunu bildiğimden kimsenin üzülmesini istemiyorum. Umarım baş ağrın geçmiştir, benim boyun ağrısına benzemesin de :( İnan daha hiçbir detay vermeden sadece 'bazı' şeyleri anlattım ben. Aslında anlatsam üçte üç ibret öyküsü olacak bir hayat hikayesi bu ama ben anlatmayacağım. Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste hesabına yazılan hayat üçlemesi..
İlk yazıyı olayın ilk etkisi geçtiğinde bir daha okudum ve ben de hiçbir şey anlamadım :) Babacığım ellerinden öptüğünü az önce okuyordu :P Çay verirken gördüm :)
Verdiğimiz geçici olmasını umduğumuz baş ağrısı için özür diliyor ve ben de seni öpüyorum..

En asortiğinden krebim; iyiyim iyiyim. O kriminal olay da çözülürse daha iyi olacağım. Çok heyecanlıyım.. Yardım teklifin için çok ama çok teşekkürler. Hazır ol, tetikte bekle. Her an.. anladın sen..

Ve MAVİANNE'm; yazdıklarını senin de onaylayacağın gereklilik üzerine buraya alamıyorum. O candan sözlerin için çok teşekkür etmek, sadece teşekkür edebilmek kaymaksız ekmek kadayıfı kadar yavan. Kahve suyunu hazır tut. Ellerimde çiçekler kapı ziline heyecandan titreyen ellerimle her an dokunabilirim..

26 Ekim 2009 Pazartesi

NEDEN ÜZÜL(E)MEDİM?

Operadayız. Üçüncü perde arası. Bina önüne hava almaya çıkıyoruz. Temsil başlamadan önce defalarca sessiz moda alıp almadığımı kontrol ettiğim cep telefonuma bakmak için sabırsızlanıyorum. İçimde, engel olamadığım kötü bir his var çünkü. Alel acele çantamdan çıkardığım telefonuma bakıyorum; ellerim titriyor. Hakan 'sakin ol' dese de umursayacak halde değilim. Yanılmıyorum; babamdan gelen çağrı sayısının dört olduğunu gördüğüm an boynuma bir ağrı saplanıyor, bıçakla kesilmiş gibi bir ağrı bu. Dört sayısını gördüğüm andan babamı arama anına kadar olan zaman içinde yazdığım senaryoya göre Dolunay'ın pazar günü katılacağı araba yarışına hazırlık antrenmanında kaza yaptığı idi çünkü babam görmeyi çok istediğim Aida temsilinde olduğumuzu biliyordu ve eften püften bir şey için kesinlikle aramazdı.
Ağlamaya başlamış ses tonumla 'baba ne oldu' diyorum ama babamın ne olduğunu söylediği sesi kulağıma ulaşmıyor. Duymuyorum çünkü babamın ne olduğunu anlatan sözlerini dinlemeden tekrar tekrar ne olduğunu soruyorum. Babam benimle iletişim kuramayacağını anlayınca yüksek sesle hemen eve dönmemizi söylemekle yetiniyor. Taksi bulmaya çalışıyoruz. Hakan metroyla daha çabuk gideceğimizi söylüyor ve zor yürüdüğüm topuklu ayakkabılarımla metroya koşarken Hakan'ın telkinleriyle biraz sakinleşince babamı bir kez daha arıyor ve babama annelik etmiş, babamın abla, bizim de hala diye hitap ettiğimiz büyüğümüzü kaybettiğimizi öğreniyorum. 'Halam' diye ağlamam ve boyun ağrım devam ediyor. Çok üzülsem de yapacak bir şeyin olmadığının farkında, planımızın ne olduğunu öğrenmek üzere bir kez daha arıyorum babamı ve halamızı değil babamın üvey annesini kaybettiğimizi anlıyorum. Gevşiyorum ama artık çok geç; sinir sistemim bozulmuş perişan haldeyim. Metroya biniyoruz ve ben boşalmış sinirlerimle oldukça yüksek sesle ağlamaya devam ediyorum. Önce kardeşime bir şey olmuş olma ihtimali, ardından emeklerken dizleri acımasın diye babama dizlik diken tatlı halam.. Bir süre sonra ağlama duygu sebebim Ömer Seyfettin kitaplarına konu olabilir nitelikteki bu üvey annenin babama yaptığı eziyet, onyedi yaşında üvey anne eziyetinden kaçmak amacıyla üç sene sürecek askerliğe gönüllü yazılması, bir çok bürokrat ve devlet sanatçıcının gözü önünde uyguladığı şiddet yüzünden birbuçuk aylık hamile anneciğimin Sedef ve beni dünyaya getiremeyecek derecede ağır bir kanama geçirmesine, halamın onaltı yaşında kendinden ondört yaş büyük biriyle evlendirilmesine neden olması.. Hırsımdan, öfkemden, anneme olan özlemimden sürdürüyorum ağlamamı; burun kanatlarım genişlemiş ve bir süre sonra da nefes alamamaya başlıyorum.. Bu nöbet yaklaşık yirmi dakika sürüyor.
Eve yaklaşırken artık sakinim. Babamı Safranbolu'ya gitmek üzere hazırlık yaparken buluyoruz. Onu, akşamın bu saatinde gitmekle sabah erken gitmek arasında bir fark olmadığına ikna etmek biraz zaman alsa da sonunda sabah beşte yola çıkmak üzere fikir birliğine varıyoruz. Üvey anneden olma amca çocuğu canım kuzenim Barış geliyor sonra. Boynum kötü, bütün bedenimle dönüyorum nereye bakacaksam. Kas gevşeticiler işe yaramıyor, Hakan diyorki orada bir sertlik var. Hep öyle kalacağımı sanıyorum.
Yatıyoruz, uyur uyanık saat beşe değiyor. Babam sesleniyor ama ben değil yola çıkmak, ayağa bile kalkamıyorum. Hakan beni yalnız bırakmamak için gitmek istemiyor ben de asıl babamı yalnız bırakmaması konusunda ikna ediyorum onu. Gidiyorlar.
Halamın, babamım kaldırdığı cenaze için 'onca acıdan sonra senin bu kadının cenazesinde ne işin var' serzenişleri..
Yalnız bir kadın. Cesedi üç gün sonra bulunacak kadar yalnız bir kadın.
Allah günahlarını affetsin..

Kırgınım. İçimde yirmiüç basamaklı merdivenden döve döve ittirilen o küçük çocuğun aldığı kalıcı göz kusurunun acısının yanı sıra asla kapanmayacak ruh yarasına kırgınım.. Dünün O yaralı çocuğu benim babam..

Sevgili Mayri; çok teşekkür ederim. Çok incesiniz, çok duygulandım. Tekrar teşekkür ediyorum.. Hiç tanımadığım insanlardan destek görmek ne kadar azaltıyor acıları.

Dolunay'ım; çok teşekkür ediyorum. Duygu anlamında kötüydü hala da iyileştirebilmiş değilim duygularımı ama geçecek.

Dalgaları aşmak; çok teşekkür ederim. Tek başına bir evde üç gün nefessizce kalmakla biten bir seksenaltı yıl. Allah günahlarını affetsin.

Şeker koku'm; çok üzgünüm :( hayatın bizlere nerede nasıl oyunlar oynayacağını bilmiyoruz. Bütün dualarımla birlikte en kısa sürede arkadaşımızdan iyi bir haber almayı diliyorum bütün.. Bir yakınım mı? Sadece bir zamanlar aile soyadını taşımış biri desek daha doğru olur.. Evet Allah günahlarını affetsin.

cansu'm; çok teşekkür ediyorum. Şimdi daha iyiyim. Başımı 45 derece sağ ve sola çevirebiliyorum :P
25 Ekim, 2009

sufi'm; hepimiz bir gün gideceğiz; hocanın nasıl bilirdiniz sorusuna içten gelen 'iyi bilirdik' sözünü duymak çok mu zor? Bu sözlerle uğurlanmak çok mu zor? Hani kim ne götürdü, kendinden başka??

Peri'm; yazdıklarımı sonradan okuyunca evet bana da bilmece gibi geliyor ama ilk duygu dokunuşunda yazdığım gibi bırakıyorum, değiştirmeden.. Bir şey kaçırmadın.
İyileşiyorum, boynu ağrıyanların çektikleri acı için kendilerine saygı duyacağım bir yirmidört saat yaşadım, şimdi biraz daha iyiyim.

embir'im; çok teşekkür ediyorum. Biz anlarız birbirimizi :( Keşke anladığımız konu bu olmasaydı :( ama seninle aynı gibi hissettiğimiz acıyı barındırmıyor bu hissettiklerim. Bu nedenle bir daha göremeyeceğim için üzüldüğüm insanlardan olmadığı için kötü değilim. Daha çok yaptıklarına değdi mi diye düşünüyorum. Onun yapması gerekeni ben yapıp sorguluyorum.. Ihlamurun içine elma kabuğu ve limon da attım ama iğrenç oldu. İçtim mi? Evet içtim.. Çok teşekkür ediyorum. Bilgisayarım yaşlılık alametleri verdiğinden seni kutlama imkanım olmadı, buradan 10marifet birinciliğini yürekten kutluyorum.

3prenses'im; çok teşekkür ediyorum, biliyorsun ne kadar dikkatli olmamız gerektiğini. Kötüye gidecek diye hemen antibiyotik başladım. İkincisinde boğazım inmişti.

Nunu'm; tertemiz, güzel bir hafta olsun diye toplayabildiğim kadar ev topladım bugün :) Umarım haftaya iyi bir başlangıç olur :) Çok teşekkür ediyorum enerji deposu, vitamin Nunu'm

Bizimgibiler'im; telefonda anlaştık biz seninle :) Ben yaşadım, Hakan yaşamasın bu acıyı. Allah sağlıklı, uzun ömür versin bütün annelere.. Sağlığım iyi şimdi.

Volkan, Kaldera'm; sağol canım benim. Haber Safranbolu'dan. Bütün kötü anılara karşın saygısında hiç kusur etmeyen babam vardı yine üvey annesinin yanında. Hayat işte..

Belgin'im, büyük cadım, tatlı cadım; Almanya elim kolum; çok sağol. Seni görmeye gelemediğim için kırgınım kendime :(

Sihirli eller; teşekkürler. Özür gereksiz. Siz iyi olun, gerisi önemsiz..

Nefis şeyim; bu yazıyı okuyunca anlayacaksın canım benim :P

Boyun ağrısı Hakan'ın önerisiyle ilk beş dakika zorlanarak yaptığım onbeş dakikalık pilates seansından sonra daha iyi.

Zaten annesiz kalarak en büyük acıyı yaşamış olan yavrucaklara anne şefkatiyle yaklaşan 'öz annesi' gibi 'öz'den olan anneleri tenzih ettiğimi özellikle belirtmek istediğim bu yazı, bir iç döküştür ve kesinlikle başka da bir anlam içermemektedir..

25 Ekim 2009 Pazar

ÜZÜLEMEMEK.

Hayat ne garip; bir kaç dakika içinde neler oluyor, hayatlar nasıl da planlandığından farklı yol alıyor..
Biz başka bir yerlerdeyken farklı bir yerlerde birileri veda ediyor hayata kimsesiz.
Sabahın beşinde boğazım şiş, boynum tutulmuş olarak uyanmasaydım bu yazıyı yazmak yerine o iki katlı evde taziye kabul ediyor olacaktım.. Acı çektiğim, üzüldüğüm söylenemez ve çekmiyor olduğum o acıdan da utanıyor değilim. Sadece haber aldığım beş dakika sonrasında öz acımla örtüştürdüğüm için ağladım..
Geçti, ağlamıyorum..
Hastayım, çok hastayım..

24 Ekim 2009 Cumartesi

KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ

Bugün öğleye doğru Çınar aradı. Zaten o tarafa gidiyordum 'hadi gel' demesi isabet oldu :P Altı üstü bir cadde geçimi :) Ama önce kısa süreceğini bildiğim bir iş için bir saat zaman istedim Çınar'dan. Çınar'ın oturduğu bloğun önünden geçerken de balkonuna doğru 'Çınaaar, Çınaaaaar diye bağırdım ama duymadı. Aslında duyurana kadar da bağırırdım ama babamın 'bağırıp durma, duymuyor işte' engeline çarptım. Benim kısa süren işler çerçevesinde takılıp kaldığım o çarşıda iki inatçı keçinin aynı köprünün karşılıklı kıyılarında birbirini aşağı ittirecek gibi bakarken iyi arkadaş olduğumuz tuhafiye dükkanı işleten bir abim var :) Abimin ısmarladığı çayı beklerken çay gelmedi ama abi cuma namazına ben de Çınar'a gittim :)
Sakin insan Çınar'la süren güzel sohbetimiz, akşamki programımızın detayları için aranmam nedeniyle çabuk son buldu. 'Miting olsa da gitsek' diyen Çınar'a müjde!
Miting gibi bir konser; yaklaşık bin kişilik halk korosunun da katılacağı beş kuruluş tarafından organize edilen 29 ekim kutlaması pazar günü saat 10.30da Anıt Park'ta.
Ankara'da bulunanları hatta bulunmayanları bile konsere davet ediyorum :) (ben tek başıma altıncı bireysel girişimci olarak organizeye blog bazında el attım.)

Gördüğümden beri; yani yaklaşık bir sene önce, yapımını öğrenmeyi çok istiyorum dediğim o bisikletlerin kıvrımlarına pense vuracağım kursun ilk günü bugün..
Bir bisikletim olmalı ama biri benim için yapmamalı; onları ilk gördüğümde hissettiğim tek şey buydu; kendim yapabilmek..
Bütün bir telden eksiz kıvrılan bu bisikletlerden 'BEN' yapmalıyım.
Mahmut abimin büyük fedakarlıkla zaman ayırıp efor sarf ederek vereceği bu kursa Ankara'da yaşayıp da gelmeyenler yarın bir gün 'bana bisiklet yap' diye kapıma dayanmasın. Meletirim de yapmam haberiniz olsun :D

Bugün başlıyorum..
Gelmek isteyen için 'KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ' Batıkent Gençlik Merkezi'nde..


Rahatlamış gevşemiş pilatessiz pilates yapmış gibi esnemiş kaslarım.
Rahatım, gevşemişim, huzur dolu ve su yatağında uzanmış da gökyüzündeki yıldızları izliyor gibiyim gülümseyerek..
Dünyanın önemli keman sanatçılarından Isabelle Faust'un şef Raoul Grüneis yönetiminde CSO'da verdiği konserden söz ediyorum ama hepsi şimdi değil..
Şimdi kapatmak istiyorum gözlerimi..
Şimdi kapalı gözlerle izlemek istiyorum yıldızları..


Not: Kısa cümleleri saklandıkları yerden çıkarmayı başaramamış olmam konuyla ilgili çaresizliğimin üstünü örtebilmiş değil :( Teşekkürlü yorum yorumları daha sonra :)
Uzun bir cümle değil; sizi seviyorum :)

22 Ekim 2009 Perşembe

NOKTAYA ÖZLEM


Cümleler arası köprü kurmayı sağlayan bütün noktaları korumam altına almam gerekiyormuş gibi noktasızca sürüyor yazdıklarım.. O kadar istiyorumki kısa cümlelerle anlatabilmeyi derdimi, sevincimi, öfke ya da beğenimi; bir gün sıklıkla kullanacağımı ümit ettiğim noktaları özlüyorum hiç tanımadan onları.. Gelseler birer kara lastikten top gibi hoplaya zıplaya ve satırlar arasında kuralsızca beğendikleri yere yerleşiverseler..

En az teyzesi kadar savruk Erdim'in burada unuttuğu Define Adası kitabını görünce hem Erdim'in eli değdi hem de 'biz bunları mı okuyorduk' merakıyla aldım elime kitabı.. Bir kaç dakika sonra okumaya başladığımı farkettiğim kısa ve net anlatımlı cümlelerden oluşan kitap, kısa cümlelere olan zaafımı bir kat daha arttırdı.

Kaptan içeriye girerken kapıyı sertçe kapattı.
Yüzü bir anda bembeyaz kesildi.
Yabancı adam bir adım atarak Kaptana yaklaştı.

Acilen kısa cümle kurmayı başarmam gerekiyor..
Ben kısa cümle kurmaya gidiyorum.
Hoşça kalın..

Öğlen saatlerinde bu biçimde sonuçlanacağını hiç tahmin etmediğim bir davranışımın farklı değerlendirilmesi nedeniyle kırılan kalbimi şu saat oldu hala yapıştıramadım..
Sıcak silikon mu sıksam kalp kırığıma?

Not: Sihirli eller ve eşi iyi.

21 Ekim 2009 Çarşamba

SÜT ÇOCUKLARI NE YAPAR?

Öğretmen binek tipi arabasına doldurdu çocukları. Yerlerinde durmaktan aciz çocuklar, sözlerinin ne anlam taşıdığının farkında olamayacak kadar tedirgin ve heyecanlıydılar.
Çocuk: Öğretmenim yapamayız biz, başaramazsak herkes bizimle dalga geçer
Öğretmen: Neden başaramayacakmışız? Bunun için bir neden olmalı.
Çocuk: Biz onlardan küçüğüz
Öğretmen: Küçük olabilirsiniz ama bu yenileceğiniz anlamına gelmez.
Çocuk: Ama öğretmenim yenilirsek kızmaz mısınız bize?
Öğretmen: Oğlum yenildi diye sporcuya kızılır mı?
Çocuk: Ama maç programlarında hocalar futbolcularına kızıyor.
Öğretmen: O doğru bir şey değil, maçı kazanamayan çocuk ya da futbolcuya kızılmaz.
Çocuk: Öğretmenim yeniliriz biz.
Dişleri eksik yedi kafadan çıkan sesle sözcük bazında mücadele edemeyeceğini anlayan öğretmen çocukları korkutmadan hafif sert bir fren yapar ve geldikleri yolun aksi yönüne kırar direksiyonu.
Çocuk: Öğretmenim nereye gidiyoruz, bir şey mi unuttuk?
Öğretmen: Hayır hiçbir şey unutmadık ama siz madem yenileceğiz diyorsunuz boşuna zaman kaybetmeyelim diye geri dönüyorum.
Çocukların sesleri bu kez aynı fikirde ama farklı cümlelerle yer öğretmenin başını:
Çocuk 1: Tamam tamam dönmeyelim!
Çocuk 2: Yok yenilmeyiz!
Çocuk 3: Gidelim öğretmenim!
Çocuk 4: Maç oynamak istiyoruz ama biz!
Çocuk 5: Maça çıkalım da bakarız artık öğretmenim!
Çocuk 6: Dönme öğretmeniiiiiiiiim!
Çocuk 7: Belki yenilmeyiz öğretmenim?

Öğretmen, o ani menevra öncesi 'nasılsa şu aradan geri dönerim' diye gözüne kestirdiği ara yoldan maçın oynanacağı sahaya doğru yol alır istfini hiç bozmadan. Çocuklar atılan yemi yutmuştur.
2000 doğumlu bu yedi cüce, çıktıkları ilk maçta hem yaşça büyük hem fizik olarak iri rakiplerini yendiler. Maç dostluk içinde geçti. Hiçbir çocuk bir diğerini incitmedi, aynı zamanda antrenörleri olan öğretmenleri birbirleriyle sohbet etti. Sahalarda birbirinin gözünü oymak pahasına mücadele eden futbolcu abileri, bu dostluk içinde geçen maçı keşke izleyebilselerdi. Futbol ajanlarının da izlediği İl Mill eğitim müdürlüğü ve Belediye tarafından düzenlenen futbol turnuvasında, maç öncesi öğretmenlerini canından bezdiren süt çocuklarından üç tanesi Demirspor klübünün alt yapısına (PAF=profesyonelliğe adım atan futbolcu) transfer oldu. Bütün takımla birlikte o üç dişsiz cüceyle de öğretmenleri olan ikiz kardeşim Sedef'le de gurur duyuyorum.

Süt çocukları, süt içen çocuklar,ana kuzusu, süt kuzusu; kuzu bunlar kuzu; ağzı süt kokan kuzular :) Süt Çocukları Futbol Şenliği :)
Hasbro-Intertoy Çağdaş Yaşam İlköğretimokulu var bir yerlerde. O prefabrikten okulun birbirini çok seven, bir iş için hep birlikte koşturan becerikli, fedakar, cevval öğretmenleri var. Okulun bahçesi yarım basketbol sahasından biraz hallice. Okul duvarlarında Zeynep öğretmenin resim dersinde çocuklara yaptırdığı o güzel resimler asılı. Kafası güneş kokan çocuklar okullarını çok seviyor. Bu okulun müdürü çocuk kalbinden o kadar anlayan biri ki; bir keresinde öğrenciler voleybol oynarken oradan geçmekte olan müdür beye de pas atmışlardı da müdür bey hiç üşenmeden ceketini çıkarıp çocuklarla voleybol oynamıştı. Herkesin çayını kendisinin aldığı okulda işler sevgi ile yürüyor. O ekip iyi iş çıkarıyor ve ben eğer öğretmen olsaydım o okulda, o kadroyla çalışmayı çok isterdim..
Hasbro-intertoy ve Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'nin bölgeye armağanı olan okulun mavi prefabrikten duvarları..
Özgür çocuk seslerinin bir duvardan diğerine yankılandığı o maviden duvarlar.
O betondan sahada top koşturan çocuklardan üçü.
Yolunuz, şansınız açık olsun.
Umudunuz hep sürsün..

Bu yazı 'başaramam' diye girdikleri yoldan çıkmak isteyenlere 'bir daha düşünmeleri' için ithaf olunmuştur..
Fotoğraflar sonra..

Ekleme: Yazıyı girdikten hemen sonra Sedef'ten gelen yorumu eklemesem rahat uyuyamazdım :P

sedef dedi ki...

Benim sevimli,minik kafalarım öyle oynadılar ki orada bulunan herkesi(rakiplerimizi bile) kendilerine hayran bıraktılar.Turnuvanın en küçükleri benimkiler..Bütün çocuklar çok güzel ama benimkiler gerçekten çok güzeller,çok şirinler,çok akıllılar,çok terbiyeliler..2000 doğumlu çok yetenekli üç çocuğum bütün masrafları karşılanmak üzere Demirspor altyapısına kabul edildi.Çocuklarımla gurur duyuyorum.Süt çocukları şenliğini düzenleyen hocalarımıza bir teşekkür de buradan..Eğer okuyorsan Aşkın hocam sen de kusura kalma ama biliyorsun top yuvarlaktır..


iYİ BİR ŞEY, MÜJDE YAZI YORUM YORUMLARI:

Dikiş dersi; oyma, bükme, zincirleme her şey var Mahmut abimde. Bu akşamdan itibaren de başlıyorum onu bloğa ısındırmaya. Kolay gelsin bize :)

Peri'm; teveccüh buyurmaktasınız efendim, mahcup da oluyoruz haliyle. Teşekkür ediyoruz katibeler ve Mahmut abi olaraktan. Ah Mahmut abimin evini bir görsen Peri'm. Benim yardımım da olmadan hayat bulacak o blog biliyorum.

sesiber'im; kadının fendi var ya; bu kadın fendi başarısıdır. Aslında oralara bir Mahmut abi lazım. Dur şu bloğu hal yoluna koyalım da o da olur. Pisikletleri görünce de kıskanmazsın umarım sayın baĞyan sesiber hanım :D

ayliz'im; bahis oynasaydık keşke :)))) iyi oldu, hoş oldu bu iş :) Ben bu akşam bir yazı girip yarın da Nalan ablamların kapısına dayanacağım :) Yoruma gelince, ben yorum yorumlamayı çok seviyorum ve verdiğim yanıtlar yorum sayfalarında gözden kaçmasın diye buradan yazmayı seçiyorum. Hamili kart yakinimdir yakınlığı değil sanırım benim yakınlığım. Seviyorum ben samimiyet kaynaklı ilişkileri. Laubalilik gibi algılamayacağım canım, bitanem sözleri eğer içtense -ki bu rahatlıkla anlaşılıyor- çok hoşuma gidiyor. Samimi hava verilen tarz hem bu sözcüklerin içini boşaltıyor hem kötü hissettiriyor. Bu nedenle seni hiç o dediğin şekilde algılıyor değilim.

Bizimgibiler'im; öyle bloglar, el emeği, göz nuru, sabırla işlenen ürünlerin yer aldığı bloglar desteklenmeli. Yapamazsak bile gözümüz okşanır. N'lerden birine de öpücük :)

Nefise'm :))))))))) ah İstanbul'da olsaydı kaçırır mıyıdın hiç sen bu kursu?? Kurtul şu ağrılardan da dön aramıza artık. Sonun; seni bir bisiklet kursu paklar :D

Asortiğim krebim; heyecanla bekliyorum. Malzemelerimi aldım. Her bir ayrıntıyı da fotoğraflayacağım, umarım fotoğraflar bir işe yarar. Sizler de oradan devam edersiniz sanal kursa :)

Volkan'ım Kaldera'm; aynı dili konuştuğumuz için test edip onayladım seni. Keşke herkes katılabilse bu kursa. Kaynatırdık öğrenirken :) Ne güzel olurdu. Ay bir an hepimizi o kursta düşündüm de vah Mahmut abim vah :)

Belgin'im; gerçeklerini görsen bir de :) Kelimelere kızıyorum bazen neden güzellikleri anlatamadıkları için.. Bu akşam bir yazı gireyim de gözlüksüz o güzel gözlerin ışıldasın :)

Nalan ablam; alsınlar birimizi vursunlar diğerine. Boşver ablam, iyiyiz biz böyle. Yarın damlayabilirim belki. Haberiniz olsun :) O manyak sözcüğünün açılımına gelirsek diyeceğim ama açılım deyince aklıma başka bir şey geliyor ve ben çıldırıyorum!!!!

Ali abim :)))))))) Yaklaştın Çinli değil ama kendisi bir Capon. Yapıştırıcıları da Capon. Kesiyor biçiyor oyuyor ekliyor; e bunların hepsini yapıyor işte. Senin bir man kafa olma ihtimalini sorgulamıyorum bile. Sen bir man kafa değilsin..

Mavianne'm; e bekliyoruz, iki adımlık yol. Sen de gel.. Yorum deyince, iç seslerim onlar benim. Artık takdir mi görürüm ellerinde süpürge kovalarlar mı bilmiyorum ama ben bu aileyi çok seviyorum, artık ağır abi Ertuğrul arkamdan ağlamaya bile başladı. Aile içine sızma operasyonum başarıyla gerçekleşmiştir :)

Cansu'm; teşekkürler tatlı kız, ama ben ne yaptığımı hala anlayamadım, neden harikayım, neden süperim?

çelebi'm 74'üm; aman sen eksik kalma. Kıskanç prenses :P

BU GRUBUN HEPSİNİ ÖPTÜM BİLİN. TAMAM?


GÜLEN BUGÜN HASTANEDE NE YAPTI?

Ben geldim :) Güzel haberlerle geldim. Başardım ve mutluyum :)
Aslında fiziksel değil ama ruhsal anlamda yorucu bir gün başlangıcı idi..
İlaç raporumun tazelenmesi için öğleden sonramı hastanede geçirecektim, bu bile yorulmam için sıkı bir nedendi. Bu işlemlerin ne kadar uzun, sinir bozucu, bürokratik bir sürü engele toslatıcı işlemler zinciri olduğu önceki rapor/ilaç alma tecrübelerimle sabit, daha hastaneye gitmeden sıkıntı bastı, o kadar gerilmişimki işimin sıra beklemek dahil otuz dakikada bitmiş olması gerilmiş bütün kaslarımın çözülmesine neden oldu. O an pilates yapma arzusuyla yanıp tutuştum.. Eve gelince o ani şoktan çıkarmak için kendimi bir saat yoga otuz dakika da pilates yaptım. Şimdi iyiyim :)

Numaramı aldıktan sonra muayene olacağım odanın kapısına gittiğimde elimdeki numaraya bakan hastalardan birinin 'sizi çağırdılar' demesi üzerine, hastayı beklenen kişinin ben olmadığıma ikna etmek zorunda kalacaktım ki sekreter hanım sıranın bende olduğunu doğruladı ama nasıl olurdu bankodan sıramı henüz almıştım.. Altı numaralı bankonun arkasındaki duvarda yazan 'kronik hastalık sahiplerine öncelik tanınan banko' olduğunu sıranın bana gelmesinden sonra okumamış olsaydım bankoda da o kadar beklemeyecekmişim aslında :) İyi de oldu, aradan aradan böyle kıvrıla kıvrıla önüme geçmeye çalışan iki kişiye gereken müdahaleyi anında yapıverdim :D Aynı şeyi sabahtan sağlık ocağında da yapmıştım; bebekli bir kadına sıramızı vermek için diğer hastalara hiç sormadan diktatör gibi davransam da, bu olayın hemen öncesinde iri cüssesine karşın doktorun odasına usulcacık girivermeye çalışan hastaya aslan kesildim :D Kimsenin hakkına tecavüz etmem, edilmesine izin vermem ama bebekli bir kadın için müdahale hakkını kendimde bulurum.
İlk aşamayı başarıyla atlatmış, doktorların koridoruna kadar ulaşmıştım ve bunu yapmak sadece bir dakikamı almıştı. İşler yolunda gidiyordu. Üç dahiliye doktorunun kullandığı ortak koridorda kırmızı bir koltuğa oturmuş bir önceki hastanın çıkmasını beklerken ilaç raporumun yenilenmesi için doktorla nasıl bir konuşma yapacağımı planladım. Bu sürenin sadece beş dakika sürmesi sanal konuşmamın sadece giriş ve gelişme bölümüyle sınırlı kalmasına neden olduysa da bu kadar kısa süre beklemekten yana şikayetim yoktu :) Tasarlayacağım sonuç bölümünü de mecburen de doğaçlamaya bıraktım.
Kendisine merhaba dediğimde sempatiyle yanıt aldığım doktor sorunumun ne olduğunu sordu sonra. 'Hepsi mi?' dedim gülerek. Yirmi yıldır sle, son bir senedir de skeloderma tanısıyla izlendiğimi anlattım. Çok üzülen doktor 'Hay Allah ikinci kronik hastalık iyi olmamış' dedi sanki ilki iyi olmuş gibi :))))) ve anlatmaya başladı; ikinci hastalık diğerinin seconderi gibi bir şeymiş. Nadir de olsa görülebilirmiş. Kullandığım ilaçları sorunca da çantamdan çıkardığım naylon dosyadaki raporum masanın üzerindeki yerini aldı. İlaç raporumun yenilenmesini rica ettiğim doktor bu ilaç raporunu hiç yenilemediğini söylediğinde işlerin sarpa saracağını hissettim. Raporun romatoloji tarafından yenilenmesinin daha uygun olacağını söylediği an da gözümün ucunda biriktirdiğim göz sularımı salıverdim hafiften.. Çünkü o hastanede romatoloji bölümü yoktu ve buı da demek oluyorduki başka bir hastanenin romatoloj bölümüne doğru çevirmem gerekecekti rotamı. Ağlamamamı rica eden doktorun bu ricasını kırmadım ve sustum. Ne yapacağını düşündüğünü anladığım doktor bir iki dakika sessiz kaldıktan sonra yan odadaki meslektaşını arayıp bu ilacın nasıl raporlanacağını sordu, aldığı yanıtla tatmin olmadı ve başka bir doktor arkadaşıyla daha konuştu. Farklı bir isimle artık Türkiye'de bulabildiğimiz bu ilaç rapor yenilemesinin biraz karmaşık bir iş olacağını zaten tahmin ediyordum, bu nedenledirki iş çözülmemiş olsaydı bir iki zırlayıp rahatlayacaktım :) ama ben bugün başka bir şey daha öğrendim. İlaçları etken maddelerine göre ayırmışlar, bazılarını romatologlar, bazılarını dahiliye uzmanları yazabiliyormuş. Hasta ya da yakınını hatta doktorları yormaktan, üzmekten, karşı karşıya getirmekten başka hiçbir işe yaramayan bu uygulamayı, imkanlarım o an için uygun olsaydı kesinlikle hem de pankartla protesto etmek isterdim.

Dikkatini dağıtmayacak şekilde sohbetimiz sürüyordu. Doktor bilgisayardaki araştırmalarını Vademecum'la desteklerken artık farklı bir isimle Türkiye'den temin edebildiğimiz ilacın etken maddesiyle yurt dışından gelenin etken maddesini karşılaştırdı. Benim kullandığım ilacın etken maddesi tespit edilince işler biraz daha kolayladı gibi bir düşünceye daldım. Doktor bilinçli bir hasta olduğumu, kontrollerimi aksatmamam, üzülüp yorulmamam, sinirlenmemem gerektiğini söyleyerek rapor için tespitlerini yaptıktan sonra raporu hazırladı ama bütün bunlar olurken hala inanmaz gözlerle bakıyordum tabloya, yirmi sene içinde o kadar rezillikler yaşadığım bir konuydu ki bu, işimin bu kadar çabuk ve pürüssüz çözülmüş olmasına sevincime inanamazlık duygularım eşlik ediyordu. Eczane eksik bir şeyler bulur kesin dedim içimden. İlaç raporumun hazırlanmış olduğunu söylediğinde bir çok kez teşekkür ettim doktora. Her bir teşekkürüm bir öncekinin sanki algılanmamış etkisindeydi. Tamam raporum hazırdı da -sürekli gittiğim hastanede bir hafta sonra veriliyor bilgime istinaden merakla- raporumu ne zaman alacaktım? Doktor 'raporu hazırlamak için uğraştığımızdan daha kısa bir zamanda' demesin mi? Ellemeyin desin :) Sekreter tarafından yazıcıdan çıkarılan rapor aynı doktor ve bir başhekim yardımcısına kaşeletildikten sonra gururla teslim alındı ve böylece hastanedeki işim bitti. Sonra aynı hastanede başka bir bölüm tarafından izlenen babamı buldum. Onun da doktorundan bir iyi bir de kötü haber aldık..

Hep şikayet edecek değiliz ya; her iki doktora olan teşekkürümüzü bildirmek üzere başhekime gittik. Hastaneye olan iyi duygularımızı ifade metnimizden son derecede hoşnut olan başhekimin yüzü memnuniyetimizi bildirdiğimiz doktorların isimlerini duyunca bir anda değişti :( Nedenini tahmin etmekte hiç gecikmedik. Başhekim odasından çıkınca da kazan kaynatıp başhekimi içinde haşladık :)
Durum değerlendirmesi yapamayacak kadar yorgun ve isteksiz olduğumuzdan konuyu hiç açmadan babamla kolkola evimize yakın bir yerden ufak tefek alışveriş yaptıktan sonra evimize geldik. Bisiklet kursu için malzemelerimi babam armağan olarak aldı bana; neyin armağanıysa artık :P Mahmut abim beş-altı metre dedi, biz tam onbeş metre tel adık. Bekle beni Mahmut abim geliyoruuuuum hem de bisikletimleN :)


Aslında düşünüyorum da kötü haber de çok da kötü sayılmaz; soru işareti olmasındansa buna bile razıyız artık..
Bugün onbeş senedir görmediğim bir kaç gün önce de 'ben bu kızı nereden bulurum?' diye düşündüğüm paraşüt kampından arkadaşımı gördüm.. Sedef söylemeyi unuttum, Halide'yi gördüm ben bugün :) Kocaman kızı var :) Oğlu da lise öğrencisiymiş.

Az önce esnerken ağzıma sinek kaçtı :( Mevsimin son sineğinin haline bakın :(
Yazıyı incelemeden basıyorum, o kadar yorgunum yani :(
Uyumak istiyorum yoksa midem sinek dolacak :D

18 Ekim 2009 Pazar

BÖöÖÖöÖÖ!!! CADILAR BAYRAMI için varsa bir planınız..

Cadılar bayramı deyince akla büyük burnunun ucundaki sevimsiz sivilcesiyle uzun siyah eprimiş külahtan şapkasının kenarından şapkanın içine sakladığı bakımsız, kirli saçlarının bir kısmının göründüğü, çalıdan süpürgesinde yüzyıllardır giydiği, siyahtan artık kirli siyaha kaçmış pelerinini uçuştururken rüzgar, yapacağı kötülükleri planlayan ya da planlandığı kötülüğü yapmak tek amacı, sanki bir iyilik yapma şansına yetişebilmek için acele eder telaşında yaşlıdan bir kadın gelir gözümün önüne. Nedense cadılar böyle çizilmiştir zihinlerimize:)

Her ne kadar muhafazakar Hristiyanlar bu bayramı desteklemez ve yanlış bulsalar da ondokuzuncu yüzyılda bir Pagan Festivali olarak İngiltere'de İrlandılılar, İskoçlar ve Galliler tarafından kutlanmaya başlanan, göçlerle de Amerika'ya taşınan bu gelenek, yirminci yüzyılda Amerikan popüler kültürüne transfer olarak yeni statüsüne kavuşmuş oldu. Bu bayram 31 ekim günü küçük çocukların gülen bir balkabağını temsil eden kostümleri içinde komşu evlerin sepetlerine koyacakları şekerlemeleri, bayramın resmi yiyeceği olan elma şekerlerini toplama heyecanıyla süslenir.
Çocuk sevindirmek güzel şey :)

Şimdiiii, bizim tatlı bayan kuklacı Özlem yok mu, hani Antalya Altın Portakal Film Festivali kısa film yarışmasında birincilik ödülünü fazlasıyla hak eden, komik mi, değil mi; hangi duyguyu daha çok taşıdığına dair Sedef'le bahse girip bilirkişi olarak kendisine danıştığımız tatlı Özlem'den söz ediyorum. İşte o Özlem cadılar bayramı için kuklalar yapmış. Her ne kadar yaptığı cadıların sevimlilikleri nedeniyle cadılar bayramı primini düşürdüğünü :P kendisine de söylediysem de; ne sanki, bu kadar yetenekli biri istese kötü, çirkin bir cadı yapamaz mı? Yapar :) Onu da yapmış ve gördüğümde 'işte bizim kötü cadının ta kendisi' dediğim cinsten bir cadı, ama ne cadı! İyi kalbinden dolayı içi elvermemiştir kötü cadıları çoğaltmayı, yapmak istememiştir elleri, kötülükler olmasın istemiştir kesin. İyi kalpli Özlem'in cadılar koleksiyonu için yaptığı mahsun bakan, alıp kucağına şefkatle kalbine bastırasın gelir hissindeki kuklalarına dokunmak ister her insan :) Ben benim çıplak ayaklı Tunus'lu çingeneme bir camekan ardındaki kadehte söyletiyorum Fransızca jazz şarkılarını. Aklım çıkıyor bir yerine bir şey olacak diye..


Elde yapılmış hiçbir cadı bu kadar canayakın gelmemişti bana..
Elde yapılmayanı varmış gibi sanki cadıların :P

Cadılar Bayramı cadılarının hiç bu kadar sevimli olanını gördünüz mü??


'Ne yani ben şimdi cadı mıyım?' bakışlı tatlı cadı :)
Fotoğrafların daha büyük ve güzel halleri için Özlem'e başvurun :)

Özlem'den izinsiz kendimce 'yüze-yüz' diye adlandırarak ilgi ve şaşkınlıkla izlemeye devam ettiğim başka bir çalışmaya daha başladı. Ben böyle şey görmedim dediklerimden..

Ha bu arada Özlem'in tasvire uygun kara pelerinli, kötü ve büyücü cadısı da süpürgesiyle şu tarafa uçtu :)

Not: Türkiye'den böyle bir yetenek çıkmasından o kadar büyük bir gurur duyuyorum ki Özlem'in her başarısı beni kendi başarımmış gibi onurlandırıyor. İkinci filmini sabırsızlıkla beklediğim Özlem kim bilir yine bir kaç dakikalık kısacık bir zamanda neler anlatacak, çok merak ediyorum.. Kızıl saçlı tatlı Özlem'i görmek için.. Son saniyelerdeki şirin bakışa dikkat :)

İyi pazarlar..
Dönerim elbet yorumlara; şimdilik hepinize teşekkür ederek seviyorum sizi..

16 Ekim 2009 Cuma

BLOGGERLAR DA SARI BASIN KARTI ALABİLMELİ; alınmış mıyım?

Sevgili Zehra Güngör; Ankara'daki çocuklar için çalışmalar Elçin'in önderliğinde sürüyor. Elçin'in konuyla ilgili şu an itibarıyla son yazısında yönlendirdiği üzere hareket edebilirsiniz..
Detay için bana ya da Elçin'e postayla ulaşabilir misiniz? Umarım bu not dikkatinizi çeker..

Daha sakin bir gündü. Öğleden sonra yapmak istediğim ama eksikliklerinden dolayı bir türlü ortaya çıkaramadığım için kıvrım kıvrım kıvrandığım bir işin peşine düştüm. İşin peşinden sürüklenerek yakın postane yerine yine uzakta olana gitmeyi seçtim; bu hepimiz için çok daha iyi zira:) Gittiğim daha uzaktaki postanede, bize yakın olanında her işe koşturan şefi görmeyeyim mi; göreyim. Selamlaştık :) Aynı yerde aynı sıkıntıları çektiğimiz şef, uzak postaneye sığınma hakkı talep etmiş ve bu talebi de yerinde görülmüştü anlaşılan :) Dönüşümü yürüyerek yaptım ama yolun o kadar uzun geleceğini bilseydim denemezdim :(
Ders oldu; yakın diye düşündüklerinin uzak olması gibiymiş yolların uzaklık yakınlık algısı da :(
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm de yürüdüm. Yürürken de yol üzerindeki sitelerden birinin bahçesinde beyaz önlüğüyle bir kadın gördüm. Resim kursu öğrencisi olduğunu söylediği kısa ayak üzeri sohbetimiz sonrasında resim atölyelerini teftiş etmem konusundaki daveti boş çevirmem mümkün mü? Değil :) Beş senedir resim yapmayı öğrenmek için aynı kursa devam eden çoğu emekli öğretmen neşeli bir kadın grubuyla tanıştım. Resimleri ilgiyle incelediğimi gördüklerinde benim de katılabileceğimi söylediler. 'Yok' dedim 'Cin Ali'ye ayıp olur' 'Cin Ali kim?' dediler. 'Cin Ali senelerce ortopedik engelli olarak çizdiğim bir kahramandır ama ben şimdi onun telden bisikletinin yapım kursuna gideceğim' dedim. Projeden söz ettim. İlgilendiler.

Detaycıyım ya :(
'BİZ SÜRÜYSEK SİZ NESİNİZ' soru işaretli cümlemin altınaa yazığım yazıya gelen adsız arkadaşın yorumuna, düşünce satırlarımda:

Yorumunuzu okuduktan sonra tıpkı sesiber'in yorumuna yaptıklarımın aynısını yaptım.
Sırasıyla önce Onur Baştürk yazısını sonra kendi yazımı, sonra sizin yorumunuzu acaba kaçırdığım bir şey olabilir mi diye bir daha okudum. Satır aralarına önem veren biriyim ben :( farklı düşünen birinin fikrini öğrenince mutlu oluyorum. Dolayısıyla alıngan olup olmadığımdan emin olmak istedim. Alınganlık edip etmediğimi yazı ve yorumları bir daha okuyarak anlamaya çalıştım. Hep onaylanınca değişim, gelişim olmuyor, farklı bakış açılarında gezinemiyor, farklı bakışlara kapalı kalıyor insan. Bu düşüncelerle bir daha okuduğum Onur Baştürk'ün yazısı bende aksi bir etki yaratamadı ne yazıkki :( O sözcük hem nalına hem mıhına türünden bir cümle. Kabul edebileceğim tek şey; hem nalına hem mıhına kısmını es geçmiş olmamla sınırlı kaldı. Sürüyle sözcüğünün yerine başka bir sözcük kullanılabilirdi -ki bir çok sözü çok daha uygun düşerdi fikrimi hala savunuyorum. Üstüne bir de sürüyle tabir edilecek kadar çok olmamızdan duyulan rahatsızlığın barındığı bir düşünce var hissine kapıldım.. Onur Baştürk'te kendi yaptığı işin bloggerlar tarafından da yapılıyor olmasının rahatsızlığı var gibime geldi artı olarak.. Özellikle de beğenmedikleri sözcüğünün altını çizmiş olması içten içe bunu anlatıyor diye de düşünmeye başladım.. Eğer yaptığım alınganlıksa bir an için alıngan olmayı siz de deneyin; bir de benim gözümden okuyun. Bakın orada neler yazıyor.. Değerli yorumunuz ve aslında belki de çok önemsiz olan bir konu bile olsa konu üzerinde kendimi irdelememe neden olduğunuz için çok teşekkürler..

böyle yazmış ama sadece düşüncede kaldığı için yayımlamamıştım.

Derken aynı gazete ekinin daha iç sayfa yazarlarından Cengiz Semercioğlu'nun
BLOGGERLAR DA SARI BASIN KARTI ALABİLMELİ başlıklı yazısını okuyunca Onur Baştürk'ün yazı detayındaki sürüyle sözcüğüne alınganlık yapmadığımdan iyice emin oldum.

'Gazeteciler, bloggerları 'internette takılan işsizler' olarak görmekten vazgeçmek zorunda' cümlesinin de geçtiği bu yazının Onur Baştürk'ün yazısını izleyen üçüncü günde kaleme alınmış olması ilginç geldi bana; araları mı bozuk ne :P

İşte o yazı:
BLOGGERLAR DA SARI BASIN KARTI ALABİLMELİ:
Pirelli'nin Avrupa'nın en yüksek zirvesi Alpler'de yaptığı yeni kış lastiği lansmanında bir ilkle karşılaştım; sadece gazeteciler değil, çeşitli ülkelerden bloggerlar da davet edilmişti lansmana...
Daha önce Amerika'daki galalara katılan blogg
erlar görmüştüm. Ama otomobillerle Alpler'in aşıldığı böyle güçlü bir lansmana bloggerların davet edilmesi yeni medyanın gücünü göstermesi açısından çarpıcı bir gelişme...

Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelen 25 kişilik gazeteci grubunda, İtalya, Fransa, İsviçre, Almanya ve ıspanya'dan gelen 5 blogger da yer alıyor...

Bu bloggerlar otomobil, test sürüşleri ve lastik konusunda uzmanlar...

Türkiye'de henüz bu iş emekleme aşamasında olduğundan ne yazık ki uluslararası bir lansmana davet edilecek bloggerlar yok henüz...

Ama eminim bizde de çıkacak...

Türkiye içindeki lansmanlara davet edilmeye başladıklarını duyuyorum artık...
UNO ekmek geçenlerde, gazetecilere değil sadece bloggerlara nasıl ekmek yapıldığını anlatan bir lansman yaptı...

Renault da bloggerların önemini keşfedip test sürüşleri yaptıran firmalardan...

Tabii bloggerların sitesinde gazeteciliğin temel kuralları işlemiyor...

Halkla ilişkilerci arkadaşların en büyük şikayeti bu... Bir konuyla ilgili yazan 10 bloggerdan 2'si davet edildiğinde, geri kalan 8'i “Biz neden

davet edilmedik” diye firma hakkında karalama kampanyasına başlatıyormuş hemen...

Bu yüzden blogger davet etmeye çekiniyoruz d

iyorlar... Tabii biz gazetecilerin bloggerları meslekten görme zamanı da geldi...

Gazeteciler, bloggerları “internete takılan işsizler” olarak görmekten vazgeçmek zorunda...

Hatta bir adım daha öteye gideyim, onlar da bizle aynı haklardan yararlanmalı, mesela belli bir süre sonra sarı basın kartı sahibi olabilmeliler.

Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü bu konuda yeni düzenlemeler yapmalı.

Bakın Pirelli, gazeteciler kadar bloggerların da önemli olduğunu keşfetmiş...

Bizde de donanımlı yazarlarla bloggerlar hak ettiği ilgiyi yakında görecektir...

CENGİZ SEMERCİOĞLU

Adsız arkadaşların bir posta adresi olması bunun için iyi olurdu çünkü sevgili sesiber'in bir posta ve blog adresi olması avantajıyla konuyu birbirimizin fikirlerinden yararlanarak sohbet hattında konuştuk ama adsızların bir posta adresi olmamasından dolayı kendilerine ancak buradan cevap verebiliyorum :( Ha, cevap vermesem olmaz mıydı, olmazdı :D

İlginç; bir de buraya bakın ama mutlaka bakın.. Sürüyle bloggerlardan bir kaçı neler yapmış :)
Konuyla ilgili diğer yorumlar için teşekkürler :)



Antika kristal boy aynasını kırdığı için günlerdir kendisine küs olduğum Tarçın'ın
özür mahiyetli davranış ve mıyıklamalarına dirayetimin kırıldığının resmidir..

Yazarak düşünme: bana alıngan değil de detaycı dense daha iyi olurdu sanki :P Alınıyorum ama ha :P

İYİ BİR ŞEY; MÜJDEEEE!!!

Aynı anda uygun olduğumuz her fırsatta Nalan ablalardayım artık. Bugün Nalan ablayla telefonda konuşurken 'hadi çık gel' dediği an ayakkabılarımı giymeye başlamıştım bile. Telefonu kapatıp giyinip evden çıkmam beş dakika, kendimi Nalan ablalarda bulmam on dakika :) Kafamın sardığı blog arkadaşlarımla yakın yerlerde konuşlanmış olmak hoşuma gidiyor. Batıkent ve civarı; uyanın ve birleşin :) Her gün birimizin evinde Batıkent blog günleri yapalım :D (kabul ediyorum, abarttım) :D
Nalan ablam telefonda iyi bir haberinin oduğunu söylediği için çok da heyecanlıydım. Yol boyunca bu iyi haberin ne olabileceği hakkında düşünüp fikirler üretmeye çalıştım; yoksa ABD'ye mi dönüyorlardı; ama bu benim için iyi bir haber değildiki.. Düşünmekle bir yere varamayacağımı anlayınca da düşünceyle aramdaki zinciri koparıverip huzura erdirdim kendimi. Çok ama çok kısa bir araç yolculuğundan sonra nihayet hem iyi haber, hem Nalan abla ekmek kadayıfının üstündeki kaymak gibiydi :) Merakta kalmayı sevmediğimden, merakta bırakıldığım her bir saniyenin saatler gibi geldiğinden aynı şeyi başkasına yapmayı sevmiyorum. Bu nedenle bu iyi haberi acilen bilginize arz ediyorum efenim (efenim sözcüğünü çok şirin kullanan kuklaların prensesi sayın kuklacı bayan Özlem'in kulakları çınlasın) Artık Mahmut abime abi diye hitap etmeyeceğim müjdesini vermek için sabırsızlanıyorum..Boyutlarından söz etmeyi unutmuş olmakla büyük bir hata işlediğim o bisikletler var ya; Mahmut abi tarafından Ankara'lılara öğretilecek. Ankara'da yaşayanların mahrum kalmasına gönlümün asla razı olmadığı bu haberi sizlere iletmekten büyük bir mutluluk duyuyorum :) Batıkent Gençlik Merkezlerinden birinde verilecek olan Cin Ali'nin Bisikleti kursunun başlama tarihi ekim aynın son haftası olarak planlanıyor. Ücret olarak belirlenen miktar ise 0 (yazıyla sıfır) lira; evet bu kurs ücretsiz :) Gün boyu ağzımda şişen bakla dışarı çıktığına göre gelelim günün nasıl geçtiğine; Mahmut abi özellikle satranç taşları fotoğrafları konusunda güzelce azarladı beniönce :) ama öğretmenimdir sesim çıkmadı. O nedenle Mahmut abimin bloğunda onun tarafından karelenmiş olanları da göreceksiniz.. Sonra abisi ve yeni zoraki kızı Gülen sohbete daldı. Çaylar içildi, blog konusundaki kısıtlı bilgilerimle Nalan ablaya bilmedikleri öğretilirken aynı işlem Nalan abla tarafından bana uygulandı. Bilgilerimizi birleştirip teknolojik anlamda sınıf atladığımızı söylememiz mümkün :) Nalan abla bir ara 'Nalan ağlayan demek biliyorsun değil mi?' diye sorduğunda bildiğimi söyleyip Gülen'le Nalan'ın yanyana gelmiş olmasının garip bir rastlantı olduğunu düşünmek istedim.. Blog aleminden görüştüğüm ya da halen görüşemeyip telefonda sürdürdüğüm bir çok iletişimin diğer kahramanlarının isimlerinin hepsinin içinde mutlaka bir 'N' harfinin olması neyin işareti olabilir diye aklımdan geçirmedim değil. O kızlar kendilerini biliyor, saymayım şimdi :P N harfi güzeldir :)
Sonra ağır abi Ertuğrul'cuğumun biraz nanemolla olması nedeniyle bugünkü kedi peşi turlarından muaf abimle blog meselelerinden konuşmaya başladık. Sonrasında ise kendisini blog camiasının zaman zaman sıcak, zaman zaman buz kestiren havasına kaydırma kıvamına getirdik :) Mahmut abimin konuyla ilgili olan yazıma gelen yorumları okumama izin vermesi nedeniyle de ayrıca mutlu oldum. Hele çelebi74 ismiyle kalplerde yer edinmiş tatlı arkadaşımın Mahmut abi için açtığı minik dövizciği görünce Mahmut abim 'oralı değilmiş' gibi tavrını sürdürme konusunda dirayetsiz kaldı. Ve biz iki çenebaz Mahmut abiyi bir kaç zaman önce açtığı ama bir kaç yazı sonrasında 'boş ol boş boş ol' demek suretiyle boşadığı blog camiasına yeniden kazandırmayı başardık. Bunu yaparken de o kadar eğlendik ve Mahmut abim bizi o kadar kırmadıki :) Önce Mahmut abiye bir blog ismi bulmamız gerekiyordı, bu isim öyle bir isim olmalıydıki hem akılda kalsın hem de Mahmut abiyi çağrıştırsın. Buldum: her kendisne Mahmut abi dediğimde abisi diye cevap veren Mahmut abimin adresinin ismi aslında hazırdı; biz sadece adresi uygunluğunu kontrol et kısmına tıkladık :) Heyecan tavana yapışmış bekledik, adres uygun muydu acaba?
Evet uygundu: işte o adres ----> Yalnız Mahmut abi biraz tembel, hatta çok tembel. O beni azarlar da ben onun tembel olduğunu yazmasam rahat edebilir miyim? Edemem. Yazdım gitti :) Mahmut abinin blog işlerindeki tembelliğinden ötürü kendisine Nalan ve Gülen şeklinde iki sekreter tahsis ettik. Mahmut abi de bizi uzaktan kumandayla idare edecek :) Her şeyden haberi olacak ama tembellik gibi bir arızası olduğundan yorumları ona okuyacağız, o da 'yaz kızım'lı cümlelerle başlayan yorum yanıtları yazdıracak bize.. Onu blog açmaya ikna etmek için koyduğu kurallara uygun olarak imzaladığımız anlaşmanın en net maddeleri bunlar..
El becerisi, insani değerleri yüksek, gönül kapısı açık insan Mahmut abim sonunda bloğunu açtı :) Hadi baskına gidiyoruz :)

Cin Ali Bisiklet kursu için iletişim: zehrazihnioglu@gmail.com, Nalan ablamMMMmmm


Bizi kırmayıp bu pozları veren Mahmut abime sonsuz teşekkürler..




İş yerinden küçücük ama kocaman döviziyle eyleme destek veren tatlı, güzel, sevimli, asil
arkadaşım çelebi'me teşekkürler..



Bu bisikletlerin 1cm2 olanını da bugün gördüm ya muradıma erdim :)


Birlikten nur topu gibi bir blog doğdu :)
Hayırlı olsun.

Asortiğim krebim; sonunda bugün krizi çözdük. Ben de kendime önemli bir insan süsü verdim bu arada farkında mısın :D Hahahah. Komik buldum kendimi bir an için..

dikiş dersi'm; satranç takımı fotoğrafları için azar işittiğimi söylesem, belki anlarsınız yaptıklarının fotoğraftan çok daha iyi olduğunu :) Kitap tutacaklarını çekmemi 'onlar güzel değil' diyerek engellemeye çalışmıştı oysa Mahmut abim :)

Bahar'ım, yorgun'um; evet ya, bu kadar güzel şeyler yapsam ben hiç durmazdım. İki penye bozup bir şeyler yaptım diye terzi havasına girecektimki Hakan elindeki iğneyle patlatıverdi balonumu :D Fermuar değiştirmemi isteyince çöküverdiydim haliyle :D Bahar'ım, canım tabiiki öylesin, tabiiki sevdiğim, merhabasını yokluğunda aradığımsın. Aşkol ama ya :/ O hissi veremedim mi sana? Postama telefonunu bırak :D Telefonda vereyim nasibini eline :D

Delfina'm; inan o tutacaklar bir şey değil. Fotoğraf çekmeme hiçbir şekilde izin vermediği öyle özel bir çalışma varki, hiç kimseye söz etmeme konusunda söz verdiğim için 'şimdilik' susuyorum. Bu bilgi 'bloğu kapatacağım' olabilitesine karşın elimde koz olarak bulunmakta :D

Leylakdalı'm; sen hiç konuşma. Film artizleriylen takılmana devam et sen! Arıyoruz hanımı; Gülen duymadım telefonu filmdeydim de! Altın Portakal için dönermiş de haberimiz yokmuş :( Pisikletimlen beni oralara getirtip kişisel fotoğraf kursuna başlama işi çıkarmasan da detayları buradan veriversen ne olur sanki? Meletme şu Gülen'i ?
Yok üzüldüm ( Çok yağmış :(

oytunlahayat'ım; o iş tamamdır. Gerçekleri çok daha güzel inan ama ben fotoğraf konusunda Leylakdalı'ndan çok şey öğrenmesi gereken bir kişiyim :( Benim ilk bisikletimin yapım aşamalarını da görebilirsiniz diye düşünüyorum; Mahmut örtmenimi kızdırırsam kurstan atılır mıyım bilemem :)

Ece'm; hayır, senin kabahatin yok. Acılarımızın aynı doğrultuda seyrediyor olmasından kaynaklı biraz ara vermiş olmamızın ikimize de iyi geleceğini düşündüğümden ben de teşebbüste bulunmadım sana dokunmak için. Zamanıdır ama. Seni sevdiğimi çok önceden söylemiştim zaten.

Sufi'm; kafileyi yeni eylemlerde aynı yerde görmekten büyük mutluluk duyacağım :) Mahmut abinin yaptıkları gerçek anlamda çılgınlık örnekleri. Adam kitap tutacaklarını beğenmiyor, gerisini siz düşünün artık. Daha fotoğraflanacak çok şey var da bodrum kata inmeme izin vermiyorlar :D Atom çekirdeğini parçalamaya çalışıyor olabilir diye düşünüyorum..

Ayşen'im; destek için çok teşekkür ediyorum. Desteğin insanı ne kadar mutlu ettiğini, yalnız hissettirmediğini bilenleriz biz. Biz bunları yapan insanoğlunun yanında bunları izleyen diğer insanoğullarıyız :))))))) Aslında bu ev müze olmalı :D Ufukta görünen yeni eylem planımız hepimize hayırlı olsun :D

nalan ablam; Ertuğrul'cuğum bugün hiç etek çekecek durumda değildi :( Ağır abim benim.. Umarım bir kaç güne düzelir. Ablam bu blog işi tamamdır :)

çelebi'm, 74'üm; :))))))))) hala gülüyorum, o 5cm2lik pankartın var ya :))) ne kadar etkileyiciydi :)) Çok sevimli, yaratıcı :)

Nefise'm; sen de az değilsin. Senin yaptıklarını da ağzım açık hayranlıkla izliyorum. Çok zevkli, sabırlı ve kurs kurdusun sen :) Fotoğraf konusunda kötüyüm ben kötüyüm kötüyüm :D

Peri'm; bugün itibarıyle bu işi hallettik. Gerisi Mahmut abiyi yalnız bırakmamamıza kaldı. Onu yorumlarımızla beslersek belki o inanılması güç eserini bile paylaşır bizimle. Ben gördüm, hala inanamıyorum..

cansu'm, beyaz meleğim; çok teşekkür ediyorum. Ben de seni seviyor ve severek okuyorum :)
Nalan ablam; bloğun devamı için elimden geleni yapacağım çünkü o el becerisinden bizler de istifade etmek zorundayız :) Yalancı sözü ile ilgili söylediklerim için de kırılmadığını bilmek güzel :)

Funda'm; her ikisine de söylesen olur :) Neyse yorulsak da güzel oldu bu iş :) Kıt kanaat bilgimle, chrome'u Funda'mdan, kopyala yapıştır yazı girmeyi Belgin'imden öğrenen ben :))))))

ayliz'im; o koro sözünü duyunca herkesin sesinin benim gibi olacağı korkusuyla zaten açılırdı o blog. Ay düşünsenize kapının önünde biz şıkır şıkır giyinmiş blog açılımıyla ilgili, ilgisiz şarkılar söylüyoruz :) Biz yorulunca takviye ekip geliyor. Kendim söyledim* kendim güldüm :))))))))) Evlerine ilk gitmem bir seneyi buluyor bu yetenekli çiftin ama araya hüzünler, acılar girince bugüne kaldı. Hem Nalan abla da bir blogcuyken kendimde Nalan abla evinin objelerinin fotoğrafını çekmeye hak görmedim. Bir de itiraf etmekten yüksünmeyeceğim; ben Mahmut abiyi sert biri sanıyordum ama Mahmut abim sert görüntüsünün altında yumuşacık bir kalbi olan biri statüsünde biri imiş :)

Fiamma'm; senden rüşvet almak vardı ya, hadi neyse :) En sonki yorumumla ilgili olan konudan söz ediyorum :) Mahmut abiye bu yorumlar da okunacak :) Mutlu oluyorum; yetenekli, el becerisi olan insanlar destek ve rağbet gördükçe mutlu oluyorum. Üşenmeden ikinci bir yorum daha yazdığın için ayrıca teşekkürler..

Kızlar çok yorgunum ben. Bugün kısa kısa cevapladım :(

14 Ekim 2009 Çarşamba

BİZ SÜRÜYSEK SİZ NESİNİZ??


Sayın Onur Baştürk;
12 EKİM 2009 tarihli köşe yazınızda 'öfkeli mekancılara öneriler' başlığınızın bir numaralı alt yazısında ...
Bırakın köşecileri, internette sürüyle blogger var. Beğenmediklerini hemen yazıyorlar. Gözler açıldı yani, herkesin beklentisi fena halde yüksek' cümlesini sürüden bir blogger olarak şu biçimde değiştiriyorum:
..Bırakın köşe yazarlarını, -çünkü siz köşe satmıyor, size ayrılan bir köşede yazıyorsunuz- internette bir çok blogger var. Beğendiklerini de beğenmediklerini de hemen yazıyorlar. İnsanlar haklarının farkında ve herkesin beklentisi çok yüksek.

Sizin cümlenizdeki 'sürü' sözcüğünün TDK sözlüğünde geçen açıklamaları:

sürü
a. 1. Evcil hayvanlar topluluğu: “Karşıki yamaçların sırtında kısrak sürüleri çanlarını sallayarak otluyordu.” -R. H. Karay. 2. Bir insanın bakımı altındaki hayvanların tümü: “Sözlerim acı diye kızım gücenme bana / Bak cılız sürüsünü dolaştıran çobana” -F. N. Çamlıbel. 3. Birlikte yaşayan hayvan topluluğu. 4. mec. Yönlendirilebilen insan topluluğu: “Sokaklarda alay geçerken başka çocuklar da sürüye katılır, mektebe kadar giderler.” -H. E. Adıvar.

2.Sağmal hayvan memesi : Bu hayvanın sürüleri büyük.

3.Hayvan sürüsü

4.100,150, 200 ya da daha kalabalık devşirme çocuklardan oluşan topluluk.

5.Genellikle sığır ve koyun gibi bazı türlerin topluluk adı.

Siz bloggerlara bu anlatımlardan birini mi yüklediniz? Siz bloggerlara 'sürüyle' derken hakaret mi etmek istediniz?
Gözler açıldı diye anlatmak istediğiniz şey tam olarak nedir? Gözlerimizin sizden fazla açık olduğu kesin!
Türkçe'yi ve anlatımını bu kadar kötü kullanan birinin bir köşe yazarı olması ne büyük ayıp.

Biz bloggerlar sürü değiliz. O beğenmediğiniz ve sürü diyerek kendinizce küçük gördüğünüzü ima etmeye çalıştığınız o bloggerlardan bir çoğu sizden daha iyi yazıyor, sizden çok daha fazla duyarlı, derin ve tepkili.

Siz gibi kendine köşe yazarı demek yerine köşeciler tabirini kullananlar oldukça, biz bloggerlar siz gibilerin dilinde sürü olarak kalmaya razıyız; bu da ayrı bir bakış açısı..

Biz sadece beğenmedikleirmizi değil beğendiklerimizi de yazıyoruz ama madem sadece beğenmediklerimizi yazdığımızın altını çizmişsiniz, sizi yalancı çıkarmayalım; bana bu akşamki yazı konumu belirlememde yardımcı olduğunuz için teşekkürler..

Aslında biz bloggerlar çok şanslıyız; bizim patronumuz yok. Burada patron da biziz yazan da :)
Size kolay gelsin..

Gülen Tezer Üstün
www.okuyamazsin.com

Not: Bu yazıyı Onur Baştürk'ün posta adresine gönderdim. Kopyasını da buraya girdim ama ne yazıkki köşecimiz outlook express kullanıyor; dolayısıyla postam bumerang gibi geri geldi; e kolay değil sürüyle mücadele etmek..

13 Ekim 2009 Salı

MAHMUT ABİ NEDEN BLOG AÇMALI? ÇÜNKÜ;


Mahmut abi neden mi blog açsın?
Neden açmasın?
Nalan hanım abla, Nalan hanım abla; bir kere siz o 'yalancı Gülen' sözünüzü geri alabilir misiniz lütfen? Sizin beni beklediğiniz saatlerde ben neredeydim biliyor musunuz? Gözaltındaydım, gööööz! Elimde Batıkent sokaklarını dolaştırdığım o dövizin ne anlama geldiğini çözmek için artık sizin olan Amerika'lardan kriptomanic uzman bilene getirdiler. Saatlerce kaldığım sorgu odasında bir laptop için onları ikna etmek ne kadar zamanımı aldı bilir misiniz sayın Nalan bayanı? Ancak surf tahtasında attırdığım bir blog turuyla Mahmut abimin Nalan bayanının yetenek ötesi eşi olduğuna ikna olduktan sonra bıraktılar beni o uzman arkadaşlar. Hatta aralarından bir kaç tanesi 'bize de blog aç, bize de blog aç!' diye çalıntı slogan atmaktan geri kalmadı.. Size gelene kadar o dövizden neler çektiğim hakkında fikir sahibi değilken nasıl bana yalancı dersiniz sayın bayan Nalan.. Gözaltına alınmadan önce gittiğimiz mahalle muhtarı 'kim bu Mahmut abi' dediğinde 'Yakında bütün Türkiye ile birlikte siz de tanırsınız' demiştim oysa..

Bahçe kapısına geldiğimde Mahmut abimle torun Ertuğrul yine kedi peşindeydi. Mahmut abinin geldiğimi fark ettiğinde neyseki çabuk davranıp yüzümü dövizin arkasına saklamayı başarabildim :) Mahmut abi büyük bir şaşkınlıkla baktı baktı ama bu ucubenin ne yapmak istediğinden bir türlü emin olamadı. Ben de fırsattan istifade kapıyı açıp önceden hazırladığım sloganımı kart bir sesle tekrarlamaya başladım: 'MAHMUT ABİ BLOG AÇ, MAHMUT ABİ BLOG AÇ!' Mahmut abi beni konuşamadığı için elindeki dövizle yardım isteyen biri sanmış meğer :/ Sloganımı atarken bahçe kapısından girmiş ev kapısına kadar gelmiştim bile. Nalan abla beni bu halde görünce Gül'den fotoğraf makinesi istedi :) İlk karemi orada verdim :)

Blog sayesinde tanıştığım Nalan ablamla bir seneyi aşkındır aralıkla da olsa görüşüyoruz; blog cemiyetinin önce gelen isimlerinden olan Nalan ablayla yeniden Batıkent'e dönmem nedeniyle daha sık bir araya geldiğimiz için mutluyum. Rahat hareket ettiğim bu evde olmak evimde hissettiriyor ve ben çok mutlu oluyorum :)

Günün birinde sadece fotoğraf çekmek için gitmek istediğim bu ev, ilginçlikler üzerine kurulu bir çok obje barındırmakta. Daha önceki ziyaretlerimde bu objelerin çoğunun Mahmut abi tarafından yapıldığını bilmiyordum; bugün öğrendim.. Ve MAHMUT ABİ BLOG AÇSIN düşüncemin artık eyleme geçmesi konusunda ısrarcıyım.

Mahmut abi el becerisi ve disiplini, el becerisi disiplini yüksek biri. Bütün bir telden hiç ek kullanmadan yaptığı bisikletlerden yapmayı öğretmesi için daha önce ricada bulunmuştum kendisinden ama bunun için özel bir gün belirleyememiştik.


Bir an önce yapmak istediğim bisikletler..
Bir tel hiçbir ek almadan çeşitli aletlerle kıvrılıp bükülerek bu hale geliyor.
Nasıl?
İnanılması güç değil mi??

Dün akşam Nalan abla fotoğraf makinanı da getir deyince hem fotoğraf çekmek hem de bisiklet yapmanın ilk ve temel unsuru olan 'düzgün tel bükme' harekatını gerçekleştirmek üzere Mahmut abimin dizinin dibindeki yerimi aldım :) Göründüğünden daha zormuş; göründüğü kadar zor değilmiş diyebilmeyi çok isterdim oysa.. İlk bükmelerimin Mahmut abi tarafından 'direk sıfır Gülen' şeklinde yorumlanması dirayetimi hiç kırmadı çünkü ben bu işi yapmayı çok istiyorum :) Bu sanat eserinin 'bu kadar kolay' yapılabileceğini hiç düşünmemiştim zaten.. Büktüm, büktüm, bıkmadım, bıkmadan büktüm ve ve ve son yaptığımdan dokuz puanı havada kaptım :) Heyecanlıyım, ilk bisikletimi bitireceğim günün heyecanındayım; kolum ağrısa da on tanecik tel bükümü bile ruhumu doyurdu :) Öyle mutlu oldum, kendimi öyle işe yarar hissettimki ilk bisikletimin fotoğrafını çektiğim gün mutluluktan ne yaparım, hiçbir fikrim yok :)


Tel kıvırma işlemleri :)

1- Mahmut abimin yapmamı istediği biçim.
2- Mahmut abimin yapmamı istediği şekli vermeye çalışırken heba ettiğim sıfır puanlık teller.
3- Yola girmeye başlayan tel çalışmalarım :P
4- Dokuz puan aldığım son kıvrımım :)

Mahmut abi neden blog açsın?
Mahmut abi neden blog açmasın?
Bakın ve söyleyin :)



Siyah taşların gül ağacı, beyaz taşların maundan yapıldığı satranç takımının tahtası da Mahmut abimin elinden çıkma.
Fotoğraf çekimi konusunda başarısız olduğum bu satranç tahtası ve taşları yerinde görülmeli..
Nasıl da ince ince işlenmiş.
Söylemeselerdi bu şahaserin el yapımı olduğunu asla düşünmezdim.

Çok güzeller.

Dikiş makinası ayağının üzerine kestirilen camda yemek yemek :)

Mahmut abimin torun Ertuğrul efendinin güvenliğini sağlamak amacıyla merdiven başına yaptığı bariyer.
Satranç taşlarını koymak için yine Mahmut abimin yaptığı kutu.

Sırt sırta vermiş kadın ve adam kitap tutacakları.
Mahmut abim yapmış :)
Ve gemiler.. O kadar güzellerki..
Denizci olmayı hep istemişimdir; tipik yengeç işte.


Gemi fotoğrafı çekmek için az kalsın bu sandalyeyi kırıyordum; nasıl utandım anlatmayım şimdi :(
Örgüsünü Mahmut abimin yaptığı bu sandalyeyi çok sevdim.

Şimdi; Mahmut abi blog açsın diyenler; hatta Nalan abla-Mahmut abi evi müze olsun diyenler ??
Bugün arabasını tamir için sanayiiye gidecekken hatırımı kırmayıp gününü bana ayıran Mahmut abime sonsuz sevgi ve saygılarımla.

Yorumları yorumlama senli benli bir sohbet sırasında içilen sakızlı kahve tadı bırakıyor damağımda. En kısa zamanda olmasa bile dünkü yazı gibi bir yazı yazar mıyım; hem de büyük bir zevkle. Bugün kolumu yormuşum biraz. Azıcık dinlensin garip :)
Yorum yorumlarken kendimi sizde, sizi bende görüyorum, kendimi daha iyi anladığımı, tanıdığımı hissediyorum. Bu atlatma süreçlerimde, uzandığımda hep yanımda bulduğum, beni hiç yalnız bırakmayan, bir merhabasıyla bile hayata ısındığım bütün arkadaşlarıma -isim saymama gerek yok, herpiniz benim için ne anlama geldiğinizi biliyorsunuz- sonsuz sevgim; ucu bucağı ve sonu olmayan bütün sevgimle..

17 ekim 2009 tarihli ÖNEMLİ EKLEME: Mahmut abiye bir blog açtık.
Hikayesi burada

BU YAZI İÇİN 50000 HARF VE 3OOO0 SÖZCÜK TÜKETTİM :) KAHVENİZİ DAMAR YOLU İLE ALIN :)


TOPLANABİLDİĞİMİZ KIZLAR TOPLANDIK YAZI YORUM YORUMLARI:
3prenses'im, çocukken annem bizi hiçbir yere götürmezdi, hani iki taneyiz, e bir de yaramazız. Kimse rahatsız olmasın diye ne kendi bir yere gitti ne de bizi götürdü; bir yere gidildiğinde oturmanın adabını biliriz de gitmeyiz :) Küçükten alışkın olmayınca büyüyünce de gün gibi oturumlar ilgimi çekmedi ama blog arkadaşlıkları sayesinde ben bu işi sevdim :) Nalan ablanın evinde ağa oturum açmak güzel bir şey :)

sesiber'im; kıskanmakta haklısın :P Çok iyi zaman geçirdim ve en kısa zamanda (mesela yarın) yine Nalan aPlamda olmak istiyorum :D Soruna da içimdeki yolculuk Funda'm sayesinde çözüm buldum. Internet explorer ve mozillanın üzerine Chorme'u gül olarak koklayıp huzura erdim :D Chorme ve ben mutlu ve seviyeli bir birlikteliğe ilk adımımızı atmış bulunuyoruz :D

embir'im; hele senin kıskanmaya hiç hakkın yok. Yahu biz emekli güruhu olarak senin ayarladığın saat ve yerde hazır olmaya talibiz. 'Hadi' de geliriz. Ben de senin çalışıyor olmanı kıskanıyorum. İşten atıldıktan sonra (bundan da başka bir yazı çıkar) tam bir sene boyunca saat 6.30da uyanıp işe giden insanların ayak seslerini dinledim sabah sessizliklerinde caddede yankılanan. Ritmik, enerjik ve işe yetişme telaşındaki o ayak sesleri bir sene boyunca sabah körlerinde çaresizliğime hislendirdi beni. Ha bir de akşam yemek yemek istememeni kıskandım :D Sen gel de bu kez başkaları okusun gıpta ile fotoğrafları izlerken :) Sulu deterjan kutusundan üflenen baloncuklar gibi büyüyelim ama patlamayalım. Bir aile gibi..

Funda'm; yok beee. Harika değilim ben :) Sadece yazmayı seviyorum. Bloğu kapatıyorum derken ne kadar haksızlık etmişim kendime. Ben hayatımda hep hareket istermişim de farkında değilmişim. Skeloderma sorunsalından dolayı yapamadığım atraksiyon eksikliğini yazarak örtüyormuşum meğer. Kendimi iyi biri sanırdım ama anladımki yazmayınca huysuz oluyorum :) Bu bir özeleştiridir. Fotoğraflara isim koydum :) Chrome fikrin için sonsuz teşekkür ediyorum tatlım Funda'm.

Sufi'm; hepimiz adına teşekkürler. O gün çok güzeldi :) Faceblog-tr ile daha da büyüyecek. Yalnızlaştırılma politikalarına karşın bir önlem ve karşı duruş şeklinde büyüyecek olan bu buluşma ve toplantılar için o kadar heyecanlıyımki. Ben yatılı okulda büyüdüm ve şimdi herhangi bir yerde aynı dönem olsun olmasın 'bizden' biri varsa sırtımız yere gelmez. Şu an bile 'ihtiyacım var' dediğimde koşup gelecek en az on arkadaş sayabilirim ve bunun için çok kendimi çok şanslı hissediyorum. Masa üstündekleri anlayamadım yalnız??

Nefise'm; bir taşınmanın bu kadar zaman aldığı ilk ve tek insan olarak sevgiyle hatırlayacak bu insanlık seni :D ama sen de haklısın, evinin sanat eserleriyle dolu olması nedeniyledir ki incinmesinler diye yavaş yavaş taşınmışsınızdır. Hoş geldin nefis Nefise'm :) Kafanda nakış gibi çizmen yetmez sana, sen şimdi bir obje üzerinde değerlendirirsin bizi :) En kıs zaman ne zaman bilemem ama işte o zamanda seninle de görüşürüz belki :)

Nunu'm; sevgin karşılıksız değil ama düşünüyorum da seni mesela kendi evimde ağırlamak ne kadar tedirgin ederdi beni. Senin mutfağını gördükçe ailemi ve kendimi nasıl beslediğim hakkında inceden serzenişlerim var kendime :) O pastalar, o salatalar, o, o, o; her şey işte ama ya :) Ağlamak istiyorum şu an :D

Asortiğim krebim; gelseydin beşi bir yerde diye başlık atardım, biz anca okey masasını tamamladık :) Hepimiz bir arada ve mutluyduk; yani ben çok mutluydum. Gittiğim bir yerde lönk diye oturmak hala garip gelse de idare edebildiğimi düşünüyorum :) He mi nalan abla? Var mıydı bir zarar ziyanım?

cansu'm, amin. O iş olursa Ankara'da bizde kal, tamam mı? Tanıdığım her blog arkadaşımla tanıştırırım seni. Blog blog gezeriz :)

Peri'm; ismimle ilgili söylediğin şey çok hoşuma gitti. Bir gün bir bankaya gittim. Sıram geldi ve ne şanski az önce bir müşteriyle tartışmış olan memura denk geldim. Adam sinirli, gülümseyerek 'merhaba, kolay gelsin' dedim. Sinirli abi 'merhaba da az önceki olaya mı gülüyorsunuz siz?' dedi. 'hayır' dedim. 'Ben gülümsemenin kötü bir şey olmadığını bildiğimden gülümsüyorum ama siz de haklısınız (az önceki olaya gönderme yaparak) gülümsemeyen insanlarla da karşılaşıyorsunuz değil mi?' dedim. Sonra sinirli abim nüfus bilgilerime bakıp 'ha ondaaaan' dedi bu kez o da gülümseyerek. 'Pardon anlayamadım' dedim. 'Sizin isminiz Gülen'miş' dedi :))) Her zaman gülümseyebilmek için bir şeylerin yolunda gitmesi gerekiyor sanırım; kendim için olduğu kadar başkaları için DE gülümseyebilmek istiyorum ben. Her şeyin yoluna girdiğini gördüğüm o gün beklentisi içinde olacağım; hepimiz için gülümseyebilmek için hayata :)
Blog sorunları için Güzin Apla'ya mektup yazmayı düşünüyorum :D

Gönüldenele'm; imrenmekle olmaz, gelmek lazım, görüşmek lazım. Birbirini tanımanın, birbirinin sorunu ya da mutlu gününde yanında olmanın gerekliliğine inanıyorum artık; özellike UFUK ÇİZGİ'mden sonra bu düşüncem daha da derinleşti. Önceden aynılmak ve yanıltmaktan korkuyordum ama artık öyle düşünmüyorum. Çevremizde de yok mu, görüşmek istemediğimiz komşumuzla görüşmemeyi seçebiliyoruz da bloglar arası fiziki temasa dayalı görüşmelerde neden olmasın bu seçicilik? Haksız mıyım ama :) Değilim değil mi? Şimdi Hakan olsa derdi ki yine kendin sordun kendin yanıtladın. Hahahaha

Nalan ablam, görürsün sen :D Dedin ya bugün telefonda ' yarın gel yüzünü burada yıka' diye :D Sabahın erken saatlerinde sizdeyim :D Pilatesi bile birlikte yapma teklifini de kabul ediyorum :D Bak şimdi geldi aklıma aslında sizin alt kat pilates salonu için uygun bir yer :D Bir hoca buluruz; yok ya ne hocası, gider alırım bir sertifika :P Ama Mahmut abim bu işe ne der? Bir şey demeye hakkı var mı? Yok; madem bir bloğu yok :P Görürsünüz siz :D

aysema öğretmenim; sağlık sorunu ile uğraşıyor olmasaydın kesin gelirdin biliyorum ama nasılsa bir ayağın burada. Aralık ayı gibi olursa bu grup bir daha toplanır. Anlatıma gelince, Leylak dalı'yla Çınar 'sen biliyor musun nereye gideceğimizi' gibi cümlelerle bana takılıp bir de üzerine yaramaz çocuk Leylak dalı 'sen bizi internete de verirsin' deyince hain planlarım şekillendi ve 'vermem mi hiç?' dedim ama bunu benden başka kimse duymadı, zira çok sessizdim :D

BİR NEDENİ VAR ELBET YAZI YORUM YORUMLARI:
Sufi'm; logo için Ali abime hem sabrından hem bilmeyen birinden fikir alma alçakgönüllüğünden dolayı teşekkür ediyorum. Ali abimle yaklaşık onbeş gündür telefon iletişimi halindeyiz ve fikrin bu boyuta gelmesi Ali abimin dış ve iç dünyasının ne kadar olgun, ne kadar mütevazi olduğundandır. Biz sadece renkleriyle ilgili fikrimizi ilettik. Sağolsun benim 'hadi yapalım, hadi gidelim, hadi gidelim bakalım' tavrımdan şikayetsizce neredeyse sabaha kadar sürdü çalışmamız :) Ufuk Çizgisinin bu renklerle aydınlanmış olmasından büyük mutluluk duyduk. Aslında başka katılımlarla ortak bir çalışma olması çok daha iyi olurdu ama bu çok daha fazla zaman alacaktı ve benim bu 'hadi gidelim, hadi yapalım' halim uzayan işlere karşı hiç hoşgörülü değil ne yazıkki :( Bencil davranmış olduğumu düşünüyorum şu an :(

3prenses'im; çok sağol, çok teşekkür ederim. Günlerdir hayata geçmesindeki neden keşke hiç olmasaydı diye düşünüyorum ama yüzyüze olmanın, yüzyüze DE güzel bir iletişim sağlanacağının bilincinde olmak güvende hissettirmeli kendimizi. Umarım yanılmayız, umarım yanlış bir şey yapmamışızdır.

nrhnmrl'im; hepimiz için hayırlı olsun. Bloggerların birbirleriyle tanışmasının 'birlikten güç doğar' şekline bürünmesini çok istiyorum. Birinin bir sorunu mu var; atlayalım gidelim yapalım. Birinin Ankara'da takip edilmesi gereken işi mi var; arasın 'Gülen şu işimi yapar mısın?' desin -ki on sene önce chat odalarından tanıdığım bir pilot gencin kız karkadaşının diplomasını gönderdikleri vekaletle Bilkent Üniversitesinden alıp Kayseri'ye göndermiştim :) Sonra pilot Ankara'ya hastaneye geldi, gittik tanıştık :) Bir hayırlı olsun'a bu kadar laf mı yazılır ya? Ben neden susamıyorum acaba??

Bizimgibiler'im; cesaret ve ivme verdiğin için teşekkür ediyorum :) Diğer olay :( Blogda sınırlarına dikkat ederek anlattığım o olayın ayrıntılarını sen biliyorsun :( Çok ama çok zor günler, yıllar yaşadım. O suçluluk duygusundan kurtulamadım ama olan şeyin gerçekliğiyle yaşamaya alıştım sadece :( Anlattığım üzere evet hiçbir şey yapamazdım. O, eninde sonunda bir daha deneyecekti :( Engelleyemediğim için hala çok üzgünüm :( Hem ne cesaret, hangimiz cesaret edebilir kendini onbeşinci kattan bırakmaya?

Funda'm; benim kendimi suçladığım kadar başkaları da suçladı mı beni diye hiç düşünmedim. O saatten sonra hiçbir şeyi değiştirmeyecekti nasılsa :( Anlamadığım, o kadar yakın olduğum bir arkadaşımın satır aralarını okuyamamak ama saftım ben. Nedenlerini öğrenmiş olmak beni ona karşı hiç soğutmadı. Keşke o zamanlar o kadar katı kurallarım olmasaydı ve onun her şeyinden haberdar olarak yanında kalabilseydim :( Benim keşkelerim de bunlar :(

Kekikkoku'm; her şey çok daha açık, insanların kendilerini çok daha içten ifade etmelerini istiyorum. Hakan'la olan sorunlarımı anlattığım zamanlarda nasıl da mutlu etmişti destek görmek, yalnız olmadığımı hissetmek. Eğrisi ve doğrusuyla yapmam gerekenleri ya da yapmasaydım daha iyi olur'ları yüzlerini hiç görmediğm ve arkadaşım dediğim insanlardan duymak doğru olanı yapmam için bana o kadar zaman kazandırdıki. Ben anlatmasaydım kimse bilmeyecekti ve ben bu kadar rengin dolaştığı blog dünyasının insanlarının bu ve gibi olaylar hakkında ne düşündüğünü asla bilemeyecektim. Yorumlaştığım bir çok arkadaşım hakkında öngörülere sahibim artık ve az çok profiller çizebilirim kendi kafamda. A ben bunu yazayım :) Bak ne güzel bir şey; yazarken de fikir oluşabiliyor insanda :)

Gönüldenele'm; ben onu tutamazdım; düşerken tutmaktan değil kastım, o kadar yaralıymışki :( ben onu hayatta tutamazdım :( ben değil kimse tutamazdı :( Öyle çetrefilli bir işmişki :( Hayır neden hiç düşünmedim, onun öyle bir sorunu olduğu hakkında nasıl bir fikir sahibi olamadım, neden ara ara verdiği ipuçlarını tutup ipucunun beni götürdüğü yerde dahil olamadım olanlara :( İşte bunun için açık olmayı seviyorum. Şimdi bir şey söylesem bana kim inanır; o kadar sessiz biriydimki, hastalandıktan sonra beni görmeye gelen Sedef'in arkadaşları benim için 'hastalık çenesine vurmuş' demişler sonradan.. Susulmasın bence, sınırlıca da olsa konuşulsun, boşanılsın tabulardan..

SEM'im, sloganımız: Gülen'in çok sevdiği beni çok seven SEM'im; kol ağrısını dokuz aydır çeken biri olarak fiziksel ızdırabını anlayabildiğimi söylememe izin vardır umarım? En kısa zamanda iyileşmeni bütün kalbimle diliyorum. Yazamasan da telefonlarıma cevap versen diyorum? Kaç kez aradım ama kapı duvar :( Yarın arayım seni..
Keşkelerle geçen bir hayat binbeşyüz metre demir oklarla çevrilmiş bir mertrekarelik bir alan. Sadece ayakta durabilirsin. Rahatsız, huzursuz, eklemsiz, aşamayacağını bildiğinden çaresiz bir hayat. Binbeşyüz metrelik demir oklarla çevrili olduğunu hissetmek insanın kendi vicdanında mahkum olmasının yanında inan hiçbir şey.. Önemsediğim, onun onu nasılsa yapacağından çok, onu bunu yapmaması için içine girememekle ilgili olan bütün detaylar..

SONUNA KADAR YAZI YORUM YORUMLARI:
Funda'm; geç uyuyor hatta bazen uyuyamıyor ve bazen geç uyanıyor hatta bazen hiç uyanamıyorum :) Evet sen yapmıştın bunu. Hatta gönüllü LÖSEV üyesi olduğunu duyurmak istememiştin de ben ispiyonlamıştım seni. Koştur koştur gideceğini biliyorum; sesinden, anlatacak çok şeyin olduğunu her cümlenin daha başından bildiğim tatlı Funda'm; çoğalırız elbet bit gün amip gibi.. Zuzu kişisiyle müşerref oldum :D

Kekik kokum; Elçin eli kalbinde ya da kalbindeki eliyle adımlıyor hastane koridorlarını. Elçin'le kuracağımız her irtibat telefonuyla sevinçten havalara uçuyor. Sırada neresi var diye düşünmeden de edemiyor.

Gönüldenele'm; evet bu ihtiyaçlar hiç olmamalı, çocuklar hastalanmasa keşke. Sağlık sisteminin eksileri ve eksiklileriyle yirmi senedir mücadele eden biri olarak onlar için her şeyin ne kadar zor olduğunu iyi bilenlerdenim :( Her şeyin iyi olacağını ümit etmekle de olmuyor. Orada bir taş var bir tane, ellerimiz de taşın altına girse ne iyi olur.. Yoyo için; vallaha mı :P Ay utanıyorum ama kuzum :)

Nalan ablam; seninle kolkola Onkoloji hastanesine gidelim mi??

ORTAYA KARIŞIK:
Volkankaldera'm; dağıt bulutlarını da gel artık, sen bana gitme derken ben sana gel diyorum. İyileştir kolunu çabucak. Yarın demiştin, kaç yarın oldu saymıyorum. Kalbimden geçenleri bilirsin sen :)

n@zo'm, tatlı öğretmenim; cesur bir kalbe karşı olan sevgimin karşılığısın sen. Düzgün, düşünceli, kendi gibi hisleri de narin. Çekip gidemedim; her zamanki gibi 'hadi gidelim' duyguma yenildim :( Şimdi ise önemsediğim sözleri duymaktan alıkoymamaya karar verdim ve sık sık çektiğim o U dönüşlerinden biri sonucu hep yeşil ışıkları denk getirip bulvarlar geçiriyorum ardı ardına; geçtiğim her dar sokakta gaz keserek, hıza uygun yerlerde kayarak yollardan bir yağ gibi..

özlem'im; dar alanlarımda cendereye girmiş de çıkmak için bildiği bütün akrobatik hareketleri deneyen insan gibi olmaktansa sözünü yemiş biri olmayı seçtim. Burası benim için iyi bir yer. Koşturacak bir atım varken neden bahçedeki bir ağaca bağladığım süzgün atıma üzgün bakayım siyah demirli pencerelerden? Sözlerinin benim kadar arkasında olmayan isimsiz, isimsiz olduğu için de sıfatsız kişilerin mutlu olmasından daha önemli benim mutluluğum. (Nalan abla öğrenmiş miyim bencil olmayı :P)

Dağlar kızı'm; arkadaşlar bu kadın çok komik :) Bugüne kadar gördüğüm en komik hamile insandır kendisi. En sonki yazısında 'bugün de doğurmadım' yazmış :))))))) Gecenin bir yarısı bağıra bağıra güldüm :)))))))))) Çünkü keyfi bir durum ya :) Bugün markete gitmezsin, bugün evden dışarı çıkmazsın, bugün vs vs ama bugün de doğurmadım nasıl komik bir anlatımdır yahu :)))))))) Hakan da dedi ki: Ne yapsın kadın :))))) Ela gelince ne komediler olacak ailece meraktayız haliyle :) Allah kolaylık versin dağlar kızı'm :)

bahar'ım, yorgun'um; hoş geldin, sonunda döndün :) ne tatilmiş kardeşim ama. Çöp kutusuyla hızlı bir giriş yaptığını görerek mutlu olduk :) Da; sen nasıl kıyacaksın; o çöp kovasına çöp koyarken o eller hiç mi titremeyecek Allah için söyle??

Nunu'm; hala bir silgim yok ama arkadaşlarım kalem kutumu buldu ve bütün kalemlerimin ucunu açtılar. Reklamda dediği gibi; evet söz uçar yazı kalır. Şu 12+4 aylık süre içinde neler oldu neler. Hayattan aldığım acılarla br kez daha yoğruldum. Hayattan aldığım güçle bir kez daha doğruldum. Yapabileceğim tek şey yazmak; ah bir de pasta yapabilseydim. Pastaların güzel kalpli, sen onlardan güzel kalpli. Onlar senden, sen onlardan :)
Sen hep pasta yap, ben izleyeyim :)

Leylakdalı'm; Antalya'daki yaramaz çocuk :) Bıraktın gittin, bir de iklim değişir Akdeniz olur filan? Ne oluyoruz? Ayıp olmuyor mu??
Çınar'ım, okyanus insanı yarın yine gel :))))
Nalan ablam; yarın yine geliyorum :)))))
Bir daha teşekkürler..

eLLa: Hayatın çok zor olduğu anlar.. Anladığın için teşekkürler güzel gözlü kız..

1 MART 2009; AKŞAMDAN SABAHA DOĞRU YAZI YORUM YORUMLARI:
3prenses'im; o yazı mart ayına ait bir arkadaşımla postalarımızdan oluşan bir yazı. Dün akşam bir posta ararken gözüme ilişti -ki postalarımı silmiyorum- açtım ve okumaya başladım. Sanki o gündeymişim gibi hissettim kendimi. Acım çok yeniydi; gerçi hala yeni de.. Sabaha kadar yazıp durmuştuk arkadaşımla. Ondan izin almadığım için sadece kendi yazdığım postaları ekledim. O zamandan beri çok şey değişti. Yeni bir hastalıkla tanıştım, taşındım. Koca bir yaz geçirdim; koca ve yaptığım yolculuklarla mutsuz bir yaz. Hayal kırıklığı yaşamadığım bir yol olsa da üzülmesine engel olamıyor insan. Geçti neyseki.. Benim de seni sevdiğimi biliyor olmalısın :) beklediğimi de :)

Oytunlahayat'ım; itirafın bu muydu :))) hay Allah :) İtiraf.com'da bir itirafım yayımlanmıştıki evlere şenlik :D Asortik Krebim biliyor :) Benim sıkıntım da bu; kısa cümlelerle aramda çözümü mümkün görünmeyen bir anlaşmazlık var. Kısa cümle kurmayı başaracağımdan neredeyse hiç emin değilim :( Sakız çiğnerken dans edebilip aynı zamanda da telefonla konuşabilirken uzun olmayan cümle kurabilmek neden bu kadar zor benim için anlayamıyorum :( Bu arada bir SON DAKİKA HABERİ: Bilgisayarla tv yanyana. Hakan'ın sinema tv'de izlediği filmdeki karınca saldırısı göz hizama girince tvyi kapatıp hiçbir şey olmamış gibi yazıya devam ettim. Hahahahahah. Hakan önce azarlar gibi konuştu, oralı olmayınca da kafama elma çöpü fırlatmakla tehdit edince açmak zorunda kaldım ama bu süre içinde karınca saldırı sahnesini de atlatmış oldum :D Tavsiye edebileceğim bir yöntemdir. Konumuza dönelim: Çok üzüldüğünü çok üzüldüğümle aynı olarak görüyorum :( Anne, baba kaybındaki insanlarda kendi yüzümü görüyorum. Bu üzüntü asla bırakmayacak yakamızı. Ne yaparsak yapalım aklımızdan çıkmayacak. Nunu'mun dediği gibi biz bunlarla yaşamayı öğreneceğiz. Çok özlüyorum annemi. Onun beni gördüğünü düşündüğümde vaz geçiyorum üzülmekten, sonra unutuveriyorum yeniden başlıyorum üzülmeye :( Senin hayatla mücadele dediğin şekli hayatla kavga anlayan insanların olması ne kötü.. İyi bir şeyler yapabilme gayreti demekle ne demek istediğini çok anlayamasam da bunun iyi bir şey demek olduğunu bildiğimden çok içten bulduğum hislerin için çok teşekkür ediyorum.
Çığlıklarımızın karışması birbirine; yağmur damlalarının oluşturduğu şiddetli sağanak gibi..

nalan ablam; oldu, oldu :)

Mavianne'm; ah neden bu özür? Özürlük bir durum yok. Estağfurullah hatta. Sen çalışan, iki evlat sahibi, muhabir bir annesin. Zamanın kısıtlı; kaldıki benim yazdığım incelikte okuyamamak için özür çok daha ince bir davranış ve bu özür karşısında küçüldükçe küçüldüm :( Böyle bir şey hissettirdiğim için asıl ben özür dilerim..
Pilatese gelince, pilates bugüne kadar yaptığım en güzel spor. (cimnastik, basketbol, capoeira, latin dans, paraşüt) Nefes alıp verme arasında alınan oksijenin vücut ve beyinde kaldığı sürece bana ne kadar iyi geldiğinden, kolumun ağrısını pilates sayesinde daha az hissettiğimden, boynumda yıllardır geçmeyen kortizon şişinin pilatesle nasıl da indiğinden, duruşumun ve yürüyüşümün düzgünleştiğinden, oksijenin ruh, beden ve beyin sağlığına ne kadar olumlu etkileri olduğundan söz edebilirim ama pilatesin bir bedene nasıl bir etki yarattığı konusunda söz söyleme hakkına sahip değilim; uzman olmadığım bir konuda söyleyeceğim sözler ahkam kesmekle eş değer olduğundan beden eğitimi öğretmeni olan ikizim Sedef'ten bir yazı hazırlamasını istedim. Bugün yarın yazı hazır olur. O zaman blogda yayımlarım.
Fotoğraf iltifat için teşekkür ettiğini fısıldadı kulağıma; metroda :)

Keyfeseyran; ben de sana teşekkür ederim. Hoş geldin aramıza ama tüm yazılarımı okursan senden uzunca bir süre haber almamız söz konusu bile olmayabilir :P Demedi deme :)

cansu'm; o mimi hazır bil :)

Kekik koku'm; senin yazıların kadar etkili olabilse keşke. Sen derin, sen inançlı ve insancıl; cafe gibi de :) aradığın her yiyeceğin tazelikle korunduğu, zenginliğin yanında mütevazılığın da aynı yerde barındığı görsel bir mutluluk :) Hakan bir keresinde demişti ki 'kendi yapmamıştır, almıştır onu o' Hahahahahah

Nefise'm; evet yüzümün etlerinden bir kısmıyla vedalaştım. Gamze de çıktı ortaya ama kırkiki yaşımda keşfettimki benim sol yanağımda da bir gamze mevcutmuş :)))) Aslında gamze için yanak anomalisi diyorlar ama bir anomali bu kadar güzel olabilir mi? Ben gamzelileri çok severim :)

PİLATES GÜNLÜĞÜM:




NALAN ABLANIN EŞİ MAHMUT ABİNİN AKIL ALMAZ EL BECERİLERİNDEN KİMSENİN MAHRUM KALMASINI İSTEMEDİĞİMDEN
MAHMUT ABİ BLOG AÇ
KAMPANYASI BAŞLATIYORUM!
EYLEM PLANI İÇİN BENDEN HABER BEKLEYİN.
YARIN MAHMUT ABİMİN BİZZAT KENDİSİNİ BİZZAT KENDİM OLARAK RAHATSIZLIK VERMEK ÜZERE EVİNDE ZİYARET EDECEĞİMDİR :d

Not: Bu yazı çok uzun oldu. Hepsi aklımdaydı ama eksikli kalmasın diye yorumlara dönüp yeniden okumak, yanıt yazmak ve çoğu ezberimdeki linkleri yanlışlığa fırsat vermemek için kontrol etmek biraz yordu beni. Atladığım varsa -ki sanmıyorum- şimdiden peşin peşin, paşa paşa özür diliyorum. Gidin yatın hadi..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails