31 Mayıs 2010 Pazartesi
SONRASI YARIN BÖLÜM:1
28 Mayıs 2010 Cuma
SABAHIN KÖRÜNDE OLUR MU BU?
26 Mayıs 2010 Çarşamba
acilen yazı..
Bugün çok güzel şeyler oldu. Mavi Kuş'un Avustralya'da yaşayan bağışçılarıyla tanıştım..
29undaki Mavi Kuş standı dillere destan olmazsa ben de neyim :)
Bu akşam Carlos'a yemeğe davetliyiz.
Carlos'la ilgili bir gelişme daha var ama zaman kısıtlı. Lafa bir girersem çıkışı bulamayacağımdan eminim. O da yarına kalsın artık :)
Ben gidedurum; hem yemeğimi hem fırçamı yemeye :)
Gidedurum: gidiyorum.
Hepinizi çok seven Gülen :)
harun: İlginiz ve güzel sözleriniz için çok teşekkürler.. Ben de sizin duyarlılığınıza teşekkür ediyorum. Şu an cafedeyim çıkmak üzereyim. Postalaşalım mı?
23 Mayıs 2010 Pazar
ÇALIŞ KARNAVALI VE..

21 Mayıs 2010 Cuma
SUS ARTIK! AYIP OLUYOR!
18 Mayıs 2010 Salı
KARINCALARIMIZDAN HABER YOK..
Yerel bir böcek/böcekler tarafından vücudumun bir kısmı afiyetle yenmiş. Isırık operasyonu gece derin uykudayken gerçekleştiğinden böceklerin menşeesi hakkında bilgiye sahip değiliz. Boynumun altı ve kollarımda sebil gibi küçük ısırıklar mevcut.
Özellikle mutfak ve evin diğer alanlarında ne yapmaya çalıştıklarını günlerdir anlayamadığım koloniler halindeki mikro karınca partiküllerinin babamın aldığı tarım ilacı sonucunda köklerine kıran girdiğini müjdelemek zorundayım. Telefonda bu haberi ‘karıncalarımız öldü’ şeklinde verdiğim acemihobici’min gayri ihtiyari olduğuna inandığım ‘yaaa neden?’ şeklindeki üzüntü temalı sorusuna ‘sanırım bakamadık’ yanıtım pek oturaklı değildi; kabul ediyorum.. Üniversitedeyim, okul servis güzergahının en yakınında oturduğum halde bir elimde tarak (o zaman saçlarım uzundu) bir elimde bir kupa çay, ayakkabı bağcıklarım çözük servise yetişmeye çalıştığım günler.. Bir sabah son an sakarlığıyla yere yumurta düşürdüm ve temizlemeye fırsatım olmadığı için yumurtayı akşam neyle karşılaşacağımı bilmeden öylece bırakıp çıktım; yine elimde ayrılmaz parçalarım bir elimde tarak, diğerinde hoydur hoydur koştururken yarısını üstüme başıma döktüğüm bir kupa çay.. Akşam döndüğümde yumurtanın yarısının diğer yarısını taşımaya çalışan karıncalar tarafından yok edildiğini gördüm.. Karınları doyan mutlu karıncaları görünce sevindim. Temizlemedim yumurta artığını. Yumurtadan iz kalmayınca benim küçük işçiler de yok oldular. Sonra ben bunları düşünmeye başladım. Karınları açtı ve ne yapıyorlardı acaba? Dayanamadım bir sabah yine okula giderken bunlara bir yumurta daha kırdım. Yumurtalar bittikçe bir tane daha, bir tane daha. Bir yandan da tek taraflı beslenirlerse bunlara bir şey olur mu diye düşünürken bir yandan da arkadaşlarım geldiğinde küçük çaplı restoran havasındaki bu manzara karşısında tepkilerini ‘aa yumurta kırılmış, karıncalar toplanmış’ cümleleriyle gösterdiklerinde ‘Sakın dokunmayın. Ben onları besliyorum’ diye savunma yapıyorum. Bir süre sonra okulda gördüğüm bu arkadaşlar ‘seninkiler nasıl?’ gibi sorular sormaya başladı. Bu böyle sürüp giderken evi birlikte tuttuğumuzun ikinci gününde erkek arkadaşının yanına yerleşmek suretiyle evi terk eden ev arkadaşımın sevgilisiyle feci bir kavga sonucu yollarını ayırıp eve dönmek zorunda kalması nedeniyle onun evde karınca beslenmez iknalarına boyun eğmek zorunda kaldım L Oysa o yokken karıncalarla arkadaşlık ediyordum ben!
Önceki sabah, sabah ezanında henüz eve dönerken birbirine benzer sokaklarda kaybolduk.
Gülen: Hakan bildiğimiz yerden gidelim.
Hakan: Yok Gülen burası kestirme.
Gülen: Değil.
Hakan: Kestirme burası.
Gülen: Topu topu iki mahallenin kestirmesinden ne olur Hakan Allah aşkına?
O kestirme, ben değil derken kaybolduk.
Gülen: Hakan sezgilerime güven, bak şuradan gitmemiz lazım.
Hakan: Gülen sende sezgi mi var?
Evimizi, kendisiyle aynı sokakta oturduğumuz Çin aslanı Chow-Chow köpek bize kendine tahsis edilmiş teras katından sanki böğrüne bıçak saplanmış gibi höykürünce bulabildik J
Dün akşam üzeri de Çınar’ımla telefonda konuşurken kayboldum ama sonra, önce kendimi sonra da evi bulmayı başarabildim J Merih abim arkadan sesleniyor; ‘Fethiye’ de mi kaybolmuş!’ Merih abim, gidebilsem İspanya’da da kaybolmayı çok isterdim :D Ama eldeki imkanlar şimdilik Fethiye :P
Hayatımın en güzel barbun, imambayıldısını ve buradaki dördüncü güzel pilavımı icra ettim. Ali abimin samimiyetine inandığım için yemeklerimin Ali abimden tam not aldığını söylemeliyim ama zaten burada her şey çok lezzetli. Domatesler çocukluğumdaki gibi kokuyor. Ankara’daki domatesler kırmızı ve su gibi öz bırakırken buradakiler turuncuya yakın koyu bir öz bırakıyor. Pişimi kolay ve pişirdiklerim ‘yemek gibi’ kokuyor. Gerçi geldiğimden beri özenle, zaman ayırarak pişirdiğim çok az yemek oldu. Yerleşme çalışmalarının dışındaki zamanı ya deniz kenarındaki Hello cafenin masalarından birine oturup denizdeki balıkları ufalayıp attığım ekmek parçalarıyla besliyor ya da balıkları beslemek için bile enerji bulamadığımdan artık ‘ulusal’ kapsamına dahil ettiğim kanepelerden birine uzanıp şekerleme yapıyorum.
Yemekteler
Yasak olmasına karşın garsonlarına 'gece ben bunları avlayacağım' diye takıldığımız balıklarımız :)
Besliyorum ki oltaya geldiklerine değsinler ama değil mi :P
O da ekmek kavgasında :)
Onları beslememek olur mu?
Burada hayat çok basit. Bura evleri şehir evleri gibi değil, eşyalar hiç değil. Genelde İskandinav modeli, sadece ihtiyaca yönelik basit mobilyalar kullanıyor insanlar. Pılı, pırtı, ıvır zıvır neredeyse hiç yok; zaten bu objeler için yer yok. Evler küçük ve 3+1 bir ev bulmak, ancak iğneyle kuyu kazmak benzetmesiyle anlatılacak kadar imkansız gibi bir şey; yani neredeyse. Ve Fethiye'liler kentlilerin burayı keşfetmesine kadar daire kapılarına dışardan da açılacak biçimde kol koyarlarmış. Ev içinde kullanılan kapılar var ya; içeriden de dışarıdan da açılan kapı kolları bunlar. Bizim daire kapımız da işte öyle bir kapı. Eve girince güvenlik açısından kapıyı içeriden mutlaka kilitlemek gerekiyor. Alışana kadar kaç gece, kötü niyetli birinin hiç çaba sarf etmeden bir hamlede rahatlıkla açabileceği biçimde kapımız açık yattık J ve gayet de güzel uyuduk. Uykularım derinleşmeye başladı. Ne kadar yorgun dalsam da uykuya, dinlenmiş olarak uyanıyorum. En büyük tedirginliğim lupus kaynaklı ve rush diye tabir edilen kelebek kanadı şeklindeki yüz lekelerimin güneşte ya da gün ısısından hortlayacak olmasıydı. Şükürler olsun ki böyle bir şey olmadı şu ana kadar. Görüntüsünün çirkinliğinde değilim, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilme riskine karşın istemiyorum o lekeleri hayatımda..
Karşımda geceleri hiç ışık yanmadığı için Gülyabani filmindeki sahneleri aratmayan korkunçluktaki görüntüsüyle villa çakması bir evde suratsız bir İngiliz kadınla Türk eşi yaşıyor. Bir de İngiliz kadının sürekli olarak emirler vererek hükmetmeye çalıştığı eşşek kadar bir Kurt köpeği. Köpek o kadar sinsi ki; sahibesi onu korkutuyor o da duvar dibine sinlenip tam ben oradan geçerken çılgınlar gibi havlamasıyla yerimde sıçratacak kadar beni :( İngiliz kadın bu manzaraya tül arkasından bakıp kih kih gülmüyorsa ben de neyim; tabii gülmeyi biliyorsa. Evlerini satmayı planlayan bu çift hemen hemen her gün birbirine benzeyen kıyafetlerle gelen birbirine benzeyen İngiliz çiftlere evlerini gösteriyor. Ev sahibemle birlikte evin iyi ve komşuluk bilen birilerine satılması için dua ediyoruz ama o ev 750.000 lira eder mi bilemem :P Hain planımız yeni komşularla samimiyeti ilerletip şu anki ev sahiplerinin ayak parmak uçlarını bile suyuna sokmadıkları havuzda keyif yapmak J Süs havuzu sanki; girsene bi'! Hayırlısı bakalım J
Bugün hava serin. Sabahtan yağmur atıştırmış anlaşılan. Salı günleri aradığınız her şeyi bulabileceğiniz çok güzel bir pazar kuruluyor burada. El dokumasından yapılmış insana huzur veren ketenvari kumaşlardan perdeler, örtüler; çok şık ve tipik yaz evi dekorasyonu için bulunmaz nimet hepsi de. Pazar o kadar yakın ki giderken ya da dönerken kaybolmam mümkün değil J Birazdan mideme bir şeyler tıkıştırdıktan sonra tek tabanca gideceğim pazara. Hakan'cığım pazarda bana tahammül edemiyor :P Cuma günleri ise tezgahların yanından geçerken sebze ve meyvaların gerçek aromalı kokular yaydığı yerli pazarı kuruluyor. Bu kokuları çocukluğumdan hatırlıyorum. Fiyatlarsa yarı yarıya fark ediyor..
Asortiğim onüç saat sürecek bir yolculuktan sonra yarın sabah Fethiye’de olacak. Uçakla olsa, dört saat daha ekle Amerika’dasın J Şu beş günlük süre içinde o kadar özledim ki asortiğimi. Kaçamağa gel Asortiğim. Yatcaz kakcaz sen gelicen :) Ne güzel.. J Kafama göre bir arkadaş topluluğunun içinde olduğum için çok şanslıyım.
Bütün yorumlar için uç ve bucaksız teşekkür ediyorum. Bütün iyi dilekler için minnet derecem sonsuz. Sabah uyanır uyanmaz azıcık buralardan ve benden söz edeyim istedim. Yorumlara mutlaka döneceğim.
Hepinizi seviyorum :)
Görüşürüz..
14 Mayıs 2010 Cuma
HEDİYELERİM.. ÇOK TEŞEKKÜRLER..
Ali abimi uğurlayıp uykuya dalmamız sabahın beşini buldu. O elim olaydan sonra (!) Ali abimle yaklaşık altı aydır telefonla sürdürdüğümüz güzel iletişimin çat kapı mesafesinde olmak ne güzel. Bu üçüncü görüşmemiz, pazar günü için de bir şeyler planlıyoruz; bu planın bu bölgeyi hiç bilmeyen biri; yani benim gibi biri için büyük bir sürpriz olacağı kesin. Gece sohbetinin en önemli bölümü kelebek etkisi üzerineydi. Bir kelebek bir yerde bir kanat çırpardı ve neler olurdu neler.. Çok ilginç olaylar sonucu edindiğimiz arkadaşlıklar o ilginç olayların sürecini irdelerken tarafların birbirini daha yakından tanımasına neden oluyor. Birbirinin inceliklerini öğreniyor insan, daha az ya da daha çok önemsedikleri bakış açılarının belki de değişmesi gerekliliğini ortaya koyuyor. Ali abiyle daha sade bir biçimde tanışmış olsaydım belki onun hakkında edindiğim bilgiler daha farklı olacaktı. Bu nedenle, o saçma olayı artık daha farklı algılıyorum..
Zaten yorgunum. Sadece birkaç saat uyumuşken sabahın dokuzunda arayan kişi ani su ısıtıcısı montajı için gelen delikanlının kapı zilini bize duyuramadığı için iş yerini aradığını söylememiş olsaydı ben o kapıyı hayatta açmazdım :D Ama su ısıtıcısı önemli mevzuu buralarda. Artık duvarda asılı bir garip ani su
ısıtıcımız var. Korkuyorum ben bu cihazdan aslında ama bu coğrafyanın olmazsa olmazıymış.
Dün akşam Asortiğim birkaç günlüğüne İstanbul’a ailesinin yanına gitti. Terk edilmiş hissiyatım devam ediyor L Önceki gün bir teknede balık ekmek kaçamağı yaparken deniz görgüsüzü arkadaşına (yani bana) ‘sen deniz tarafına otur da denizi izle’diyen zarif arkadaşımı şimdiden çok özledim L Evine dön Asortik!
Bugün daha bir toparladım etrafı. Salon fotoğrafları tamam da odalardan ‘yok burası adam olmaz’ deyip elimi bir işe vurmadan çıkmaktan, eşyaları yatağın üstünden komidin ve şifonyerin üstüne, oradan alıp yine yatağın üstüne koymaktan bugün itibarıyle vaz geçtim J Bir garip sirkülasyon J Toplama değil sadece yer değiştirme J Artık gündelik işler için zaman ayıracağım, ev tamamdır; az sayıdaki tıkıştırmaları saymazsak :) Hem körle yatan şaşı kalkar; Nalan ablayla o kadar yemiş içmişliğimiz var, atamıyorum hiçbir şeyi :/ Hakan ‘merak etme hayatım, o işi ben yaparım sana çaktırmadan’ diyor. Nalan ablaya ‘senin yüzünden çöpçü oldum’ diyorum. O da ‘senin ruhun çöpçüymüş, ben sadece açığa çıkardım’ diyor :D Yani suçlu bulunamadı.
Ankara'daki son günümde Nalan ablam vedalaşmaya geldi, taşınmamız da macera olduğundan –Carlos, sizin normal bir işiniz yok anlaşılan diyor- ben akşam üzeri ona gidecekken tam da bir sürprize ihtiyacım olduğu an Nalan ablam çıkageldi. Çimenlerde oturup gözyaşı dökmeden ağlaştık; sözlerimizle ağladık :( Bana güzel güzel akıllar verdi, bencil olmayı öğrenmem gerektiğini söyledi. Deniyorum Nalan ablam :P
Nalan ablamın Kaatı sergilerinden birinde küçük bir dala tırmanmış bir panda görmüş ve çok beğenmiştim ama o zamanlar Nalan ablamla seviyesi üst düzey bir ilişki sürecinde olduğumuzdan o pandayı çok beğendiğimi söylememiştim çünkü söylesem o hediye etmek isteyecekti ben de ederini ödemek. Nalan ablamla samimiyeti ilerletip kendi açımdan ‘yüzsüz’ :P boyuta getirdiğimde bile aynı nedenle panda hakkındaki düşüncemi hiç söyleyemedim. Sonra bir gün başka bir sergide, pandayı göremediğimde pandanın akibetinin birine hediye edildiği yönünde olduğunu öğrenince Nalan ablaya ‘hediye edeceğini bilseydim ben kendime hediye ettirirdim onu’ deyiverdim. Peki ne oldu? O hediye edilen kişi sanırım pandaya bakamadığından :P pandayı Nalan ablaya iade etti :D Nalan ablam da bu güzel kaatıdan pandayı gerçek ve en has sahibine, yani bana verdi :) O panda artık benim duvarımdan bakacak böcü böcü.
Nalan ablam, Mahmut abim, artık adımı söylemeye başlayan Ertuğrul’um ve rakibim kızları hepinizi çok seviyor ve teşekkür ediyorum.
Eşyaların kamyona yerleşmesi tam bir kaos durumdayken her şeyi olduğu yerde bırakıp Çınar'ımın davet ettiği kahvaltı sofrasında aldım soluğu, arkama bile bakmadan topukladım.. Çınar’ım ‘hadi babanı da çağıralım’ dediğinde hiç tereddüt etmeden çağırdığım babam da geldi kahvaltıya. Son yüzyüze sohbet L Arkadaşlarımı seviyorum, özlediğimde göremeyince üzülüyorum L Çınar çok güzel, özenli ve sempatik sofralar hazırlar ve her defasında 'hayır bir şey yemeyeceğim' ya da 'yemeğe kalamam, bir kahve içimi buradayım' dediğim sofradan tıka basa tok kalkmışımdır :) Fildişi rengi köşelerinde yeşil çiçekleri olan minik kahvaltı servisi vardır Çınar’ımın. O minicik tabakları çok severdim ben. Kullandığım tabaklarım ıskartaya çıkınca alayım dediğim o tabakların benzerinden artık benim de var J Sanki aklımı okuyan canım Çınar’ım bana o minicik sevimli tabaklardan hediye etti. O kadar güzeller ki değil kullanmak, fotoğraf çekmek için sadece bir tanesini çıkaracak kadar kıyabildim kendilerine :) J Çınar’ım çok ama çok teşekkür ediyorum. Aileni ve seni çok seviyorum J
Mavi Kuş Derneği örgü diye başladığımız ama yaratıcı zihinler sayesinde ürün bakımdan zenginleşip çeşitlenen kampanya için gelen bütün el emeklerini gözlerimle gördüm. Hepsini fotoğraflarından tanırken dernek binasının 100 mt. ötesine yerleşip o güzel eşyaları yakından görmek nasıl bir mucizedir? Ben bu kampanya başlarken daha önce hiç görmediğim Fethiye’ye yerleşeceğimi bile bilmezken önceki gün derneğe alış veriş merkezi arabalarından birine yüklediğimiz bir takım eşyaları götürdük. Komik bir görüntü, o saatte ve sıcakta dışarı çıkmaya cesaret edebilen yerel halk bize bakıp güldü J Ben olsam böyle bir görüntü karşısında ben de gülerdim. Bloglardan birinde anlattığım gibi bir fotoğraf görürseniz bilin ki o alış veriş arabasını ittiren tipler Hakan ve Gülen’dir J
Bugün öğlen saatlerinde, delinen duvarlardan dökülen duvar parçaları henüz yerdeyken acemihobici ve eşi geldi, gerçi geldikleri gibi de gittiler L Hiçbir şey anlamadım bu ziyaretten. Ha bir de bisiklet sepetindeki şu çirkin :P şey J Sadece çay ve kek için geçen pazar onlara gittiğimizde bizi zorla yemeğe alıkoyan bu güzel ailenin asabiyetinden yanından geçilmeyen şuncacık köpeği bizim eve girince sus pus oldu ama Bıdık hala Hakan’dan nefret ediyor :D Hakan’ı görünce bir damlacık bedeninden geldiğine inanamayacağınız bir hırrrrr sesi çıkarmayı başarıyor J Başındaki başörtüsü de değilmiş üstelik, bandanaymış.
Acemihobicim’le onmarifet’ten birbirimize laf atmışlığımız var; Fethiye’ye gelmeden önce yakın bir ilişkiden söz etmemiz mümkün değil yani. Buraya geleceğimi öğrendiğinde daha sonra uzun uzun anlatmak istediğim ev arama maceralarımızı bisikletiyle renklendirerek bize liderlik yapan acemihobicim sıcaklık ve yakınlığından son derece memnun olduğum bir arkadaşım. Çok becerikli ve yaratıcı acemihobicim –ki acemi olduğu konusunda yalan söylüyor- bana yeni ev ve hayatımda kullanılmak üzere bir dizi armağan getirmiş J bugün. Kullanmaktan zevk alacağım armağanlar topluluğu J
Tamamı el yapımı anahtarlığımız :)
Uğur böcekli kapı tutacağımız :)
Babamın el koyduğu nazar boncuklu kapı tutacağımız :)
Abiye kapı tutacağımız :)
Deniz malzemelerimi koymak için şık ve sanki 'hazırmış' gibi kot sırt çantam :)
Ekmek koymak için bir çanta :)
Ve son olarak bir buzdolabı cep magneti :)
Allerjik astmasına, okula giden Derin’ime karşın ev yerleştirme ısrarını zor durdurduğum kekik koku’m, daha ilk gün gelip evi oturulur hale getirme aşamasına getirmek için kolları sıvayan acemihobici’m hepinizi çok ama çok seviyorum.
Bir lafıma kanıp bir günlüğüne Fethiye'ye gelip kaç gün kahrımı çeken Fındığım seni çok seviyorum :)
Binlerce ama yetmez, sonsuz teşekkürler..
Not:Acemihobici’m, babam sizin o kadar çabuk gideceğinizi bilmiyormuş, yoksa dışarı çıkmazmış.
Not2:Acemihobici'min neresi acemi?
Not3:Carlos aradı :( Eziyete çağırıyor :D Fındıııık Paspatur'a gidecekmişiz. Koş gel :)