18 Mayıs 2010 Salı

KARINCALARIMIZDAN HABER YOK..

Yerel bir böcek/böcekler tarafından vücudumun bir kısmı afiyetle yenmiş. Isırık operasyonu gece derin uykudayken gerçekleştiğinden böceklerin menşeesi hakkında bilgiye sahip değiliz. Boynumun altı ve kollarımda sebil gibi küçük ısırıklar mevcut.

Özellikle mutfak ve evin diğer alanlarında ne yapmaya çalıştıklarını günlerdir anlayamadığım koloniler halindeki mikro karınca partiküllerinin babamın aldığı tarım ilacı sonucunda köklerine kıran girdiğini müjdelemek zorundayım. Telefonda bu haberi ‘karıncalarımız öldü’ şeklinde verdiğim acemihobici’min gayri ihtiyari olduğuna inandığım ‘yaaa neden?’ şeklindeki üzüntü temalı sorusuna ‘sanırım bakamadık’ yanıtım pek oturaklı değildi; kabul ediyorum.. Üniversitedeyim, okul servis güzergahının en yakınında oturduğum halde bir elimde tarak (o zaman saçlarım uzundu) bir elimde bir kupa çay, ayakkabı bağcıklarım çözük servise yetişmeye çalıştığım günler.. Bir sabah son an sakarlığıyla yere yumurta düşürdüm ve temizlemeye fırsatım olmadığı için yumurtayı akşam neyle karşılaşacağımı bilmeden öylece bırakıp çıktım; yine elimde ayrılmaz parçalarım bir elimde tarak, diğerinde hoydur hoydur koştururken yarısını üstüme başıma döktüğüm bir kupa çay.. Akşam döndüğümde yumurtanın yarısının diğer yarısını taşımaya çalışan karıncalar tarafından yok edildiğini gördüm.. Karınları doyan mutlu karıncaları görünce sevindim. Temizlemedim yumurta artığını. Yumurtadan iz kalmayınca benim küçük işçiler de yok oldular. Sonra ben bunları düşünmeye başladım. Karınları açtı ve ne yapıyorlardı acaba? Dayanamadım bir sabah yine okula giderken bunlara bir yumurta daha kırdım. Yumurtalar bittikçe bir tane daha, bir tane daha. Bir yandan da tek taraflı beslenirlerse bunlara bir şey olur mu diye düşünürken bir yandan da arkadaşlarım geldiğinde küçük çaplı restoran havasındaki bu manzara karşısında tepkilerini ‘aa yumurta kırılmış, karıncalar toplanmış’ cümleleriyle gösterdiklerinde ‘Sakın dokunmayın. Ben onları besliyorum’ diye savunma yapıyorum. Bir süre sonra okulda gördüğüm bu arkadaşlar ‘seninkiler nasıl?’ gibi sorular sormaya başladı. Bu böyle sürüp giderken evi birlikte tuttuğumuzun ikinci gününde erkek arkadaşının yanına yerleşmek suretiyle evi terk eden ev arkadaşımın sevgilisiyle feci bir kavga sonucu yollarını ayırıp eve dönmek zorunda kalması nedeniyle onun evde karınca beslenmez iknalarına boyun eğmek zorunda kaldım L Oysa o yokken karıncalarla arkadaşlık ediyordum ben!

Önceki sabah, sabah ezanında henüz eve dönerken birbirine benzer sokaklarda kaybolduk.

Gülen: Hakan bildiğimiz yerden gidelim.

Hakan: Yok Gülen burası kestirme.

Gülen: Değil.

Hakan: Kestirme burası.

Gülen: Topu topu iki mahallenin kestirmesinden ne olur Hakan Allah aşkına?

O kestirme, ben değil derken kaybolduk.

Gülen: Hakan sezgilerime güven, bak şuradan gitmemiz lazım.

Hakan: Gülen sende sezgi mi var?

Evimizi, kendisiyle aynı sokakta oturduğumuz Çin aslanı Chow-Chow köpek bize kendine tahsis edilmiş teras katından sanki böğrüne bıçak saplanmış gibi höykürünce bulabildik J

Dün akşam üzeri de Çınar’ımla telefonda konuşurken kayboldum ama sonra, önce kendimi sonra da evi bulmayı başarabildim J Merih abim arkadan sesleniyor; ‘Fethiye’ de mi kaybolmuş!’ Merih abim, gidebilsem İspanya’da da kaybolmayı çok isterdim :D Ama eldeki imkanlar şimdilik Fethiye :P

Önceki akşam Ali abimi yemeğe davet ettik. Ali abim bir ses verdiğimde, ‘Ali abim gelir misin?’ dediğimde ‘gelirim kızım’ demiyor mu J ve gelene kadar insanı meraktan çatlatmıyor mu? Ali abimi görünce sanki 10 sene sonra ilk kez görüşüyormuşuz gibi sarılıyoruz birbirimize. Tane tane söylediği her söz, tok ses tonuyla bütünleştiğinde birlikte geçirdiğimiz zamandan çok keyif alıyorum. Babam ve Hakan da seviyor Ali abimi. Ali abim işte; sevilmez mi J Pazar günü amaç bakımından anlamını yitirse de arkadaşlık, dostluk, destek ve dayanışma bakımından önemli ve özel arkadaşlar edindiğimiz Faceblog ekibinden bizim küçük evlat Emrah’ı aradım. Bizim gözümüzün taaa bebeği Emrah, şu an vatan borcunu ödemek üzere Mardin Midyat’ta. Allah kısmet ederse şubatta yaşadığı il olan İstanbul'a değil, direk Göcek’e Ali abimin yanına dönüp bir süre dinlenecek. Buraları gördükten sonra İstanbul’a döner mi bilemem J Emrah bizim evlat, özledik onu.. Ve bu çok özel gence dikkat!

Hayatımın en güzel barbun, imambayıldısını ve buradaki dördüncü güzel pilavımı icra ettim. Ali abimin samimiyetine inandığım için yemeklerimin Ali abimden tam not aldığını söylemeliyim ama zaten burada her şey çok lezzetli. Domatesler çocukluğumdaki gibi kokuyor. Ankara’daki domatesler kırmızı ve su gibi öz bırakırken buradakiler turuncuya yakın koyu bir öz bırakıyor. Pişimi kolay ve pişirdiklerim ‘yemek gibi’ kokuyor. Gerçi geldiğimden beri özenle, zaman ayırarak pişirdiğim çok az yemek oldu. Yerleşme çalışmalarının dışındaki zamanı ya deniz kenarındaki Hello cafenin masalarından birine oturup denizdeki balıkları ufalayıp attığım ekmek parçalarıyla besliyor ya da balıkları beslemek için bile enerji bulamadığımdan artık ‘ulusal’ kapsamına dahil ettiğim kanepelerden birine uzanıp şekerleme yapıyorum.

Yemekteler


Yasak olmasına karşın garsonlarına 'gece ben bunları avlayacağım' diye takıldığımız balıklarımız :)

Besliyorum ki oltaya geldiklerine değsinler ama değil mi :P

O da ekmek kavgasında :)

Onları beslememek olur mu?

Burada hayat çok basit. Bura evleri şehir evleri gibi değil, eşyalar hiç değil. Genelde İskandinav modeli, sadece ihtiyaca yönelik basit mobilyalar kullanıyor insanlar. Pılı, pırtı, ıvır zıvır neredeyse hiç yok; zaten bu objeler için yer yok. Evler küçük ve 3+1 bir ev bulmak, ancak iğneyle kuyu kazmak benzetmesiyle anlatılacak kadar imkansız gibi bir şey; yani neredeyse. Ve Fethiye'liler kentlilerin burayı keşfetmesine kadar daire kapılarına dışardan da açılacak biçimde kol koyarlarmış. Ev içinde kullanılan kapılar var ya; içeriden de dışarıdan da açılan kapı kolları bunlar. Bizim daire kapımız da işte öyle bir kapı. Eve girince güvenlik açısından kapıyı içeriden mutlaka kilitlemek gerekiyor. Alışana kadar kaç gece, kötü niyetli birinin hiç çaba sarf etmeden bir hamlede rahatlıkla açabileceği biçimde kapımız açık yattık J ve gayet de güzel uyuduk. Uykularım derinleşmeye başladı. Ne kadar yorgun dalsam da uykuya, dinlenmiş olarak uyanıyorum. En büyük tedirginliğim lupus kaynaklı ve rush diye tabir edilen kelebek kanadı şeklindeki yüz lekelerimin güneşte ya da gün ısısından hortlayacak olmasıydı. Şükürler olsun ki böyle bir şey olmadı şu ana kadar. Görüntüsünün çirkinliğinde değilim, ciddi sağlık sorunlarına yol açabilme riskine karşın istemiyorum o lekeleri hayatımda..

Karşımda geceleri hiç ışık yanmadığı için Gülyabani filmindeki sahneleri aratmayan korkunçluktaki görüntüsüyle villa çakması bir evde suratsız bir İngiliz kadınla Türk eşi yaşıyor. Bir de İngiliz kadının sürekli olarak emirler vererek hükmetmeye çalıştığı eşşek kadar bir Kurt köpeği. Köpek o kadar sinsi ki; sahibesi onu korkutuyor o da duvar dibine sinlenip tam ben oradan geçerken çılgınlar gibi havlamasıyla yerimde sıçratacak kadar beni :( İngiliz kadın bu manzaraya tül arkasından bakıp kih kih gülmüyorsa ben de neyim; tabii gülmeyi biliyorsa. Evlerini satmayı planlayan bu çift hemen hemen her gün birbirine benzeyen kıyafetlerle gelen birbirine benzeyen İngiliz çiftlere evlerini gösteriyor. Ev sahibemle birlikte evin iyi ve komşuluk bilen birilerine satılması için dua ediyoruz ama o ev 750.000 lira eder mi bilemem :P Hain planımız yeni komşularla samimiyeti ilerletip şu anki ev sahiplerinin ayak parmak uçlarını bile suyuna sokmadıkları havuzda keyif yapmak J Süs havuzu sanki; girsene bi'! Hayırlısı bakalım J

Bugün hava serin. Sabahtan yağmur atıştırmış anlaşılan. Salı günleri aradığınız her şeyi bulabileceğiniz çok güzel bir pazar kuruluyor burada. El dokumasından yapılmış insana huzur veren ketenvari kumaşlardan perdeler, örtüler; çok şık ve tipik yaz evi dekorasyonu için bulunmaz nimet hepsi de. Pazar o kadar yakın ki giderken ya da dönerken kaybolmam mümkün değil J Birazdan mideme bir şeyler tıkıştırdıktan sonra tek tabanca gideceğim pazara. Hakan'cığım pazarda bana tahammül edemiyor :P Cuma günleri ise tezgahların yanından geçerken sebze ve meyvaların gerçek aromalı kokular yaydığı yerli pazarı kuruluyor. Bu kokuları çocukluğumdan hatırlıyorum. Fiyatlarsa yarı yarıya fark ediyor..

Asortiğim onüç saat sürecek bir yolculuktan sonra yarın sabah Fethiye’de olacak. Uçakla olsa, dört saat daha ekle Amerika’dasın J Şu beş günlük süre içinde o kadar özledim ki asortiğimi. Kaçamağa gel Asortiğim. Yatcaz kakcaz sen gelicen :) Ne güzel.. J Kafama göre bir arkadaş topluluğunun içinde olduğum için çok şanslıyım.

Bütün yorumlar için uç ve bucaksız teşekkür ediyorum. Bütün iyi dilekler için minnet derecem sonsuz. Sabah uyanır uyanmaz azıcık buralardan ve benden söz edeyim istedim. Yorumlara mutlaka döneceğim.

Hepinizi seviyorum :)

Görüşürüz..

15 yorum:

  1. Vallahı yazdıklarını okudukca.. buraları bırakıp..oralara yerlesesım geldı..Gulenım..

    Kızımı boyle yerler yerıne..oyle yerler de.. yetıstırmeyı cok ısterdım..

    YanıtlaSil
  2. canımcım aklımdayken fotoları atabilirmisin banaaaa

    YanıtlaSil
  3. gülencim yazı stilini değiştirsen biraz iri yapsan yaa zaten yazın uzun okucam die canım çıktı yazık bana bize ama:(( lütfen snaa zahmet olsun:))o balıkları halledicen sen en sonunda:) oh oh sefanız olsun.neymiş bir daha hakan abinin sezgilerine kulak asmayacakmışız:))bak mışlı cümleler kuruyorum farkındamısın okadar içinizdeyim yane:)) amcama selam:)))))

    YanıtlaSil
  4. Çok özeniyorum çok... Sen mutlu olunca ben de oluyorum. Seni kocaman kucaklıyorum.

    YanıtlaSil
  5. gülencim oralar sana pek bi iyi geldi valla, sezon açılınca daha da bi güzel olur ...

    YanıtlaSil
  6. Çok özledim hem sizi,hem de Fethiye'yi..Hem de ansızın beni bırakıp kaçan amcamı..Saklıkent'e bizsiz gitmeyin..Bekleyin bizi anacım..

    YanıtlaSil
  7. o kadar güzel anlatmışsın ki gülenim ben bile özendim vallahi oralarda yaşamaya:))))))

    niye alay ediyorsun ayrıca benimle, karıncalara kıran mı girdi, salgın hastalıktan mı öldü diye merak etmiş olamaz mıyım ne bileyim zavallıcıkları zehirlediğinizi:))))))

    YanıtlaSil
  8. efendim imamın baygınlık geçirmiş hali muhteşemdi. Çiğnemeye bikle gerek yok. Tereyağ gibi aktı gitti.
    Barbunya pilakiyi kırk yıllık meyhanesi barba gibi yapmış. Ilık hali muhteşemdi. Pilava ne demeli erişteli. Son zamanlarda eristeli yapan kalmadı. İlikler gibi. Cacık da cacıktı hafif nane ve zeytinyağı uçuk bir sarmısak rahiyası. Valla cacıkla bir büyük rakı içilirdi. Hanım kız döktürmüştü.
    Ellerine ve ruhuna sağlık Gülen kız.

    YanıtlaSil
  9. :))) benden önce Merih okudu yazını "beni de tanımayan kalmadı blog aleminde Gülen sayesinde" dedi.:))

    Neee? demek orda kafana göre arkadaş buldun hıı? yazıyorum bunu bir tarafa alacağın olsun

    ( şaka şaka aranızda olmak için can atıyorum)

    Sevgiler hepinize

    YanıtlaSil
  10. Ali Abin gurme mi?

    YanıtlaSil
  11. harika ya.deniz ve evler dışında bizim buraları anlatıyorsun şekerim:))yazı stilin hakkında fundaya katılıyorum.gözlerim sulandı valla:))

    YanıtlaSil
  12. ay canım benimmmm... karıncaları besleme hikayene bayıldım yaaaaaaa!!! süpersin sen!

    güzelliklerin sonsuz sevgi ile besleyenin çok olsun!!! herkese selammm!!!!!!! muckkkkk...

    YanıtlaSil
  13. Sevgili Erdi !
    Aslında ben Gurme değil Pigme yim ihihihihihihi !
    Sevgiyle...

    YanıtlaSil
  14. selam arkadaşım o kadar özendim ki sana.Bizimde hayalimiz hep bir kıyı kasabasına yerleşmek.İnşallah olur.
    Karınca beslemene bayıldım valla iyi evin her yerini sarmamışlar.
    Gülencim bu aralar çok yogun oldugum için hediyelerin biraz gecikti kusura bakma bu hafta postalıyorum.
    sevgiler nestug

    YanıtlaSil

Fikrin varsa bilmek isterim..

Aa BUNLAR DA VARMIŞ :)

Related Posts with Thumbnails