Sevgili Zehra Güngör; Ankara'daki çocuklar için çalışmalar
Elçin'in önderliğinde sürüyor. Elçin'in konuyla ilgili şu an itibarıyla
son yazısında yönlendirdiği üzere hareket edebilirsiniz..
Detay için bana ya da Elçin'e postayla ulaşabilir misiniz? Umarım bu not dikkatinizi çeker..
Daha sakin bir gündü. Öğleden sonra yapmak istediğim ama eksikliklerinden dolayı bir türlü ortaya çıkaramadığım için kıvrım kıvrım kıvrandığım bir işin peşine düştüm. İşin peşinden sürüklenerek yakın postane yerine yine uzakta olana gitmeyi seçtim; bu hepimiz için çok daha iyi zira:) Gittiğim daha uzaktaki postanede, bize yakın olanında her işe koşturan şefi görmeyeyim mi; göreyim. Selamlaştık :) Aynı yerde aynı sıkıntıları çektiğimiz şef, uzak postaneye sığınma hakkı talep etmiş ve bu talebi de yerinde görülmüştü anlaşılan :) Dönüşümü yürüyerek yaptım ama yolun o kadar uzun geleceğini bilseydim denemezdim :(
Ders oldu; yakın diye düşündüklerinin uzak olması gibiymiş yolların uzaklık yakınlık algısı da :(
Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm de yürüdüm. Yürürken de yol üzerindeki sitelerden birinin bahçesinde beyaz önlüğüyle bir kadın gördüm. Resim kursu öğrencisi olduğunu söylediği kısa ayak üzeri sohbetimiz sonrasında resim atölyelerini teftiş etmem konusundaki daveti boş çevirmem mümkün mü? Değil :) Beş senedir resim yapmayı öğrenmek için aynı kursa devam eden çoğu emekli öğretmen neşeli bir kadın grubuyla tanıştım. Resimleri ilgiyle incelediğimi gördüklerinde benim de katılabileceğimi söylediler. 'Yok' dedim '
Cin Ali'ye ayıp olur' 'Cin Ali kim?' dediler. 'Cin Ali senelerce ortopedik engelli olarak çizdiğim bir kahramandır ama ben şimdi onun telden
bisikletinin yapım kursuna gideceğim' dedim. Projeden söz ettim. İlgilendiler.
Detaycıyım ya :(
'
BİZ SÜRÜYSEK SİZ NESİNİZ' soru işaretli cümlemin altınaa yazığım yazıya gelen adsız arkadaşın yorumuna, düşünce satırlarımda:
Yorumunuzu okuduktan sonra tıpkı sesiber'in yorumuna yaptıklarımın aynısını yaptım. Sırasıyla önce Onur Baştürk yazısını sonra kendi yazımı, sonra sizin yorumunuzu acaba kaçırdığım bir şey olabilir mi diye bir daha okudum. Satır aralarına önem veren biriyim ben :( farklı düşünen birinin fikrini öğrenince mutlu oluyorum. Dolayısıyla alıngan olup olmadığımdan emin olmak istedim. Alınganlık edip etmediğimi yazı ve yorumları bir daha okuyarak anlamaya çalıştım. Hep onaylanınca değişim, gelişim olmuyor, farklı bakış açılarında gezinemiyor, farklı bakışlara kapalı kalıyor insan. Bu düşüncelerle bir daha okuduğum Onur Baştürk'ün yazısı bende aksi bir etki yaratamadı ne yazıkki :( O sözcük hem nalına hem mıhına türünden bir cümle. Kabul edebileceğim tek şey; hem nalına hem mıhına kısmını es geçmiş olmamla sınırlı kaldı. Sürüyle sözcüğünün yerine başka bir sözcük kullanılabilirdi -ki bir çok sözü çok daha uygun düşerdi fikrimi hala savunuyorum. Üstüne bir de sürüyle tabir edilecek kadar çok olmamızdan duyulan rahatsızlığın barındığı bir düşünce var hissine kapıldım.. Onur Baştürk'te kendi yaptığı işin bloggerlar tarafından da yapılıyor olmasının rahatsızlığı var gibime geldi artı olarak.. Özellikle de beğenmedikleri sözcüğünün altını çizmiş olması içten içe bunu anlatıyor diye de düşünmeye başladım.. Eğer yaptığım alınganlıksa bir an için alıngan olmayı siz de deneyin; bir de benim gözümden okuyun. Bakın orada neler yazıyor.. Değerli yorumunuz ve aslında belki de çok önemsiz olan bir konu bile olsa konu üzerinde kendimi irdelememe neden olduğunuz için çok teşekkürler..
böyle yazmış ama sadece düşüncede kaldığı için yayımlamamıştım.
Derken aynı gazete ekinin daha iç sayfa yazarlarından Cengiz Semercioğlu'nun
'Gazeteciler, bloggerları 'internette takılan işsizler' olarak görmekten vazgeçmek zorunda' cümlesinin de geçtiği bu yazının Onur Baştürk'ün yazısını izleyen üçüncü günde kaleme alınmış olması ilginç geldi bana; araları mı bozuk ne :P
İşte o yazı:
BLOGGERLAR DA SARI BASIN KARTI ALABİLMELİ:
Pirelli'nin Avrupa'nın en yüksek zirvesi Alpler'de yaptığı yeni kış lastiği lansmanında bir ilkle karşılaştım; sadece gazeteciler değil, çeşitli ülkelerden bloggerlar da davet edilmişti lansmana...
Daha önce Amerika'daki galalara katılan blogg
erlar görmüştüm. Ama otomobillerle Alpler'in aşıldığı böyle güçlü bir lansmana bloggerların davet edilmesi yeni medyanın gücünü göstermesi açısından çarpıcı bir gelişme...
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelen 25 kişilik gazeteci grubunda, İtalya, Fransa, İsviçre, Almanya ve ıspanya'dan gelen 5 blogger da yer alıyor...Bu bloggerlar otomobil, test sürüşleri ve lastik konusunda uzmanlar...
Türkiye'de henüz bu iş emekleme aşamasında olduğundan ne yazık ki uluslararası bir lansmana davet edilecek bloggerlar yok henüz...
Ama eminim bizde de çıkacak...
Türkiye içindeki lansmanlara davet edilmeye başladıklarını duyuyorum artık...
UNO ekmek geçenlerde, gazetecilere değil sadece bloggerlara nasıl ekmek yapıldığını anlatan bir lansman yaptı...
Renault da bloggerların önemini keşfedip test sürüşleri yaptıran firmalardan...
Tabii bloggerların sitesinde gazeteciliğin temel kuralları işlemiyor...
Halkla ilişkilerci arkadaşların en büyük şikayeti bu... Bir konuyla ilgili yazan 10 bloggerdan 2'si davet edildiğinde, geri kalan 8'i “Biz neden
davet edilmedik” diye firma hakkında karalama kampanyasına başlatıyormuş hemen...
Bu yüzden blogger davet etmeye çekiniyoruz d
iyorlar... Tabii biz gazetecilerin bloggerları meslekten görme zamanı da geldi...
Gazeteciler, bloggerları “internete takılan işsizler” olarak görmekten vazgeçmek zorunda...
Hatta bir adım daha öteye gideyim, onlar da bizle aynı haklardan yararlanmalı, mesela belli bir süre sonra sarı basın kartı sahibi olabilmeliler.
Başbakanlık Basın Yayın Genel Müdürlüğü bu konuda yeni düzenlemeler yapmalı.
Bakın Pirelli, gazeteciler kadar bloggerların da önemli olduğunu keşfetmiş...
Bizde de donanımlı yazarlarla bloggerlar hak ettiği ilgiyi yakında görecektir...
CENGİZ SEMERCİOĞLU
Adsız arkadaşların bir posta adresi olması bunun için iyi olurdu çünkü sevgili sesiber'in bir posta ve blog adresi olması avantajıyla konuyu birbirimizin fikirlerinden yararlanarak sohbet hattında konuştuk ama adsızların bir posta adresi olmamasından dolayı kendilerine ancak buradan cevap verebiliyorum :( Ha, cevap vermesem olmaz mıydı, olmazdı :D
İlginç; bir de buraya bakın ama mutlaka bakın.. Sürüyle bloggerlardan bir kaçı neler yapmış :) Konuyla ilgili diğer yorumlar için teşekkürler :)
Antika kristal boy aynasını kırdığı için günlerdir kendisine küs olduğum Tarçın'ın
özür mahiyetli davranış ve mıyıklamalarına dirayetimin kırıldığının resmidir..
Yazarak düşünme: bana alıngan değil de detaycı dense daha iyi olurdu sanki :P Alınıyorum ama ha :P
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilah ankarada olsam o kursu hiç kaçırmam dı:( sürü lafına bende kızdım.ama bizim sesimiz çıkmıyor bizi adamdan saymıyorlarya.hadi bakalım şu paparazzilerde boy gösteren manken kızlara desinler bak nasıl ortalığı ayağa kaldırıyorlar valla:)sesinin dediği gibi çokluk anlamında sürü kelimesini bende kullanırım ama insanlara karşı değil.bir sürü boncuğum var gibi.ama sesiye az şey beklemek konusunda katılıyorum.herkestende itina beklemek zor iş.öptüm şeker
YanıtlaSilyavru mailine bi baksana.yeni tasarımım orada
YanıtlaSil